Cuma Namazı İstismarının Arkasında Ne var ve Kimler var?

Cuma Namazı İstismarının Arkasında Ne var ve Kimler var?

Bizleri yoktan var eden Rabbimiz Allah-u Teâla’ya sonsuz hamd’u senalar olsun. Salat ve selam olsun ölçümüz, örneğimiz, efendimiz, ilk Devlet Başkanımız Muhammed Mustafa’ya..

BİR HABER:

Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün dün yayımladığı Cuma hutbesinde çalışma saatlerinin Cuma namazı saatlerine göre ayarlanması gerektiği ifade edildi.

Hutbede, “Çalışanlarımızın ve öğrenci kardeşlerimizin en önemli farz ibadetlerinden birisi olan Cuma namazını eda edebilmelerine yardımcı olalım. İş yerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders programlarını Cuma namazının vaktine göre düzenleyelim. Unutmayalım ki ibadet özgürlüğü ve insan haklarına riayet bunu gerektirir” ifadeleri yer aldı.

Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan hutbelerin son olarak Erbaş’ın kontrolünden geçtiğini belirten Başkanlık kaynakları,

“Hutbedeki bu tartışmalı ifadelerin orijinal metinde olmadığını, Erbaş’ın isteği üzerine sonradan hutbeye eklendiğini” öne sürdü.

Eski Din Hizmetleri Genel Müdürü Bünyamin Albayrak, 2022’de hutbelerin nasıl hazırlandığına ilişkin bir soruya;

“Önce uzman arkadaşlarımız sonra daire başkanı uzmanlarla beraber çalışır. Daha sonra genel müdürlük daire başkanlarını da katarak bir üst gözle inceler. Konu bizden sonra başkan yardımcısına ve oradan da Diyanet İşleri başkanımıza gider. Başkan okur, varsa tashihleri veya değiştirilecek yerleri belirterek tekrar bize gönderir” yanıtını vermişti. (Kaynak: 05.08.2023 – Gazeteler)

Sevgili kardeşlerim haberin içeriği bu.

Her konuda olduğu gibi “Cuma namazı istismarının arkasında ne var ve kimler var?” konusunda da doğru ve isabetli bir tespit yapabilmek, vakıayı “Dosdoğru Okumaya” bağlıdır.

Aynı; birbirine çok benzemesine rağmen, Kurt ile Köpek vakıalarını “Doğru okumak” gibi..

Cuma namazı meselesi ya da dini konulara giren nice meseleler, 100 yıllık Cumhuriyet tarihi boyunca hep Demokratik Laik Kemalist Kapitalist bu “Devletin kontrolünde” ele alınmış ve yönlendirilmiştir.

Niçin buna gerek duyulmuştur?

Konuyu dört dörtlük idrak etmek ve kalben de mutmain olmak için. 100. Yaşına giren Kemalist Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ nin kuruluş öncesi temel dinamiklerine ve yakın tarihe çok çok iyi vakıf olmamız lazım.

Osmanlı İslam Devleti’nin başkenti İSTANBUL da olduğu gibi İZMİR de de yaşayan Yahudi aileler vardı.

Bu ailelerden birinin çocuğu olarak 1626 yılında İZMİR de doğan ve 40 yaşında vefat eden SABETAY SEVİ, 22 yaşına geldiğinde diğer Yahudilerden çok farklı bir iddiada bulundu ve kendisini yeni MESİH ilan etti.

Onun bu hareketi ve taraftar toplamaya da başlaması şehirdeki Yahudi cemaati ve Hahamlarını çok çok rahatsız etti ve durumu Payitahta bildirdiler.

İstanbul’a getirilen, ifadesi alınan ve “Kendi dininde bir Mürted” olduğu görülen Sabetay Sevi hakkında İDAM kararı verildi..

Bu sahte Mesih / Peygamber baktı ki kelle gidecek, paçayı kurtarmak için hemen Kelime-i Şahadet getirdi ve MEHMET ZİHNİ adını aldığını söyledi..

Bunun üzerine “Zahire göre” hüküm verildi ve serbest bırakıldı.

Bu aşamadan sonra Sabetay Sevi kendine iman edenlere dedi ki:

“Siz de benim gibi yapın.. Müslüman olduğunuzu gösterin, ikinci isminiz de Müslüman adı olsun AMA ‘bana iman ve teslimiyete de’ devam edin..”

İşte bu ikiyüzlü adama iman eden bu gün milyonlarca Sebatayist vardır.

Bilahare İzmir’den SELANİK’ e göç eden ve bu şehri kendisi için “Merkez Üs” edinen Sabetay Sevi ve adamları Osmanlı’yı içten içe kemiren bir haşere, bir kurtçuk oldu.

Avrupa da çeşitli Üniversitelerde yüksek tahsil gören müritlerini Osmanlı’nın birçok Devlet kademelerine yerleştirdiler ve Osmanlı İslam Devleti’ nin yıkılmasında başrol oynayanlardan oldular.

Başrolleri bununla da sınırlı kalmadı.

Bu kadrolardaki kişiler, Türkiye Cumhuriyeti kurucu kadroları ve hükümetleri için de en üst düzey yöneticiler, hâkimler, Prof’lar ve komutanlar oldular.

Size en basitinden bir örnek vereyim.

Türkiye Cumhuriyeti’nin 14 Mayıs 1948 de kurulan İşgalci İsrail’in kuruluşundan yaklaşık 315 gün sonra alel acele “Bir Devlet olarak tanınması..” adına 24 Mart 1949 tarihli Bakanlar Kurulu kararı altında imzası bulunan 16 Bakanlar Kurulu üyesinden 11 tanesi Sabetaycılarla akrabalık zinciri bulunan isimlerdir.

Anladınız değil mi nasıl bir nüfuz sahibi olduklarını? Peki, bunları niçin size anlattım şimdi de ona geleyim.

Osmanlı İslam Devleti’ ni parçalama ve yıkma uğrunda “Sömürgeci kâfirlerin gayretlerini” incelediğimizde,

Balkanlarda Osmanlıya karşı, Sömürgeci kâfirlerle iş tutan Sırp, Bulgar, Arnavut ve Yunan Milliyetçi çetelerini görürüz.

Keza Ermeni ve Arap Milliyetçileri de onların safındadır.. Payitahttaki “İttihat ve Terakki” ve dahi “Jön Türkler” namıyla meşhur “Türk Milliyetçileri” de vardır.

İzmir’de ortaya çıkan ve Selanik’e üslenip burayı bir “Sıçrama Tahtası” olarak kullanan “Sabetaycı Beyaz Türkler(!)” Türk Milliyetçiliğini kendilerine gaye edinmişlerdir.

Niçin Selanik?

Cevabı gayet basit.. Selanik;  İstanbul’a kuşbakışı 450-500 km mesafede.. Sola baksan sömürgeci Avrupa’nın giriş kapısı, sağa baksan Payitaht İstanbul..

Arada tam bir köprü yani..

Bu gün İslam âleminin dört bir tarafındaki “Kavmiyetçi ve Milliyetçi” bu tür yapılanmalara baktığımızda, bunların “İslam’ın özü ile” hiçbir alakasının olmadığı gibi, Perde arkasında başka “Karanlık ellerin” varlığına şahit oluyoruz.

Örneğin komşumuz Suriye’de Arap Milliyetçiliğinin bayraktarı “Nuseyriler”, Mısır’da “Kıpti Hıristiyan Arap Milliyetçileri”, Lübnan’da Arap Milliyetçiliğinin fikir babalarından “Ortodoks Hristiyan Mişel Eflak”, İran Fars Milliyetçiliğinin alt yapısının sahibi “Mecusiler..”

Tüm bu Kavmiyetçi & Milliyetçi Siyasi hareketler, Osmanlı toplumundaki “Fikri Gerileme” ve “İslami anlayış, Düşünce ve Ölçülerden” çok çok uzaklaşma nedeniyle, kendilerine icabet edebilecek bol bol hainler bulabildiler.

Sabetayistlerin en meşhurlarından “Şemsi Efendi” 1880’li yılların sonunda Selanik’te bir okul açtı ve adını FEVZİYE MEKTEPLERİ koydu. Binlerce talebe yetiştirdi ve mezun etti..

Buradan mezun ettiği talebelerinden birisi de Mustafa Kemal idi. Yani Demokratik Laik Kapitalist Cumhuriyeti kuran kadroların kilit isimlerinden ve ilk Cumhurbaşkanı..

Sonraki yıllarda Batı hayranı bu kadro, kendileri için bir vitrin belirleyip adına KEMALİZM dediler, bir kurucu sembol isim belirleyip adına ATATÜRK ve Ona atfettikleri bir kitap olarak da NUTUK ismini verdiler..

Ve bu kadrolar, sembol liderin vefatından sonra onun adına Atina’da bulunan PARTHENON TAPINAĞINDAN esinlenen, biraz da ona benzeyen ANITSAL BİR KABİR yaptırıp, na’şını 1953 de buraya taşıdılar.

Bu Anıtsal Kabri ziyaret; Cumhuriyet tarihi boyunca adeta bu kadrolara “Görev sürem boyunca SİZE sadakat ve bağlılık göstereceğim..” demenin zımnen itiraf mekanı oldu.

Zaten gelecek nesillere de bunu dedirtmek için inşa edilen bir “Siyasi Mekân” olarak varlığı devam ettirilmekte diye düşünüyorum.

Sözün özü, “Maskeli Balo” da herkes, “Sarı saçlı Mavi gözlü” olmak zorunda.. Yoksa ona, bu Demokratik siyasi arenada “Dans / Siyaset” YAPTIRMAZLAR.

İşte bu bilgilerin ışığında Türkiye’deki DEVLET VAKIASINA kuşbakışı bir bakışla baktığımızda TÜM ÇIPLAKLIĞI İLE görülen şey, Türkiye’de 2 iktidar vardır:

A: Hakiki iktidar: “DEVLET AKLI ve DEVLET İRADESİ” diye tanımladığımız ama herkesin görüp hissedemediği bir iradedir.

B: Geçici iktidar: Başbakandır, Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu üyeleri, Meclis ve Anayasa Mahkemesidir.

Fiiliyatta da hepimizin şahit olduğu şey; “Hakiki İktidar yani Devlet bir Hancı, Başbakan, Cumhurbaşkanları vs. yani ‘Kendisine Geçici iktidar emanet edilenler’ ise birer yolcudur.”

Cumhuriyet kurulduğundan bu güne kimin Başbakan, Bakan ya da Cumhurbaşkanı olacağına hep “Hakiki İktidar” karar vermiştir, bundan sonra da son kararı yine O verecektir.

Benim burada sizlere “Hakiki İktidar” dediğim kadrolar, SELANİK’i bir “Siyasi Üs” edinen ve nihai amaçlarına ulaşan kadrolardır.

İşte bu kadrolar CHP milletvekili ADNAN MENDERES’ e yeni bir parti kurdurdu, iktidara getirdi ve onun eliyle birçok İSLAMİ MAKYAJLARA başladı.

Menderes’ li Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950 seçimlerini kazanıp iktidara geldiğinde, yaptığı ilk icraatlardan birisi, İKTİDARININ daha “İlk Ayında” 18 yıl boyunca aslına uygun olarak okutulması yasaklanan ezanı tekrar Arapça okutmaya başladı.

İktidarın iki ayı dolmadan da radyoda “Dini Program Yasağı” kaldırıldı ve haftada iki gün Kur’an okunması başlatıldı.

Cumhuriyet Halk Partisi’nin sattığı 800 camiye karşı, Menderes’ li Demokrat Parti iktidarının “ilk yedi yılında” 1500 yeni cami inşa edildi.

19 adet İmam Hatip Okulu ve Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir “Yüksek İslâm Enstitüsü” açıldı.

1923 den 1950 yılına kadar, İslami kimlikleri nedeniyle ezilen, horlanan, Jandarma dipçikleriyle dövülen, “Hilafetin geri iadesini istediği için” idam edilen onbinlerce insan, korkudan tir tir titreyen ve sindirilen Türkiye’ li Müslümanlar Adnan Menderes’ in bu icraatlarını görünce onu bir kurtarıcı sandılar.

Bu nedenle, Bediüzzaman Said Nursi bile, çok partili hayata geçişle birlikte siyasetle fikren alâkadar oldu, Demokratları ve Menderes’i açık bir şekilde destekleyerek talebelerini de bu doğrultuda yönlendirdi.

Bütün bu icraatlar, “Hakiki İktidara Rağmen” ortaya konmuş icraatlar değil, BİLAKİS “Hakiki İktidarın” İCAZET ve OLURU ile ortaya konulmuş icraatlardır.

Keza Süleyman Demirel ve Turgut Özal dönemleri de aynı minvalde cereyan etmiş, Türkiye halkı onları da bir kahraman, bir kurtarıcı olarak bağrına basmıştır.

Özal’ın cenaze konvoyu Vatan Caddesinden halkın omuzlarında ANIT MEZARINA götürülürken, ben de bir binanın penceresinden bu konvoyu seyrediyordum. Şu pankart dikkatimi çekmişti: “DİNDAR CUMHURBAŞKANIMIZ..”

“Hakiki İktidar” yani Selanik’ ten gelen ve Özal’ın da Cumhurbaşkanı olmasına izin veren kadrolar, NİÇİN onu da Menderes’ in Anıt Mezarı yanına yaptırdıkları bir başka ANIT MEZARA gömdürdüler hiç düşündük mü?

Çünkü kendilerine ve Demokrasiye çok çok hizmet etmiş, halkı DEMOKRASİ KOLİK yapmış bu iki liderin bir şekilde ödüllendirilmesi gerekiyordu, böylelikle ödüllendirildiler.

Aynı Çoban Sülü dedikleri Süleyman Demirel’ e yapılan DEVASA Anıt Mezar gibi.

Bu günün “Hakiki İktidarı”, yakın bir gelecekte vefat edecek bir Cumhurbaşkanını da, Osmanlı Sultanlarına atfen, 6 minareli Çamlıca Camii avlusunda yaptıracağı bir Anıt Mezara defnettirir ise hiç şaşırmayacağım.

2000’ li yıllar, 1950’ li Menderes ve sonrası yıllara göre çok çok daha fazla İSLAMİ MAKYAJLI dâhili ve harici siyasetlere sahne oldu.

Hemen her partiden Siyasi Liderler, “Hac ve Umre ziyaretlerini” medya ordusu eşliğinde gerçekleştirdiler.

ABD’den Afrika’ya, Kafkaslardan Balkanlara, Avrupa’ dan Asya’ya TİKA (Türk İşbirliği ve Koordinasyon Başkanlığı) marifetiyle onlarca Osmanlı tarzı SELATİN CAMİLERİ yaptırıldı. (Selatin; Osmanlı sultanların yaptırdıkları kubbeli devasa camii modeli)

Keza Türkiye içindeki Osmanlı eserleri ve camileri restore edildi. Birçok şehirde, özellikle de İstanbul’da, Ankara’da Çamlıca camii, Taksim Camii, Barbaros Hayrettin Paşa Cami, Melike Hatun camii vs gibi nice ihtişamlı camiler yapıldı.

Keza Ayasofya Camiinin tekrar ibadete açılmasına da “Hakiki İktidar” izin verdi. Peki, niçin bu dönemde izin verdi, bu apayrı bir siyasi tahlil ve yorum konusudur.

Sonra başörtüsü serbestisi, kamuda görevli bayan asker ve polisler dahil herkese bu hakkın tanınması, İmam Hatip Liselerinin tekrar önünün açılması vs.. konular bu dönemin uygulamalarıdır.

Her ne kadar insanlar “Bu uygulamalar mevcut Cumhurbaşkanı sayesinde oldu..” sansa da ben böyle düşünmüyorum.

Şimdi gelelim bu günün güncel hutbe konusu CUMA NAMAZI meselesine..

Ne demişti Diyanet yani ALİ ERBAŞ:

“Çalışanlarımızın ve öğrenci kardeşlerimizin en önemli farz ibadetlerinden birisi olan Cuma namazını eda edebilmelerine yardımcı olalım. İş yerlerimizdeki mesai saatlerini, okullarımızdaki ders programlarını Cuma namazının vaktine göre düzenleyelim…”

Aslında bu hutbede paylaşılan şey, sadece Cuma namazı için Mesai saatlerinin düzenlenmesi meselesi değildir.

“Hakiki İktidar” anladığım kadarıyla belki yakın bir gelecekte CUMA gününü RESMİ TATİL edecek. Bu düzenleme yapılmadan önce bir KAMUOYU OLUŞTURULMASI lazım ki akabinde de bu iş tahakkuk etsin.

Bunu belki Mart 2024 YEREL SEÇİMLER öncesi için şimdiden tartışmaya açtılar. Çünkü böyle bir şey, kendilerine İKTİDARI EMANET ETTİKLERİ parti ve liderine çok çok puan kazandırabilir.

Nitekim birçok İslami cemaat (!) ve lideri bu habere çocuklar gibi sevindiler ve dört gözle bekliyorlar.

Sözün özü; Cuma gününün Resmi Tatil ilan edilmesi düşüncesi, ne Erbaş’ın ne de Erdoğan’ın fikridir.. Onu ortaya koyan perde arkasındaki bu iradedir diye düşünüyorum.

Peki, İslam tatbik edilmiyor, Kur’an ve Sünnet rafa kaldırılmış, İslam’ın “İ” si bile söz konusu değil iken bunun nesine seviniyorsunuz ey Müslümanlar?

Niçin seviniyorlar bunu ben size bir örnekle izah edeyim güzel insanlar. Bu örnek belki biraz “uç örnek” olacak ama beni mazur göreceğinize inanıyorum.

Bir varmış bir yokmuş diye başlıyor hikaye.. Fi tarihinde silahlı eşkıyalar dağlarda kol geziyor, geleni gideni soyuyorlarmış.

Derken bir gün bu eşkıyalar, 20 kişilik bir kafile ile karşılaşmışlar, onların ellerinde ne var ne yok almışlar..

Eşkıyanın başı adamlarına demiş ki; “Donları da dahil olmak üzere, üstlerindeki tüm elbiselerini de alın..” Emir hemen infaz edilmiş, kafile “Anadan Üryan” orta yerde kalmış.

Kafile içinden biraz  medeni cesareti olan birisi, Eşkıya başına yalvarmış ve demiş ki: “Beyim, hiç olmazsa şu donlarımızı geri verin de avret yerlerimizi örtelim..”

Eşkıya başının yeni talimatı ile donlarına kavuşan insanlar başlamışlar: “Beyim Allah senden razı olsun, Allah ne muradın varsa versin, Allah seni başımızdan eksik etmesin..” demeye..

Hikâye bu kadar kardeşlerim.

1950 den bu güne kadar uzanan süreçte “Hakiki İktidarın görevlendirdiği memurların” halka bahşettiği (!) lütfettiği (!), cömertçe ikram ettiği (!) bu İSLAMİ (!) icraatlar maalesef Türkiye halkını çok çok mutlu etmekte..

Bu bağlamda 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin “Aday Adayını” şimdiden belirlediğini düşündüğüm “Hakiki İktidar”, O günler yaklaşırken ya da 2028 seçimleri sonrasında, Osmanlı Hanedanından, 2. Abdülhamid Hanın torunlarından birisini; ÇAKMA, “Papa gibi” bir Halife adayı olarak ortaya çıkarırsa buna hiç mi hiç şaşırmayacağım.

Onlar için asıl olan Demokratik, Laik, Kemalist Kapitalist düzenlerinin devamıdır.. “İslam maskeli, İslam makyajlı ve İslam soslu siyaseti” bu halk YUTTUĞU / TUTTUĞU sürece bu böylece devam eder gider diye düşünüyorum.

Bu nedenle; İSLAM AKİDESİ temeline dayanan, bir “Fikri ve Siyasi kalkınmayı” gerçekleştiremediğimiz, toplumu bu minvalde dönüştüremediğimiz ve bu esas üzere İslami bir siyasi varlık yani İslami bir Devlet inşa edemediğimiz sürece bu DEVERAN böylece devam edecektir Allah muhafaza.

Ne zaman ki; Dünyanın herhangi bir yerinde, Allah’ın Kitabı Kur’an-ı ve Rasulullah (sas) efendimizin Sünnetini “Hâkim, hakem ve hükümran kılacak” bu vasıflara sahip yeni bir Devlet ikame ederiz, işte o zaman bu zillet ve bu aldatmacalar son bulur.

Ey mülkün sahibi ve alemlerin Rabbi olan şanı yüce Rabbim..

Ne olur bize Senin kitabın Kur’an’ı ve Senin Rasulün Muhammed Mustafa’nın Sünnetini esas alan, İSLAM ANAYASASI ve KANUNLARINI Dâhili ve Harici siyasetinde tatbik edecek “İslami bir Devleti” en kısa zamanda nasip eyle..

“Ey Rabbim, bu makalemi okuyan, anlayan, benimseyen ve paylaşan tüm Müslümanlara, son nefeslerine kadar şahit, son nefeslerinde, özellikle de İSLAM DEVLETİ içinde şehit olmayı nasip eyle..” Amin amin

Bekir Yetginbal – 12 Ağustos 2023


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın