İZZET, İlmin İzzeti Nedir Diyenlere De ki “Hakkı Haykırmaktır”

İzzet, İlmin İzzeti Nedir Diyenlere De ki “Hakkı Haykırmaktır”

Âlemlerin Rabbi olan şanı yüce Allah’a (cc) sonsuz defa hamd olsun. Ölçü ve örnek Rasul Hz.Muhammed’e, Ehli Beytine ve güzide ashabına salat ve selam olsun.

İzzet ve Zillet.. Birbirinin tam zıddı iki kelime..

Yüce kitabımız Kur’an’da “İzzetu” diye de geçen bu lafzın daha iyi anlaşılabilmesi için hem sözlük hem de istilahi anlamlarına ayrı ayrı bakmak gerek.

“İzzet Allah’ındır, Rasulünündür ve Müminlerindir.” (Münafikun 8.ayet)

Sözlük anlamı itibariyle İzzet; “üstünlük ve galibiyet..” demektir.

İstilahi anlam olarak İzzet: “yenilgiye uğramayı ve aşağılanmayı önleyen güçlü ve saygın konum..” demektir.

“İzz” kökünden türeyen bir kavram olarak İzzet; “bir kimsenin başkaları karşısında bedensel, psikolojik, ekonomik, sosyal statü vb. yönlerden güçlü, etkin ve saygın olması, baskı altına alınamaz bir konumda bulunması “durumunu da ifade eder.

Yine aynı “İzz” kökünden türemiş “Azîz” kavramı ise; “her türlü üstünlüğü, galibiyeti, güçlü olmayı..” tanımlar. “El Aziz” yani “en üstün, en yüce, en mutlak izzet sahibi..” yani Allah-u Tealadır.

İlim kelimesinin sözlük anlamı; “Okumakla veya görmek ve dinlemekle veya ihsan-ı Hak’la elde edilen malumat yani bilgi..” demektir. Haber, Marifet gibi anlamlarda da kullanılmaktadır.

Bu iki kelimenin yani “İzzet” ve “İlim” kelimelerinin birleşiminden oluşan “İlmin İzzeti” deyimi, İslami istilahtaki mefhumu, bunun vakıalarla doğru bir şekilde irtibatlandırılıp ifade edilmesi sadedinde Kur’an Tefsiri ve Davet çalışmalarıyla tanıdığımız günümüz müfessirlerinden Esad Mansur hocamızın mükemmel bir makalesini okudum.

Siz değerli kardeşlerimin de bu makaleden istifade edebilmeniz için bu web sitemize alıntı yaptık. Rabbim tefsir ilmi sahibi ve davetçi bu samimi kardeşimize hayırlı ömürler versin.

Rabbim onu ve ehlini her türlü kaza, bela, musibet ve zalimlerin tasallutundan korusun. Onu, İslam ümmetinin içinde bulunduğu gaflet uykusundan uyanmaya bir vesile eylesin, amellerini bereketlendirsin. Amin

Kardeşiniz Bekir Yetginbal

İlmin İzzeti Hakkı Haykırmaktır

Yazan Esad Mansur

Allah Celle Celâlehû şöyle buyurdu:

إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاء

“Şüphesiz ki Allah’tan hakkıyla korkanlar ancak âlimlerdir.” (1)

Bu ayet, “ilme ve ilim sahibi olanlara” çok yüksek değer vermektedir. Burada “Usulü fıkıh” ta geçtiği gibi “Tedemmun Delaleti” vardır.

Yani “zımnen veya içerik olarak insanların ilmi tahsil etmelerine ve âlim olmalarına teşvik” vardır, cahil birisi olarak kalmak ise kötülenmektedir.

Daha doğrusu, insanların “ilim sahibi, âlim ve bilen kimseler olmaları” talep edilmektedir.

Yoksa “gerçek şekilde Allah’tan korkmazlar, belki geçici olarak duygusal hâllerde korkarlar, sorunları ve sıkıntıları gidince eski durumlarına geri dönerler, gaflete düşerler” denilmektedir.

İnsan düşündükçe ve öğrendikçe “Allah’ın Hakikatini” daha fazla idrak eder. Gerçek manada ve daimi bir şekilde, gizli bir yerde yada aşikâr olduğu hallerde, kederli günlerinde ve sevinçli olduğu her durumda da O’ndan korkar.

Hep O’nunla karşılaşmayı düşünür ve o büyük hesap gününden korkar. O’na nasıl hesap vereceğini, ikram ettiği bunca nimetlerin hesabını ve tüm sıkıntılı hâllerinde “sabredip sabredemediğini” kendisi yakinen bildiği hâlde O’na ne diyeceğini sorgular.

Kendisine “farz kıldığı” tüm şeyleri “hakkıyla eda edip etmediği” hususunda kendisini nasıl savunacağını, “haram kıldığı şeylerden” sakınıp sakınmadığını bildiği hâlde O’nun karşısında kendisini nasıl savunacağını düşünür durur.

İnsanın, bunları hep aklında tutması ve daima içinden geçirerek kendini kontrol etmesi ve kendi kendini sürekli muhasebe etmesi gereklidir.

İşte bu şey, ancak ve ancak “ilimle ve fikirle” olur, asla “cahillikle ve bilgisizlikle” gerçekleşmez.

Bir ayette Allah Celle Celâlehû şöyle buyurdu:

وَاتَّقُواْ اللّهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّهُ وَاللّهُ بِكُلِّ شَيْءٍ عَلِيمٌ

“Allah’tan korkun ve Allah size öğretsin, Allah her şeyi bilir.” (2)

Buradaki وَ” “va” atıf yani atfetme harfi değil, “sözü başlatan” bir harftir. Bu ayette Arapça ve usulde geçen takdim ve te’hir meselesi söz konusudur.

Yani “Allah size öğrettikçe ondan korkarsınız, takva sahibi olursunuz.” denmektedir. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in dediği gibi:

مَنْ يُرِدِ اللَّهُ فِيهِ خَيْرًا يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ

“Allah kimde hayır kılmak  (kimi hayırlı kimse hâle getirmek) istiyorsa onu dinde fakih kılar (dini ona kavratır).” (3)

Gerçek anlamda “fakih olan veya dini kavrayan kimse” hayırlı kişi olur; İnsanları “İslâm hâkimiyetine” davet eder, marufu emreder ve münkeri nehyeder.

Zira fıkhın tarifi şöyledir:

“Pratik meseleler için Şer’î delillerden çıkartılan Şer’i hükümlerin ilmidir.”

Allah’ın ortaya koyduğu hakikatleri bilip ona inanmamıza, emir ve nehiylerini idrak etmemize, bunlara sımsıkı bağlanmamıza bizleri çağıran birçok ayet vardır.

Bu ayetlerde şu ifadeler geçer:

فَصَّلْنَا الآيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ

“Bilen bir toplum için ayetleri ayrı ayrı açıkladık.” (4)

لآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَعْقِلُونَ

“Düşünen bir kavim için ayetler vardır.” (5)

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَّقُونَ

“Böylece Allah kendi ayetlerini açıklıyor ki insanlar takvalı olsunlar.” (6)

وَيُبَيِّنُ آيَاتِهِ لِلنَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَتَذَكَّرُونَ

“Böylece Allah kendi ayetlerini açıklıyor ki insanlar hatırlasınlar.” (7)

Ciddi her insan, Allah Celle Celâlehû’nun ayetlerini hakkıyla düşündükçe takva sahibi olur. Allah’tan korkar, Ona bağlanır ve davet eder.

كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمُ الآيَاتِ لَعَلَّكُمْ تَتَفَكَّرُونَ

“Böylece Allah kendi ayetlerini size açıklıyor, umulur ki düşünesiniz.” (8) Bu ifadelerle Rabbimiz bizim düşünmemizi talep ediyor.

İnsan düşünürse ve öğrenirse Allah Celle Celâlehû’nun gerçeğini öğrenir, O’ndan korkar, böylece O’nun emirlerine ve nehiylerine harfiyen uyar ve diğer insanların da bunlara bağlanmaları için mücadele eder.

Düşünmeyenler, akletmeyenler ve öğrenmeyenler ise cahil ve cühela kalırlar, pasif ve zayıf kişiler olurlar. 

Zira birçok ayette Allah Celle Celâlehû’nun dinini öğrenmeye yanaşmadıklarından dolayı kâfirlere cahillik damgası vuruldu, düşünmediklerinden, akletmediklerinden dolayı birçok ayette onlar kınandı ve kötülendi.

فَهُمْ لاَ يَعْقِلُونَ

“Onlar düşünmezler.” (9)

وَإِذَا ذُكِّرُوا لَا يَذْكُرُونَ

“Onları hatırlatsan onlar hatırlamaz, öğüt almazlar.” (10)

الْمُنَافِقِينَ لَا يَفْقَهُونَ

“Fakat münafıklar anlamazlar.” (11)

الْمُنَافِقِينَ لَا يَعْلَمُونَ

“Fakat münafıklar bilmezler.” (12)

Çünkü onlar, Allah Celle Celâlehû’nun hakikatini hala idrak etmezler, O’nun kendilerini kuşattığını, ne konuştuklarını ve ne yaptıklarını bildiğini hiç mi hiç düşünmezler veya kabul etmezler.

Zannediyorlar ki Allah onları hiç görmüyor ve işitmiyor.

Ya da onların akıllarına böyle şeyler hiç gelmez, bundan gafil olurlar, işte bundan dolayı da Allah Celle Celâlehûdan hiç korkmazlar. Onlar sadece gördükleri güç ve kuvvetten korkarlar.

Allah Celle Celâlehû onları korkutmak için bizim çok güçlü olmamızı ve onları korkutacak, dehşete düşürecek bir gücü mutlaka hazırlamamızı bizlerden istedi.

İşte bu nedenle bizler zalim ve münafık tüm yöneticilere karşı dimdik dikilip hakkı haykırmazsak onlar da istedikleri her şeyi rahat rahat icra eder, hatta haramları helal kılar ve her türlü ihaneti rahatlıkla yaparlar.

Zira zalim ve münafıklar asla Allah Celle Celâlehû’dan korkmazlar. Sadece zulümlerine, hain ve haram icraatlarına karşı çıkan, diklenen insanlardan korkarlar ve onları hesaba katarlar.

Bundan dolayı Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem zamanında olduğu gibi içinde bulunduğumuz bu zaman diliminde de onlar Allah’ın dinini bir nizam ve bir şeriat olarak asla kabul etmezler.

Allah’ın emir ve nehiylerini bir ölçü olarak asla benimsemezler, onları öğrenemeye hiç mi hiç yanaşmazlar.

Tam tersine bunların hepsini reddederler ve kendilerinin her şeyi daha iyi bildiklerini iddia ederek, insanlara;

“Her türlü emir ve nehyi biz gösteririz, Laiklik ve demokrasi en üstün değerdir, Dincilik ve dine bağlılık gericiliktir, İslâm hükümleri mazide kaldı, yenilenmesi gerekir, Biz artık laikliği seçtik, Laiklik en iyi sistemdir, biz demokratız” derler!

Şüphesiz ki Demokrasi ve Laiklik dine tamamen zıttır, iddia edilenin aksine Demokrasi tam anlamıyla gericilik, yobazlık ve karanlıktır.

Onlar Yunan filozofu Eflatun’un sözlerine inanırlar. Demokrat bir insan dine ve onun kanunlarına asla uymayıp iradesini serbestçe kullanır.

Batılılar işte bunlardan etkilenerek dine karşı büyük bir devrim yaptılar, dini hayattan, devletten ve siyasetten tamamen ayırdılar, “Hürriyetler İstiyoruz” deyip Laik ve Demokratik birçok devletler kurdular.

Oysa bu kabullenme,  İslam’a göre küfrün ta kendisidir. Bunu benimsemekle dini yalnız ibadethanelere ve vicdanlara hapsettiler, dini sadece ibadetler gibi şahsi ve özel alanlar ile sınırlandırdılar.

Genel hayatta ve devlette dinin etkin bir rol oynamasını kesinlikle yasakladılar. Dini, sadece istismar etmek için yararlı bir araç olarak gördüler.

Nitekim görüyoruz ki, Laik bir devlet insanlara bir siyaset veya bir kanunu kolaylıkla kabul ettirmek veya karşıtlarını susturmak istiyorsa hemen dini istismar ediyor.

Siyasetçiler de dinden bir şey yada bir gerekçe bulmaya çalışır, böylece aslında dine tamamen aykırı siyasetlerini veya kanunlarını rahat rahat uygulamaya koyabilirler.

Sahte âlimleri de bu anlamda kullanırlar. Kendilerine karşı çıkan samimi âlimleri ise anında ezerler veya gözdağı verip korkutup sustururlar.

Allah Celle Celâlehû Kur’an’da İsrailoğulları’nın sahte âlimlerine, hahamlarına ve Hristiyan rahiplerine çok sert bir şekilde çattı. Çünkü onlar, menfaat ve çıkarları için Allah’ın Kitabı’nda kastedilen asıl manaları değiştirdiler.

Allah Celle Celâlehû bu ayetlerle Müslümanları uyarıyor ve bize, adeta “aranızdan sahte âlimlerin çıkmasını mutlaka önleyin” dercesine bize hitap ediyor.

Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Dönemi’nde asla böyle âlimler yoktu, bütün Sahabeler tertemizdi, Allah ve Rasulü onları tezkiye etti, kötülüklerden arındırdı ve temize çıkardı.

Bazı münafıklar ise âlim kisvesine bürünmeye çalıştılar ve bir mescit yaptılar ama Allah Celle Celâlehû bu durumu hemen Rasulü’ne bildirdi.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem onlar Dırar (zararlı) bu mescidin içinde (Mescidi Dırar) bulunurken o mescidi ateşe verdi, burayı yaktı.

Münafıklar ise hemen oradan kaçıp uzaklaştılar, böylece bu sahte âlimlerden ümmet kurtuldu.

Ancak asrımızda artık vahiy gelmiyor ki bize münafıkların kimler olduğunu bildirsin.

Fakat mevcut vahiy, yani Allah’ın Kitabı ve Rasulü’nün Sünneti, sahte yöneticilerin tüm sıfatlarını bize gösterdiği gibi sahte âlimlerin de tüm sıfatlarını göstermiştir.

Bu cenahtaki güruh aynen şu ayette geçtiği gibi iş yaparlar:

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ

“Ey ehl-i kitap hakkı batılla niçin karıştırıyorsunuz, hakkı ve gerçeği niye gizliyorsunuz.” (13)

Onlar bu ayette geçtiği gibi sahte yaldızlı sözlerle ve sahte fetvalarla gerçekleri gizlerler, hakkı örterler.

وَإِنَّ مِنْهُمْ لَفَرِيقًا يَلْوُونَ أَلْسِنَتَهُم بِالْكِتَابِ لِتَحْسَبُوهُ مِنَ الْكِتَابِ وَمَا هُوَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَقُولُونَ هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَمَا هُوَ مِنْ عِندِ اللّهِ وَيَقُولُونَ عَلَى اللّهِ الْكَذِبَ وَهُمْ يَعْلَمُونَ

“Onların bir kısmı Kitap’tan olmadığı hâlde sizin (O dediklerini) Kitap’tan zannetmeniz için Kitap’a bakarak kendi dillerini eğip bükerler. O Allah’ın katından olmadığı hâlde (O dediklerine) Allah katından derler, bile bile Allah hakkında yalan söylerler.” (14)

Allah-u Teâlâ gelecek zamanlarda Müslümanlar arasından çıkacak sahte âlimler ve bilginler hakkında ise bizi şöyle uyardı:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلْنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالْهُدَى مِن بَعْدِ مَا بَيَّنَّاهُ لِلنَّاسِ فِي الْكِتَابِ أُولَئِكَ يَلعَنُهُمُ اللّهُ وَيَلْعَنُهُمُ اللَّاعِنُونَ

“Biz Kitap’ta insanlara beyyineler (onca deliller) ve hidayeti gösterdikten sonra onu gizleyenler; Allah ve lanetleyenler tarafından lanetlenirler.” (15)

Bu lanetli âlimlere ölüm gelmeden önce tevbe etmeleri için bir fırsat verildi. Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:

إِلاَّ الَّذِينَ تَابُواْ وَأَصْلَحُواْ وَبَيَّنُواْ فَأُوْلَئِكَ أَتُوبُ عَلَيْهِمْ وَأَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيمُ

“Ancak tevbe edip bozdukları şeyi düzeltirlerse ve gerçeği açıklarlarsa onların tevbelerini kabul eder, onları af ederim. Muhakkak ki tevbeleri kabul eden ve rahmet sahibi olan benim.” (16)

Allahu Teâlâ sonra bu sahte âlimleri ve bilginleri tekrar tekrar şiddetle uyarıyor ve şöyle tehdit ediyor. Allahu Teâlâ buyurdu:

إِنَّ الَّذِينَ يَكْتُمُونَ مَا أَنزَلَ اللّهُ مِنَ الْكِتَابِ وَيَشْتَرُونَ بِهِ ثَمَنًا قَلِيلاً أُولَئِكَ مَا يَأْكُلُونَ فِي بُطُونِهِمْ إِلاَّ النَّارَ وَلاَ يُكَلِّمُهُمُ اللّهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ وَلاَ يُزَكِّيهِمْ وَلَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ

“Allah’ın indirdiği Kitap’tan bir şeyi gizleyip onu az pahaya satanlar, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmazlar. Kıyamet günü Allah asla onlarla konuşmaz ve onları temize de çıkartmaz. Onlar için acı bir azap vardır.” (17)   

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem birçok sahih hadiste bu sahte âlimlere karşı Müslümanları uyardı ve bu sahte âlimlere çok çok sert bir şekilde çattı. Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

“Benden sonra öyle emirler (yöneticiler) olacak ki kim onların yanına gelip onların yalanlarını doğrularsa ve zalimliklerine yardımcı olursa bunlar benden değiller ve ben de onlardan değilim. Onlar (Kevser) havuzunda benim yanıma dahi yanaşmayacaklar. Kim o (yalancı) yöneticilerin yanında yer almazsa ve onların zulümlerine yardımcı olmayıp yalanlarını doğrulamazsa onlar bendendir ve ben de onlardanım. Onlar (Havz-ı Kevser’de) havuzda benim yanıma gelecekler.” (18)

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem yine şöyle buyurdu:

“Âlimler sultanlarla beraber olmadıkça, onlar Rasullerin emin kimseleri (güvendikleri ve vekilleri) olurlar. Eğer yöneticilerle beraber olurlarsa Rasullere ihanet etmiş olurlar. Onlardan sakının ve bunlardan uzak durun.” (19)

Bu âlimler, yöneticilerle beraber olurlarsa asla hakkı söylemezler ve gerçekleri açıklamazlar, onların sadık birer arkadaşı olurlar veya onlardan faydalanma, menfaatler elde etmeye çalışırlar.

Bunu Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem başka bir hadiste beyan etti ve şöyle buyurdu:

“Bir adam (anlayarak) Kur’an’ı okur, dinde bir fakih ve âlim olur, ondan sonra da sultanların (yöneticilerin) ellerinde var olan mallardan ve başka şeylerden isteyerek onların (yöneticilerin) kapılarına gelip onlara yağ çekip dalkavukluk yaparsa, yaptığı tüm günahlar kadar cehenneme girecektir.” (20)

İbni Abbas yoluyla Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

صِنْفَانِ مِنْ أُمَّتِي إِذَا صَلَحَا صَلَحَ النَّاسُ، وَإِذَا فَسَدَا فَسَدَ النَّاسُ: السُّلْطَانُ وَالْعُلَمَاءُ

“Ümmetimde iki sınıf vardır ki; Onlar salih ve düzgün olurlarsa insanlar salih ve düzgün olurlar. Eğer bu iki sınıf fasit olur ve bozulurlarsa insanlar fasit ve bozuk olurlar. Bu iki sınıf ise sultan (yöneticiler) ve âlimlerdir.” (21)

Başka rivayette ise “Onlar emîrler (yöneticiler) ve fakihlerdir” şeklinde geçti.

Bu bir gerçektir ve vakıaya da tamamen mutabıktır. Bu gün de genellikle insanları yönlendiren bu iki sınıftır.

Bu nedenle Allah Celle Celâlehû Kitabı’nda bunlarla ilgili birçok ayet indirdi. Her kavmin ileri gelenleri Rasullere ve Nebilere hep karşı geliyorlardı.

Bu anlamda Rabbimiz en çok da İsrailoğulları’nın âlimlerine çattı. Hatta onları “kitapları taşıyan merkepler” gibi tasvir etti. (22)

Allah, Kitabını onlara da ulaştırdı, onu iyice öğrendiler ama asla onu hakkıyla taşımadılar, onun hükümlerini olduğu gibi insanlara anlatmadılar.

Tam tersine kelimelerin manalarıyla oynadılar, evirdiler çevirdiler, dünyevi bir mal karşılığında onu sattılar. Hep insanların heva ve heveslerine göre fetvalar verdiler.

Allah onların bu durumunu yerdi, kötüledi; onları kâfir, fasık ve zalimler olarak niteledi.

Kendilerine tâbi olunan veya takip edilen bu kimseler (yöneticiler ve âlimler), kendilerine tâbi olup uyan kimseler kıyamet günü onlardan beri, uzak olacaklardır. (23)

Bu yöneticiler kendilerine uyan kimselerden kaçmaya çalışacak, fakat her grup insan imamları (önderleri)yle beraber çağırılacaklar. (24)

Onların bu misali yani hali aynı eski Mısırlıların kralı gibidir.

يَقْدُمُ قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ

“Firavun kıyamet gününde kendi kavminin önüne geçerek onları cehenneme götürecektir.” (25)

Sakın ha Müslüman âlimler bu zelil duruma düşmesinler, zalim yöneticilerin birer muavini olmasınlar, yoksa onlar da aynı yere giderler, cehennemde zalimlerle beraber yanarlar. 

Yine aşağıdaki ayette geçtiği gibi Allah’ın dinini uygulamayan bu yöneticilere itaat eden, uyan, tâbi olan kimseler şu durumda bulunup şöyle diyecekler:

يَوْمَ تُقَلَّبُ وُجُوهُهُمْ فِي النَّارِ يَقُولُونَ يَا لَيْتَنَا أَطَعْنَا اللَّهَ وَأَطَعْنَا الرَّسُولَا وَقَالُوا رَبَّنَا إِنَّا أَطَعْنَا سَادَتَنَا وَكُبَرَاءنَا فَأَضَلُّونَا السَّبِيلَا رَبَّنَا آتِهِمْ ضِعْفَيْنِ مِنَ الْعَذَابِ وَالْعَنْهُمْ لَعْنًا كَبِيرًا يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا لَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ آذَوْا مُوسَى فَبَرَّأَهُ اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكَانَ عِندَ اللَّهِ وَجِيهًا يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا

“Cehennemde yüzleri çevrilip kızartılırken şöyle diyecekler: keşke Allah’a ve Rasulü’ne itaat etseydik. Rabbimiz seyitlerimize (efendilerimize, yöneticilerimize) ve büyüklerimize (âlimlerimize) itaat ettik, uyduk, onlar bizim yolumuzu şaşırttılar, bizi saptırdılar. Rabbimiz onlara iki kat azap ver ve onların üzerine büyük lanet indir. Ey iman edenler Musa’ya eziyet edenler (İsrailoğulları’ndan O zalim kimseler) gibi olmayın. (Onları hakka davet ettiğinden dolayı Ona kötü ithamlarda bulundular) Allah O’nu, onların tüm ithamlardan temize çıkarttı. O, Allah indinde ileri gelenlerdendir. Ey iman edenler Allah’tan korkun ve dosdoğru söz söyleyin ki Allah işlerinizi düzgün hâle getirsin (ve yaptıklarınızı birer) salih amel olarak kabul etsin ve sizin günahlarınızı da affetsin, silsin. Kim Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederse büyük kazanç elde etmiş olur.” (26)

Bütün bu deliller bize gösteriyor ki; bir kişi ilim sahibi olur AMA takvalı olmazsa, zalimlerin yüzüne AÇIKÇA hakkı haykırmazsa O KİŞİDE hiç hayır yoktur.

O gerçek bir âlim değildir, o sadece bilgili bir kimsedir ve o aslında “Dilsiz Şeytandır”.

Özellikle de bir küfür sistemini, küfür kanunlarını benimseyen, her haramı mubah gören, içki, kumar, zina, riba (faiz), lut kavminin fiili gibi şeylere hiç karşı çıkmayan,

Kadınların açık saçık tesettürsüz sokağa çıkmasına izin veren, Müslümanların katili olan Rusya ile ortaklık kuran, katil Beşşar Esad’ı ve rejimini savunan İran ile her türlü yardımlaşmayı yapan,

Müslümanlara ve İslâm’a düşmanlıkta işin liderliğini üstlenen Amerika’yı “Dost ve Müttefik” olarak sayan tüm yöneticilere hiç karşı çıkmayan adına da sözde “âlim”(!) denilen O kimselerin vay hâline..

Âlim ve yani bilen, bilgin kimse şeytandan korkmadığı gibi onun dostlarından da korkmazlar. Allah Teâlâ müminleri ve özellikle âlimleri şöyle uyarıyor:

   إِنَّمَا ذَلِكُمُ الشَّيْطَانُ يُخَوِّفُ أَوْلِيَاءهُ فَلاَ تَخَافُوهُمْ وَخَافُونِ إِن كُنتُم مُّؤْمِنِينَ

“İşte şeytan sadece dostlarını korkutur. Öyleyse sakın onlardan korkmayın. Eğer (gerçek) mümin iseniz sadece benden korkun.” (27)

“Ben Müminim, Müslümanım” iddiasında bulunan kimselere bundan daha büyük bir meydan okuma var mıdır?

“Eğer mümin iseniz sadece benden korkun” diyor Rabbimiz.. Zira şeytan sadece kendisini dost edinenleri korkutur, gerçek müminleri korutamaz.

إِنَّهُ لَيْسَ لَهُ سُلْطَانٌ عَلَى الَّذِينَ آمَنُواْ وَعَلَى رَبِّهِمْ يَتَوَكَّلُونَ إِنَّمَا سُلْطَانُهُ عَلَى الَّذِينَ يَتَوَلَّوْنَهُ وَالَّذِينَ هُم بِهِ مُشْرِكُونَ

“Allah’a tevekkül eden müminler üzerine şeytanın otoritesi ve gücü yoktur. Ancak onu dost edinen ve onu ortak kılanların üzerine şeytanın otoritesi ve gücü vardır.” (28)

Oysa Allah’ın gücüne ve tuzaklarına karşı şeytanın gücü ve tuzağı çok çok zayıftır. (29)

Mümin Allah’a hakkıyla tevekkül ederse ve dayanırsa çok güçlü olur, şeytanı ve dostlarını yener. Çünkü Allah ona yardım eder, şeytana ve onu dost edinenlere karşı mümin galip getirir.

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِن تَنصُرُوا اللَّهَ يَنصُرْكُمْ وَيُثَبِّتْ أَقْدَامَكُمْ

“Ey iman edenler! Eğer Allah’a (dinine) yardım ederseniz, Allah size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar.” (30)

Kim, İslâm dışında herhangi bir fikri benimserse o kişi Allah’ın düşmanı ve şeytanın dostudur.

Şurası bir gerçektir ki, Demokrasi, laiklik, komünizm ve sosyalizm vb. fikir ve sistemleri benimseyenler; hepsi şeytanın dostlarıdır.

Zira İslâm yegâna hak din ve sistemdir. Onun dışında tüm fikir ve sistemler batıldır; şeytani fikir ve sistemlerdir.

Başta alimlerimiz olmak üzere hep birlikte buna şiddetle karşı gelinmeli ve bunları yıkmak için çok mücadele edilmelidir.

أَلا إِنَّ أَوْلِيَاء اللّهِ لاَ خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلاَ هُمْ يَحْزَنُونَ الَّذِينَ آمَنُواْ وَكَانُواْ يَتَّقُونَ لَهُمُ الْبُشْرَى فِي الْحَياةِ الدُّنْيَا وَفِي الآخِرَةِ لاَ تَبْدِيلَ لِكَلِمَاتِ اللّهِ ذَلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظِيمُ

“Allah’ın dostları için hiçbir korku yoktur ve onlar asla üzülmezler. Onlar ki iman edip Allah’a tevekkül edenlerdir. Dünyada ve ahirette onlara müjde vardır. Allah’ın sözü değişmez, işte büyük kazanç budur.” (31)

Allah’ın velisi ve gerçek dostu işte budur.

O, sadece Allah’a iman ve tevekkül eder, yalnızca Allah’tan korkar, Allah dışında hiç bir güçten asla korkmaz, şeytanın dostu olan laik ve demokrat sistem sahiplerinden ve zulümlerinden asla korkmaz.

Allah için hakkı söyler ve mücadele eder. O, Rasul’ün varisi, vekili ve emini olur.

Yalnız İslâm için yaşar ve İslam için ölür. O izzetlidir, zalimlerin yüzüne hakkı haykırır.

Dünyayı ve ahireti kazanan odur. Dünyada ve ahirette mutlu olur.

Hakkı söyleyip, dini uğrunda mücadele ederken mutluluğu yakınen hisseder. Hakkı söylememek ise zillettir.

Hakkı söylemeyen kişi dünyada zelil yaşar, ıstırap içinde olur ve asla mutluluğu tadamaz, ahirette ise zelil olarak haşr olunur ve azap görür.

Hakkı söyleyen kimseler, dünyada er ya da geç zaferi elde edecekler, ahireti de mutlaka kazanacaklar. Allah’ın verdiği tüm müjdeler bunlar içindir. 

إِنَّا لَنَنصُرُ رُسُلَنَا وَالَّذِينَ آمَنُوا فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ يَقُومُ الْأَشْهَادُ

“Muhakkak ki, Rasullerimize ve iman edenlere hem dünya hayatında hem şahitlerin kalktığı O gün de (kıyamet günde, yardım edeceğiz) zafer vereceğiz.” (32)

DİPNOTLAR:

(1). Fatır Suresi 28

(2). Bakara Suresi 282

(3). Buhari, Müslim

(4). Enam Suresi 97

(5). Bakara Suresi 164

(6). Bakara Suresi 187

(7). Bakara Suresi 221

(8). Bakara Suresi 266

(9). Bakara Suresi 171

(10). Saffat Suresi 13

(11). Munafikun Suresi 7

(12). Munafikun Suresi 8

(13). Âl-i İmran Suresi 71

(14). Âl-i İmran Suresi 78

(15). Bakara Suresi 159

(16). Bakara Suresi 160

(17). Bakara Suresi 174

(18). Tirmizi, Nesai, Hakim, İbni Hanbel, Bezzar, Şirazi ve İbni Hibban

(19). Hasan, Hakim, Ebu Nuaym, Ukayli, Deylemî, Rafi; Enes Bin Malik yoluyla rivayet ettiler

(20). Deylemî

(21). Et Tenvir şerhi, El Cami Es Sağir

(22). Cuma Suresi 5

(23). Bakara Suresi 166

(24). İsra Suresi 71

(25). Hud Suresi 98

(26). Ahzab Suresi 66-71

(27). Âl-i İmran Suresi 175

(28). Nahl Suresi 99-100)

(29). Nisa Suresi 76

(30). Muhammed Suresi 7

(31). Yunus Suresi 62-64

(32). Gafir/Mümin Suresi 51

Kaynak http://www.kokludegisimdergisi.com/index.php?p=makaleDetay&makale=670


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın