Bizden Önceki Şeriatların İslam’daki Yeri Nedir, Kaynak Olabilir mi?

 Bizden Önceki Şeriatların İslam’daki Yeri Nedir, Kaynak Olabilir mi?

Soru: “Bizden önceki şeriatların” yani Arapça ifadesiyle “Şer’u Men Kablena” nın İslâm’daki yeri nedir, Kaynak olarak kabul edilebilir mi?

Cevap: Allah (cc), Muhammed (sas)’i gönderdikten sonra, sadece İslâm’ı bir din olarak kabul eder, onun dışındakileri kabul etmez. Allah (cc) şöyle buyurdu:

[إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَاب فَإنْ حَآجُّوكَ فَقُلْ أَسْلَمْتُ وَجْهِيَ لِلّهِ وَمَنِ اتَّبَعَنِ وَقُل لِّلَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ وَالأُمِّيِّينَ أَأَسْلَمْتُمْ فَإِنْ أَسْلَمُواْ فَقَدِ اهْتَدَواْ وَّإِن تَوَلَّوْاْ فَإِنَّمَا عَلَيْكَ الْبَلاَغُ وَاللّهُ بَصِيرٌ بِالْعِبَادِ]

“Şüphesiz ki Allah katında kabul edilen din yalnızca İslâm’dır. Ehl-i kitap kendilerine (Muhammed’in peygamberliği hakkında) ilim (kesin delil) geldikten sonra ihtilafa düştüler. Bu nedenle birbirlerine karşı haksızlık yaparak saldırdılar. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse Allah hesap hususunda süratlidir. Seninle tartışırlarsa de ki: Ben ve bana tabi olanlarla yüzlerimizi Allah’a teslim ettik, Müslüman olduk. Kendilerine kitap verilen ve ümmi olanlara deki: Müslüman oldunuz mu? Eğer Müslüman olurlarsa hidayetli olurlar, eğer yüz çevirirlerse sana düşen mesuliyet sadece tebliğ etmektir. Allah kullarını görür ve bilir.” [Al-i İmran Suresi 19-20]

Yine şöyle de buyurdu:

[وَمَن يَبْتَغِ غَيْرَ الإِسْلاَمِ دِينًا فَلَن يُقْبَلَ مِنْهُ وَهُوَ فِي الآخِرَةِ مِنَ الْخَاسِرِينَ]

“Kim İslâm’dan başka bir din edinirse (bilsin ki o din) ondan hiç kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” [Al-i İmran Suresi 85]

Şöyle de buyurdu:

[اَلۡيَوۡمَ اَكۡمَلۡتُ لَـكُمۡ دِيۡنَكُمۡ وَاَتۡمَمۡتُ عَلَيۡكُمۡ نِعۡمَتِىۡ وَرَضِيۡتُ لَـكُمُ الۡاِسۡلَامَ دِيۡنًا‌ؕ]

“Bugün, sizin için dininizi kâmil mükemmel kıldım, üzerinize nimetimi tamamladım ve size yalnız bir din olarak İslâm’dan razı oldum.” [Maide Suresi 3]

İslâm dini hem akide hem de buna dayalı şeriatı kapsar. Hem de kendisine has bir uygulama metodu vardır.

Bundan dolayı İslâm şeriatından başka şeriat kabul edilmez. Öyleyse Müslümanlar sadece İslâm’ın gösterdiği şeriat ve metoduna uyarlar. 

Bunun üzerine Rasulullah (sas) şöyle buyurdu:

[لقد جئتكم بها بيضاء نقية، ولو كان أخي موسى حيا ما وسعه إلا اتباعي]

“Size bunu bembeyaz ve tertemiz getirmedim mi? Benim kardeşim Musa diri olsaydı ancak bana tabi olurdu.”  [İbni Hanbel ve Beyhaki]

Ama bazı âlimler şu ayetlere dayanarak “önceki şeriatlar bizim şeriatımızla çelişmedikçe bizim için de şeriattır, bizim şeriatımıza ters düşüyorsa bizim için şeriat değildir” dediler:

[اِنَّاۤ اَوۡحَيۡنَاۤ اِلَيۡكَ كَمَاۤ اَوۡحَيۡنَاۤ اِلٰى نُوۡحٍ وَّالنَّبِيّٖنَ مِنۡۢ بَعۡدِهٖ‌ۚ]

“Nuh’a ve ondan sonra gelen nebilere vahyettiğimiz gibi sana vahyettiler.” [Nisa Suresi 163]

“Eski nebilere vahyedilen Muhammed (sas)’e vahyedildi, bu nedenle daha önceki nebilerin şeriatları bizim için bir şeriattır” dediler.

Oysa bu ayetten asla böyle bir anlam çıkmamaktadır.

Önceki nebilere vehyedildiği gibi Muhammed (sas)e de vahyedildi. Nebi olduklarından dolayı kendilerine vahyedildi, Muhammed (sas)’de nebi olduğundan dolayı kendisine vahyedildi.

Sanki Allah-u Teâlâ Rasulüne şöyle hitap ediyor:

“Ey Muhammed sen de nebisin. Çünkü senden önceki nebilere vahyettiğimiz gibi sana da vahyediyoruz. Kuşkun olmasın.”

Burada onun peygamberliğini ispat ediyor ve vurguluyor. Bir kimseye vahyediliyorsa bunun manası o kimse nebidir, peygamberdir.

[اِنَّاۤ اَنۡزَلۡنَا التَّوۡرٰٮةَ فِيۡهَا هُدًى وَّنُوۡرٌ‌ ۚ يَحۡكُمُ بِهَا النَّبِيُّوۡنَ الَّذِيۡنَ اَسۡلَمُوۡا لِلَّذِيۡنَ هَادُوۡا وَالرَّبَّانِيُّوۡنَ وَالۡاَحۡبَارُ بِمَا اسۡتُحۡفِظُوۡا مِنۡ كِتٰبِ اللّٰهِ وَكَانُوۡا عَلَيۡهِ شُهَدَآءَ‌‌ۚ فَلَا تَخۡشَوُا النَّاسَ وَاخۡشَوۡنِ وَلَا تَشۡتَرُوۡا بِاٰيٰتِىۡ ثَمَنًا قَلِيۡلًا‌ ؕ وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡكٰفِرُوۡنَ‏]

“Muhakkak ki, biz Tevrat’ı indirdik. İçinde hidayet ve nur vardır. Allah’a teslim olan Nebiler, onlara inanan Yahudiler, rabbaniler ve âlimler onunla hüküm ederler. Allah’ın kitabını korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahit olduklarından dolayı hüküm ederler. Öyleyse insanlardan korkmayın, yalnız benden korkun. Az bir değer karşılığında benim ayetlerimi satmayın. Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte kâfirler ta kendileridir.” [Maide Suresi 44]

“Bu ayete binaen, Muhammed (sas) nebi olması itibarıyla onu kapsar, kendisine ters bir hüküm gelmedikçe onunla hüküm eder.” dediler.

Bu şekilde “Muhammed (sas)’in şeriatına muhalif bir hüküm gelmedikçe önceki şeriat bizim için bir şeriat olur.” dediler.

Oysa bu anlayış yanlıştır.

Ayetteki nebilerden maksat İsrail oğullarının nebileridir. Ayette Yahudilere, onların rabbanileri ve âlimlerine hitap ediliyor.

Onlar Tevrat’ı korumakla ve uygulamakla mükellef oldular. Bunu korumak ve uygulamak için şahitlik yaptılar, söz verdiler.

İnsanlardan korkarak veya “az bir değer karşılığında satmamaları için” uyarıldılar. Nitekim onlar kalkıp Tevrat’ın hükümlerini değiştirdiler. Başka hükümlerle hükmedenler ise kâfir olurlar.

Ondan sonraki ayet dediğimizi doğruluyor. Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

[وَكَتَبۡنَا عَلَيۡهِمۡ فِيۡهَاۤ اَنَّ النَّفۡسَ بِالنَّفۡسِۙ وَالۡعَيۡنَ بِالۡعَيۡنِ وَالۡاَنۡفَ بِالۡاَنۡفِ وَالۡاُذُنَ بِالۡاُذُنِ وَالسِّنَّ بِالسِّنِّۙ وَالۡجُرُوۡحَ قِصَاصٌ‌ؕ فَمَنۡ تَصَدَّقَ بِهٖ فَهُوَ كَفَّارَةٌ لَّهٗ ‌ؕ وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ]

“Ve onlara onda (Tevrat’ta) şunu yazdık (farz kıldık): Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşı kısastır (aynen cezalandırılır). Ama kim bunu sadaka olarak bağışlarsa onun günahına bir kefaret olur. Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte zalimler ta kendileridir.” [Maide Suresi 45]

Allah (cc), Rasulüne Tevratta Yahudilere neyin farz kılındığını açıklıyor, onun döneminde bunları uygulamadıklarından dolayı Rasulullah (sas) önünde onları teşhir ediyor.

Onlar kalkıp Tevrat’ın hükümlerini değiştirdiler.

Oysa bizde başka hükümler geldi. Mesela, Kısasa kısas yoktur, Hadis-i şerifte geçtiği gibi bize diyet hükmü geldi, her organın ve her yaranın diyetini, para miktarı belirlendi. 

Cana can hükmüne ise İsra Suresi 33. ayette muhatap olduk. Yine de Hadis-i şerifte öldürülenin velisine; ya öldürtme ya da diyet alması arasında seçme hakkı verildi.

Hatayla öldürme hükmü ise sadece diyettir. Nisa Suresi 92. ayette belirlendi. 

Ayetin sonunda yalnız Tevrat değil, Allah’ın indirdikleriyle hükmetmeyenlerin kâfir veya zalim oldukları da beyan edildi. Bu ifade hem Yahudileri hem de Müslümanları kapsar. Çünkü umum lafzıyla [مَنْ] “kim” diye geçti.

Maide Suresi 46. ve 47. ayetlerde İncil ehline hitap ederek Allah’ın İncil’de indirdikleriyle hükmetmeleri emredildi.

Ayetin sonunda şu ifade geçti: “Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse işte onlar fasıkların ta kendileridir.”

Bu da çok kapsamlı bir ifadedir, Yahudileri, Hristiyanları ve Müslümanları kapsar. İbni Abbas’ın tefsir ettiği gibi eğer Allah’ın indirdiği hükümler yerine başka hükümlere inanarak uygularlarsa kâfir olurlar.

Eğer Allah’ın indirdiği hükümlere inandıkları hâlde başka hükümlere inanmayarak uygularlarsa zalim ve fasık olurlar.

Bu ayetlerden sonra şu ayet geldi:

[وَاَنۡزَلۡنَاۤ اِلَيۡكَ الۡكِتٰبَ بِالۡحَـقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيۡنَ يَدَيۡهِ مِنَ الۡكِتٰبِ وَمُهَيۡمِنًا عَلَيۡهِ‌ فَاحۡكُمۡ بَيۡنَهُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ وَلَا تَتَّبِعۡ اَهۡوَآءَهُمۡ عَمَّا جَآءَكَ مِنَ الۡحَـقِّ‌ؕ لِكُلٍّ جَعَلۡنَا مِنۡكُمۡ شِرۡعَةً وَّمِنۡهَاجًا ‌ؕ وَلَوۡ شَآءَ اللّٰهُ لَجَـعَلَـكُمۡ اُمَّةً وَّاحِدَةً وَّلٰـكِنۡ لِّيَبۡلُوَكُمۡ فِىۡ مَاۤ اٰتٰٮكُمۡ فَاسۡتَبِقُوا الۡخَـيۡـرٰتِ‌ؕ اِلَى اللّٰهِ مَرۡجِعُكُمۡ جَمِيۡعًا فَيُنَبِّئُكُمۡ بِمَا كُنۡتُمۡ فِيۡهِ تَخۡتَلِفُوۡنَۙ‏]

“Daha önceki kitapları tasdik eden ve onlara egemen olan Kitabı (Kur’an’ı) sana indirdik. Bu nedenle, Allah’ın indirdikleriyle onların arasında hükmet ve sana gelen hakkı bırakıp onların heva ve heveslerine uyma. Her biriniz (her Rasul) için bir şeriat ve bir metot kıldık. Allah isteseydi hepinizi bir ümmet yapardı. Fakat size verdiği (şeriat ve metotla) imtihan etmek istedi. Bu hâlde hayırlı işleri yapmada yarışın. Hepiniz Allah’a döneceksiniz ve o zamanda ihtilaf ettiğiniz hususların doğrularını gösterecektir.” [Maide Suresi 48]

Kur’an’ın daha önce indirilen kitaplara egemen olması, onları neshetmesidir, içinde varit olan şeriatlarını ve metotlarını kaldırmasıdır.

Ayetin sebeb-i nüzülü ise; Yahudiler muhakeme olunmak ve aralarındaki çekişmelerini halletmek üzere Rasulullah (sas)’e geliyorlardı, bunun üzerine Allah-u Teâlâ bu ayeti indirdi.

Kur’an diğer kitapları ne kadar doğruluyorsa aynı anda neshettiğini de açıklıyor, bu nedenle onların aralarında sırf Kur’an’da geçen hükümlere göre hükmetmesi emredildi, onların arzularına uymaktan sakındırıldı.

Bu ayette Allah (cc), her Rasule ayrı bir şeriat ve metot indirdiğini açıkça bildirdi. Eski Rasullerin ve Nebilerin şeriatları ve metotları neshedildi, onlara uymak asla caiz değildir.

İslâm şeriatı ve metodu terk edilip onlara uyulursa asla caiz değildir, bu büyük bir günahtır.

Zira çelişki olur, İslâm böyle emrederken, daha önceki şeriatları aramak ne kadar çelişkili bir şeydir! Bu nedenle eski şeriatlar ve metotlar bizim için şeriat ve metot değildir.

Hatta daha önce indirilen kitaplara inanların da, eski şeriatlarını ve metotlarını terk edip Muhammed (sas)’ in şeriatına ve metoduna inanmaları emredildi. Bu konuyla ilgili birçok ayet onlara hitap ederek indi.

Nitekim Allah-u Teâlâ şöyle buyurdu:

[اَلَّذِيۡنَ يَتَّبِعُوۡنَ الرَّسُوۡلَ النَّبِىَّ الۡاُمِّىَّ الَّذِىۡ يَجِدُوۡنَهٗ مَكۡتُوۡبًا عِنۡدَهُمۡ فِى التَّوۡرٰٮةِ وَالۡاِنۡجِيۡلِ يَاۡمُرُهُمۡ بِالۡمَعۡرُوۡفِ وَيَنۡهٰٮهُمۡ عَنِ الۡمُنۡكَرِ وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبٰتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيۡهِمُ الۡخَبٰۤٮِٕثَ وَيَضَعُ عَنۡهُمۡ اِصۡرَهُمۡ وَالۡاَغۡلٰلَ الَّتِىۡ كَانَتۡ عَلَيۡهِمۡ‌ ؕ فَالَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡا بِهٖ وَعَزَّرُوۡهُ وَنَصَرُوۡهُ وَ اتَّبَـعُوا النُّوۡرَ الَّذِىۡۤ اُنۡزِلَ مَعَهٗ ۤ‌ ۙ اُولٰۤٮِٕكَ هُمُ الۡمُفۡلِحُوۡنَ‏  قُلۡ يٰۤاَيُّهَا النَّاسُ اِنِّىۡ رَسُوۡلُ اللّٰهِ اِلَيۡكُمۡ جَمِيۡعَاْ ۨالَّذِىۡ لَهٗ مُلۡكُ السَّمٰوٰتِ وَالۡاَرۡضِ‌ۚ لَاۤ اِلٰهَ اِلَّا هُوَ يُحۡىٖ وَيُمِيۡتُ‌ فَاٰمِنُوۡا بِاللّٰهِ وَرَسُوۡلِهِ النَّبِىِّ الۡاُمِّىِّ الَّذِىۡ يُؤۡمِنُ بِاللّٰهِ وَكَلِمٰتِهٖ وَاتَّبِعُوۡهُ لَعَلَّكُمۡ تَهۡتَدُوۡنَ‏]

“Onlar, kendilerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı olarak buldukları bu ümmi Nebi ve Rasule (Muhammed) uyanlar var ya; kendilerine marufu emreder ve münkeri nehyeder, onlara temiz şeyleri helal kılar ve pis şeyleri haram kılar, üzerlerindeki ağırlıklarını (ağır mükellefiyetleri) kaldırır ve zincirleri çözer (ağır kayıtları ve sınırları kaldırır). İşte bunlar, bu ümmi Nebi ve Rasul’e iman edenler, O’nu koruyup destekleyenler, O’na yardım edenler ve O’nunla birlikte gönderilen nura uyanlardır, onlar felaha erenlerdir. (Cehennemden kurtulup cenneti kazananlardır).(Ey Muhammed) deki, ey insanlar! Şüphesiz ki ben göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın hepinize gönderdiği bir elçisiyim. O’ndan başka ilah yoktur. O diriltir ve öldürür. Öyleyse Allah’a ve ümmi peygamber olan Rasulü’ne iman edin. Oysa o Rasul Allah’a ve sözlerine inanır. O hâlde O’na uyun ki hidayete eriseniz.” [Araf Suresi 157-158]

İşte Muhammed (sas)’in şeriatı ve metodu eski şeriatları ve metotları neshetmiştir, yürürlükten tamamen kaldırmıştır.

Ehl-i kitap yalnız ona tabi olmalı ve ona muhakeme olunmalılar.

Bu nedenle bizden önceki şeriatlar asla bizim için de bir şeriat değildir, daha doğrusu şeriatımız için bir şeriat değildir, artık onların şeriatları geçerli değildir.

Bizden önceki şeriatlar bizim için bir şeriattır diyenler şu ayetleri de birer delil olarak gösterdiler:

[اُولٰٓٮِٕكَ الَّذِيۡنَ هَدَى اللّٰهُ‌ فَبِهُدٰٮهُمُ اقۡتَدِهۡ ‌ؕ]

“İşte o nebiler Allah’ın hidayete erdirdiği kimselerdir. Onların hidayetlerine uy.” [Enam Suresi 90]

Buradaki hidayet imandır, o nebilerin iman ettiklerine uy, aynen iman et.

Zira bütün nebilerin hidayeti veya imanları birdir: O da; Allah (cc) ahiret, melekler, nebiler, kitaplar, kaza ve kaderin hayrı ve şerrinin Allah’tan olduğuna iman etmektir.

Bütün nebilerin akidesi tektir.

Ama şeriatları ve metotları farklıdır. İslâm şeriatı ve metodu hem farklı hem de önceki şeriatları ve metotlarını neshetmiştir.

[ثُمَّ اَوۡحَيۡنَاۤ اِلَيۡكَ اَنِ اتَّبِعۡ مِلَّةَ اِبۡرٰهِيۡمَ حَنِيۡفًا‌ ؕ وَمَا كَانَ مِنَ الۡمُشۡرِكِيۡنَ]

“Ondan sonra sana şunu vahyettik: Hanif (sapmayan) İbrahim’in milletine uy. O müşriklerden değildi.” [Nahl Suresi 123]

Burada “Millet” kelimesinin manası dinin temelidir, tevhid akidesidir. Bunun karşıtı şirktir. Bu nedenle ayette İbrahim’in tevhid akidesine uy, o müşrik değildi denmiştir. Bu ise şeriatı kapsamıyor.

[شَرَعَ لَـكُمۡ مِّنَ الدِّيۡنِ مَا وَصّٰى بِهٖ نُوۡحًا وَّالَّذِىۡۤ اَوۡحَيۡنَاۤ اِلَيۡكَ وَمَا وَصَّيۡنَا بِهٖۤ اِبۡرٰهِيۡمَ وَمُوۡسٰى وَعِيۡسٰٓى اَنۡ اَقِيۡمُوا الدِّيۡنَ وَلَا تَتَفَرَّقُوۡا فِيۡهِ‌ؕ كَبُـرَ عَلَى الۡمُشۡرِكِيۡنَ مَا تَدۡعُوۡهُمۡ اِلَيۡهِ‌ؕ اَللّٰهُ يَجۡتَبِىۡۤ اِلَيۡهِ مَنۡ يَّشَآءُ وَيَهۡدِىۡۤ اِلَيۡهِ مَنۡ يُّنِيۡبُ]

“O, Nuh’a buyurduğunu, sana vahyettiğimiz, İbrahim’e, Musa’ya ve İsa’ya buyurduklarımızı size din kıldık. O dini ayakta tutun ve dinde ayrılığa düşmeyin. Kendilerine davet ettiğin din müşriklere ağır geldi. Allah (nübüvvet için) dilediği kimseleri seçer ve kendisine yöneleni hidayete erdirir.” [Şura Suresi 13]

Buradaki dinden maksat onun temeli olan akidedir yani tevhid akidesidir. Bütün nebiler akidede ortaktırlar. Ayetin akışında bu tekit edilmektedir.

Tevhidi kabul etmeyenler ise müşriktir. Bu müşrikler tevhide çağrıldıkları zaman onu ağır gördüler, şirki terk edemediler.

Hem de Nebi’nin yetim ve fakir olmasını istemediklerinden, dahası zengin ve liderlerden birinin olmasını istediklerinden dolayı Muhammed (sas)’in nebi olmasını hazmedemediler, O’nu şiddetle reddettiler.

Allah da (cc)  onlara cevaben, kendisinin dilediğini nebi olarak seçeceğini beyan etti. Ayrıca “dilediğini hidayete erdirir” demek, imana getirir manasındadır.

Buradaki davet; imana davettir, bu ise dinin temelidir. Allah (cc) bunu gösterip tekit etti. Daha önceki nebilerin şeriatlarına uymayı ise asla talep etmiyor.

Bazı hükümler benzer olabilir, fakat diğer şeriatlarda geçtiğinden dolayı biz onları almıyoruz, biz bu hükümle muhatap olunduğumuz zaman o hükmü alıyoruz.

Allah (cc) onların kıssalarını bize anlatırken “ders ve ibret almamızı” talep etti. İman uğrunda karşılaştıkları “zorluk ve sıkıntıların” bizim başımıza da geleceğini gösterdi.

O nebiler ve müminler nasıl sabrettilerse bizim de “mutlaka sabretmemizi” talep etti. Bununla da Rasul (sas) ve bize de sebat ve güç verdi. Şöyle buyurdu:

[حَتّٰۤى اِذَا اسۡتَيۡــَٔسَ الرُّسُلُ وَظَنُّوۡۤا اَنَّهُمۡ قَدۡ كُذِبُوۡا جَآءَهُمۡ نَصۡرُنَا ۙ فَـنُجِّىَ مَنۡ نَّشَآءُ ‌ؕ وَلَا يُرَدُّ بَاۡسُنَا عَنِ الۡقَوۡمِ الۡمُجۡرِمِيۡنَ‏ لَـقَدۡ كَانَ فِىۡ قَصَصِهِمۡ عِبۡرَةٌ لِّاُولِى الۡاَلۡبَابِ‌ؕ مَا كَانَ حَدِيۡثًا يُّفۡتَـرٰى وَلٰـكِنۡ تَصۡدِيۡقَ الَّذِىۡ بَيۡنَ يَدَيۡهِ وَتَفۡصِيۡلَ كُلِّ شَىۡءٍ وَّهُدًى وَّرَحۡمَةً لِّـقَوۡمٍ يُّؤۡمِنُوۡنَ]

“Rasuller (kendi davetlerine insanların inanmalarından) ümitsiz olup tekzip edildiklerini zannedince onlara yardımımız, zaferimiz gelir. O hâlde istediğimizi kurtarırız, fakat azabımız mücrim insanlardan çevrilemez. Onların (Rasullerin) kıssalarında sizin ve akıl sahipleri için ders ve ibret vardır. Bu (Kur’an) iftira edilen bir söz değildir, fakat daha önceki kitapları tasdik eder, her şeyi açıklar, iman eden insanlara bir hidayet ve bir rahmettir.” [Yusuf Suresi 110-111]

[أَمْ حَسِبْتُمْ أَنْ تَدْخُلُوا الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَأْتِكُمْ مَثَلُ الَّذِينَ خَلَوْا مِنْ قَبْلِكُمْ مَسَّتْهُمْ الْبَأْسَاءُ وَالضَّرَّاءُ وَزُلْزِلُوا حَتَّى يَقُولَ الرَّسُولُ وَالَّذِينَ آمَنُوا مَعَهُ مَتَى نَصْرُ اللَّهِ أَلَا إِنَّ نَصْرَ اللَّهِ قَرِيبٌ]

“Yoksa sizden önce gelip geçmiş olan (müminlerin) başlarına gelen (musibetler) misali sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Onlara türlü türlü şiddet, zarar ve musibetler dokundu ve şiddetlice sarsıldılar. Hatta Rasul ve O’nunla beraber bulunan müminler bile; Allah’ın yardımı ve zaferi ne zaman gelecektir? Diyecek kadar darlığa ve zorluğa düştüler ve sarsıldılar! İşte, bundan sonra, şüphesiz ki; Allah’ın zaferi yakındadır.” [Bakara Suresi 214]

Bu nedenle daha önceki şeriatların bizim için de bir şeriat olduğu asla bu ayetlerle ispatlanamaz. O hâlde önceki şeriatlar bizim için asla bir şeriat değildir, kesinlikle geçerli değildir.

Bundan dolayı “Şer’u Men Kablena” yani “Bizden önceki şeriatlar” asla ve kat’a “bir şer’î delil” olarak kullanılamaz.

Biz sadece, Allah ve Rasulü’nün gösterdiği şeriat ve metodu alıp uygularız. Önceki şeriatlar ve metotlar artık neshedildi.

Tekrar İslam Devleti’ni kurmaya çalışırken sadece Muhammed (sas)’in kendisine vahyedilen ve uyguladığı metot takip edilir, uygulanır.

Muhammed (sas) de zaten bununla başarılı oldu, 13 asır devam etmiş olan bir Devlet kurdu. Ancak bu şekilde bir başarı elde edilir ve tekrar o devlet kurulur.

Şeriatı uygulama keyfiyeti de Rasulullah (sas) İslam Devletini kurduktan sonra nasıl uyguladıysa öyle uygulanır. Doğru olan budur, hak olan budur.

Yazan Esad Mansur


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın