ZAN ve SUİZAN.. Fitne Çıbanının Başı Suizan Hastalığı

Zan ve Suizan.. Fitne Çıbanının Başı Suizan Hastalığı

Yazan Rana Kaya

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اجْتَنِبُوا كَثِيرًا مِّنَ الظَّنِّ إِنَّ بَعْضَ الظَّنِّ إِثْمٌ وَلَا تَجَسَّسُوا وَلَا يَغْتَب بَّعْضُكُم بَعْضًا أَيُحِبُّ أَحَدُكُمْ أَن يَأْكُلَ لَحْمَ أَخِيهِ مَيْتًا فَكَرِهْتُمُوهُ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ تَوَّابٌ رَّحِيمٌ

“Ey iman edenler, Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah’tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.” (Hucurat suresi 12)

Yarattığını en iyi bilen, yüce Kuran-ı Kerim’de insanın tüm ihtiyaçlarına, soru ve sorunlarına cevap olacak kesin çözümler getiren Allah Subhanehu ve Teâlâ, müminler arasında oluşabilecek zan hastalığı konusunda bizi şiddetli şekilde ve defaten uyarmış, bizde var olan bu özelliği tanzim için bir iman ve amel şekli belirlemiştir.

Zan;‘Hakkında kesin bir bilgi olmaksızın bir şey hakkında tahminde bulunmak, sanmak.’ anlamına gelmektedir.

Hüsnü zan; “İyiye de kötüye de yorumlanabilecek bir işe, güzel yönünden bakmak demektir.”

Bunun zıddı Suizan ise “Bir şeye menfi-olumsuz yönden bakmak, insanların fiillerini ve davranışlarını kötüye yorumlamak demektir.”

Yani, vakıaya mutabık kesin delile dayalı kesin tasdik olan imanın tam zıddı.

مَا لَهُم بِهِ مِنْ عِلْمٍ إِلاَّ اتِّبَاعَ الظَّنِّ

“Bu husus hakkında onlarda ilim (kesin delil) yoktur. Onlar ancak zanna uyarlar.” (Nisa suresi 157)

وَمَا يَتَّبِعُ أَكْثَرُهُمْ إِلا ظَنًّا إِنَّ الظَّنَّ لا يُغْنِي مِنْ الْحَقِّ شَيْئًا

“Onların çoğu ancak zanna uyarlar. Zan ise haktan bir şeyi ifade etmez.” (Yunus suresi 36)

İnsan, fıtratı gereği doyurulması mutlak olarak gerekli güven duygusuna yoğun şekilde muhtaçtır.

Acziyetini bilen, yüceler yücesi olan, koruyup gözeten Rabbine iman eden kul, ancak sahip olduğu iman ile güven bulur.

İman esasına dayalı olarak Rabbine güvenen kul, yine imanından dolayı aynı mefhumları paylaştığı kimselere karşı da bir güven duygusu taşır.

Bu Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın mümin kalpleri birbirine kaynaştırmasının doğal bir sonucudur.

Birbirimizin derdiyle dertlenir, birbirimizin sevinciyle seviniriz. Kardeşlik bağı ile bağlı olduğumuz müminlere karşı daima Hüsnü zan besleyip, gıybetten kaçınırız.

Bu bizden istenen kardeşliğin niteliğidir, vasfıdır.

Ancak bu demek değildir ki zaman zaman Suizanna gıybete düşmeyiz… Hepimiz yaratılış gereği günaha ve hataya meyilliyizdir.

Her ne kadar sahip olduğumuz mefhumlar, bizi alışkanlığa dönüşen hatalardan alıkoysa da, mefhumlarımızın İslâmî olmasına rağmen nadiren de olsa hatalı fiil ve düşünceler ortaya çıkması da doğaldır.

Bunun tek sebebi sadece insan olmamızdır.

Zira zanla ilgili ayetler de Kuran-ı Kerim’in tümü gibi vakıaya mutabık olarak, bizlerin hataya düşmesi olası alanları gösterip, şeytanın nereden yaklaşacağını önceden görebilmemiz ve ona karşı mukavemetli olabilmemiz içindir.

Çünkü hepimiz, her an, küçücük aralık bıraktığımız bir kapıdan, farkında olmadan şeytanı kalbimize konuk edebiliriz!

Bize hayır için söylenen bir sözü maksadını aşan bir manada anlayıp, kardeşimiz hakkında Suizanna düşebilir,

hatta bazen farkında olmadan maksatsız bir sohbet arasında konu konuyu açı verince gıybete girebilir veya

2. şahıstan 3. şahıs hakkında bize ulasan bir söz üzerinden 3. şahsı dinlemeden kendisi hakkında zan ile hükme varıp kalbimizi zan hastalığına teslim edebiliriz.

Suizannın kaynağında kibir vardır.

Yani hakkı iptal etmek üzere yönelen bir bakışın sonucunda, kişi zannettiğini hak olarak kabul eder.

Müminlerin emîri Ömer İbn Hattâb (r.a.)’dan bize rivayet edildiğine göre; o, şöyle demiştir:

“Müslüman kardeşinin ağzından çıkan bir kelime hakkında sadece hayır düşün. Sen onun için mutlaka bir hayır tarafı bulabilirsin.” (İbni Kesir Tefsir)

Niyet ne kadar doğru ise amel de o nispette doğru olmak zorundadır. İnsan bekası gereği bilgisine güvenir.

Oysa karşılaştığı vaka her ne olursa olsun Suizannını delillendirmeye değil de kardeşi hakkında Hüsnü zannı ortaya çıkarmaya yönelik bir çaba içinde olursa, Hz. Ömer’in dediği gibi mutlaka hayır tarafı bulacaktır.

Öyle bir durumda bir müminin yapması gereken ilk ve tek şey, zanna sebep olan konu hakkında hükme varmadan önce,

aceleyle davranıp kardeşiyle konuşmak, konunun içyüzünü öğrenip, eğer zan ettiği konunun aslı var ise,

o vakit marufu emir adına kardeşinin kendi üzerindeki hakkını ödemek, nasihat etmek ve onu mutlak olan hayra davet etmektir.

Zannında haksız ise de ona düşen ancak tevbe etmektir. Aksi takdirde o konu, kardeşler arasında bir fitne olmaya muktedir bir hal alır ki ayeti kerimede buyurulduğu gibi;

 وَالْفِتْنَةُ أَشَدُّ مِنَ الْقَتْلِ

“Fitne, adam öldürmeden beterdir.” (Bakara suresi 191)

Yine Hz. Enes‘ten rivayet edilen bir hadiste Allah Rasûlü SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyuruyor:

“Birbirinize gidip gelmeyi kesmeyin, birbirinize sırtınızı dönmeyin, birbirinize buğz etmeyin, birbirinizi çekememezlik etmeyin ve ey Allah’ın kulları kardeşler olun. Bir müslümana, kardeşini üç günden fazla terk edip ona küsmesi helâl değildir.” (Müslim ve Tirmizi)

“Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?” âyeti hakkında Suddî der ki:

“Anlatıldığına göre Selman-ı Farisi bir seferde Hz. Peygamber SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in ashabından iki kişi ile beraberdi. Onların hizmetini görür ve yemeklerinden yerdi.

Bir gün insanlar yürüdüğünde Selman uyuyakalmış ve onlarla beraber yürümemişti. İki arkadaşı onu arayıp bulamadılar ve kendileri çadır kurarak:

Selman —veya şu köle demişlerdir— pişmiş yemeğe ve kurulmuş çadıra gelmekten başka bir şey bilmiyor, dediler.

Selman geldiğinde onu kendileri için katık istemek üzere Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’e gönderdiler.

Selman elinde bir kap olduğu halde Allah Rasulü’nün yanına vardı:

Ey Allah’ın elçisi, şayet senin yanında katık varsa kendilerine vermen için arkadaşlarım beni sana gönderdiler dedi.

Allah Rasulü: Arkadaşların katığı ne yapacaklar? Onlar katıklarını yediler, buyurdu.

Selman dönerek o ikisine Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’nün sözlerini haber verdi.

Kalkıp Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem’ne geldiler ve:

Hayır, seni hak ile gönderene yemin olsun ki konakladığımızdan beri biz herhangi bir yemek yemedik, dediler.

Allah Rasulü SallAllahu Aleyhi ve Sellem: Konuşmalarınızla siz Selmanı katık olarak yediniz, buyurdu. Peşinden de: “Hangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır?” âyeti nazil oldu.

Onlar konuştukları sırada Selman uyumakta idi.” (İbni Kesir Tefsir)

Peygamber efendimizin ashabından iki kişi hakkında rivayet olunan bu hadis üzerinde iyice düşünmemiz gerektiğine inanıyorum.

Zira rivayete konu olan hatayı yapanlar udul sıfatlı / adil sahabeden 2 kişi.. Yani biri hata ederken ikincisi de ona uyan iki kişi…

Tam da bu yüzden olsa gerek, Peygamberimiz Hz. Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

“Din nasihattir” “Kim için?” diye soruldu. “Allah’a Rasulüne, Müslümanların idarecilerine ve bütün Müslümanlara” buyurdular. (Buhari, İman, 42; Müslim, İman, 95; Ebu Davud, Edeb, 59; Tirmizi, Birr, 17)

Bu hadisi şerifte nasihat neredeyse dinin kendisi gibi anlamlandırılmıştır. Evet din nasihattir..

Çünkü şeytanın her taraftan, ama en tehlikelisi sağdan yaklaşması vardır. Çok zordur o sırada insanın hatasını görebilmesi.

Bilinen, beklenen yerden; alttan, üstten, soldan değil.. Hiç farkında olmadan, sağdan sağdan gelir şeytan.

Tam da bu sırada bize marufu emredecek bir dosta ne kadar da muhtaç oluruz.

Belki dostumuz vardır, ama bize “çok güvendiği” için bizim de bir gün hata yapabilecek bir insan olduğumuzu unutur da basiretini kaybeder, hatamızı göremez.

Belki de görür, ama bir sebepten susuverir.

Belki de önemsemez o küçücük hatayı. Belki de şimdilik zamanı değil der ve derken unutuverir. Bizse unutamayız da… Çünkü farkında bile değilizdir o küçücük hatanın.

Derken bizim bir türlü farkına varmadığımız o yumuşak karnı biz değil, ama şeytan keşfetmiştir.

Ve bir hamle daha yapar bizi oradan yere sermek için. Bu hikâye de böylece sürüp gider. Ve artık “Zan” bizde bir hastalık olmuştur.

Ta ki biz hatamızı, sağlam bir muhasebe ile fark edip veya bu münkeri gören bir kardeşimiz tarafından nasihatle farkına vardırılana kadar.

وَالْمُؤْمِنُونَ وَالْمُؤْمِنَاتُ بَعْضُهُمْ أَوْلِيَاء بَعْضٍ يَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنكَرِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاَةَ وَيُؤْتُونَ الزَّكَاةَ وَيُطِيعُونَ اللّهَ وَرَسُولَهُ أُوْلَئِكَ سَيَرْحَمُهُمُ اللّهُ إِنَّ اللّهَ عَزِيزٌ حَكِيمٌ

“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler ve Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe suresi 71)

Evet, Bizler çok iyi biliyoruz ki “din nasihattir” ve Müminler içindir. İnsanlığa şahit olmakla görevlendirilmiş bir ümmetin fertleriyiz.

Bu mesuliyet bilinciyle zihinlerimizi kuşatmalı, amellerimizi bunun delili olacak niteliklerle vasıflandırmalı ve şeytanın tüm tuzaklarına karşı Allah Subhanehu ve Teâlâ’nın ayetleri ve Rasul SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in nasihatleriyle kuvvetli ve korunaklı olmalıyız.

Birbirimize veli olmalı, hak için birbirimizi uyarmalı, ne uyaran ve ne de uyarılan olarak, bunda hayrdan başka bir şey aramamalı ve bulmamalıyız.

Çünkü ; “Müminler ancak kardeştir” (Hucurat suresi 10) ve kardeşten başka hiçbir şey.

Kaynak: KD


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın