Türkiye’yi Kim Yönetiyor, Öğrenmek İstiyor musun?

Türkiye’yi Kim Yönetiyor, Öğrenmek İstiyor musun?

Bizleri yoktan var eden Rabbimiz Allah-u Teâla’ya sonsuz hamd’u senalar olsun. Salat ve selam olsun ölçümüz, örneğimiz, efendimiz, ilk Devlet Başkanımız Muhammed Mustafa’ya..

Sevgili kardeşlerim ve değerli takipçilerim

12 Ağustos 2023 tarihli CUMA NAMAZI İSTİSMARININ ARKASINDA NE VAR VE KİMLER VAR? Başlıklı paylaşımımda şöyle bir cümle kullanmıştım:

“… Türkiye’deki DEVLET VAKIASINA kuşbakışı bir bakışla baktığımızda TÜM ÇIPLAKLIĞI İLE görülen şey, Türkiye’de 2 iktidar vardır:

A: Hakiki iktidar: “DEVLET AKLI ve DEVLET İRADESİ” diye tanımladığımız ama herkesin görüp hissedemediği bir iradedir.

B: Geçici iktidar: Başbakandır, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri, Meclis ve Anayasa Mahkemesidir.

Fiiliyatta da hepimizin şahit olduğu şey; “Hakiki İktidar yani Devlet bir Hancı, Başbakan, Cumhurbaşkanları vs. yani ‘Kendisine Geçici iktidar emanet edilenler’ ise birer yolcudur.”

Cumhuriyet kurulduğundan bu güne kimin Başbakan, Bakan ya da Cumhurbaşkanı olacağına hep “Hakiki İktidar” karar vermiştir, bundan sonra da son kararı yine O verecektir.

Benim burada sizlere “Hakiki İktidar” dediğim kadrolar, SELANİK’i bir “Siyasi Üs” edinen ve nihai amaçlarına ulaşan kadrolardır..”

Muhterem kardeşlerim

Yine aynı makalemde hatırlarsanız şu tarihi tespitlere de tadımlık bir bilgi olarak yer vermiş ve demiştim ki;

“…  Osmanlı İslam Devleti’nin başkenti İSTANBUL’ da olduğu gibi İZMİR’ de de yaşayan Yahudi aileler vardı.

Bu ailelerden birinin çocuğu olarak 1626 yılında İZMİR de doğan ve 40 yaşında vefat eden SABETAY SEVİ, 22 yaşına geldiğinde diğer Yahudilerden çok farklı bir iddiada bulundu ve kendisini yeni MESİH ilan etti.

Onun bu hareketi ve taraftar toplamaya da başlaması şehirdeki Yahudi cemaati ve Hahamlarını çok çok rahatsız etti ve durumu Payitahta bildirdiler.

İstanbul’a getirilen, ifadesi alınan ve “Kendi dininde bir Mürted” olduğu görülen Sabetay hakkında İDAM kararı verildi..

Bu sahte Mesih / Peygamber baktı ki kelle gidecek, paçayı kurtarmak için hemen Kelime-i Şahadet getirdi ve MEHMET ZİHNİ adını aldığını söyledi..

Bunun üzerine “Zahire göre” hüküm verildi ve serbest bırakıldı.

Bu aşamadan sonra Sabetay Sevi kendine iman edenlere dedi ki:

“Siz de benim gibi yapın.. Müslüman olduğunuzu gösterin, ikinci isminiz de Müslüman adı olsun AMA ‘bana iman ve teslimiyete de’ devam edin..”

İşte bu ikiyüzlü adama iman eden bu gün milyonlarca Sebatayist vardır.

Bilahare İzmir’den SELANİK’ e göç eden ve bu şehri kendisi için “Merkez Üs” edinen Sabetay Sevi ve adamları Osmanlı’yı içten içe kemiren bir haşere, bir kurtçuk oldu.

Avrupa da çeşitli Üniversitelerde yüksek tahsil gören müritlerini Osmanlı’nın birçok Devlet kademelerine yerleştirdiler ve Osmanlı İslam Devleti’ nin yıkılmasında başrol oynayanlardan oldular.

Başrolleri bununla da sınırlı kalmadı.

Bu kadrolardaki kişiler, Türkiye Cumhuriyeti kurucu kadroları ve hükümetleri için de en üst düzey yöneticiler, hâkimler, Prof’lar ve komutanlar oldular.

Size en basitinden bir örnek vereyim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 14 Mayıs 1948 de kurulan İşgalci İsrail’in kuruluşundan yaklaşık 315 gün sonra alel acele “Bir Devlet olarak tanınması..” adına 24 Mart 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararı altında imzası bulunan 16 Bakanlar Kurulu üyesinden 11 tanesi Sabetaycılarla akrabalık zinciri bulunan isimlerdir…”

Kardeşlerim

Benim bu makalemden tam bir hafta sonra, özellikle Sosyal Medyada yoğun olarak, bir Alman Haber Kanalı’na röportaj veren Türkiye uzmanı, tecrübeli araştırmacı, gazeteci ve aynı zamanda ödüllü tarihçi Klaus Gunter ile yapılan bir röportaj yayınlandı.

Yukarıdaki yazımda ve daha önceki nice yazılarımda dile getirdiğim VAKIAYA MUTABIK DOĞRU BİLGİLER, adeta bu röportajda da bir kere daha teyit edildi.

Aşağıya alıntısını yaptığım bu röportajı LÜTFEN DİKKATLİCE OKUYUN ve geri planda ülkemizi KİM YÖNETİYOR imiş görün ve bu mustazaf  halka sırf Allah rızası için siz de gösterin.

Umulur ki;

Burada söz konusu edilen doğru bilgiler, tüm hak sözler ya da hak fiiller, bir uyanışı başlatır veya bir haini yerin dibine batırır, ya da bir gafilin aklını başına getirir inşaAllah kardeşlerim.

Buyurun bu röportajı SABIRLA sonuna kadar okuyalım.

– – – – – – –

ALMAN HABER KANALINDA KONUŞAN KLAUS GUNTER’DEN TÜRKİYE HAKKINDA EZBER BOZAN BİLGİLER.. TÜRKİYE’Yİ DİNSİZLEŞTİRME ÇALIŞMALARI

Alman Haber Kanalının muhabiri, İTÜ’de (İstanbul Teknik Üniversitesi’nde) gizli gizli cami yapılması haberini Türkiye’den bir canlı yayın yaparak, Türkiye’de çok enteresan şeyler yaşanıyor sayın seyirciler!

Resmen yüzde 98’i Müslüman olan ülkede, en önde gelen üniversitelerden birinde, Müslümanlar gizli gizli cami yapmak çabası içine girmişler.

Bundan daha sarsıcı ve şaşkınlık verici olan şey şu:

Ülkede etkin şekilde habercilik yapıp sürekli olarak “özgürlük”, “eşitlik”, “adalet”, “fikir ve vicdan özgürlüğü”, “tarafsız habercilik” söylemlerini dile getiren haber kuruluşları bile “İTÜ’de gizlice cami temeli atıldı” şeklinde başlıklarla gelişmeleri izleyici ve okuyucularına adeta bir “Terör suçu işlenmiş ya da en azından bir üniversitede çok büyük bir yolsuzluk yapılmış” gibi bir tavır ile duyurdular.

Bizleri oldukça şaşırtan ve kafamızdaki “Türkiye olgusu” ile de çatışan bu olaydan sonra, konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türkiye uzmanı, tecrübeli araştırmacı, gazeteci ve aynı zamanda ödüllü tarihçi Klaus Gunter’e canlı yayın üzerinden bağlanıyoruz.

Klaus Gunter, genç kadın muhabirin şaşkınca sorduğu sorular karşısında, özetle şu cümleleri kurdu;

“Şu anda yaşananları doğru yorumlamak için biraz geçmişe bakmak lazım. Ben Türk tarihi üzerinde de uzman birisiyim.

Alman toplumu da dâhil, bütün Avrupa toplumları Türkiye’yi çok yanlış tanırlar. Türklerin gerçek İslam ile bağları kopalı nerede ise iki asır geçmiştir.

Son İslami idare, Osmanlı zamanında mevcuttu.

Osmanlı yıkıldıktan sonra Yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. T.C. asla bir Türk ve İslam devleti olmadı.

Evet, olmadı çünkü yeni devleti ve resmi ideolojiyi tesis edenler hep gizli Yahudiler ve gizli Ermeniler idi.

Zaten Osmanlı’nın son dönemi de bir Türk İslam idaresi olarak tanımlanamaz. İyi kötü araştırmış herkes bilir ki bu dönemde de Osmanlı devlet adamlarının birçoğu İngiliz işbirlikçisi gizli Ermeni ve Yahudilerdi.

Osmanlının yıkılabilmiş olması, bir imkânsızın başarılmasıdır.

Avrupalılar ve bölgede yaşayan gayri İslami unsurlar için, ‘Bir daha Osmanlı ya da başka bir İslami idare kurulmasına da mani olmak lazımdı.

Bunu nasıl sağlarız endişeleri vardı.

Bu nedenle, yeni T.C.’nin rejimi tamamen İngiliz gizli servisleri ile birlikte hareket eden Sabetaycı gizli Yahudiler ve Türkiye masonluğu tarafından kuruldu.

Mesela ‘en büyük Türk’ ve ‘Türklerin atası’ anlamına gelen bir soyadını, tuhaftır ki henüz hayatta iken alan Kamal paşanın kendisi de, eşi Latife hanım da, diğer akrabaları da Sabetaycı gizli Yahudilerdi.

Bunu batılı gerçek aydınların hepsi bilir…

Yine o yıllarda ‘İstiklal savaşı kahramanı’ ve ‘Büyük Türk Kurtarıcısı” konumunda gösterilen yüzlerce kişi de aslında Türk ve Müslüman değillerdi.

Elbette ki kimse illa Türk ve Müslüman olmak zorunda değildi.

Bununla birlikte hiç kimse; Türkleri ve Müslüman unsurları aldatma ve olduğundan başka bir kimlikte, olduğundan başka bir inanışta ve fikriyatta görünme, başka milletlerin ve devletlerin menfaatini gözetip taktik surette ise Türklere ihanet etme hakkına asla sahip değildi.

Ben bir Katolik Hristiyan Alman olarak şunu ifade etmekte hiç zorlanmıyorum; Ermeniler ve Yahudiler, asırlarca kendilerine çok adil ve insani şekilde muamele eden Müslüman Türklere karşı yaptıkları bu işte asla haklı değillerdi.

O dönemde “Türk ve Müslüman kimliğine bürünmüş” gizli Ermeni ve Yahudiler, iktidarı ele geçirdikten sonra, Türkleri nasıl yönlendirecekleri, yeniden dindar bir Osmanlının kurulmasının önüne nasıl geçebilecekleri konusunda da anlaşmazlık içinde oldular.

Önce Türkleri Hristiyanlaştırmayı düşündüler.

Kendi aralarında bunu uzun uzun tartıştılar. Bunun uygulama esnasında başarısız olacağını öngörüp kısa sürede vazgeçtiler. Bu tartışmalar, pek çok saygın ismin hatıralarında yazılmış ve tarihe not düşülmüştür.

Ardından Türkleri evrimci yapmak istediler.

İşte Kamal paşa “Hepimiz maymunlarız, hepimiz süfreler gibi sudan çıktık” şeklindeki sözünü o zaman söyledi. Lakin Türklerin evrimci zihniyete sahip bir topluluk yapılamayacağı da öngörülüp bunda da ısrar edilmedi.

Bir ara Türklerin tamamen dinsiz ve bütün dinleri inkâr eden bir topluma dönüştürülmesi üzerinde duruldu.

Bu plan gereği Kamal Paşa “Benim bir dinim yok ve bazen bütün dinlerin yerin dibini boylamasını istiyorum” şeklindeki sözlerini sarf etti…

Yine benzeri şekilde Kamal Paşa’ nın;  “Hocaları, din ve namus telakkisini toptan kaldırmalıyız. CHP’yi ve memleketi din ve namus telakkisinden arındırılmış kişiler ile kısa sürede zengin edip güçlendirmeliyiz. Dini ve namusu olanlar aç kalmaya mahkûmdurlar” şeklindeki çok tartışılmış sözleri sarf ederek toplum üzerindeki etkisini ölçtüler.

Takdir edersiniz ki 1915 yılının sonuna kadar ismi bile duyulmamış, siyasi, fikri ve askeri sahada hiçbir başarısı olmamış, yine kendisi gibi gizli Yahudi ve Ermenilerin kontrolündeki İstanbul basını tarafından 1915 yılından itibaren sürekli gerçek dışı haberler ile parlatılmış Kamal paşanın, basın gücüne aldanarak gerçek bir kurtarıcı zan eden Türk halkı bu sözlerini duyunca adeta travma geçirdi.

Hal böyle olunca, başka bir yöntem bulunmalı idi. Halkın bu şaşkınlığı ve tepkisi çok iyi ölçüldü. Israr edilmedi.

Bundan sonra ise akla Laiklik geldi.

Laiklik söylemleri Türklere yabancı idi ama bu bahane ile Türklerin İslam’dan ve bin yıllık kültüründen uzaklaştırılabileceği hususunda bu gizli teşkilatlanma arasında fikir birliği oluştuğunu söyleyebilirim.

İktidarı ele geçirmiş bu gizli Yahudi ve gizi Ermeni azınlık, İngiliz desteğini de arkasına alarak, laiklik söylemleri ile dine karşı öyle bir mücadeleye girişti ki, Avrupa toplumları bunları duysa inanamaz.

Tabii burada din derken kastım İslam dini.

Yoksa Hristiyan ve Yahudilerin haklarına hiç kimse karışmadı.

Düşünebiliyor musunuz bin yıldır Müslüman olan Türkleri idare edenler, Müslümanların kutsal kabul ettikleri Cuma gününü iş günü yapıp, Hristiyanların ve Yahudilerin kutsal günleri olan Cumartesiyi ve Pazarı tatil yaptılar.

Kılık kıyafetten, alfabeye, fikriyata ve vicdanlardaki inançlara kadar her şeye “DEVLET GÜCÜ İLE” müdahale edildi.

Bir Diyanet İşleri kurumu tesis edilip Din; tamamen devletin daha doğru ifade ile Kamalist rejimin kontrolü altına alındı.

Bunu Türkler de Avrupa toplumları da bilmez ama iş öyle bir raddeye geldi ki ünlü İslam ve Türk büyüklerinin mevcut bulunan kabirleri ve türbeleri, bu dönüşümün uzun sürmesine sebep olacak ve milli-manevi değerleri diri tutacak diye tahrip edildi.

Yaklaşık 64 bin ünlü kişinin mezarları açılıp kemikleri devlet tarafından çalındı.

Bu gün içlerinde Mimar Sinan gibi dünyaya mal olmuş yüce bir şahsiyetin bile bulunduğu 64 bin kıymetli insanın kemiklerinin akıbeti bilinmiyor.

Her hususta olduğu gibi bu hususta da “taktik bir hareket tarzı” sergilendi.

Elbette ki dünya tarihinde eşi görülmemiş böylesine bir kafatasçılığa, ırk ve din düşmanlığına, böylesine bir hukuksuzluğa “Kimin Türk olduğunu, kimin Türk olmadığını belirlemek’ gibi çok komik bir mazeret buldular.

Kafataslarını mezura ile ölçüp sözde Türk olup olmadıklarına karar veriyorlardı. Üstelik ölçtükten sonra da asla yerine koymuyorlardı.

İslam düşmanlığı, geçmişte yaşamış Müslümanlara kadar uzanıyor ve bu Müslümanlar kabirlerinde bile işkenceye tabi tutuluyorlardı.

Bu işle Kamal paşanın manevi kızlarından birisi ÖZAL OLARAK ilgileniyordu.

İngilizlerin meşhur ve muteber tarihçisi Arnold Toynbe’nin de sık sık dile getirdiği gibi, korkunç bir inanç, kültür ve can kıyımı yapıldı.

Sadece İstiklal mahkemeleri üzerinden yapılan zulmü anlatmak aylarca sürebilir.

Avrupa toplumları bu İstiklal mahkemelerini de pek bilmez. Bu mahkemelerin sadece adı mahkeme idi.

Önce asıp sonra usulden yargıladıkları çok olmuştur.

Tabii ki bu mahkemelerin reisleri de çoğunlukla Sabetaycı ve gizli Ermeniler ile masonlardı.

Türklerin en taktik hatası, Çanakkale savaşında, elde kalan son beyin takımını yani okumuş ve okumakta olan insanlarını cepheye sürmeleri idi.

Oysa ben bu hususu da derinlemesine araştırdım ki Türklerin ekseriyetle tabi olduğu Hanefi mezhebinde seferberlik halinde kadınlar cepheye, ilim sahibi insanlardan daha önce gönderilir, seferberlik halinde bile ilim sahipleri cepheye gönderilmezdi.

Çünkü beyin takımı yok edilmiş bir millet, artık millet değil yığın olurdu.

Hangi dinden ve siyasi görüşten olursa olsun, dürüst ve medeni hiçbir insan, bu derece korkunç gerçekleri gizlemek hakkını kendinde göremez.

Ben bu nedenle eserlerimde sık sık “Türklerin yakın tarihe” temas ettim ve etmeye de devam edeceğim.

İşte bu gün hala devam eden bu tuhaf kabullenişleri ve yasaklamaları anlamak isteyen herkes, Türklere son bir buçuk asırda uygulanan devlet politikalarına, eğitim müfredatlarına ve Türklerin bu süreç boyunca hep gizli Yahudiler ve Ermeniler tarafından idare edilmiş olduğu gerçeğine yönelmeliler ve bu açıdan bakmalılar.

Biliyor musunuz, Türklere DEVLET ZORU İLE ‘Milli Şef’ olarak kabul ettirilen gizli Ermeni İsmet İnönü, Türk milli eğitim sistemini 1947 yılında resmen imzaladığı Fullbright Anlaşması ile ABD’ye teslim etti.

O tarihten sonra Türk Milli Eğitim Müfredatını Türkiye’deki Amerikan büyük elçisinin başkanlığındaki bir heyet belirledi. Bu durum bu gün bile hala böyle…

Yine Türk Silahlı Kuvvetlerinin idaresi de gizli Yahudilere devir edildi.

Halen TSK’da bir gizli İsrail odası var.

Ya da izleyicilerimize yine çok sarsıcı gelecektir ama yeni T.C.’nin bir Merkez Mankası bile yoktur.

Merkez Bankası gibi gösterilen kurum da bir Anonim Şirket’tir (Resmi adı: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası A.Ş. dir) ve yüzde 40’ı Ankaralı bir Yahudiye, yüzde 15’i İngiliz Yahudilerine aittir.

Yani Türkler son iki asırdır hiçbir zaman gerçekten bağımsız olmadılar. Onlara göstermelik bir bağımsızlık verildi.

Bir bakın, yakın tarihleri onlara nasıl “yalanlarla dolu olarak”  öğretilmiş…

“Yunanı denize döktük..” derler dururlar ama “Yunanın denize döküldüğüne dair dünya üzerinde tek bir kanıt, vesika, şahit..” asla yoktur. Hepsi yalandır.

Yunan bile İngiliz+Sabetayist ittifakının planları gereği geri çekilmiştir.

Ben ödüllü bir tarihçi olarak “Laiklik söylemleri altında Müslüman Türklerin nasıl dinsizleştirildiğini ve Devlet kademeleri ile Devletin uygulamalarından İslami esasların nasıl bir anda kaldırıldığını, O gün bu gün Türklerin dinini yaşamaktan nasıl korkup geri çekildiğini, en temel haklarını bile savunamaz bir hale getirildiğini..” size binlerce kanıt ile anlatabilecek kişiyim.

Ama bu iş; bir televizyon kanalındaki çok kısa bir haber programında, çok kısa süreli bir canlı yayında anlatılabilecek bir şey değidirl.

Son yıllarda, Türkler arasından değerli kalemlerin artık bu gerçekleri yazıp anlatmak cesaretini sergilediğini de görüyorum.

Türkiye’de özellikle soysal medya ve bloglar üzerinden yayınlanan gerçekten çok kaliteli, büyük emek ürünü ve tarihi kanıtlara, vesikalara dayanan içerikler var.

“Gerçek Türkiye’yi” ve gerçek “Türkiye’nin neden bu halde olduğunu” öğrenmek isteyen Almanlar, bu yayınları incelemelilerdir.

Bana bu söz hakkını verdiğiniz ve Alman toplumunu doğru bilgilendirmeme aracılık ettiğiniz için sizlere de çok teşekkür ediyorum.

Çeviri: Birgül Yayman Erdener

Kaynak: Habervakti com

– – – – – –

Kardeşlerim, sabırla okuduğunuz için çok çok teşekkür ederim. Sizin için duam şudur:

“Ey Rabbim, bu makalemi okuyan, anlayan, benimseyen ve paylaşan tüm Müslümanlara, son nefeslerine kadar şahit, son nefeslerinde, özellikle de İSLAM DEVLETİ içinde şehit olmayı nasip eyle..” Amin amin

Bekir Yetginbal – 19 Ağustos 2023


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın