Borsa, İslam Kapitalizmin Bu Vahşetinden Dünyayı Nasıl Kurtaracak
y
Borsa, İslam Kapitalizmin Bu Vahşetinden Dünyayı Nasıl Kurtaracak
Bizleri İslam ile şereflendiren Âlemlerin Rabbi, mülkün sahibi, Şanı yüce Allah’a sonsuz defa hamd olsun.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi en başta ölçü ve örnek Rasul Hz. Muhammed’in, ehli Beytinin, güzide Ashabının, İslam ümmetinin ve sizlerin üzerine olsun.
Muhterem kardeşlerim ve Davetçi gençler. Öncelikle şu yeni bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
BİR HABER:
Dünyanın en zengin adamlarından birisi olan Gautam Adani’ nin Hindistan merkezli Holdingi olan ADANİ GROUP, ABD‘in dolandırıcılık iddiaları sonrasında borsada çok büyük bir zarar yaşadı.
ADANİ ve şirket ortakları ise haklarında çıkan bu iddiaları yalanladı. Dolandırıcılık suçlamalarından sonra holding borsada resmen çakıldı.
Grup bünyesindeki 11 şirket, kısa bir süre içinde toplamda “55 Milyar Dolar” kaybetti. Bu tarihi kayıp, sadece ADANİ GROUP’ u değil, Hindistan borsasını da çok derinden etkiledi. (Yeni Akit – 30.11.2024)
Haberi okudunuz güzel insanlar
Türkiye’ nin; BİR DEVLET OLARAK zaman zaman Dünya Bankası, İMF ya da Uluslararası Özel Bankalardan 1 veya 2 Milyar Dolar borç olarak aldığı günleri hatırlayın.
Bu borç para ile bu haberde söz konusu edilen 55 Milyar doları kıyas ederseniz, HİND’ lilerin çok korkunç bir kayba uğramışlar deriz. Daha doğrusu uğratılmışlar.
Çünkü Uluslararası Dev Sermaye sahipleri bu tür “ÇÖKTÜRME VE MALIN ÜZERİNE ÇÖKME” operasyonlarını çok sık yapıyorlar.
Bu işin MANÜPLASYON aracı ise hemen hemen her ülkede bulunan BORSA isimli kurumlardır.
İşte bu kurumların vakıası, misyonu, oynadığı dalavere ve oyunlar ile İslam’ın bu konudaki hükmü hakkında, Devlet adamı ve âlim bir arkadaşım, dava kardeşim olan Esad MANSUR hocamız 1998 yılında bir yazı kaleme almıştı.
Yazıda geçen rakamlara, o günün örneklemelerine takılmadan, YAZI ANA FİKRİNİ YAKALAMAK maksadıyla bu yazıyı “biraz uzunmuş” demeden dikkatlice mutlaka okuyun derim.
Çünkü bu yazı sizlere çok çok şeyler kazandıracak inşaAllah. Adeta arşivlemeyi gerektiren bu mükemmel çalışması için Rabbim Esad MANSUR hocamızdan razı olsun. Rabbim ona sıhhat ve afiyet dolu hayırlı ömürler versin. Amin
Buyurun “Fikri Ziyafete” kardeşlerim
Bekir Yetginbal
– – – – –
KAPİTALİZMİN ZULMÜ VE VAHŞETİ KENDİSİNİN YIKILIŞINI YAKLAŞTIRIYOR.
ARTIK SOSYALİZM GİBİ İFLASI BELLİ OLUYOR. ONUN DOĞURDUĞU ANONİM ŞİRKETLER, BORSA, FAİZ VE KARŞILIKSIZ KÂĞIT PARA SİSTEMİNİN TEHLİKESİ AŞIRI BOYUTLARA ULAŞIYOR.
PEKİ; İSLAM, BU DÜNYAYI NASIL KURTARACAK?
Çoğu zaman insanlar gerçeği görseler dahi onu kabul etmezler. Şaşkınlık üzerinde ısrarlı bir şekilde devam ederler. Tarih boyunca da insanların genel durumu böyledir.
Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlerin davetlerinden de yüz çevirdiler. Hâlbuki Peygamberler hakkı getirdikleri gibi mucizeler de gösterdiler. Buna rağmen insanlar peygamberlerden yüz çevirdiler.
Bunun sebebi; inatçılık, izzeti nefis, kibirlilik, çıkarlarına ve makama hırs, kıskançlık, hakkı sevmemek ve batıl olsa bile eskiye (ecdatlarının dinlerine) bağlanmaktır.
Mesela Firavun, kibirlilik ve makama hırsından dolayı Hz. Musa’ya inanmadı. Kureyş lideri, Ebu Sufyan çıkarlarına ve makama olan hırsından dolayı Hz. Muhammed (sas)’ e inanmak istemiyordu.
Rasulullah (sas)’ in amcası da izzeti nefisten dolayı inanmadı. Kureyşin bir lideri olan Ubeyd bin Halef inatçılığından dolayı inanmadı. Başka bir lider olan Ebu Cehil ise kibirlilik ve inatçılığı yüzünden inanmadı.
Cahil Arapların genel olarak ecdatlarının dinine bağlı olduklarından, Yahudilerin ise kıskançlıkları ve hakkı sevmediklerinden, keza Persler eski olanı kutsal gördüklerinden ve Hıristiyanların da hakkı sevmedikleri için inanmadıklarına tanık oluyoruz.
İnsanların geneli ve çoğunluğu böyledir. Bu sebeple Kuran’ı Kerim, ayetlerde onların çoğunluğunu zemmetti. Çoğu anlamazlar, düşünmezler, çoğu haktan nefret ederler, çoğu nankör, kâfir, fasık, cahil ve benzeri bir şekildedirler.
Bugün de yine insanların çoğu Kapitalist sistemin bozukluğunu ve devasa zulmünü görüyorlar. Buna rağmen bunun üzerinde yaşamlarını devam ettiriyor ve kurtuluş yolunu hiç mi hiç araştırmıyorlar.
Ayrıca Kapitalistler “Tilki gibi” kurnazdırlar. Halkları nasıl kandıracaklarını ve aldatacaklarını bilirler hem de çok çok iyi bilirler. Hem de aldatıcı üslupları değiştirme konusunda tam ustadırlar.
Bundan dolayı, hem kapitalistlerin fikirlerini ve planlarını açığa çıkarıp çürütmek gerekir, hem de aldatıcı üsluplarını deşifre etmek gerekir.
Aynı anda, yegâne doğru sistem olan İslam’ı güzelce izah etmek, özellikle siyasetle ve ekonomiyle, onun sahih çözümlerini olaylara indirerek insanlara göstermek gerekir.
Bununla beraber, İslam’ı; pratik olarak bunu insanlara gösterecek ve tatbik edecek olan İslam Devleti’ni de kurmak gerekir.
Kapitalist sistemin temel düşüncesi veya akidesi laikliktir. Dini hayattan, toplumdan, siyasetten, devletten ve bütün nizamlardan ayırmaktır. Din yalnız vicdani bir duygu olup ferdin vicdanında ve özel hayatında kalır.
Bundan dolayı insanlara, “Din veya vicdan, inanç ve ibadet hürriyeti” verdiler. Bu laiklikten fışkıran dört temel hürriyetlerden biridir, birincisidir.
Buna göre; isteyen istediği dine girer ve ibadetini yapar, istemediği dinden çıkar veya dinsiz de olabilir.
Oysa İslam, dine girmek için kimseyi zorlamaz ama dini terk etmeye asla müsaade etmez ve tövbe ettirme vardır. Tövbe edip İslam’a dönmeyen öldürülür.
Ayrıca her Müslüman ibadetten farz olanları yapmaya zorlanır. Yapmayana ceza verilir. Misal olarak; namaz kılmayana hapis cezası veya bazı mezheplere göre ölüm cezası verilir.
İkinci hürriyet ise; “Kişisel hürriyettir”. Bunun gereğince, herkes istediği gibi yaşar. Çırılçıplak olarak gezebilir, istediği insanla aynı cinsten olsun diğer cinsten olsun cinsel temas kurabilir. Hatta hayvanlarla bile bu ilişkiyi kurabilir.
Hâlbuki İslam’da böyle bir hürriyet yoktur. Bu tür ilişkilere ağır ceza verilir.
Üçüncü hürriyet; “Fikir ve görüş beyan etme hürriyetidir”. İnsan, sapık bir fikir olsa bile fikrini söyleyebilir.
İslam’da ise kişi. asla İslâm’a aykırı herhangi bir fikir söyleyemez. Böyle batıl fikri yaymak isteyene ceza verilir.
Dördüncüsü ise; “Mülk edinme hürriyetidir”. Bunun gereğince, insan istediği şeyi istediği yolla kazanabilir. Haram veya Helal yol yoktur. Önemli olan kârlı iş yapmaktır.
Bu sebeple laik olanlarda ölçü, menfaatçilik oldu. Bu bozuk ölçülerinden dolayı kapitalist devletler yeryüzünün sömürgecileri oldular. Zenginlere fakirlerini sömürttürürler, hem de diğer memleketleri sömürürler.
Bu sebeple ABD ve Batı Avrupa devletleri hem halklarını zenginlere sömürtürler, hem de diğer memleketleri sömürürler. Hatta kendi sistemlerini benimsettirdikleri memleketleri sömürürler.
Nitekim Kapitalist bu sisteminin adı, “mülk edinme hürriyeti” nden doğdu. Çünkü bu adın manası sermaye sistemidir.
İslam ise “haram ve helal yolları” gösterdi. “Mal ve mülk kazanma sebepleri” sınırlandı. İnsan “haram yolla” bir kâr elde ederse cezalandırılır. Nitekim İslam’da ölçü helal ve haramdır.
Batılılar 1923’de Mustafa Kemal’e Türkiye Cumhuriyeti diye adlandırdıkları bir devlet kurdurup sömürü sistemi olan kapitalizmi ona benimsettirdiler.
Batı, bunu Türkiye’ye benimsettirirken onu kalkındırmak için değil sömürmek ve İslam’ı oradan yok etmek için yaptılar.
Bu nedenle bu sistem Türkiye’yi batırdı, fakir ve istikrarsız bir memleket haline getirdi. Amerika dâhil olmak üzere Batılılar kaymağı alıp götürdüler.
Kendileriyle işbirliği yapan işadamları ve yöneticilere az bir şey bıraktılar. Halka ise pek bir şey bırakmadılar.
Türkiye’nin resmi raporları bu sömürü mekanizmasının Türkiye’yi nasıl sömürdüğünü bize açık açık gösteriyor. Kendi itiraflarıyla bu hususta şöyle diyorlar:
“20 senedir sadece faiz için çalışıyoruz..”
İç ve dış borçlarının faizini ödemeye çalışıyorlar ama hiç ödeyemiyorlar. Ana borçtan ödedikleri bir şey yoktur. Hem de 20 sene içerisinde bu borçların faiz ödemeleri toplam 327 bin 285 kat artış gösterdi.
Misal olarak:
1990- faiz ödemesi: 12 trilyon 484 milyar TL.
1991- faiz ödemesi: 18 trilyon 608 milyar TL
1992- faiz ödemesi: 28 trilyon 29 milyar TL
1993 -faiz ödemesi: 69 trilyon 170 milyar TL.
1994- faiz ödemesi: 177trilyon 784 milyar TL.
1995- faiz ödemesi: 576trilyon 115 milyar TL.
1996- faiz ödemesi: 1katrilyon TL üzerindedir.
1997- faiz ödemesi:1katrilyon 497 trilyon 401 milyar TL
1998 senesinde faiz ödemesi için ise 5 katrilyon 900 trilyon TL Bütçeye ek ödenek konuldu.
20 sene önce borçların “sadece faizini ödemek için” bütçenin % 1,9’u ayrıldı.
1986’da bütçenin % 13’ü bu gaye için ayrıldı.
1990’da bu rakam % 18,3’e çıktı.
1993’te % 19,8’e.
1995’te %33,4’e ve 1997’de % 37,8’e çıktı.
Bu sene 1998 senesinin bütçesinin % 40’ı ayrıldı.
Yani diğer işler ve hizmetler için bütçenin yalnızca % 60’ı kalır. Bu nedenle devlet halka hiç hizmet sunamıyor. Ancak memurların ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan maaşlarını ödemek için mücadele ediyor.
Bunun manası şudur: Türkiye’de devlet çöktü. İsmen vardır, cismen yoktur. İki sene önce eski Başbakan Çiller “DEVLET ÇÖKTÜ” demişti. Biz dışarıdan ve olayları izleyerek anlıyorsak Çiller gibi yönetici içeriden her şeyi biliyor.
Öte yandan geçen sene enflasyon her ay % 75, % 79 artış gösterdi ve senenin ikinci yarısı her ay % 80 üstünde göstermeye başladı.
Son üç ayda % 90 üstüne çıktı ve senenin son ayı Aralıkta % 99,1 artış gösterdi. Fiyatlar her ay bu kadar yükseliyor ve Türk lirası sürekli ve her gün değer kaybı gösteriyor.
Türkiye’nin bu günkü dış borcu “80 Milyar doların” üzerindedir. Yalnızca bu borcu ödemekten aciz kalmıyor. Bu borçların faizlerini ödemekte de çok çok aciz kalıyor.
Bir katrilyon 900 trilyon TL, “iki milyar dolardan” daha azdır. Bir kaç ay sonra ve bu senenin sonuna doğru “bir milyar dolara” daha eşit olmayacaktır.
Türkiye, 1978 yılında IMF’ ye bağlanmış olmasına rağmen, daha önce dış borç hususunda kapitalist devletlerin bankalarına bağlı idi. Onlar da tehlikelidir.
IMF ise onlardan çok çok daha tehlikelidir. Çünkü bu kuruluş en büyük kapitalist devlet olan Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin elinde bulunup yürütülmektedir. Bunun hedefi ise memleketleri batırmak, fakirleştirmek, istikrarsız hale getirmek ve kendi egemenliğine tam boyun eğdirmektir.
Öte yandan, Devlet İstatistik Enstitüsü toplumun ekonomik durumu ile ilgili rakamları içeren bir rapor yayınladı. Bu raporda şu ifadeler geçiyor:
Türkiye’deki ailelerin % 31’i temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor. Fertlerin % 15’i günlük gıda ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. 9 milyon 300 bin kişinin, yıllık 200 bin lira dahi geliri yoktur.
Yani, bin dolara dahi sahip değildir. Oysa aynı raporda Türkiye’de kişi başına yıllık 3 bin dolar gelir düşüyor deniliyor.
Memleketin gelirinin veya dedikleri gibi “Milli gelirin” % 55’i, halkın % 20 sinin elinde bulunuyor.. Halkın % 20’si ise ülke gelirinden sadece % 5’e sahiptir.
Bu durum ne kadar vahim ve korkunçtur.
9 milyon 300 bin kişi yıllık “bin dolardan” az elde ediyorsa nice milyonlar, “iki veya üç veya dört bin dolara” sahiptir.
Çünkü halkın % 31’i günlük temel ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Nitekim halkın % 20’si memleketin servetinin % 55’ini kaptılar. Aynı anda Sabancı ve Yahudi olan Koç gibi bir kaç fert ise gelirin çoğunu elinde tutuyorlar.
Bu tablo bize, şu kapitalist sistemin “vahşi zulmünü ve aşırı bozukluğunu” bariz bir şekilde gösteriyor.
Hâlbuki İslam’da faiz yoktur. Devlet iş yapacak kimselere faizsiz borç verir. Dışarıdan da Devlet, asla faizle borç para almaz.
Memleketin gelirini halka dağıtmak için birçok hükümleri vardır. Allah-u Teala şöyle buyurdu:
“Para ve mallar sadece sizden zengin olanlarınızda dolaşmasın (savaşsız ganimet gibi kamu mülkiyetine dâhil olan mallar fakirlere…) (Haşr suresi 7)
Bu durum; sadece bir uydu olan Kapitalist Türkiye Cumhuriyetinde değil, kapitalistlerin lideri ABD’de durum aynıdır.
ABD’nin açıkladığı resmi istatistiklerine göre “yıllık geliri” bin dolara sahip olamayanların sayısı % 13’ten %13,7’e çıktığı ilan edildi. Bunların sayısı 37 milyondur.
Halkın % 20 si ise ülke gelirinin % 80’ine sahiptir. Nitekim “162 kişi” milyarlarca dolara sahiptir.
CNN televizyonun sahibi T. TURNER, kendisinin açıklamasına göre 1997’deki net kârı 3,7 milyar dolardır.
Oysa 37 milyon insan sadece “yiyecek ve giyeceğini” çöpte aramaya çalışıyor ve “teneke evinde veya sokakta ve köprü altında” yaşıyor. Güya resmi istatistiklere göre ise “kişi başı yıllık 25 bin dolar “Milli Gelir” düşüyormuş!!!.
Öbür taraftan, bunun tabii bir neticesi olarak nice “sosyal sorunlar” meydana geliyor. Görüyorsunuz her geçen gün intiharlar artıyor ve boşanmalar çoğalıyor.
Örneğin Türkiye’ de “Devlet istatistik Enstitüsü” verilerine göre 10 sene içerisinde boşanmalar % 72 arttı. 1986’da 60 bin 865 boşanma vakıası resmen gerçekleşmiş. 1997’de ise bu rakam,104 bin 851.
Fakat boşanmak için müracaat edip mahkemenin kararını bekleyenlerin sayısı ise 1milyon 63 bin 657 kişidir. Bunun en önemli sebebi olarak ise ekonomik sıkıntılar gösteriliyor.
Ayrıca bu vahşi kapitalizmin tam tatbiki nedenle rüşvet yaygınlaştı. Hemen hemen her dairede ve her işte rüşvet alınır oldu. Artık rüşvetsiz iş yapılamaz oldu.
Keza fuhuşta arttı.. Bütün kötü işler çoğaldı. Çünkü hem halkı fakirleştiriyor hem de “Laik mefhumlarıyla” halkın ahlakını ve temiz karakterini bozuyorlar.
Doğu Asya’daki son mali krizin sebebi de yine aynı kapitalist sistem ve sömürgeci kapitalistlerdir.
ENDONEZYA, MALEZYA, GÜNEY KORE, TAYLAND ve FİLİPİNLER gibi “Asya Kaplanları” olarak tanınan devletlerden sonra, bölgenin ve batılıların “Malî merkezi” sayılan Hong Kong’a uzandı. Hatta bunun ucu Japonya’ya bile dokundu.
Bu memleketler de vahşi Kapitalist sistemi uyguladıkları gibi, “Borsa, Anonim şirketler ve Faiz” gibi kapitalizmin doğurduğu sistemleri de alıp birebir uyguladılar.
Ayrıca ABD’nin dünyaya yaymaya başladığı ekonomi piyasası, serbest ticaret ve serbest borsaya da tam uydular.
Böylece Amerikalılar bu borsalara geldi ve onları da batırdılar. MALEZYA Başbakanı Mahathir bin Muhammed özellikle “Yahudi asıllı Amerikan vatandaşı George SOROS’u” açıkça itham etti.
Bundan dolayı MALEZYA geçen sene yazın “138 milyar dolar” parasını kaybetti. Para birimini de düşürmeye mecbur kaldı ve böylelikle IMF’nin zalimliğine boyun eğdi.
ENDONEZYA parasının değeri “bir gün içerisinde” 10 kat birden düştü. “7 Ocak1998” de bir dolar, “1100 Rubbiye” ederken, ertesi gün “8 Ocak 1998” de bir dolar, “10 bin Rubbiye”den fazla değer kazanmaya başladı.
IMF’nin o acımasız çok sert ve zalim kararlarına nihayet o da uydu, uyduruldu.. Önce direniyordu. IMF’nin birçok heyeti ve başkanı Endonezya’ ya gitti geldi.
Fakat ABD Savunma Bakanı olan Yahudi asıllı Robert KOHEN oraya gidip, ENDONEZYA’nın “IMF’nin sunduğu reformlara mutlaka uymasının gerekli olduğunu..” açıkladıktan sonra, IMF’nin Başkanı Amerikalı Camedeus, ENDONEZYA Başkanı Suharto ile adeta “Büyük bir Devlet Başkanı..” gibi görüşüp Suharto’ ya IMF’nin kararlarını imzalattı.
IMF, ENDONEZYA’ya “43 milyar dolar” daha kredi verdi. Böylece Endonezya’nın toplam iç ve dış borçları 140 milyar dolara ulaştı.
Bunların 50 milyar doları dış borçtur. 20 milyar doları acilen alacaklılara ödenmelidir. Nitekim “acilen ödenecek borç..” söz konusu olunca, bu para biriminin değer kaybetmesine, düşmesine direk etki eden bir sebep olur.
Uzun vadeli borçlar ise o memleketi sömürgecilerin tam tasallutu ve nüfuzu altına sürükler. IMF kararları imzalandıktan sonra ENDONEZYA’ da fiyatlar aşırı derecede yükseldi.
Çünkü IMF’nin kararlarından biri “Devletin gıda maddelerine verdiği tüm desteğin” kaldırmasıdır. Bunun tabi sonucu olarak ta gıda maddeleri fiyatlarının uçması, yukarıya fırlamasıdır.
Memleket sanki “büyük bir savaşa girmiş gibi” halk, dükkânlara saldırıp “buğday, un pirinç ve şeker” gibi temel gıda maddeleri almaya ve stok etmeye başladı.
Devlet halkı yatıştırmak için değişik birçok yalan açıklamalar yapmaya başladı. Nitekim akabinde ENDONEZYA’ da açlık ve sefalet dönemi başladı.
GÜNEY KORE de yine, “57 milyar dolar kredi almak” uğruna IMF’nin bu zulmüne uydu. Nitekim bu bunalımdan dolayı GÜNEY KORE’nin hazinesinde “ihtiyatî olarak sakladığı para” en düşük seviyeye düştü.
Yani “10 milyar dolara” düştü. Oysa senelik ihracatı 100 milyar dolar idi. Böylelikle, Türkiye’den çok daha aşağı bir seviyeye düşmüş oldu.
TÜRKİYE hazinesinde saklanan ihtiyatı paralar, “18 milyar dolar” üzerindedir.
Bu nedenle GÜNEY KORE hükümeti halktan bağış olarak “40 ton Altın” toplamıştır. Hazinesinde 2.700 ton altın vardır. Türkiye ise eski bir rakama göre hazinesinde yalnız 200 ton civarında bir altın saklıyor.
O memleketlerde bu olaylar “Serbest borsada Amerikalıların rekabete girmesinden dolayı..” gelişti. Bu Amerikalılar ve diğer batılılar, “Borsadaki Hisselerini” satın almaya başladılar.
Çoğunu “yerli borsacılardan” aldıktan sonra aldıkları hisseleri, kendi şirketleri için reklam yaptılar. Bazen Türk gazetelerinde açıklamaları yayınlanan Yahudi George SOROS gibi adamlar, satın aldıkları şirketler için “Çok ciddi bir imaj oluşturan” yapay araştırmalar yaptırırlar.
İnsanlara “Bu şirketin veya şu şirketlerin geleceği çok çok parlaktır, kârları pek yükselecek ve sahası çok daha büyüyecektir vs..” diye yalanlar uyduruyorlar.
Çünkü kendisi bir Amerikalı olduğu için, sanki bu şirket ilerde “Amerika’nın en büyük şirketi..” olacakmış gibi demeçler ve açıklamalar yaparlar, konferanslar ve toplantılar düzenler.
Bu sahte reklamdan sonrasında bir bakmışsınız ki, “O hisselerin fiyatları” çok çok aşırı şekilde yükselir.
Bu oyunu bilmeyen ve daha “borsa tecrübesi” bile edinmeyen halk veya yerli borsacılar daha önce ucuzca sattıkları hisseleri, eskisinden “10 kat veya 20 kat veya daha fazla bir fiyatla” almaya başlarlar.
Bu tilki Yahudi SOROS gibileri, hisseleri halka “Astronomik fiyatlarla..” satarlar, çok çok aşırı kârlar elde ederler.
Halk daha henüz “uyanmadan” bir başka şirketine geçip, aynı oyunu orada da yapar ve hemen diğer borsalara geçerler.
Neticede daha “bir iki ay gibi çok kısa bir zaman içerisinde” tüm borsaları batırmış olurlar. İşte bu sebeple MALEZYA Başbakanı Mahathir bin Muhammed geçen Temmuz ve Ağustos ayında, borsadaki bu oyundan dolayı Malezya’nın zararının “138 milyar dolar” olduğunu açıklamıştı..
ABD denilen emperyalist devlet, daha önce MEKSİKA’yı da aynı oyunlarla batırmıştı.
Bu sebeple Amerika MEKSİKA’yı, “40 milyar dolar” kadar kredi almaya, MEKSİKA’nın bütün gelirlerinin Amerikan Bankalarına yatırılmasına zorladı. MEKSİKA da bunu kabul etti ve böylece Amerika’nın boyunduruğu altına girdi.
ABD ve Avrupa’da BORSA SİSTEMİ çok çok eskidir. Hemen hemen 200 seneye dayanır. Bu nedenle bu “tilkiler” çok büyük tecrübeler kazandılar.
Buna rağmen, her an bir sarsıntıya maruz kalırlar. Bu sebeple Doğu Asya’daki kriz ABD ve Batı Avrupa borsalarını da etkiledi. 1987’de “Kara Pazartesi” gibi müthiş bir “Borsa Krizi” yaşanacaktı.
New York’ta Wall Street borsasında hisselerin indeksleri % 22 kadar düşmüştü. Bazı milyarderler milyarlarını kaybettiler. Fakat 1987 deki “Kara Pazartesi” gibi bir yıkılış olmadığı için ucuz kurtuldular.
Nitekim Doğu Asya’daki elde edilen kârlardan dolayı olması gerek, hisselerin fiyatları Amerika’da yükselince ABD’nin Hazine Dairesi Başkanı Alen GRİESBAN’ın hisselerin fiyatları gerçek değil demeciyle Wall Street borsası alt üst olup herkes süratle hisse satmaya kalktı. Böylece borsada düşüş başladı.
1987 deki bu “Kara Pazartesi” gibi veya daha büyük olan 1929 krizi (en büyük kesat ve durgunluk) bir kriz yaşanmaya başlayınca, büyük panik başladı. ABD devleti korktu, tekrar aynı adam yani Hazine Dairesi Başkanı Alen GRİESBAN, tatmin edici demeç verince olay yatıştı ve borsa sakinleşti.
Buna rağmen her gün yeni bir kriz meydana gelebilir diye herkes sınırlı yaşamaya başladı.
Burada 1929 krizine biraz değinmek istiyoru.
O tarihte borsada büyük düşüş olmuştur. Bu nedenle doların değeri aşırı şekilde düştü. Dolar, “1,88 gr. Altın” değerindeydi. Devlet 1934’e kadar Altına dayalı olmayan kâğıt para çıkarttı.
Milyonlarca kişi işsiz kaldı. Birçok işyeri ve fabrika kapandı. Açlık ve fakirlik yayıldı. İkinci Dünya savaşına Amerika katılıncaya kadar 10 seneden fazla bu durum sürmüştü.
İkinci Dünya savaşında silah sanayisi hızla canlandı, çok işçilere ihtiyaç başladı ve bu şekilde 1929 borsa krizinin kötü sonuçlarından kurtuldu.
Bundan dolayı borsa sistemi çok tehlikeli ve çok çok zararlıdır.
Bu sistem İslam’a da aykırıdır. Çünkü orası, tüm Anonim şirket hisselerinin alış veriş yeridir. Anonim şirketlerin sözleşme şekilleri ise batıldır. Çünkü bir veya bir kaç kişi şirketin kuruluşunu ilan ederler.
Daha doğrusu devlete müracaat ederler ve devlet resmi bir kararla onun kuruluşunu ilan eder.
Bu şirket, hisselerini “belli fiyatlarla” ortaya çıkartır. İsteyen satın o hisselerden alabilir. Diğerlerinden “bir hissesi fazla” olan kimse şirketin idaresinde bulunur. Bu kişi ve onunla beraber diğerlerinde fazla hisse bulunduranlar da idareye katılırlar.
Ortaklık diye bir şey yoktur. Çünkü taraflar aralarında bir sözleşme yapmazlar. Sadece hisse satın alırlar. Her an o hisseyi satabilirler de. Hatta şirketin yöneticileri bu hisseleri satabilirler ve onların yerine bambaşka adamlar gelebilir.
Orada ne iş yapılır, ne kâr ve ne de zarar hiç belli değildir. Sadece belli nedenlerle hisselerin fiyatları yükselir veya düşer.
Bu eylem şekli ise tamamen İslam’a aykırıdır. İslam’daki şirketlerde ise taraflar arasında bir sözleşme yapılır. Nasıl bir iş yapılacağı gayet net belli olur.
Kârların dağılımı ise aralarındaki anlaşmaya göre olur. Zarar durumunda ise zarar paylaşımı, sermaye oranına göre olur. “Bedeniyle” ortak olanlar, “emeğinin bedelini kaybettiği için” nakit olarak bir zarar ödemez.
Bu şirketler beş çeşittir.
1.MUDAREBE: bir taraf bedeniyle öbür taraf paralarıyla ortak olurlar.
2.İNAN: iki taraf hem bedenleriyle hem paralarıyla ortak olurlar.
3.EBDAN: Taraflar sermayesiz sırf bedenleriyle ortak olurlar.
4.VUCUH: iki kişi bedenleriyle ortak olurlar. Bu kişiler güvenilir olduğu için diğerleri onlara mal verirler, başka taraf parasıyla ve başka taraf bunlardan aldıkları malların paralarını sattıktan sonra öderler. Kendilerine mal veya para veren kâr almaz.
5.MUFADA: yukarıda geçen şirketlerin unsurlarının bulunmasıyla gerçekleşir. Sırf bedeniyle, sırf parasıyla, bedeniyle birlikte parasıyla ve diğerlerinin kendilerine güven duymasıyla iki bedenin ortak olmalarıdır.
İslâm’a göre şirketten çıkmak isteyen kişi, diğer taraflara ayrılmak istediğini bildirecektir. Kalanlar tekrar kendi aralarında yeni bir sözleşme yaparlar.
Şirketin idaresi bedeniyle ortak olan kimselerdedir. Bunlar maaş almazlar. Çünkü emekleriyle ortaktırlar. Bu şirketlerin delilleri sahih hadislerdir. (Burada yer olmadığı için onları aktaramıyoruz.)
İslam’daki şirketlerle ilgili bu çok kısa özetten de anlaşılıyor ki, İslam’da asla BORSA hiç olmaz ve borsa sisteminin olması da mümkün değildir.
Kapitalist sisteminde Anonim şirketi kuranlar bankadan faizle kredi alırlar. Bankalar istenilen paranın % 90’ını geri verirler. Hisselerin fiyatları düşerse bankalara olan borçları da artar.
Böylece banka, hisselerin bir kısmını satın alır ve hisselerin değeri düşük olur.
İslam’da para sistemi altın ve gümüşe dayanır. Böylece değeri sabit olur. İslam dinarı “4,25 gr Altın’a”, Dirhem ise “2,97 gr gümüş’e” tekabül eder idi ve kurduğumuzda İSLAM DEVLETİNDE inşaAllah tekrar yine böyle olacaktır.
Birinci Dünya savaşına kadar bütün dünya paraları “Altın veya Gümüşe” dayalı idi. Bu savaş olunca bol bol “karşılıksız” kâğıt para çıkarttılar. Bu savaş bitince tekrar “Altın ve Gümüşe” dönüş yaptılar.
Ancak 1971’de emperyalist ABD, parayı veya doları “Tamamen altına dayandırma” işini ortadan kaldırınca artık paralar devletin” ekonomik gücüne olan güvene dayalı” hale getirildi.
Hâlbuki ABD bir yandan böyle hareket ederken, diğer tarafta kendi ülkesinde sürekli “Altın” biriktiriyordu. Böylece “DÜNYA ALTIN REZERVİ” nin % 57’sini kendi ülkesine yığdırdı.
Sonuçta bütün dünya devletleri, ABD’nin baskısı altında kalıp “karşılıksız kâğıt para sistemine” geçti.
Hatta son aylarda İSVİÇRE’nin piyasaya “400 bin ton Altın” süreceğine dair haberler çıktı. Bu ise İsviçre’nin altın rezervinin yarısına yakındır.
Bu nedenle altın fiyatı çok düşmüştür. Bir sene içerisinde bir ons altın (31,1gr) 70 dolardan fazla düştü.
Hülasa olarak, kapitalist nizamı ve bu nizamın doğurduğu “Borsa, Anonim şirketler, Faiz ve Karşılıksız kâğıt para vs.” gibi sistemler hem çok çok tehlikelidir hem de İslam’a aykırı olduğu bellidir.
İslam nizamı, İslami bir Devlette uygulanınca, insanlar haliyle İslam nizamına talip olacaklardır. Kendi memleketlerini bu vahşi ve zalim kapitalist nizamından kurtarmaya yöneleceklerdir.
Bu nedenle İSLAM DEVLETİ’ nin bir an önce kurulması, sadece Müslümanların kurtuluşu için değil bütün dünya halklarının da kurtuluşu için gereklidir.
Nitekim BM’lerin FAO örgütü geçen sene devletlerarası bir toplantısında, “Dünyadaki açların sayısının 800 milyon kişi” olduğunu açıkladı. Bunun sebebi işte bu vahşi, zalim, zorba kapitalist sistemdir.
Bundan dolayı İSLAM DEVLETİ’ ni kurmak için çalışmak her Müslüman’a AYNI NAMAZ GİBİ farzdır.
Her hangi bir Müslüman, bu farzı yerine getirmek için çalışmazsa, hem dünyada hem de ahrette azaba uğrayanlardan olur.
Yazan Esad Mansur – 02 Ocak 1998
Tags: