Çocukları Putperest ve Allah Yokmuş Gibi Yetiştirme Eğitim Siyaseti
Çocukları Putperest ve Allah Yokmuş Gibi Yetiştirme Eğitim Siyaseti
YENİ NESİLDEN ŞİKÂYETÇİ OLANLAR..
ALLAH’IN HÜKMÜNE UYMAYAN YÖNETİMLERİNE, BATIL HAYATLARINA, SEKÜLER EĞİTİM SİSTEMLERİNE, ÇOCUKLARININ NASIL PUTPEREST ve ALLAH YOKMUŞ GİBİ YETİŞTİRİLDİĞİNE BAKSINLAR. EĞER BİR ŞEY GÖREMİYORLARSA ZATEN BAKMALARINA DA GEREK YOKTUR..
Yazan Ahmet Tombak
Toplumda eski nesil, genellikle yeni nesli suçlayıcı bir üslup ile “Ahhh bizim zamanımızda şöyleydi..” diye bir cümle ile söze başlar ve gençlerin azgınlığından şikayet ederler.
Peki, bu gençler kimin elinde büyüdü, maddi ve manevi olarak ne ile beslendi, çocukluktan itibaren “Tevhid ve Şirk” bağlamında “İtikadi bir bilinç ve ahlak” öğretildi mi?
Bunu sorarken, bir tarafı ya da kişiyi “suçlu veya yanlış” olarak itham ederek yazmıyorum..
Bildiğimiz gibi, Hz. Adem ile Hz. Nuh gibi “Ulul azm Resullerin” çocukları bile asi kişiler olmuşlardır…
Bazılarının eşleri asi olmuşlardır… Bu resuller doğru bir usul üzere olsalar da netice olarak çocuklar hidayete tabi olmayabilirler ve burada resuller bir anne ve baba olarak mesul değildirler..
Resulullah (sav)’in soy ağacı Hz. Adem (as)’e kadar temiz olarak bilinmektedir, bu gerçekten çok anlamlıdır.
Bizler aciz kullarız, nerden geldiğini bilmediğimiz atalarımızın bu günkü yaşayan soyu olarak birçok asi ve günahkârın bilmem kaçıncı kuşaktan torunları da olabilecek kişileriz.
Hangi soydan geldiğimiz ve soyumuzun doğru bir çizgide olması anlamlı ve önemlidir.
Soydan gelen hataların neticeleri çocuklar üzerinden bir imtihan sebebi, vesilesi olabilir.
Zira Allah kullarını kendi elleri ile işledikleri, yaşadıkları ve buna bağlı olarak başlarına gelen bela ve musibetlerle de dener. Allah yine de çoğunu affedeceğini beyan eder. (Şura suresi: 30)
Allah bununla beraber kişiyi, malların az veya çokluğu, kar veya zarara uğranılacak ticaret, kavmi, eş veya çocuklarıyla yaşatacağı sıkıntılar ile de dener..
“De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, hanımlarınız, aşiretiniz (hısım, akrabanız), kazandığınız mallar, zarara uğramasından korktuğunuz ticaret ve hoşunuza giden meskenler sizin için Allah’tan, Resulü’nden ve O’nun yolunda cihat etmekten daha (kıymetliyse/değerliyse) sevimliyse artık Allah’ın (azap) emri gelinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğuna yardım etmez.” (Tevbe suresi 24)
Allah (cc); Tegabun suresi 14.15.16. ayetlerde;
﴾14) “Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan da size düşman olanlar vardır, onlardan sakının. Ama affeder, hoşgörülü ve bağışlayıcı davranırsanız, şüphesiz Allah da çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir. “
﴾15) “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük mükâfat ise Allah’ın katındadır.”
﴾16) “O halde gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının; dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olmak üzere başkaları için harcayın. Kim nefsinin bencilliğinden korunursa işte kurtuluşa erecekler onlardır.” diye buyurur…
Bunlar rahmani bir denenmedir ve takvaya sebeptir. Resullerin bir çoğu en büyük sıkıntılarla denenmişler ve örnek olmuşlardır..
Allah (cc); 15. Ayette; “Mallarınız ve çocuklarınız sizin için ancak bir imtihandır; büyük mükâfat ise Allah’ın katındadır” der.
Ayet çok manidardır.. Büyük mükafat bu imtihanda yapmamız gerekenleri yapmakla elde edilebilir..
O halde nedir bu.. 16. ayette; “O halde gücünüz yettiğince Allah’a saygısızlıktan sakının; dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğinize olmak üzere başkaları için harcayın. Kim nefsinin bencilliğinden korunursa işte kurtuluşa erecekler onlardır.”
Gerçekten ayet insanı önce kendisine bakmaya davet etmektedir. Yani çocuklarla imtihan ediliyorsak…
Allah’a saygısızlıktan sakınacak; dinleyip, itaat edecek ve başkaları için harcayacağız ki, bu tavrımız kendi iyiliğimize olsun…
Allah (cc), çocuklarımızla imtihan oluyorsak, bunun sebepleri öncelikle çocuklardadır demiyor, çocukları o hale getiren başka şeylerden bahsediyor..
Resulullah (sav) şöyle buyuruyor;
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar. Sonra, anne-babası onu hristiyan, yahudi veya mecusi yapar.” (Buhârî, cenâiz 92; Ebû Dâvut, sünne 17; Tirmizî, kader 5)
O halde böyle sıkıntıların en doğru şekilde halli için önce atası olarak kendimizin yapacaklarının olduğunu ifade eden ayetin gereğince hareket etmeliyiz. Ayet anne ve baba olarak ne yapacaklarımızı beyan etmektedir.
Bu da gösterir ki, çocukların yanlışlarında öncelikle atası yani üst soyu sorumludur ve sorunu öncelikle usul olan soyda aramak gereklidir. Bunun için yakın olanlardan yukarı doğru gidebiliriz.
Ailede babanın ve annenin ataları yani dede ve ninelerin dahil olduğu bir ailenin varlığını düşünürsek, torunların hayatlarında dede ve ninelerin ne kadar müsbet veya menfi anlamları olabileceğini de görürüz..
Çocuklar büyüklerini örnek aldıkları gibi onların adeta hayatlarını kopyalar, amellerinden de etkilenirler.
Bu durum işlenen yanlışların cezasını çocukların çekmeyeceği kaidesi ile ilgili değildir.
Zira bu halde yaşanılan sıkıntı ve rahatsızlıklar başkasının hatasının cezasını çekme değildir.
Basit bir örnek verirsek, biyolojik beden üzerinde çeşitli şekillerde zarar veren alkol, bedensel kontrolü bozucu, bağımlılık yapıcı veya uyuşturucu etkisi olan onlarca değişik maddeleri kullanan anne ve babanın çocukları doğumdan itibaren bunun menfi etkileri ile doğarlar ve bazılar çok ağır rahatsızlıklarda yaşayabilirler.
Çocuklarda görülen bazı mikrobik rahatsızlıklar da soyun işlediği günah eylemi olan hatalardan dolayı olabilir.
Yine nefsani hataların yani günahların negatif enerjilerin yolunu da açtığı ve bu yönde maruziyetlerin yaşanması ve bunun soya intikal etmesi de muhtemeldir..
İnsanlar genellikle ırsi diyerek bu durumu genel bir ifade ile anlatmaya ve anlamlandırmaya çalışırlar, lakin bu yaşanılanlar, Allah’ın takdiri, dilemesi, Sünnetullah üzere gerçekleşirken şeri açıdan daha ilmi, hikmet üzere detaylı anlamları olan ve doğru anlaşılması gereken durumlardır.
Bu durum asla anne ve babanın işlediği günah eyleminin cezası olarak değerlendirilemez. Ama çocukları bu durumları soylarından dolayı yaşarlar..
Burada insanın hataları, günahları işlemekle kendi elleriyle dizayn ederek yaşadığı bir hayat vardır.
Bu Allah’ın emri dışına çıkılarak fesada verilerek kurulan yeni bir hayat düzenidir ve bu düzen insan aklı ile işletilmiş yanlış ve hatalarla dolu beşeri bir kurgu ve düzenlemedir..
Çağdaş insan ve sistemler bu ifsad edici temelde işlerler.
Bu hayatın aslında, özünde Allah’ın hükmü değil, kulların tercihleri geçerlidir. O halde bunun neticesi olarak başımıza gelenler kendi ellerimizin kazandıklarıdır. Allah yine de çoğunu affedeceğini beyan eder. (Şura suresi: 30)
Çerçeveyi Tevhid itikadı esasında ortaya koyduktan sonra…
İşlenen hataların nesli de fesada vereceği ve rüzgar ekenlerin zamanla fırtına biçecekleri de kesindir..
Kendi elleri ile çocuklarını putperest bir eğitim ile yetiştiren cahiliyenin eline terk edenlerin, ileride daha farklı ve daha büyük bir çok sapmaları yaşayacakları da muhtemeldir..
Bu konuda öncelikle çocukların bilgilendirilmesi, Hakkın öğretilmesi ve şirkten sakındırılması anne ve babanın görevidir.
Anne ve baba bunu yapmadan seküler putperest eğitime kalkansız olarak gönderdikleri çocuklarından bir salih ve saliha çıkmasını, muttaki, muhlis evlatlar yetişmesini bekleyebilirler mi?
Misalen, sigara içilen bir ortamda uzun yıllar beraber yaşayanlardan en çok zararı göreceklerin sigara içmeyenler olduğu bilimsel olarak tespit edilmiştir.
Soyumuzda yapılan hataların yeni nesille ilgisi olamaz, demenin şeri bir dayanağı olmadığı gibi biyolojik beden olarak yaşanılan gerçeklere de uymadığı bilinmelidir.
Aksine soydan gelen hataların yeni nesilde tezahürünün olduğu ve bunun şeri olarak soyun işlediği günahın cezasını çekmek değil, o ailenin kurduğu ve işleterek her türlü düşünce ve eylemlerine entegre ettiği yanlışların artık soy üzerinde de devam eder hale gelmesidir.
Eğer işlenen hata daha geniş ve yaygın olarak işlenen ve artık herkesin normali haline gelmiş bir yanlış ise, o yanlışın, hatanın büyüklüğüne göre toplumun hepsinin toptan fesada uğraması da söz konudur.
Bugün LGBT’ yi savunanlar, dün beşeri seküler düzenleri de savunuyorlardı. (LGBT? Bazı kelimelerin baş harflerin birleştirilmesi ile ortaya çıkan bir tanımlamadır. L: Lezbiyen, G: Gay, B: Biseksuel, T: Transgender demektir)
Allah’ın hükümlerini, yasak ve emirlerini red ediyor, özgür yaşamayı ve namus kavramının ilkel olduğunu da savunuyorlardı.
Günahlar, kötülükler içselleştirildi, benimsendi, kanıksandı, yani kavminin fertlerine irsi olarak yerleşti ve bu yeni davranış kalıbına göre oluşturulan ahlaksızlıklar, yeni bir insan tipi ve ahlakı olarak her şeyde açığa çıkmaya başladı.
İnsanlar isyan ve günah işlemekte o kadar azmışlardır ki, maalesef yanlışı, günaha sessiz kalmakla beraber korur ve savunur hale de gelmişlerdir.
Mesela Hz. Lut’un helak olan eşinin durumu gibi.. Daha büyük ve çok bariz bir örnek verirsek..
Melun kavim İsrail oğulları lanetlenmişlerdir. Zira artık ıslah olamayacak kadar azmışlardır..
Şimdi ilk lanetlenen kim veya kimler ise onlar lanetlidir yani sadece onlar lanetlenmeliydi, onların soyu tüm Yahudiler neden bu lanetlenme ile muhatap oldular ve Allah’ın rahmetinden mahrum oldular denilebilir mi?
Allah kimlerin nasıl iman ve itikad etiklerini, kalplerinde olanı elbette bilmekte ve kendisini bu ölçülere göre Yahudi olarak tanımlayanların da lanetlenmeleri mukadderdir.
İşte burada da Allah’ın mutlak ilmi, iradesi ve gaybi bilgisi ile takdir etmesi ve denemesi söz konusudur.
Bu, kadere iman içerisinde değerlendirilecek geniş bir konudur..
Burada kısaca, Allah Evvel ve Ahir olarak her şeyi bilir. Zamanı Allah yaratmıştır.
Allah(cc), bizi yaratıp yaşatarak süreye tabi olarak gösterdiği nimetleri yakın olarak bilmeyi ve idrak etmemizi dilediği gibi, verdiği akıl ve cuzi iradeye bağlı tercihlerimizle denemektedir.
Bize göre gelecekte olacak veya gayb olan her şey, Allah’ın her an her yerde üzerinde olduğu ve kimin ne yapacağını ilmiyle bilmesidir.
Bu anlamda Allah, yarattığı zaman içinde yaratıp yaşattığı insanların her halini bilir, aynı sapma eylemleri üzere yaşayanları da seçerek Yahudi soyundan birisi olarak yaratmaktadır.
Kimse neden ben bir Yahudi çocuğu olarak doğdum ve Yahudi oldum ve lanetlenmiş olarak cehennemlik oldum gibi bir mazeret ileri süremeyecektir.
Bu ilahi takdir tahrif edilen Hristiyanlık veya başka bir sapkınlık üzere yaşayanlar içinde aynıdır.
Herkesin olduğu halden daha iyi bir hal üzere olacağı ve Allah’a yakın bir takva üzere yaşayacağı, yaratıldığı yere göre değil, seçtiği hayat tarzına göre takdir edilmektedir.
İnsan bulunduğu hali nerde olursa olsun kendisi seçmekte ve yaşamaktadır.
Bu melunlar Yahudi olmayan başka bir toplumda dahi olsalardı, yine aynen o sapkın amelleri işleyecekler ve cehennemlik olacaklardı.
Bugün Filistin’de soykırım vahşeti uygulayan melun kavmin mensupları, daha önce dünyanın dört bir yanından farklı inançlara mensup insanlar arasında yaşıyorken gelmiş ve kendileri de zulme uğramışlardı.
Geldikleri yerde bugünkü vahşi yüzlerini göremediğimiz Yahudilerin kalplerinde olan itikadi fesadı bilen elbette Allah (cc) idi. Kalplerdekini bilen Allah’ dır ve mutlak doğrudur.
Bunun en güncel örneği, Amerika Başkanı Joe Bidon‘un “Bende bir siyonistim..” diyerek kendi ağzıyla ilan ettiği sapkınlığın ikrarında görmekteyiz. Amerika baş kâfiri de Evanjelist bir sapkındır… Azgın bir kâfirdir.
Bu nedenle kendi sapkın hedefleri doğrultusunda melun Yahudileri her şeyle desteklemektedir.
Bu Allah’ın Yahudiler ve Hristiyanların birbirinin dostu olmaları nedeniyle bizi uyarması ile mutlak bir hakikat olarak kesin hükme bağlanmıştır.
“Ey iman edenler, Yahudileri ve Hristiyanları sakın dost edinmeyin. Onlar ancak birbirlerinin dostudurlar. Sizden kim onları dost edinirse, şüphesiz ki o da onlardan olur. Şüphesiz Allah, zalim kavmi doğru yola iletmez.” (Maide suresi: 51)
Hz. Adem (as)’den bu yana, Allah’ın bildirdiği tek doğru Tevhid itikadı ve buna uygun salih ameli yaşamak esastır. Bunun karşısında olmak isyan ve inkâr üzere azgınlıktır, tuğyandır.
Allah’ın buyruğuna karşı olmak, “Kendi aklına ve hevasına uymak”, Allah’ın güç ve kuvvetine eş güçler var gibi inanmak şirktir.
Tüm isyan, şirk ve günah eylemleri Allah’ın koyduğu mizanda bozgunculuktur, fesatçılıktır.
Her şirk, isyan, günah eylemi ve fesadın olduğu yerde Şeytanın Allah’ın izni ile insana tasallut olmak üzere indiğini ve insan ile kurduğu günah ilişkisinin (dostluğunun) daha da büyük isyan ve günah eylemlerini işletmeye de sebep olduğunu vahyin bilgilendirmesinden anlıyoruz. (Şuara suresi 221-222, Zuhruf suresi 36)
Günahlar işlendikleri yerde kişiye özel olarak kalan ve diğer insanlara etkisi olmayan veya toplumu fesada vermeyen masum hatalar olarak görülmemelidir.
Allah her günah eylemini koyduğu sınırların, hadlerin çiğnenmesi olduğunu beyan ederken, bundan dolayı da dünyaya, hayata, düzene, eşyaya, insana takdir edilen tüm fıtratın da etkilenerek fesada uğrayacağını beyan eder. Ekinin ve neslin fesadı bu hadsizlikler nedeniyledir.
“İş başına geçti mi yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak, ekini ve nesli helak etmek için koşar. Allah ise bozgunculuğu sevmez.” (Bakara suresi 205)
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, böylece Allah -dönüş yapsınlar diye- işlediklerinin bir kısmını onlara tattırıyor.” (Rum suresi 41)
Bugün seküler bir hayat tarzının egemenliğine gösterilen müsamaha sonunda birçok günah eylemi de serbest bırakılmış ve bu günah eylemleri adeta birbirini tetikleyen bir “Günah dolu kartopu” gibi artarak daha sapkın bir hayat tarzına dönüşmesine sebep olmuştur.
Yeni neslin Tevhid itikadının fesadı sonunda artık “Şeytanın tasallutu” ve her şerre açık bir av haline geldiğini de bilmek gerekir.
Kimse bana dokunmayan dememeli, bela ve musibetlerin Müslümana ait olmayan bu davranış sonrasında yayılan fitne, özellikle gençliğin fesadın etkisinde kalması da kaçınılmaz bir sondur.
Konuyu birçok yönleri ile değerlendirebilir ve daha doğru itikad etme ve anlamaya çalışmak üzere örnekler verebiliriz.
Bu anlamda muvahhid olsa dahi sorunlar yaşayan kardeşlerimiz olabilir. Bunun için yukarıdaki ayetlerin işaret ettiği üzere takvaya yönelik davranışlarla işe başlanılması gerekir.
Öncelikle kişi kendi işledikleri günahlar var ise tevbe ve istiğfar üzere şeri olan kefaret ve bedellerin ödenmesi için harekete geçmelidir..
Bunun yanında Allah’ın, “Kendi iyiliğinize olmak üzere başkaları için harcayın” diye buyurduğu üzere sadaka ve infak ile arınmaya gayret etmesi şarttır..
İkrar ile yapılan tevbe ve istiğfar sürecine en güzel örnek, Tebuk seferinden ayrı kalan sahabelerin (rivayetlere göre bu üç kişi Kâ’b b. Mâlik, Hilâl b. Ümeyye ve Mürâre b. Rebi’dir) yaşadıkları ile bize öğretilmiştir.. (Tevbe suresi: 118)
Özellikle hatasından pişmanlık duyan Müslüman soyundan gelenlerle artacak bazı rahatsızlıklar yaşayabilir..
Ağrı, vücudun acı hissedilen o bölgesinde oluşan bir anormal durumun sinir sistemi üzerinde oluşturduğu etkisi ile alarm işareti gibidir. Yani ağrı bir nevi ön uyarı ile rahatsızlığın varlığına dair bilgi verme sistemidir.
İşlediği günahlarından pişmanlık duyan, tamamen asi ve günahkar birisi olmaktan çekinen, bundan dolayı kalbi bir rahatsızlık duyanların üzerlerine inen Şeytanlar da bu durumdan rahatsızdırlar.
Şeytan kişiyi, imani, ahlaki ve vicdani hiçbir hissiyatının kalmadığı tam bir sapık ve azgın kafir tavrı ile hareket eder duruma düşürürse artık onun dostu olur.
Allah’ın vahyi bilgileri ile zikrettiği tüm yasak ve emirlerine karşı duyarsız ve yüz çevirmiş hale getirmedikçe Şeytan kendisini başarılı bilmez.
Bu nedenle insanları da kendileri gibi birer “İnsi Şeytan” olana kadar bırakmaz, üzerinde her yolu, her şeyi dener.
Bu anlamda ağrı ile açığa çıkan fiziki bir rahatsızlığın varlığı gibi Şeytani musallatlarda Paranormal (normal dışı) davranışlar olarak açığa çıkarlar.
Pişmanlık duyan ve kalben Allah’ dan tevbe ile af dileyenlerin üzerlerindeki negatif enerjili Cinni varlıklar rahatsızdır.
Bu durumu tersine çevirmenin planı ile sebepsiz yere tasallut olan “Cinler” başlığı altında bir oyun kurgular ve bu tiyatroyu dost edindiği insanlar eliyle oynatır.
Oyuncu günahkâr bir Müslümandır, senaryo keyfine iş tutan ve Allah’ın iznine tabi olmadan dilediğine saldıran, tasallut olan Şeytanın yaşattığı Cinlenme davranışlarıdır, yani musallattır.
Oysa bu mümkün değildir. İblis, ancak ve ancak ihlas ve samimiyet ile kulluk etmeyen günahkârların kendisine tabi olması ile bu izni almıştır..
Bunların en hafif olanı, vesvese ile başlar, anormal davranışların tezahürü ile devam eder.
“İblis, “Senin kudretine and olsun ki Rabbim, içlerinden ihlaslı/samimi kulların hariç, insanların topunu kesinlikle yoldan çıkaracağım, dedi.” (Sad suresi 82, 83)
“İblis şöyle dedi: Rabbim, beni saptırdığın için, mutlaka ben de yeryüzünde onlara günahları süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak içlerinden ihlaslı kulların müstesnadır. Allah şöyle buyurdu: İşte bana ulaşan dosdoğru yol budur.” (Hicr suresi 39, 40, 41)
Bu rahatsızlıklar kendisinde, ailesinde, çocuklarında da olabilir.
Samimi ve ihlas üzere kalben nedamet içinde olanların sapkınlık dahi olabilecek düşünceler, davranışlar veya Paranormal (anormal) bazı rahatsızlıklara yol açan tüm menfi maruziyetler veya musallatlardan arınabilmesi Allah’ın affı ile mümkündür.
Bunun içinde hatadan dönülmesi, şeri olarak izlenecek yol, kefaret ve bedelinin yerine getirilmesi, elbette Allah’a sığınılarak kalbi bir tevbe istiğfar gereklidir.
“Euzubillahimineşşeytanirracim..” Bu mükemmel istiaze kelimesi en temel sığınma duasıdır. İSTİAZE; her türlü kötülükten korunabilmek için sözle Allah’ın yardım ve himayesini istemeyi ifade eder.
Allah (cc), rahmetinden kovduğu lanetli Şeytanın şerrinden kendisine sığınmamızı ister.
Sad ve Hicr surelerinde beyan edildiği üzere bu ihlaslı kulluk ve Allah’a sığınmanın dosdoğru yolu budur.
Hata işlesek bile hemen tevbe etmek de ihlaslı bir tavırdır. Ki, Allah (cc) zaten tevbe etmemizi istemekte ve tevbe edenleri sevdiğini de beyan etmektedir.
Samimi/kalbi bir tavırla hatanın ikrar ve ifadesi ile Allah’a yönelerek yapılan tevbe sonrası istiğfar edilmesi, var ise şer’i kefareti ve bedelinin ödenmesi de gereklidir.
Kişi işlenen günahlardan, soyunda da işlendiğine dair bilgisi var ise bunun da ifade edilerek şer’i tevbe ve istiğfar süreci yerine getirilmelidir.
Bu tevbe halini doğrudan el açarak Allah’a arz etmektir, duanın özünde bu samimi ve kalbi tavır olmalıdır. (soyumdan işlenmiş olan falanca günahlardan ve bu günahlar ile tasallut olan Şeytanın şerrinden Sana sığınıyorum, gibi). Elbette günahın ne olduğu söylenmelidir..
Mesela, faiz alıp vermekle rızıklarına haram bulaştıran ebeveynler veya daha üstteki usul olan büyüklerin bu faizli parayla elde ettikleri haramdan çocuklarına da yedirmeleri ve bu yolla neslin kirletilmesi,
yukarıda izah ettiğimiz üzere işlenen günahın cezasının çekilmesi değil, günah ile fesada uğrayan beden nimetinin kirlenmesi, bozulan fıtratın, günah ile inen Şeytanların menfi veya negatif etkilerinin tezahürü ile yaşanılanlar bu nevidendir.
Faizin ahiretteki cezası çok çok şiddetlidir, ahiret hayatı bile Şeytan çarpmış gibi bir kalkış ile başlar.
Atalarımız tarafından işlenmiş ama bizim bilmediğimiz bazı günahların yaşattığı rahatsızlıklar, eğer bizlerde aynı günahı işler isek kendimiz de ve çocuklarımızda da daha kolay açığa çıkacaktır.
Bu zayıflayan halka misalidir, direnci kırılmış, iradesi zayıflamış olanların yıkılması artık daha kolaydır.
Hz. Âdem ve Hz. Havva annemizin ilk hatalarında Allah’ dan tevbe kelimelerini de ele alarak tevbe etmeleri çok derin anlamları olan bilgilerdir.
Zira henüz hata nedir, hata işlendiğinde nasıl tevbe edilmesi gerekir, diye bir bilgisi olmayan ve bunu yaşadığında yerine getiren Hz. Adem ile Hz. Havva atalarımız, Allah’ dan samimi ve ihlas üzere olan bağlarını asla kesmemişler ve İblis’ i gibi bir tavır içinde asla olmamışlardır.
İşte bu nedenle Allah onlara hata işlemenin yaşandığı bir hali yaşatarak ki, Allah dilemeseydi, cennette “Sakın bundan yemeyin ya da buna yaklaşmayın” denilen bir ağaç imtihanı da yaşatılmazdı.
Allah (cc) burada Hz. Adem (as)’ın ve eşinin tavrının da belli olmasını istemiş ve İblis’ in yapamadığını atalarımız yaparak ilk tevbe ve istiğfar eden kullar olmuşlardır.
Velev ki tevbe ve istiğfar etmeselerdi, Şeytanın aldatması ile yaklaşılan ağacın ardından avret yerlerinin açılması gibi bir fıtri fesad veya değişim ya da hata süreci ile işleyen ilahi yasaların bu hali yaşatması da söz konusu olmazdı.
O halde işlenen hataların bir menfi etkisi vardır ve bunu takdir edende Allah’ dır. Günahlar işlendikçe menfi etkileri artan hadsizlikler olduğu gibi Şeytanı da celb ederler.
Bu çerçevede, çocuklarımızın üzerinden açığa çıkan bazı rahatsızlıklar bize arınma sürecinden uzak bir itikadi ve amel üzere yaşadığımızı hatırlatmalıdır.
Bu anlamda artan günah yoğunluğu ile kirlenen kalbin kararmış hali yanında Şeytani tasallutun soy üzerine de sirayeti gerçekleşirken kişinin imani ve ameli, ihlas ve samimiyeti nispetinde açığa da çıkabilir.
Müslüman samimi ise nefsini temize çıkarmadan, istiğfar eden bir muhlis ve muttaki kul olmaya çalışmalıdır.
Eğer çocuklarımızı en başından doğru bir itikat üzere yetiştirmeye muvaffak olmuş isek, soyumuzdan gelen bazı sorunlar olsa da bunların çocuklarımıza etkileri de yetersiz olacaktır.
Günahlar bir soyda sürekli işlendikçe, artık kalıcı ve devam eden daha müzmin rahatsızlıklara da yol açacaktır.
İblis ve ona uyan kâfir, Şeytani Cinler ve Yahudiler, bu anlamda artık her işi sapkın bir anlayış ile yaparlarken, bunun kendi inançlarına uygun olan doğrular olduğunu inanarak ifade ederler.
Bu durum artık Şeytanlaşma ve lanetlenmenin de bir göstergesidir. Sapmanın her türlü davranışlarını gösterseler de bunun farkında değillerdir. Doğru itikat eden Müslümanlardan “Ulul elbablar” (selim akıl sahipleri) bunu ancak anlar ve ifade ederler.
Lakin bugün dünya sistemleri özellikle Allah’a asi olan beşeri fikir ve düşünce düzenleri olarak kurulmuş ve işletilmektedirler.
İnsanlarda bu düzenler altında yaşamakta ve Şeytani bir tavır ile Allah’a isyan etmektedirler. Bu Allah’ın çoğu iman etmezler dediği insanların halidir.
Yani sapkınlık, isyan ve azgınlık iyi, Allah’a itaat ile hükmüne uymanın, kulluğun ise kötü, Hakkın, batıl gibi gösterildiği, Müslümanların batıl üzere olanlarca suçlandığı, batılın da Hak gibi gösterildiği bir dünyada yaşıyoruz.
Çağdaş kâfirler ilk günden beri aynı sapma üzeredirler ve Allah’ın samimi kulları Müslümanlara düşmandırlar.
Çocuklarını bu sapkınlar dünyasında izah ettiğimiz birçok sebep ve yolla kendisine düşman olarak gören Müslümanların Tegabün suresinde beyan edildiği üzere iman ve amel etmeleri, özetle ifade ettiğimiz meşru usullerin dışına çıkmamaları, nefislerini meşru hükümlerle arındırma yoluna meyletmeleri ilk yapacakları şeydir.
Cinlerin, kâfiri ve Müslümanı fark etmeksizin genelleyerek şer’i olmayan yollarla insana keyfi olarak girdiği ve bunları da çıkaranların olduğuna inanarak, Şeytanın oyununa gelmemelidir.
Allah tek güç ve kuvvet sahibidir. Dünya arenası İblis’ in keyfine göre cirit attığı bir mekân değildir.
Soyumuz veya çocuklarımız, onlara doğruları öğretmemize rağmen yanlışlarından dönmüyor iseler, tüm ailesinin affına vesile olması niyetiyle dua ile Allah’a yönelmeli ve bu hususta bilmediği hataları var ise bunlardan dahi tevbe ve istiğfar etmeye, Allah’ dan af ve mağfiretini talep ederek sadaka vermeye devam etmelidir.
Özetle konuyu geniş çerçevedeki ilgili tüm konularla açıklamakla beraber sınırlı ve zorunlu konuları izah etmeye gayret ettik.
Yaşanılan Paranormal (normal dışı) davranışlarla açığa çıkan bazı sorunlar ise, daha doğru anlaşılması ve halli için illaki doğrudan görüşmekle ve şeri olan ilmi usullere göre tetkik edildikten sonra daha doğru bir yol çizilebilir.
Allah ihlas ve samimiyet üzere olmayı ve Allah’a gereğince kulluk etmeyi nasip eylesin.
Tüm ilimler ve doğrular Allah’a aittir. Allah’ın bize ulaştırdığı, nimetlendirdiği ve denediği her şey ancak Sünnetullah’a uygun, meşru ve doğru usul ile anlaşılabilir ve idrak edilebilir..
İnşaAllah eksik ve yanlış bir ifademiz olmamıştır. Hatalarımızdan dolayı Allah’a sığınır, doğruları idrak ettirmesini niyaz ederim.
Bu yazımı okuyan tüm kardeşlerimden Allah razı olsun.
Tags:
28. Kasım 2023 at 12:05
Allah sizden razı olsun sayınızı artırsın.