Cumhuriyet, İngilizlerin Arzu Ettiği Bir Rejimdi

Cumhuriyet Rejimi, İngilizlerin Arzu Ettiği Bir Sonuçtu

Dünya Bülteni’nden Asım Öz’ün, D. Mehmet Doğan beyle röportajı

Bu yıl Cumhuriyet’in 90. yıldönümü kutlamaları geçmiş yıllara nazaran daha şaşaalı geçti. Muhafazakâr çevreler, sosyal medyada olsun, mesajlaşmak şeklinde olsun bu bayramı adeta “dinî” bir şevk ve heyecanla kutladılar.

Törenlerde tekrarlanan bildik söylemleri de yabana atmamak lâzım tabii. Daha evvel defalarca sorulan ancak cevap alınmayan “Cumhuriyet kurulurken aslında neler yaşandı” soruları, bir kez daha arandı.

Bu sefer elimizin altında önemli bir kaynak var.

D. Mehmet Doğan’ın yazdığı “Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş” kitabı, Osmanlı Devleti neden yıkıldı, Cumhuriyet neden ve nasıl kuruldu?

Cumhuriyet bir İngiliz projesi olabilir mi?

Millî Mücadele’de halk desteğini ve yaşatıcı değerlerimizi arkasına alarak zafere ulaşan bu yönetim, Cumhuriyet’ten sonra neden halka ve köklü değerlerimize sırt çevirdi? gibi pek çok önemli sorulara cevap veriyor.

Birbirinden ilginç konuların değerlendiği “Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş” kitabında, bu soruların cevabı ile birlikte çok sayıda dokunulmaz konuyu gündeme getiriyor.

“Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş”, bir yönüyle D. Mehmet Doğan’ın 1975 yılında yayınlanan ve “Batılılaşma ve Cumhuriyet döneminin doğru anlaşılması” yönünde ciddi bir tesir uyandıran, Batılılaşma İhaneti” isimli  kitabının devamı niteliğinde. D. Mehmet Doğan’la yeni kitabını konuştuk. (1)

Asım Öz: Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş' kitabını diğer Cumhuriyet tarihi kitaplarından ayıran özellik nedir?

Mehmet Doğan: Türkiye Cumhuriyeti Tarihi kitapları, 1930’larda talimat üzerine siyasiler tarafından üniversitede verilen “İnkılâp Tarihi” derslerinin 1940’larda orta öğretime uygulanması maksadıyla Enver Ziya Karal’ın hazırladığı kitabın geniş ölçüde tekrarı mahiyetindedir.

Orta öğretim seviyesinde düşünülmüştür. “Rejimi tahkim/sağlamlaştırma amacıyla” propaganda amacı güdülmüştür. M. Kemal Paşa’nın Nutuku esas alınarak oluşturulan metinler daha sonra Cumhuriyetin sonraki dönemlerini de içine alacak şekilde genişletilmiştir.

İdeolojik çerçeve hiç değişmemiş, aksine, 1960 ve 1980 darbelerinden sonra daha katılaştırılmıştır. Son olarak 28 Şubat'ta üzerine bir cila daha atılarak parlatılmıştır.

‘TÜRKİYE CUMHURİYETİ TARİHİ’ KİTAPLARININ BİR ELEŞTİRİSİ 

Bu kitapları, gerçek tarih kitabı olarak görmek mümkün değildir. Dönemin, olayların ve şahıs kadrosunun objektif tanımlaması üzerine kurulmuş bir tarih yazımı hiçbir zaman düşünülmemiştir.

Kâzım Karabekir, 1942 yılında Ankara Üniversitesi’nin Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi bünyesinde kurulan Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nün başkanı olan Enver Ziya Karal’ın bu Türkiye Cumhuriyeti Tarihi kitabına döneminde itiraz etmiştir.

Maarif Vekili Hasan Ali Yücel’in makamında 27 Mart 1945’te cereyan eden hadisede Kâzım Karabekir Paşa, Enver Ziya Karal'ın yazdığı kitaba esas kaynak olarak Nutuk' u almasını eleştirmiştir.

Karabekir, Nutuk’un tarafgirane bir metin olduğunu, yakılan kırk kitabından biri olan Nutuk' un Hata ve Sevap Cetveli” nde, Nutuk' taki tüm yanlışları tek tek gösterdiğini belirtmiş, İnkılâp Tarihi’nin seyrinde büyük rolü olan birçok şahsiyetin ve emeklerin yok sayıldığını vurgulamıştır.

Daha sonraki “İnkılâp/devrim Tarihi kitaplarının anası” olan Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin yazarı Karal, Kâzım Karabekir’in eleştirilerine cevap verirken üzerinde durduğu iki nokta önemlidir.

Birincisi, bu kitabın bir Devlet Tarihi olduğudur. Ona göre, Devlet Tarihi’nde olaylar devlet başkanları etrafında toplanır. Bu bütün Devlet Tarihlerinde göze çarpan bir gerçektir.

İkincisi, Klasik bir ders kitabında bir olayın bütün kahramanlarını saymak mümkün değildir. Karal’ın, Karabekir’in tarih kritiğine yer verilmemesi itirazına cevabı da, ders kitabında tarih kritiğine yer verilmeyeceği şeklindedir!

Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş te bu şablonun ötesinde, bir dönem anlatımı esas alınmıştır. Dönem, kişiler, olaylar bütünüyle göz önünde bulundurularak sonuca varılmak istenmiştir.

İster istemez bu metin, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi kitaplarının bir eleştirisi niteliği kazanmıştır. 

Asım Öz: Cumhuriyet fikri, acaba İstiklal Harbi'ne girerken var mıydı? Mustafa Kemal ve İnönü bu amaçta mıydı?

Cumhuriyet fikri, Tanzimat’tan beri aydınların zihninde yer bulmuş, bunu dile getiren ve tartışanlar olmuştur.

Elbette Millî Mücadele’nin yönetici kadrosu da bu görüşlerden haberdardır, muhtemelen bu görüşe yakın duranlar da olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa’nın da bu görüşe sahip olduğu iddia edilmektedir. Bu doğru olabilir. Fakat Paşa, zamanın gereklerini, “konjonktür” ü esas alan gerçekçi bir politika takip etmiştir.

Yani, açıkça Cumhuriyeti savunan beyanları olmamış, aksine konu gündeme geldiğinde, Hilafet ve Saltanatın öneminden bahsetmiş, Brintanya İmparatorluğu gibi, Cumhuriyet olmadan da millî hâkimiyetin sağlanabileceğini müdafaa etmiştir.

İngiltere başta olmak üzere, o dönemin dünya güçleri ise, Türkiye’nin böyle bir yola girmesi için gereken etkiyi uyandırmıştır.

Bu iki şekilde olmuştur:

Birincisi, Osmanlı merkezini çıkmaza sokmak; çaresiz bırakmak. Destek verir gibi yapıp aslında köstek olmak.

İkincisi, buna karşılık Anadolu’da ortaya çıkan yeni iktidar merkezinin önünü açmak.

Osmanlı Devletinin yakılmasını 19. yüzyılın sonunda tasarlayan İngiltere, 1. Dünya Savaşı’ndan sonra bu projeyi kuvveden fiile çıkaracak zemini yakalamıştır.

Tanzimat' tan beri padişahsız bir yönetim arayışında olan bürokratik elit, bunu 2. Meşrutiyet’ ten sonra 5. Mehmed Reşad’ la “etkisiz bir hükümdar“ örneği ile denemiş, Cumhuriyet böylece bu denemenin son merhalesi olmuştur.

CUMHURİYETE GİDEN YOL

Asım Öz: Siz Cumhuriyet'in bir darbe ile ilan edildiğini söylüyorsunuz, bu nasıl gerçekleşti ve tezinizi neye dayandırıyorsunuz?

Cumhuriyetin darbe şeklinde ilan edildiği görüşümün ciddi, sağlam dayanakları vardır. Cumhuriyetin ilanı, konunun ele alınış ve yürütülüş tarzına bakılırsa, “kabine bunalımı”nın arkasına gizlenen bir oldu bitti şeklinde gerçekleştirilmiştir.

Meselenin tartışılması yada bir uzlaşma sonucu ortaya çıkması bir yana, konudan bazı milletvekilleri ile Milli Mücadele'nin önde gelen kumandanları dahi hiç haberdar edilmemiştir.

Rauf Bey, Başbakanlıktan ayrılıp seyahate çıktığı için Ankara'da değildir, Refet Paşa da İstanbul'dadır, Ali Fuat Paşa siyasî hayattan ayrılmış ve 28 Ekim günü yeni görevi olan 2. Ordu müfettişliği’ ne başlamak üzere İstanbul'a gitmiştir.

Millî Mücadele sırasında Şark Cephesi Kumandanı olan ve Erzurum Kongresi'nde verdiği destekle Mustafa Kemal Paşa'nın reis seçilmesini sağlayan Kâzım Karabekir, o sıralar hem mebus ve hem de ordu kumandanıdır. Cumhuriyetin ilanı günlerinde Trabzon'da bulunmaktadır.

Kâzım Karabekir "Mustafa Kemal Paşa, artık muzaffer bir başkumandan sıfatıyla maiyet kumandanlarına Cumhuriyeti dikte ettirmiştir. Dikkate değer mesele Meclis'in 291 azasından rey esnasında sadece 158 inin bulunuşudur.." diyor.

Mustafa Kemal Paşa da Cumhuriyet ilânına nasıl karar verildiğini Nutuk' da şöyle anlatmaktadır:

"Çankaya'ya gitmek üzere Meclis binasını terk ederken, koridorlarda bana intizar etmekte olan Kemaleddin Sami ve Halid Paşa’ lara tesadüf ettim (iki paşanın da kendi maiyet kumandanlarından olduğunu Kâzım Karabekir belirtir)…

Benimle mülakat için geç vakte kadar orada intizarda bulunduklarını anlayınca, onların akşam yemeğine gelmelerini Müdafaa-i Milliye Vekili Kâzım Paşa'ya tebliğ ettim. İsmet Paşa ile Kâzım Paşa'ya ve Fethi Bey'e de Çankaya'ya benimle beraber gelmelerini söyledim.

Çankaya'ya gittiğim zaman orada, beni görmek üzere gelmiş Rize mebusu Fuad, Afyon mebusu Ruşen Eşref beylere tesadüf ettim. Bunları da yemeğe alıkoydum.."

"Yemek esnasında; onlara, yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz, dedim. Hazır bulunan arkadaşlar, derhal fikrime iştirak ettiler.

Yemeği terk ettik. O dakikadan itibaren, suret-i harekat hakkında, kısa bir program tespit ve arkadaşları tavzif ettim/vazifelendirdim. Tespit ettiğim program ve verdiğim talimatın tatbikatını göreceksiniz."

"Efendiler, görüyorsunuz ki, Cumhuriyet ilânına karar vermek için Ankara'da bulunan bütün arkadaşlarımı davet ve onlarla müzakere ve münakaşaya asla lüzum ve ihtiyaç görmedim.

Çünkü onların, zaten ve tabiaten benimle bu hususta hemfikir olduklarına şüphe etmiyordum. Halbuki o esnada Ankara'da bulunmayan bazı zevat, salahiyetleri olmadığı halde, kendilerine haber verilmeden ve rey ve muvafakatleri alınmadan Cumhuriyet’ in ilan edilmiş olmasını vesile-i iğbirar (güceniklik vesilesi) ve iftirak (ayrılık) addettiler."

Gerçekte ise Cumhuriyet’e giden yol, Saltanatın 1 Kasım 1922’de kaldırılması ile açılmıştı.

Bu tarihten itibaren Cumhuriyet’in ilanı her an beklenebilirdi.

2. Meclis, Mustafa Kemal Paşa’nın teklif ve tasvip ettiği milletvekillerinden oluşmuştu. (Tek liste dışı isim Kadirbeyoğlu Zeki Bey dir).

Yani Cumhuriyet, Meclis’in tam kadro kabul edebileceği bir idare şekli idi. Buna rağmen, Cumhuriyet’in ilanı “geniş bir tabana yayılmadan” yapılmıştır.

Cumhuriyet’e evet diyecek, fakat eleştiri getirecek isimlerin dahi katılması istenmemiş, bunlara Meclis’e gelmemeleri hatırlatılmış, hatta bazılarının evlerinin önüne polis dikilmiştir.

Cumhuriyet’in ilan ediliş tarzı, tek adam yönetimi oluşturmak tavrı ile alakalıdır. Cumhuriyet dar bir kadro ile ilan edilmiş, böylece Türkiye’nin yakın dönem ana yönetici ekibi belirlenmiştir. Bu aynı zamanda, birçok önemli ismin Cumhuriyetçi de olsa tasfiyesi anlamına gelmektedir.

MİLLÎ MÜCADELE, SALTANAT VE HİLAFET

Asım Öz: Kurucu irade Hilafet ve Saltanatı kaldırmayı düşünmüşler miydi?

Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücadele’nin başlangıcından itibaren konuşmalarında, vatan ve milletin kurtarılması ile birlikte Hilafet ve Saltanatın kurtarılmasını da savunmuştur. Bu ise Osmanlı Devleti’nin devamı demektir.

Osmanlı Devleti’ni yıkmak düşünülse bile, başlangıçta bunun dile getirilmesi asla mümkün değildir.

Millî Mücadele’nin sonrasındaki anlatımlarında ise bunun tersini iddia eder ve der ki; Baştan itibaren Saltanat ve Hilafetin de hedef alındığı iddiaları temelsizdir..

Milli Mücadele’nin öncü kadrosu, Osmanlı Devleti’nin kurtarılması, Hilafetin ve Meşruti sistemin devamı düşüncesini sonuna kadar muhafaza etmiştir. Fakat oluşan yeni şartlar bu devamı imkânsız kılmıştır.

Asım Öz: İngiltere'nin Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki etkisi nedir?

İngiltere o zaman dünyanın hükümran gücüdür. 19. yüzyılın sonundan itibaren İngilizlerin Rusya’ya yakınlaşması Osmanlı Devleti için tehlike çanlarının çalmaya başladığını göstermektedir.

Bu yakınlaşma paylaşma anlaşmaları ile tahkim edilmiş, sağlama alınmıştır.

Ayrıca, diğer Avrupa güçleri Fransa ve İtalya da işin içine katılmıştır. Osmanlı Devleti mutlaka yıkılacak, mirası paylaşılacaktır. İngiliz literatüründe 1. Dünya Harbi’nin adlandırmalarından biri “Türk Veraset Savaşı” dır. (Türk Mirasını Paylaşım Savaşı)

“Türk Veraset Savaşı” kazanılırken, Rusya’da “Bolşevik İhtilali”nin olması, projede tadilata yol açmıştır. Anadolu ve Doğu Trakya’da Türklerin de bir devletinin olacağı İngiliz yetkililer tarafından açıklanmıştır. Nitekim bu devletin mahiyeti konusunda bazı ipuçları bulmakta mümkündür.

Cumhuriyete geçişin sırf Mustafa Kemal Paşa’nın kendine mahsus dahiyane bir siyaseti olduğu iddiası bütün İnkılap Tarihlerinde yer almaktadır.

Buna karşılık, böyle bir süreç, İngilizler tarafından daha Millî Mücadele’nin başlangıcında görülmekte/öngörülmekte olduğuna dair bilgiler vardır.

Sivas Kongresi’nin hemen akabinde, yeni İngiliz yüksek komiseri Amiral Joan de Robeck’in İngiliz Hariciye Nezareti’ne raporunda şu görüş yer almaktadır: “Mustafa Kemal’in hareketi Anadolu’da müstakil bir Cumhuriyete doğru inkişaf ediyor.” 

CUMHURİYET’E GİDİŞ, İNGİLİZLERİN ARZU ETTİĞİ BİR SONUÇTUR

27 Kasım 1919’da İtilaf Komiseri sıfatıyla Kafkasya ve Doğu Anadolu’da faaliyette bulunan İngiliz Yarbay Alfred Rawlinson’un Erzurum’da Kâzım Karabekir’“Cumhuriyet idaresine geçin, İstanbul’u artık başkent olmaktan çıkarın, İngiltere size yardım edecektir” demesini nasıl yorumlamalıyız? Rawlinson aralarında akrabalık bağı olan İngiltere Hariciye Nazırı Lord Gürzon’a dayanarak şunları söylemiştir:

“Şimdiye kadar Türkiye’de kuvvetli bir hükümet bulunamadığından barış yapılamamıştır. Hakiki İngiliz dostu simalarla anlaşmak istiyoruz. Endişemiz, Türkiye’nin yine bir gün İngiltere’nin düşmanları tarafına geçivermesidir. Padişah bunu yapabilir.

Artık krallık ve imparatorluk modası geçmiştir. (Bunu krallığa bağlı bir ülkenin askeri söylüyor) Millet kendi işini kendi gören Cumhuriyet’e taraftardır. Padişahı, hükümet ve siyasete karıştırmayıp Halife olarak istediği yerde oturmasına taraftar olmalısınız.

İstanbul bir Türk şehri olarak kabul edilmiştir ama Boğazlardan ötürü yabancı asker bulunabilir, Anadolu’nun idaresi ve terakkiye sevki İstanbul’dan imkânsızdır..”

Kâzım Karabekir o zamanki havada bu görüşlere hemen karşı çıkar.

Rawlinson, Yunan’lıların Batı Anadolu’yu elde tutacak yeterli maddi güce ve adama sahip olmadığını, İngiliz kamuoyunun Yunan’lıların aleyhine döndüğünü, nasıl olsa İzmir’den çıkarılacaklarını,

İzmir’den sonra Antalya ve Adana’nın da kolaylıkla tahliye olacağını söyler. Ayrıca Ermeni’lerin de hükümet teşkil edemeyeceğini, Pontus’un gerçekleşemeyeceğini de belirtir.

Aristokrat bir aileye mensup İtilaf Komiseri Alfred Rawlinson’un İngiltere’nin Kafkasya ve Türkiye siyasetini yönlendirme misyonu gizli tutulmuştur. Ağabeyi ise İngiliz Hindistan genel valiliğine kadar yükselmiş önemli bir şahsiyettir.

28 Temmuz'da Mustafa Kemal ile çok faydalı bir görüşme yaptığını söyleyen İ̇ngiliz subayı, bu görüşmenin muhtevası ile ilgili bir ayrıntı vermemiştir.

Ancak Mustafa Kemal'in “Konferans'ta varılacak son ve resmi kararları” kendisine bildireceğine dair söz verdiğine işaret etmiştir.

Cumhuriyet’e gidiş, İngilizlerin Millî Mücadele’nin daha başlangıcında gördüğü ve arzu ettiği bir sonuçtur. Bir adım daha giderek, İngilizlerin Cumhuriyet’e gidişi yönlendirdiğini en azından kolaylaştırıcı şekilde davrandığını söyleyebiliriz.

BATI EMPERYALİZMİ VE ŞARK MESELESİ

Asım Öz: Lozan'da gizli maddelerden bahsedilir, bunların gerçekliği var mı?

Lozan, daha doğru bir adlandırma ile “Yakın Şark İşleri Konferansı”, Batı emperyalizminin Şark Meselesini çözmek iddiası ile topladığı bir konferanstır.

Sonuçta kendi açılarından bu mesele çözülmüştür. Yani Osmanlı Devleti yıkılmış, toprakları emperyalist devletler tarafından paylaşılmıştır.

Osmanlı sadece toprak ve arazi midir? Elbette Osmanlı bunların ötesinde bir varlıktır.

Lozan, Osmanlı’nın fiziki yıkılışı yanında, “manevi yok edilişi” ile ilgili bazı kararları ihtiva etmemeli midir?

Elbette anlaşma metninde bunlar bulunmamaktadır. Fakat Anlaşma sonrası uygulamalar böyle bir kuşkuya yol açmaktadır.

Yeni Türkiye’nin devrimleri, “bizzat işgalci güçler tarafından uygulamaya sokulsa idi” büyük isyanlara yol açardı. Hatta Cumhuriyeti kuran kadro “Türkiye’de bunların olmaması için mücadele edeceğini” ön şart olarak ortaya koymuştur.

Biz, Cumhuriyet’ten sonra olanların makul ve mantıklı açıklamaları yapılıncaya kadar, Lozan’ın gizli mutabakatları olduğunu düşünmekten başka bir yol bulamıyoruz.

Asım Öz: Kitabın içinde bir kronoloji de mevcut. Kronolojiler genelde ya başta ya sonda olur, sizinki ortada. Bu okunabilir bir kronoloji mi?

Bu konu üzerinde çalışırken elbette kronoloji kitaplarına çokça başvurdum. Fakat bunların yetersiz ve sakat olduğunu gördüm. Aynı Cumhuriyet Tarihi kitapları gibi.

Dolayısıyla, kitabın kendi kronolojisini oluşturmak mecburiyetinde kaldım. Sadece bizim hazırladığımız zaman sırası, yani kronoloji okunarak dönemin daha doğru kavranabilir düşüncesindeyim.

MEDENİYET DEĞİŞİKLİĞİ PROJESİ OLARAK HARF İNKILÂBI 

Asım Öz: Harf veya dil devriminin amacı neydi size göre? Uluslararası bir etki oldu mu bu konuda?

Bunu ispat etmek mümkün değil. Fakat harf inkılabı ve onun devamı olan dil devrimi, kesinlikle bir medeniyet değişikliği projesidir.

Türkiye’nin köklerinden koparılması, zihin kodlarının değiştirilmesi projesidir. Bir ülke bunu gönüllü olarak da yapabilir. Kesin bir mağlubiyete uğramak şartıyla… Fakat ne acıdır ki biz kendimizi galip addediyoruz!

20. Yüzyılda köklü milletlerden “Türkler hariç” alfabe değiştirmeye kalkışan kimse olmamıştır. Bunun daha önce Sovyet sistemi içindeki Türklere uygulandığını da unutmamalıyız.

Sovyet sınırları içindeki Türkiler önce “Latin Grafikası”na geçirilmiş, sonra da her bir lehçe için farklı “Kiril Alfabeleri” yapılmıştır.

Asım Öz: Cumhuriyet projesi gelinen 90 yılda "tuttu mu"?

Cumhuriyet, eğer Demokratik bir sisteme geçilmese idi, asla tutmazdı. Demokrasi ve seçimler Cumhuriyete hayatiyet kazandırdı. Halkın kendi gücünü ortaya koyması, yönetimi en azından değiştirebilmesi, sonuçta etkili oldu.

Asım Öz: Cumhuriyet projesinin başından sonuna kadar tarihimizin ruhuna, milletin özüne uygun, o hassasiyeti öne alan icraatları var mı?

Türkiye Cumhuriyeti başlangıçta oryantalist ilkelere göre işleyen bir Doğu Cumhuriyeti idi. Onun milliliği, yerliliği ancak bu çerçevede görülebilir.

Halkın devrede olmadığı özellikle tek parti döneminde bu böyle idi.

Çok partili hayat geçtikten sonra, halkın hesaba katılması, halka dayanarak iktidara gelen liderlerin farklı uygulamalara yönelmesine zemin hazırladı.

Menderes’ten itibaren “sağ” liderler, “Öze Dönüş”le ilgili çok ölçülü adımlar attılar. Eğitimin 1950’ten itibaren gerçek anlamda yaygınlaştırılması, modeli zorlayan yenli aydınların yetişmesine imkân sağladı. Cumhuriyet bugün ancak, sadece muhteva değişikliği ile kabullenilen bir sistem durumundadır.

(1)  D. Mehmet Doğan, Türkiye Cumhuriyeti Tarihine Giriş, Yazar Yayınları, Ankara, 2013, 476 sayfa.

Kaynak:http://islamvehayat.com/8803_cumhuriyet-rejimi-ingilizlerin-arzu-ettigi-bir-sonuctu.html

ÖNEMLİ BİR NOT: Konu ile alakalı olduğu için aşağıdaki Linkte bulunan makaleyi de okumanızda fayda var.

Link: https://bekiryetginbal.com/cumhuriyete-evet-cumhuriyete-hayir/

 

 

 

 

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın