Anayasa İmani Bir Meseledir. Peki, Anayasa Nedir?

Anayasa İmani Bir Meseledir. Peki, Anayasa Nedir?

Âlemlerin, Yaratıcısı ve Rabbı olan Allah-u Teâla’ya hamd olsun. Allah’ın nizamı İslam Dini’nin tebliğcisi şanlı Resul Muhammed’e ve âline, asabına ve onların yolunda, Müslümanca yaşayabilmek için, İslami bir toplum, Devlet ve ülkeye sahip olabilmenin mücadelesini veren Müslümanlar üzerine salât ve selâm olsun.

Müslümanca bir yaşantı, Müslüman’ca bir hayat…

Ne yazık ki, bu hayat bilhassa günümüzde “sadece kitaplardan okunan ya da sadece özlenen” bir hayat olmuştur, yani “yaşanmakta yaşanılmakta olan bir hayat” değil..

Bu elbette ki vahim bir durumdur. “Müslümanım” diyen, iki milyara yakın İnsan olsun da, şu anda yeryüzünün hiç bir yerinde, Allah’ın emrettiği “Müslümanca bir yaşantı” ferdi ve sosyal hayata hâkim olmasın!

“Müslüman’ca bir hayat”, her sahasında sadece “Allah-u Teala’ya kulluğun hâkim olduğu” bir hayattır. Başka bir ifade ile, “Allah’ın dini olan İslâm’ın hakim olduğu” bir hayattır, yani “İslami hayat”..

Fakat şu kesinlikle kabul edilmeli ki; “İslami hayat, ancak ve ancak İslami toplumun içinde” mümkün olur.

İslami olmayan (ki o, ismi ve şekli ne olursa olsun “cahiliyye” demektir) toplumlar içinde, İslami hayat asla mümkün değildir.

Zira, İslam ile cahiliyye hayat anlayışları çok ayrı ve birbirinin tam zıttıdır. İslam ile cahiliyye nizamları kesinlikle uzlaşmaz ve uyuşmaz. Onun içindir ki, kesinlikle bir cahiliyye toplumun içinde İslami bir hayat yaşanamaz.

Nitekim Hicret hadisesi bu gerçeğin ne güzel ifadesidir. Unutulmamalıdır ki, Müslümanlar için İslami hayatı yaşamak zorunludur. Zira bu, yaratılışımızın gayesi ve Müslüman oluşumuzun gereğidir.

اَحَسِبَ النَّاسُ اَنْ يُتْرَكُٓوا اَنْ يَقُولُٓوا اٰمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece ‘İman ettik’ demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” (Ankebût: 2)

وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ

“Ben cinleri ve insanları, ancak Bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zâriyât : 56)

Yaratılışımızın gayesinin, “Allah’a kulluk yapmak” olduğunu bize bildiren yüce Rabbimiz, bu kulluğun keyfiyetini ve şartlarını da Resulü vasıtasıyla göndermiş olduğu dini İslâm’a bağlamıştır.

Demek ki, “Allah’a kulluk” ancak ve ancak hayatın her sahasında Allah’ın dininin hâkim olmasıyla mümkün olur.

Şu halde, “Müslümanca yaşayabilmek” için, ilk önce içinde yaşadığımız toplumun “İslam toplumu” olması şarttır.

Bir toplumun İslam toplumu olması için, sadece “O toplumdaki fertlerin Müslüman olması” asla yeterli değildir.

Bir toplumu şekillendiren ve isimlendiren ANA ETKEN; o toplumdaki, hâkim olan akide ve bu akidenin, bu akideden fışkıran fikir, duygu, mefhum ve nizamların koruyucusu, uygulayıcısı olan Devlettir.

O akidenin prensiplerini, “İlkelerini, temel kanunlarını içinde toplayan” kitaba da “Anayasa” denir. Devlet, halkı anayasaya uymakla zorunlu kılar.

Görülüyor ki, “Anayasa” İnsanların uymak zorunda bırakıldıkları “Temel hayat kanunları” oluyor. Nitekim Anayasaya “Temel Yasa” anlamında “Kanuni Esasi” de denilmiştir.

Hâlbuki Allah-u Teâla “hüküm koyma yetkisini” kendisinden başkasına vermemiştir.

Yüce Allah gökyüzünün, yeryüzünün, İnsanların ve bütün mevcudatın, mülkün yaratıcısının kendisi olduğunu, bu yarattığı mülkte “hüküm” sahibinin de kendisi olduğunu, çeşitli devirlerde Resulleri vasıtasıyla İnsanlara bildirdiği gibi, bize de Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmiştir:

اَلَا لَهُ الْخَلْقُ وَالْاَمْرُۜ تَبَارَكَ اللّٰهُ رَبُّ الْعَالَم۪ينَ

“..Dikkat edin! Yaratmak da, emretmek de yalnız O’na mahsustur. Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın şanı yücedir.” (A’râf : 54)

مَا تَعْبُدُونَ مِنْ دُونِه۪ٓ اِلَّٓا اَسْمَٓاءً سَمَّيْتُمُوهَٓا اَنْتُمْ وَاٰبَٓاؤُ۬كُمْ مَٓا اَنْزَلَ اللّٰهُ بِهَا مِنْ سُلْطَانٍۜ اِنِ الْحُكْمُ اِلَّا لِلّٰهِۜ اَمَرَ اَلَّا تَعْبُدُٓوا اِلَّٓا اِيَّاهُۜ ذٰلِكَ الدّ۪ينُ الْقَيِّمُ وَلٰكِنَّ اَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, sizin ve atalarınızın taktığı birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Allah onlar hakkında herhangi bir delil indirmemiştir. Hüküm sadece Allah’a aittir. O size kendisinden başkasına ibadet etmemenizi emretmiştir. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.” (Yusuf : 40)

ثَلٰثٍۜ ذٰلِكُمُ اللّٰهُ رَبُّكُمْ لَهُ الْمُلْكُۜ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۚ فَاَنّٰى تُصْرَفُونَ

 “..İşte Rabbiniz olan Allah budur. Mülk (mutlak hâkimiyet) yalnız O’nundur. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde, nasıl oluyor da Haktan döndürülüyorsunuz?” (Zümer : 6)

Hüküm / hâkimiyet sadece Allah’ındır. Allah’ın hükmünden başka hükümler, kanunlar, nizamlar, Anayasalar koymaya kalkışanlar, kendilerini “Rab, İlah” ilan edenler olurlar.

Bu tür anayasaları benimseyenler ise, “kendilerine Allah’tan başka Rabler, ilahlar edinmiş” olurlar ki, bu da o kişilerin “İman çemberinin dışına” çıkmaları yani kâfir olmaları demektir.

“İlah ve Rab” mefhumlarının izahını, Rabbımız Allah-u Teâla ve Resulü Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem yapmışlardır şöyle ki:

اَرَاَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ اِلٰهَهُ هَوٰيهُۜ اَفَاَنْتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَك۪يلًاۙ

“Kendi hevasını (istek ve tutkularını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?” (Furkân : 43)

Bu ayetten de açıkça anlaşılıyor ki, her şeyin üstünde görerek, “Nefsinin emirlerine / isteklerine” uyan kimse, nefsini ”İlah” edinmiş olur.

اِتَّخَذُٓوا اَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ اَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللّٰهِ وَالْمَس۪يحَ ابْنَ مَرْيَمَۚ وَمَٓا اُمِرُٓوا اِلَّا لِيَعْبُدُٓوا اِلٰهًا وَاحِدًاۚ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَۜ سُبْحَانَهُ عَمَّا يُشْرِكُونَ

 (Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.” (Tevbe : 31)

Bu ayetin tefsirini Allah’ın Resulü Sallallahu Aleyhi Vesellem yapmıştır. Şöyle ki:

Tirmizi ve İbnu Cerir’in Adiy b.Hatem Radıyallahu Anhu’dan rivayet ettikleri hadiste anlatıyor:

Adiy b.Hatem, boynunda altın bir haç olduğu halde. Resulullah’ın yanına girdi. Resullullah, yukarıda bahsi geçen ayeti okuyordu. Adiy diyor ki; “Onlar (Hıristiyanlar) din adamlarına tapmazlar”, dedim. Bunun üzerine Resulullah;

أليس يَحرّمونَ ما أحَلَّ اللَّهُ فَتُحَرّمُونَهُ، ويُحِلُّونَ ما حَرَّمَ اللَّهُ فَتُحِلُّونَهُ؟ ” قال: قلت: بلى. قال: فَتِلكَ عِبادَتُهُمْ “

“Onlar, Allah’ın helal kıldığını haram yaptıklarında siz de onu haram saymıyor muydunuz, Allah’ın haram kıldığını helal yaptıklarında siz de onu helal saymıyor muydunuz?” dediğinde Adiy b.Hatem, “Evet” dedi. Bunun üzerine Resulullah şöyle demiştir:   فَتِلكَ عِبادَتُهُم   “Onların din adamlarına ibadeti işte budur.” 

Görülüyor ki; Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, “İnsanların kendi kafalarından” (Allah’tan bir izin olmadan) koydukları kanunlara itaat etmeyi, Allah’tan başka “Rab ve İlah” edinmek olarak izah etmiştir.

Hâlbuki iman etmiş olabilmek için;   محمد رسول الله   لا إله الا الله ”La İlahe İllaAllah Muhamedü’r Resulullah” Kelime-i Tevhidinin “Kalp ile kesin tasdik edilmesi ve Dil ile söylenmesi” gerekmektedir.

“La ilahe İllallah Muhamedü’r Resulullah”

Bu cümle ile kişi; Allah’tan başka ilah tanımadığını, Allah’tan başka hâkimiyet sahibi, kanun koyucu tanımadığını ve Allah’ın Resulü olan Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in getirmiş olduğu dini olan İslâm’a, Şeriatına inanıp teslim olduğunu ifade etmiyor mu?

Bu cümleyi söyleyip, sonra da “İman ettiklerini iddia ettikleri” halde, hala “Anayasamız ne olmalıdır” diye düşünen ve kendilerine Anayasa arayışı içinde olanlar, yoksa “Neye inandıklarının, Ne söylediklerinin” farkında mı değildirler?

Müslüman olduğu iddia edilen bir millet hakkında ”Anayasa nasıl olmalıdır..” şeklinde bir sorunun sorulmak zorunda kalınması bile, fert ve toplum olarak içinde düşürülmüş olduğumuz “Büyük bir imani zafiyeti ve Fikri çöküntüyü” açıkça bize göstermektedir.

Yeryüzünde, “Allah’ın bir kandili olarak” dip diri ayakta duran Kur’an gibi bir hayat kanunu, dururken, kendilerine “Küfrün karanlık ve bataklıklarında” (kominizim, sosyalizm, kapitalizm, faşizm, demokrasi, laik vb. rejim ve ideolojilerde)  “Hayat nizamı ve yeni bir Anayasa arayanlar”, Güneşe razı olmayıp da mum ışıklarından medet uman “şaşkın ahmak” kişilere benzerler..

İslam Şeriatı’nın dışında kendileri için bir yeni rejim ve yeni bir Anayasa arayanlar, “Allah’ın mülkünde, Allah’a karşı kafa tutan” küstah kişilerdir.

Allah’ın hükümleri dışında Anayasa hazırlama sevdasında olanlar, “ya Allah’ın mülkünde yaşamayıp kendileri için başka mülk yaratsınlar ya da Allah’ın hükmüne razı olsunlar”, yoksa Firavunun akıbetine uğrarlar!.

Firavun da Allah’ın mülkünde yaşadığı halde; ‘Ben Âlemlerin Rabbi olan Allah’ın elçisiyim’ diyen Musa Aleyhisselâm’a şöyle demiştir:

قَالَ لَئِنِ اتَّخَذْتَ اِلٰهًا غَيْر۪ي لَاَجْعَلَنَّكَ مِنَ الْمَسْجُون۪ينَ

(Firavun): ‘Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım’ dedi.” (Şu’arâ : 29)

Etrafındakileri ve kavmini de şöyle tehdit etmiştir:

فَحَشَرَ فَنَادٰىۘ    فَقَالَ اَنَا۬ رَبُّكُمُ الْاَعْلٰىۘ

“Hemen (adamlarını) topladı ve onlara seslendi: ‘Sizin en yüce Rabbiniz benim’ dedi.” (Nâzi’ât : 24)  

وَقَالَ فِرْعَوْنُ يَٓا اَيُّهَا الْمَلَاُ مَا عَلِمْتُ لَكُمْ مِنْ اِلٰهٍ غَيْر۪يۚ

 “Firavun dedi ki: Ey ileri gelenler! Sizin için benden başka bir ilâh tanımıyorum…” (Kasas : 38)

Firavun da biliyordu ki, kendisi hiç bir şey yaratamaz ve zaten o “yaratıcılık” iddiası da gütmemiştir. Onu dinleyenler de Firavunun yaratıcı olmayacağını biliyorlardı.

Onun davası, Hâkimiyet, efendilik, saltanat yani “Rab” lık, “İlah” lık davasıydı. Ona inananlar da bu anlamda onu “Rab” ve “İlah” kabul ettiler.

Ona isyan edenler ise, halleri ve mücadeleleriyle diyorlardı ki;

“Ey Firavun! Sen kim oluyorsun, bizi ve şu mevcudatı yaratan sen misin ki, bizim üzerimize hüküm sahibi olasın, kanun ve yasalar koyasın?. Hayır, biz senin Rablığını, ilahlığını, egemenliğini, hükümranlığını, sana kulluğu reddedip, Alemlerin Rabbı olan Allah’a inanıyor, O’na, O’nun hükümlerine, nizamına teslim oluyor ve sadece Allah’a kul olmak istiyoruz. Bu kulluğun keyfiyetini de sadece Allah’ın Resulünden alırız.”

Onlar bu inançları doğrultusunda mücadele verip “işkence, çile ve ıstırap” çektiler, hatta “hayatlarını da feda ettiler.” Zira bu mesele öyle ikinci plana atılacak basit bir mesele değildir.

Bir şeyin önemini belirtebilmek için, “Hayati meseledir” tabiri kullanılır. Hâlbuki bu mesele “İmani bir meseledir”. İman ise hayattan çok çok daha üstündür. Zira hayat, iman için vardır.

Bütün Nebilerin davası bu idi: Allah’ın mülkü olan Yeryüzünde sadece Allah’a kulluk yapılsın, sadece Allah’ın sözü geçsin yani Allah’ın Şeriatı (nizamı) hâkim olsun. Allah’tan başka İlah ve Rab edinilmesin, şeytana ve tağutlara kulluk yapılmasın.

Nebilerin sonuncusu olan Şanlı Resul Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in davası da o idi,  لا إله الا الله  “La İlahe İllaAllah” Tevhid davası. “Allah’tan başka ilah tanımama” davasıdır.

Bunun ameli yönü olan إعلاء كلمة الله  “Allah’ı sözünü yüceltmek” yani Allah’ın sözünü kanun yapmak, “Allah’ın nizamını yeryüzünün tamamına hâkim kılmak” davasıdır.

Çünkü “Allah’ın mülkünde Allah’ın dediği” olmalıdır, Allah’ın nizamı hakim olmalıdır, laiklik vb. şeytani sözler ve ilkeler değil..

Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem ve ona inananlar, bu davanın mücadelesini verdiler, çilesini çektiler.

Amma, asla davalarından dönmediler, inançlarından asla taviz vermediler. Kâfirlerin öyle cazip tekliflerine rağmen, onların oyunlarına gelmediler.

Hatta Mekkeli müşrikler, Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’e “Kendi yasaları ile kendilerini yönetmeleri için”, Devlet reisliği dâhil teklif ettiklerinde O, bunları da asla kabul etmemiştir, reddetmiştir.

Şanlı Resul Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem, “Küfrün kanunlarıyla amir, hâkim olmayı” reddederken, Ona ümmetlik iddiasında bulanan ve “Bende Müslümanım” diyen nice kişi ve kitleler, “Mevcut küfrün kanunlarına mahkûm olmayı” nasıl kabul ederler?

Kur’an ve Sünnetten kaynaklanmayan bir Anayasayı kabullenmek ise, Küfrün kanunlarına mahkûmiyeti kabullenmek demektir.

Bir toplumda hâkim olan Anayasa ve diğer yasalar, mülkün gerçek sahibi olan Allah-u Teâla’nın biz kulları için göndermiş olduğu Kitabına ve onun uygulama örneği olan Nebi’sinin Sünnetine göre tanzim edilmişse, O toplumun fertleri Allah’a kulluk yapıyorlar, eğer insanların kendi kafalarından uyduruluyorsa, kula kulluk yapıyorlar demektir.

Yeryüzünde “yaratılmışların en şereflisi olan insan”için, özellikle sadece Allah’ın kulu olması gereken Müslüman için, “kula kulluk yapmak” ne büyük bir zillettir.! Ne büyük şaşkınlıktır!.

Ne yazık ki bilhassa günümüzün Müslümanları fert ve toplumlar halinde, bu zillet, bu sefalet ve şaşkınlık içindeler.

İçinde yaşadığı hayata ve çevresine vahyin aydınlığından (Kuran ve Sünnetin ışığından) bakan herkes, bu acı gerçeği görüp kabul etmek zorunda kalır.

Bugün yeryüzündeki hemen bütün Müslümanlar olarak böyle bir ortam ve hal içindeyiz ki, inancımızın zıttı bir hayata mahkûm edilmişiz.

Bu mahkûmiyetin farkında olup da inancının hayatına, şerefine kavuşabilmenin mücadelesini veren gerçek müminler çok azınlıkta kalırken, diğer taraftan, inancını yaşamadığı için yaşadığı gibi inanmaya başlamış böylece de yaratılış gayesini unutmuş, imanının, inancının şuurunda olmayan ve ismi de “Müslüman” olan yığınlar bulunmaktadır.

Toplumlar her yönüyle Allah’a isyan eder olmuş.

Her türlü isyan küfür ve zulmü alkışlar olmuş. Allah ve Resulü ile savaşır olmuş.  Allah’ın kendileri için gönderdiği hayat nizamı olan İslam’a sırt çevirir olmuşlar.

Allah’ın razı olduğu her şeye hor bakar, küçümser olmuşlar. Allah’ın lanetlediği her şeyi baş tacı eder olmuşlar.

Üstelik o toplumların adı da “İslam” olmuş. Bu ne şaşkınlık! Bu ne tenakuz.! Bu ne biçim hayat anlayışı.!  Bu ne biçim İslam anlayışı.!.

Bugünkü Müslümanları, içinde bulundukları bu zillet ve şaşkınlığa, Allah’ın Resulü’nün Sallallahu Aleyhi Vesellem, şu uyarısına kulak asmayıp da, Kur’an ve Sünneti bir kenara iterek “Küfür rejim ve Anayasalarına” tabi olmaları itmiştir:

تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ

“Size iki şey bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız: Bunlar, Allah’ın Kitabı ve Nebisinin Sünneti’dir.” (Muvatta’- Kader, 3)

Bir millet, eğer Müslüman ise, Anayasası kayıtsız şartsız Kur’an ve Sünnetten alınmalıdır. Zira Resulullah’ın Sünnetlerine tabi olmak / uymak da Kur’an da Allah’ın emridir. Şöyle ki:

مَنْ يُطِعْ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ وَمَنْ تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا

“Kim Resul’e itaat ederse o, Allah’a itaat etmiş olur, yüz çevirene gelince, seni onların başına bekçi göndermedik.” (Nisa: 80) 

قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمْ اللَّهُ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ

 “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah son derece bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Ali İmran: 31)

فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً

 “Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz, Allah ve Ahirete gerçekten inanıyorsanız, onu Allah’a ve Resul’e götürün. Bu hem hayırlı hem de netice bakımından daha iyidir.” (Nisa: 59)

إِنَّمَا كَانَ قَوْلَ الْمُؤْمِنِينَ إِذَا دُعُوا إِلَى اللَّهِ وَرَسُولِهِ لِيَحْكُمَ بَيْنَهُمْ أَنْ يَقُولُوا سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا وَأُوْلَئِكَ هُمْ الْمُفْلِحُونَ   وَمَنْ يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ وَيَخْشَ اللَّهَ وَيَتَّقِيهِ فَأُوْلَئِكَ هُمْ الْفَائِزُونَ

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Resule davet edildiklerinde “işittik ve itaat ettik” demek sadece mü’minlerin söyleyeceği sözdür. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir. Her kim Allah’a ve Resulü’ne itaat eder. Allah’a saygı duyar ve ondan sakınırsa işte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” (Nur: 51-52)  

فَلا وَرَبِّكَ لا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لا يَجِدُوا فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا

 “Rabbına yemin olsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiç bir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manası ile kabullenip teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65) 

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَنْ يَكُونَ لَهُمْ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَنْ يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلالاً مُبِينًا

“Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir kadın ve erkeğe o işte bir serbesti ve seçenekleri yoktur. Her kim Allah’a ve Resulü’ne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab: 36)

وَمَا آتَاكُمْ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانْتَهُوا وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ شَدِيدُ الْعِقَابِ

 “…Resul size ne verdiyse onu alın, sizi ne den nehyetti ise ondan sakının. Allah’tan korkun. Muhakkak ki Allah şiddetli azab sahibidir.” (Haşr: 7)   

لِوَاذًا فَلْيَحْذَرْ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَنْ تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

 “Onun (Resul’ün) emrine aykırı davrananlar başlarına bir bela gelmesinden veya kendilerine çok elemli bir azap isabet etmesinden sakınsınlar.” (Nur: 63)

لَقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ لِمَنْ كَانَ يَرْجُو اللَّهَ وَالْيَوْمَ الآخِرَ وَذَكَرَ اللَّهَ كَثِيرًا

“And olsun ki, Resulullah’ta sizin için, Allah ve Ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için en mükemmel bir örnek vardır.” (  Ahzab: 21)

Anayasanın “İmani bir mesele” olduğu, vahyin aydınlığında baktıkça daha da açık görülmektedir.

Yine Rabbımız Allah-u Teala; insanların ferdi ve toplumsal yaşantılarında, insanlar arasındaki meselelerinin halledilmesi ve toplum hayatının tanzimi için gerekli olan temel hükümler ve yasalarının mecmuası demek olan “Anayasanın”, Allah ve Resulünün hükümlerine göre hazırlanmasını Allah’a ve Ahiret gününe inancın bir gereği olarak farz kılmıştır. Şöyle ki:

يا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ ف۪ي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ ذٰلِكَ خَيْرٌ وَاَحْسَنُ تَأْو۪يلًا۟

 “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resul’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (yöneticilere) de. Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten inanıyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.” (Nisâ : 59)

 Ayrıca Allah-u Teala, “Allah’ın indirdikleri ile hükmetmeyi/ yönetmeyi” imanın gereği olduğunu da açıkça ortaya koymuştur. Şöyle ki:

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الظَّالِمُونَ

وَمَن لَّمْ يَحْكُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ فَأُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

“..Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler kâfirlerin ta kendileridir.”

“..Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.”

“..Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, fasıkların ta kendileridir.” (Maide: 44,45,47)

وَأَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ مُصَدِّقًا لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ مِنَ الْكِتَابِ وَمُهَيْمِنًا عَلَيْهِ فَاحْكُم بَيْنَهُم بِمَا أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ عَمَّا جَاءكَ مِنَ الْحَقِّ

وَأَنِ احْكُم بَيْنَهُم بِمَآ أَنزَلَ اللّهُ وَلاَ تَتَّبِعْ أَهْوَاءهُمْ وَاحْذَرْهُمْ أَن يَفْتِنُوكَ عَن بَعْضِ مَا أَنزَلَ اللّهُ إِلَيْكَ فَإِن تَوَلَّوْاْ فَاعْلَمْ أَنَّمَا يُرِيدُ اللّهُ أَن يُصِيبَهُم بِبَعْضِ ذُنُوبِهِمْ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ النَّاسِ لَفَاسِقُونَ

“Kendinden önceki kitapları doğrulayan, onların yerine geçen bu kitabı, gerçekleri kapsayıcı olarak sana indirdik. Allah’ın sana indirdiğiyle aralarında hükmet. Sana gelen gerçekleri bırakıp onların hevesine uyma…

Aralarında, Allah’ın indirdiği ile hükmet Onların arzularına uyma ve Allah’ın sana indirdiğinin bir kısmından/ bazı hükümlerinden seni saptırmalarından sakın. Eğer yüz çevirirlerse, bil ki şüphesiz Allah, bazı günahları sebebiyle onları bir musibete çarptırmak istiyor İnsanlardan birçoğu muhakkak ki yoldan çıkmışlardır” (Maide: 48-49)   

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِتَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ بِمَا أَرَاكَ اللّهُ وَلاَ تَكُن لِّلْخَآئِنِينَ خَصِيمًا

“Şüphesiz, Allah’ın sana gösterdiği gibi insanlar arasında hükmetmen için biz sana Kitabı hak olarak indirdik. (Sakın) Hainlerin savunucusu olma.” (Nisa: 105)

 Kur’an’da geçen Resulullah’a; “Allah’tan indirilen”, “Resulullah’a gelen”, “Resulullah’ın getirdiği”, “Resulullah’ın hükmü” gibi tabirlerle kastedilenin Kitap ve Sünnette toplanan ve onlardan çıkartılan hükümlerin toplamını ifade eden kelime “Şeriattır”.

شَرَعَ لَكُم مِّنَ الدِّينِ مَا وَصَّى بِهِ نُوحًا وَالَّذِي أَوْحَيْنَا إِلَيْكَ وَمَا وَصَّيْنَا بِهِ إِبْرَاهِيمَ وَمُوسَى وَعِيسَى أَنْ أَقِيمُوا الدِّينَ وَلَا تَتَفَرَّقُوا فِيهِ كَبُرَ عَلَى الْمُشْرِكِينَ مَا تَدْعُوهُمْ إِلَيْهِ اللَّهُ يَجْتَبِي إِلَيْهِ مَن يَشَاء وَيَهْدِي إِلَيْهِ مَن يُنِيبُ

“Dini elbirlik ikame edin/ hâkim kılıp tatbik edin ve bu hususta ayrılığa düşmeyin.” diye Allah, dinden Nûh’a tavsiye ettiğini ve sana vahy eylediğimizi; bir de İbrahîm’e, Mûsa’ya, İsâ’ya tavsiye ettiğimizi, sizin için şeriat yaptı. Müşriklere, kendilerini davet ettiğin (bu tevhid dini) ağır geldi. Allah ona (bu hak dine) dilediklerini seçecek ve ona dönüp itaat edenleri hidayete erdirecektir.” (Şûra: 13) 

أَمْ لَهُمْ شُرَكَاء شَرَعُوا لَهُم مِّنَ الدِّينِ مَا لَمْ يَأْذَن بِهِ اللَّهُ وَلَوْلَا كَلِمَةُ الْفَصْلِ لَقُضِيَ بَيْنَهُمْ وَإِنَّ الظَّالِمِينَ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

“Yoksa Allah’ın izin vermediği bir şeyi, dinde onlara şeriat kılacak ortakları mı var? Şayet kesin söz bulunmayacak olsaydı; aralarında derhal hüküm verilirdi. Doğrusu zalimlere elim bir azab vardır.” (Şûra: 21)  

لِكُلٍّ جَعَلْنَا مِنكُمْ شِرْعَةً وَمِنْهَاجًا

 “…Sizden her biriniz için bir şeriat ve bir yol-yöntem kıldık…” (Maide: 48)

ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ لَا يَعْلَمُونَ

“Sonra da (din ve dünya) işinde seni bir şeriat üzere görevlendirdik. Artık sen ona uy, bilmeyenlerin heveslerine uyma..” (Casiye: 18)  

İşte Resulullah Sallallahu Aleyhi Veselleme Allah-u Teala’nın indirmiş olduğu bu İslam Şeriatına tabi olmayı; “Sözde değil de Özde” benimsemeyenlerin, onun hakimiyetine “İçlerinde asla hiç bir sıkıntı duymadan” boyun eğmeyenlerin iman etmiş olamayacaklarını kesin bir şekilde Allah-u Teala belirtmiştir. Şöyle buyurmuştur:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

“Hayır, hayır! Rabbine andolsun ki, onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda senin hakemliğine başvurmadıkça sonra da vereceğin hükme, gönüllerinde hiçbir burukluk duymaksızın, kesin bir teslimiyetle uymadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa:65) 

Şeriatın hâkimiyetini özünde benimseyenler; “Şeriatın kestiği parmak acımaz”, “Şeriatın hükmü karşısında boynum kıldan incedir” demişlerdir.

Çünkü “Hakimiyet Şeriatındır”. Bu hakikate iman etmeyen kesinlikle Allah’a iman etmiş olmamaktadır, bunu da yukarıdaki ayeti kerimede yine bizzat Allah-u Teala bildirmiştir.

Günümüzde tağut, İslam dışı Anayasalarla yönetilen her devlettir. Şeriatın hâkimiyetinden başka hâkimiyeti yani “Tağutların Hâkimiyetini” kabul edenlerin aynı zamanda Allah’ın Resulüne indirilenlere yani Kitaba, Sünnete önceki kitaplara iman ettiklerini söylemelerinin;

-boş ve geçersiz bir iman iddiası olduğunu,

-İslam’a iman etmek iddiası ile tagutla yönetilmeyi istemenin bağdaşmadığını,

-Tagutu istemenin değil de reddetmenin emredilmiş olunduğunu,

-onların aslında şeytanın güdüm alanına girmiş sapmış kimseler olduğunu,

-aralarında Allah’ın Resulüne indirdiğine göre hüküm verilmesine/ yönetime davet ettiklerinde bu davete yüz çevirenlerin nifak yani küfür sahibi olduklarını

Allah-u Teala gayet açık bir şekilde bildirmektedir:

أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُواْ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَن يَتَحَاكَمُواْ إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُواْ أَن يَكْفُرُواْ بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَن يُضِلَّهُمْ ضَلاَلاً بَعِيدًا

وَإِذَا قِيلَ لَهُمْ تَعَالَوْاْ إِلَى مَا أَنزَلَ اللّهُ وَإِلَى الرَّسُولِ رَأَيْتَ الْمُنَافِقِينَ يَصُدُّونَ عَنكَ صُدُودًا

“Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ettiklerini öne sürenleri görmedin mi? Bunlar, tağutun hükmüne / hâkimiyetine başvurmak istemektedirler. Oysa onlar onu reddetmekle emrolunmuşlardır. Şeytan da onları uzak bir sapıklıkla sapıtmak ister.

Onlara: Allah’ın indirdiğine ve Resûl’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” (Nisa: 60-61)

Allah’ın hükmü dışında hükümler, nizamlar. Anayasalar arayanlar, Allah’ın şu hitabına muhatap olurlar:

اَفَحُكْمَ الْجَاهِلِيَّةِ يَبْغُونَ وَمَنْ اَحْسَنُ مِنَ اللّٰهِ حُكْمًا لِقَوْمٍ يُوقِنُونَ

“Onlar hâlâ cahiliye hükmünü mü arıyorlar? Kesin bilgiyle inanan/ gerçeği görebilen bir topluluk için hükmü Allah’tan daha güzel olan kimdir?..” (Maide: 50)

Artık bunca Şerî delile dayanarak açıkça diyebiliriz ki, bir millet için “Anayasa seçimi demek”, “İlah, Rab” seçimi, “Din ve Şeriat” seçimi demektir.

Yüzde 99’u Müslüman olduğu söylenen bir milletin, Rabbı Allah, İlahı Allah, Dini İslâm olduğuna göre, Anayasası da kayıtsız şartsız Allah’ın hükümlerine dayalı bir “İslami Anayasa” olmalıdır.

Başka bir çözüm yolunu değil aramak, düşünmek bile, iman ve İslam ile kesinlikle bağdaşmaz. Çünkü mesele “İmani meseledir”.

Ve hamd, Âlemlerin Rabbı olan Allah’adır, başta da, sonda da. / Şubat 2021

Yazan: Ahmed Kılıçkaya

Kaynak: www islamiyontem net


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın