İslam’ı Yıkma Projesi Hadis İnkârcılığı

İslam’ı Yıkma Projesi Hadis İnkârcılığı

Sünnet / Hadis, Kur’an’dan sonra ele alınması gereken ikinci ana kaynaktır.

İslam’ı tahrip etmek isteyen Batılı müsteşrikler öncelikle Kur’an’a saldırdılar.

Ancak bunda başarılı olamayan Batı bu defa hadislere saldırmaya başladı. Zira onlar için Hadislere saldırı yapmak, Kur’an’a göre daha kolaydı.

Bu saldırıların temel nedenlerinden biri de Muhaddislerin usül farklılıkları’dır. (Muhaddis; Hadis rivayet eden & Hadis ilminin usül ve füru’unu bilen kişi)

Bu makalede bizim gayemiz, Kuran ile Sünnet ilişkisini derinlemesine irdelemek değil; Hadis inkârcılığı serüveni üzerinde durmaktır.

Bu serüvenden kendim de geçtiğim için, tecrübelerimi aktarmaya ve bu Hadis inkârcılığı hastalığından nasıl kurtulacağımızın reçetesini sizlere göstermeye çalışacağım inşallah.
Hadis inkârcılarının tabiri caizse gözlerine kestirdikleri avlarına, üstüne basa basa vurguladıkları şeyler şunlardır:

Zayıf hadislerin pek çok olduğu, Hadislerin birbirleriyle ve özelikle Kuran’la çeliştiği, ravilerinin  ise hiç güvenilir olmadığı, mezheplerin gereksiz olduğu ve mezhepler arasında bir çok çelişkilerin olduğunu bu nedenle de dinin kaynağının sadece Kuran olduğudur..

Bunlar için, Tasavvufçuların sık sık kullandığı, akla ve mantığa uymayan nice sözleri hep örnek olarak verirler.

Ayrıca mezheplerde helal ve haramların hep değiştiğini, dolayısıyla mezhep kabul etmenin çelişkili bir din kabul etme anlayışıyla eşdeğer olduğunu dillendirirler.

Yine bu Hadis inkârcıları, böyle çelişkili bir din olamayacağına göre, bize bu hadisleri rivayet eden hadis ravilerinde pek çok sorunlar vardır ve dolayısıyla tüm hadisler şüphe taşımaktadır. Din ise şüphe üzerine inşa edilemeyeceğine göre o zaman  dinin kaynağı yalnızca Kuran’dır.. derler.

Bu akımı kabul edenler ise ‘‘Akılcı Kur’ani’lerdir.’’ Üstelik de bunların güya Kur’an’dan delilleri vardır;

“Bu Kur’an size yetmiyor mu?”  (Ankebut suresi 51. ayet). İşte serüven böyle başlar ve devam edip gider.

Buraya kadar söylenenleri okuyan birçok kişi eminim ki, “evet bu söylenenlerin birçoğu güzel ve doğru sözlerdir” diyeceklerdir.

Peki, olay bu kadarla bitiyor mu acaba?

Devam edelim. Peki, Kur’an’ı bize kim getirdi, hangi Sahabeler ayetleri topladı ve ayetleri nasıl kitap haline getirdi?

Kuran’ın içindeki bazı ayetler, akla mantığa uymuyor, peki o zaman bunları nasıl inkâr edebiliriz? Bunlar hadis değil ki bunları da ret edelim denilir.

O zaman, “Zaten ayetleri anlamak için Arapça ve usule de gerek yoktur!. Kim, hangi ayeti nasıl anlarsa öyle uygulamalıdır.

Mesela diyorlar ki, Gayble alakalı ayetler; te’vil edilir, Mucizeler; akli olarak yorumlanır, Başörtüsü; inkâr edilir,  Namaz; sadece duadır, Kâbe; Araplar zamanından kalan eski bir evdir, Cinler; eski bir kavimdir, Melekler; içimizdeki iyi duygulardır, Şeytan; içimizdeki kötü duygular olur vs..

Daha bunlar gibi binlerce yorum çıkar ortaya. Türkiye’de bu yorumları yapanların başında; İhsan Eliaçık, Hakkı Yılmaz, Yaşar Nuri Öztürk, Hamza Türkmen gibi şahıslar gelir.

Yukarıda saydığımız yorumların çoğu; Sosyalist Müslüman! İhsan Eliaçık’tan alınmadır.

Ona göre ezilenlerin yanında yer alan, ateist olsa bile neden cennete giremesin ki? (Sanki cennet onun tapulu malı da ateistlere dağıtıyor)

Onun ‘Adalet Devleti’ kitabı; Platon’un Devlet’ini, Campanella’nın Güneş Ülkesi’ni, Thomas More’un Ütopyalar’ını geride bırakmıştır ama değerini bilen yok! 

İhsan abi bu ülkede heba oluyor zaten çok yazık! Kimse onu anlamıyor. Çünkü onun ‘‘ağzına göre kulak’’ yok ülkemizde ya da çok az var.

Ya Hakkı Yılmaz.

Adam o kadar çok Atatürk’ü savunuyor, üstelik de İslam yenilikçisi, ama gel gör ki onu takan yok. Hâlbuki çok güzel! yorumları var.

Mesela; ‘Namazı ikame edin’ ayetindeki ‘namaz’ duadır; namazın yanındaki ‘ikame’ kelimesi ‘sağlık kurumlarını ayakta tutmaktır’ diyor o güzelim Arapçasıyla!.

Yaşar Nuri’ye göre ise zaten Atatürk, 2.Ebu Hanife!  

Ya Hamza Türkmen.

Ona göre de Hadisleri kabul eden gelenekçiler!, hadisi kabul etmenin ‘şirk’ olduğunu bilmiyorlar. Ahh keşke bilselerdi!

Zaten Kur’ani’yyunlara göre hadisleri delil kabul edenlerin hepsi Orta çağ kanunlarını getirmeye çalışan gelenekçiler; Hadisi kabul etmeyip sadece Kur’an’ı / ayetleri günümüze göre yorumlayanlar ise özgürlükçü ve yenilikçidirler.

Peki, mevzu bu kadarla biter mi? HAYIR.

Karşımıza 19 şifresiyle bir de Edip Yüksel çıkar. Mısırlı Reşad Halife tarafından 1974 yılında ortaya atılan bu 19 Matematiksel Sistemi; Şehit Metin Yüksel’in kardeşi olan ve Amerika’da yaşayan Dr. Edip Yüksel tarafından savunulmakta ve kitlelere servis yapılmaktadır.

Peki, nedir bu 19 şifresi?

Bu şifreye göre, Kur’an’daki harfler ve harekelerle Matematiksel hesaplamalar yapıldığı zaman, tüm ayetler 19’un katlarını vermektedir.

Bu şifrenin delili ise ‘Üzerinde 19 vardır’ ayetidir (Müddesir suresi 30)

Fakat Tevbe suresinin son iki ayeti bu şifreye uymadığı için bu iki ayet reddedilmektedir. Yani bu beylere göre, Kur’an’daki bu iki ayet fazlalıktır!

Peki mevzu bu kadarla da biter mi? HAYIR.

Bir adım daha ileri giden bu kişilere göre, aslında Kur’an’a baktığımızda birçok ayetin sorunlu olduğu, dolayısıyla bunların kabul edilmemesi gerekmektedir.

Çünkü Kur’an’ın içine birçok ‘Arap Paganı’, ayet diye karışmıştır ve bunların Kur’an’dan ayıklanması lazımdır.!

Bu yüzden, ayet diye geçen birçok sözün Kur’an’dan atılması ve sadece gerçek ayetlerin kalması gerekmektedir.

Onlara göre aslında işin doğrusu; Akıl ile vahiy asla çelişmez ve ‘Akıl, kendi başına doğruyu bulabilir’ zaten.

Bu yüzden onlara göre, nelerin ayet olup olmadığı çok da önemli değildir. Allah ayet göndermişse, akla hatırlatmada bulunmaktadır.

Bu yüzden tüm güzel sözler Allah’a ait; tüm çirkin sözler ise Allah’tan beri’ dir.

Güzel ve çirkin sözün ölçütünün ne olduğu sorulduğunda ise; evrensel, mantıklı, özgürlüğü savunan, toplumun faydasına olan, insan haklarına önem veren vs. gibi kapalı ifadeler kullanılır.

Peki, bu sözleri söyleyenlerin kim olduğu ve bunların sözlerinin ne olduğu önemli midir?

Elbette ki HAYIR

Çünkü ha Marx’ın sözü ha Hadis, ha Nietzsche’nin sözü ha Ayet, ha Osho’nun sözü ha Muhammed’in sözü!

Ne farkları var ki, sözleri güzel olduktan sonra, bunların kim oldukları değil mi?

Buraya kadar yazdıklarımla, Hadis inkârcılığının nasıl başlayıp, nerelere kadar gidebileceğine değinmeye çalıştım.

Şimdi ise, bu serüven için kısaca bazı analizler yapmaya çalışacağım.

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Allah (cc); Cebrail aracılığıyla Resul’e (sas) vahiy (metluv + gayrı metluv) gönderdi.

Resul (sas)’ de bunları bize Sünnet’ iyle açıkladı ve onu pratiğe döktü.

Sünnet’i, iki kapak arasındaki (Kur’an’dan) Vahiyden ayırdığınızda Kur’an’ın pratikliği ortadan kalkar ve İslam nizamı da her yönüyle ortadan kalkar.

Örneğin İslam’ın siyasi yönü, ekonomisi, sosyal hayata bakışı, ceza hukukundan tutun da; itikatla, ibadetle, ahlakla alakalı tüm yönleri çöker.

Zaten müsteşriklerin ve kâfirlerin istedikleri de işte budur.

Elbette ki biz, Peygamberin (sas) yaptığı her bir şey vahiydir demiyoruz.

Çünkü O da bizim gibi bir beşerdir ve normal hayatıyla alakalı bize örneklik teşkil etmeyen nice yönleri de vardır. Ya da sadece ona has, kendisine özel olan şeyler de vardır.

Bizim için, Onun din ile alakalı yaptıkları ve söyledikleri her şey Sünnettir ve asıl bunların alınması gerekir.

Çünkü O, (Resul) heva ve hevesinden konuşmaz.

“Onun konuştuğu ancak vahiydir” (Necm suresi 3-4) ayetleri tam da işte buraya tekabül etmektedir.

Allah Kur’an-ı Kerim’de sık sık ‘Allah’a ve Resul’üne itaat edin’ demektedir.

Sünnet inkârcılarının bize, ‘bu Kur’an size yetmiyor mu’ demeleri aslında bir kelime oyunudur.

Çünkü  Kur’an, zaten  herkese yeterlidir ve Kur’an’ın kendisi bize Resul’e (sas) uymayı emretmektedir.

Değinmemiz gereken diğer mevzu ise, şu mezhepler konusudur ki burada tartışılması gereken Mezheplilik veya Mezhepsizlik değil; Müçtehitlik ve Mukallitlik (Taklitçilik) mevzusudur.

Herkes bilir ki evla olan; Kur’an’ı ve Sünneti anlamak, Arapçayı bilmek, ayetlerin iniş sebeplerini, siyak ve sibakları, özel ve genel hitapları, mecazlı ifadeleri vs.. bilmek.

Ayrıca Hadislerin ayetlerle uyumunu bilmek, yine onlardaki mecazlı ifadeleri, açıklayıcı tüm hadisleri, Ahad ve Mütevatir hadis gibi mevzuları bilmek ve bu bilgilere göre yaşamaktır.

Ancak gel gör ki bizler, bunları bilmediğimiz zaman mecburen gidip bir Müçtehidin (mesela Ebu Hanife, İmam Şafii vs.) Kur’an ve Sünnet’ ten ortaya koyduklarını hazır olarak alıp uygulamaktayız.

Bir müçtehit, gel ille de bana uy dememiştir.

Bizler, kolaylık olsun diye gidip onların ortaya koyduklarını İslami hükümleri alıyor ve bunları uygulamaya çalışıyoruz.

Elbette Müçtehitler kendi usüllerini ortaya koyarlarken, aralarında usül farklılıkları da söz konusu olmuştur.

Yoruma açık olan bir ayetin, herkesçe aynı şekilde anlaşılması tabii ki mümkün değildir.

Ya da örneğin Resul (sas); ‘saldırganlık özelliği olan hayvanlar haramdır’ derken bir müçtehidin tilki saldırgandır, diğer müçtehidin saldırgan değildir demesinden daha doğal ne olabilir ki?

Ya da Müçtehit, kendi benimsediği usül gereği, bazı hadisleri zayıf görüp almamışsa, buradan da farklılıkların çıkması gayet doğal değil midir?

Burada aslında bizim zihnimizi meşgul eden şu sorudur:

Allah’tan gelen bu din çelişkili midir haşa? Elbette ki değildir. Farklı yorumlar ve diğer ameli konularda ayrılıklar, İslam’ın evrenselliğinden ve zenginliğinden kaynaklanmaktadır.

Gerçekten bazı çelişkiler varsa, bunlar beşerin eksikliklerinden ve yanlış yorumlarından kaynaklanmaktadır. Yoksa haşa, Vahyin yanlış / eksik olmasından değildir.

Ayrıca şunu da bilmemiz gerekir ki, Hadisleri inkâr edip, yalnızca Kur’an alınmalıdır diyenler, Muhkem (açık) bir ayet üzerinde bile farklı onlarca yorum yapmaktadırlar.

Bu durum daha fazla çelişki getirmez mi?

Akıl – Vahiy ilişkisinde bilmemiz gereken şey, Aklın Vahiyle çelişmediği, ancak “Aklın alanı” dışında da nice mevzuların var olduğudur.

Örneğin; Melek, Cin, Şeytan, Cennet, Cehennem, Ahiret hayatı vb.

Bu durum için Akıl Vahiyle çelişmez, ancak ‘Vahyin, aklı aştığı nice durumlar da vardır’ ifadesi de doğrudur.

Akıl, Vahyi anlamak içindir.

Fakat Aklın, kendisini aşan durumlarda teslimiyet göstermeyip, her şeyi kendisine uydurmaya çalışması bizce ‘Aklın kendisine yapabileceği en büyük akılsızlıktır’.

Sonuç olarak şunları söyleyebiliriz:

Bu konuların her biri geniştir ve usülde uzmanlığı gerektirmektedir. Fakat biz burada çok kısa bir şekilde ve kendimizce önemli olarak gördüğümüz şeylere, yüzeysel olarak değinmeye çalıştık.

Kur’an’ı kendisine  rehber edinen ve Kur’an doğrultusunda belli bir Usülle Sünneti ele alan, bunu insanlığın kurtuluş reçetesi olarak görüp, İslam’ın hakim olması için mücadele eden herkes, bizim baş tacımızdır.

İslam’ın hükümleri ayaklar altındayken, kâfirler dünyanın dört bir yanında İslam ümmetini yutuyorken, Müslümanlar perişanken, kâfirler nezdinde Müslümanların kanları, hayvanların kanından bile daha değersizken,

Ayet ve hadisler üzerinde felsefi yorumlar yapmaya çalışmak, akademik ve içtihadi birçok tartışmayı hep gündem haline getirmek ve Müslümanları bunlarla meşgul etmek Akıl kârı mıdır ey ‘Akıllı Akılcı’lar?

Allah için söyleyin, Daha vasat bir duruş sergileyip, İslam’ı ve Müslümanları bu halden çıkarttıktan ve İslam’ın emirlerini uygulamaya geçirdikten sonrasına bu tartışmaları ertelemek daha doğru değil midir?

Yok, eğer illa ki, biz oturup güzel yorumlar yapacağız, Peygamberi aşacağız, kâfirleri bırakıp sürekli ‘Gelenekçi Müslümanlara!’ saldıracağız, Edip Yüksel gibi sürekli sizlere hakaret edeceğiz, biz bu şekilde teselli oluyoruz diyorsanız varacağınız yer bellidir.

Gireceğiniz yer, iki metre mezar ve sonrasında gideceğiniz yer malum.

Ne mutlu, Vasat olanlara..

Ne mutlu, Müslümanların sorunlarına duyarlı olanlara..

Ne mutlu, İslam’ın hükümlerinin geri gelmesi için, canla başla çalışanlara..

Yazan Sabır Aşkın / Ümmet Haber Ajansı

NOT: Sünnetin vahiy olmadığı kampanyasını hararetle yürüten Mustafa İslamoğlu’nun, 29 Ekim 2014 tarihli açıklaması için aşağıdaki Link’e bakın. (kardeşiniz BY)

http://www.timeturk.com/tr/2014/10/29/islamoglu-ndan-senocak-a-cevap.html#.VFFqhzSsVnE


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın