Cemaatlerin Birleşmesi mi, Cemaatlerin Kaynaşması mı?

Cemaatlerin Birleşmesi mi, Cemaatlerin Kaynaşması mı?

Alnı secde izli güzel insan, ey Davetçi genç. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerine olsun.

Asırlar öncesinden Rabbimiz buyurdu ki:

وَلْتَكُنْ مِنْكُمْ اُمَّةٌ يَدْعُونَ اِلَى الْخَيْرِ وَيَاْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَيَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِۜ وَاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir ÜMMET (topluluk) bulunsun. İşte onlar, (dünyada da ahirette de) iflah olanların (kurtuluşa erenlerin) ta kendileridir.” (Ali İmran suresi 104)

Müfessirler, bu ayette geçen “Ümmet” tabirini “Topluma İslam’ la önderlik edecek olan grup, kitle ve siyasi parti” olarak açıklamaktadırlar.

Yani insanları HAYRA (ki o İslam’dır) çağıracak adeta bir “Sosyal kontrol mekanizmasının” bulunmasını istemektedir.

“Mefhumun Muhalifi” bağlamında İSLAM DIŞI olan her şey; mesela Demokrasi, Laiklik, Komünizm ya da Kapitalizm “ŞER KERE ŞER” dirler. Az ve öz ifadesiyle; “İslam dışı olan her şey şer’ dir..”

Yine müfessirler, Müslümanların böyle bir ÜMMET oluşturmalarının “Farz-ı kifaye” olduğunu, bu görev yerine getirilmediği takdirde, o ÜMMETİ meydana getiren “yükümlülük çağındaki” (baliğ olmuş) bütün Müslümanların bu ihmalden dolayı sorumlu olacaklarını söylemişlerdir.

İşte bu ayeti her gün okuyan, idrak eden, sorumluluklarını hisseden “Nice salih ve saliha kullar”, bunun icaplarını yerine getirmek için, tarih boyunca bir araya gelmiş, çeşitli cemaatler, yapılar ve kurumlar oluşturmuşlardır.

Ben bu nasihat paylaşımımda, dünya genelindeki Müslümanları değil, Türkiye özelindeki kardeşlerimizi yazı konum yapacağım inşaAllah.

1923 yılından yani Osmanlı İslam Devleti yıkıldıktan ve toprağın altındaki KÖKLERİ de iyice kazındıktan sonraki yıllara, şöyle “kuş bakışı” bir bakışla baktığımızda şöylesi “iki farklı döneme” ve Müslümanların farklı CEMAAT YAPILANMALARINA şahit oluyoruz.

BİRİNCİ DÖNEM:

14 Mayıs 1950 tarihinde düzenlenen ve TBMM 9. dönem milletvekillerinin belirlendiği “1950 Seçimleri”, Türkiye tarihinin ilk “Demokratik Seçimi” olarak kabul edilir.

Bu döneme kadar Türkiye’deki Müslümanlar, bırakın “Cemaat” olmayı, fert olarak bile İslam’ın gerektirdiği herhangi bir farzı yerine getirmede çok çok büyük işkence, vahşet ve katliamlara maruz bırakıldılar. İskilipli Atıf hocanın, şapka kanununa muhalefet gerekçesiyle idam edilmesi gibi..

Değil İslami hükümlerin tatbikatı, Kur’an okumayı öğretenler, zikir için bir araya gelenler “TERÖRİST” muamelesi gördü.

İstanbul’u feth eden, cennet mekan Fatih Sultan Mehmet Hanın kabri bitişiğindeki camide başlatılan ve tam 18 yıl aralıksız sürdürülen TÜRKÇE EZAN mecburiyeti, azılı İslam düşmanlığının bir örneği değil de nedir?

İKİNCİ DÖNEM:

14 Mayıs 1950 seçimleri sonrasında Adnan MENDERES’ in, TBMM de sandalyelerin % 85’ ini elde etmesi (Devlet tarafından ona verilmesiyle) Türkiye’ de yeni bir dönemin kapısı aralandı. Yani “LAİKLİK barajının yıkılması” böylelikle kurtarıldı.

Eski CHP milletvekili MENDERES’ e Kemalist yani tam kapitalist devlet; “Al şu İslam maskesini tak, Ezanı tekrar Arapçaya çevir, Kur’an kurslarına serbestlik ver, Tarikatlara baskıyı azalt, İmam Hatip okulları aç vs..” gibi bazı görevler, serbestlikler verdi.

Bu yeni “siyasi üslup” ve yüzüne takılan İSLAM MASKESİ, Başbakan MENDERES’ i halk indinde adeta “İslam Kahramanı” yaptı.

İşte bu İKİNCİ DÖNEM’ den bu güne Kemalist yani tam kapitalist devlet, DEMOKRATİK SİYASET sahnesine onlarca yıl, Süleyman DEMİREL, Turgut ÖZAL gibi Kemalizm’e çok çok sadık İSLAM MASKELİ nice adamlarını sürdü, onların siyaset yapmalarına izin verdi.

Maskeli balonun bu Maskeli siyasetçileri, muayyen bir amaç için bu sahneye sürülmüşlerdi ki o da; “Müslüman halkı Demokrasiye, Laikliğe, Kemalizm’e ve Cumhuriyete TAM ENTEGRE etme ve siyasi ASİMİLASYONLA onları kuşa çevirme..”

Nasıl bir kuşa? Kanatları ve kuyruğu kesilmiş, gagası ve tırnakları törpülenmiş, yok edilmiş bir kuşa..

“- Ama Bekir amca bu kesilen ve törpülenen şeyler, kuş için, onun hayatının devamı için OLMAZSA OLMAZ şeyler. Bunlar olmazsa kuş ölmez mi?”

Evet ölür yiğidim.. Onlarda bunu istiyordu. Başardılar da..

Tüm bunlara rağmen, Müslümanlar, yine de “bir CEMAAT olma istek ve azimlerinden” vaz geçmediler.

Kimileri “Kur’an hafızı” yetiştiren medreseler açtı. Kimileri “Taklidi imandan tahkiki imana” adı altında çeşitli Risale ve külliyatlarla dersleri verdi. Kimileri çeşitli “Hayır hasenat vakıfları” kurdu. Kimileri Osmanlıdan beri gelen çeşitli “Tasavvuf Tarikatları” etrafında kümelendi.

Sürekli okuyan, araştıran sorgulayan Müslümanlar, bireysel anlamda onlarca “kitap yazdı.” Kimileri, yazar çizerleri bir araya topladı çeşit çeşit “yüzlerce dergi” çıkardı. Kimileri cami kürsülerinden ateşli “ibadet ve ahlak dersleri” verdi.

İncelediğimizde bunların hiç birisinin “İslami anlamda SİYASİ VASFA haiz” olmadıklarını, lokal ve bireysel çapta Müslüman şahsiyet yetiştirme gayreti içine girdiklerini görüyoruz.

Zaten Kemalist yani tam kapitalist devlet de onlardan bunu istiyordu ve onlara “Sakın ha İslami anlamda SİYASİ VASFA haiz işlere tevessül bile etmeyin..” diyordu.

Tabi bunu derken onların, “ne yapacağı hiç mi hiç belli olmayan” bir ‘Serseri Mayın’ misali hareket etmelerini de istemiyordu.

Çünkü kendi bekası için bu “Oto kontrolü” bir zaruret görüyor, “KONTROLSUZ GÜÇ, ASLA GÜÇ DEĞİLDİR..” diyordu Kemalistler.

“- Peki, Bekir amca yukarıda kullandığın ‘İslami anlamda SİYASİ VASFA haiz olmak’ ne demektir?”

Canım kardeşim ey Davetçi genç

Arapçada SİYASET; “Gütmek, yönetmek, idare etmek..” demektir.

İbni Ömer (ra)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sas) şöyle buyurdu:

“Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünüz sürüden sorumlusunuz. Âmir memurlarının çobanıdır. Erkek ailesinin çobanıdır. Kadın da evinin ve çocuğunun çobanıdır. Netice itibariyle hepiniz çobansınız ve hepiniz idare ettiklerinizden sorumlusunuz..” (Buhari, Müslim, Ebu Davud)

İslami anlamda SİYASET ise iki türlüdür:

BİR: Fikri Gütme / Fert yada Cemaatin gütmesi, siyaseti

İslam akidesini, davet ettiği FİKİR BİNASININ temel taşı edinen, bu akideden doğan tüm fikir, hüküm ve nizamları, “fikirlerinin ve mefhumlarının merkezi” edinen, birey ya da toplumun “tüm ihtiyaçlarını giderme ve problemlerini çözmeyi”, bu merkezden kaynaklanan Şer’i hüküm ve Şer’i delillerle “FİKREN HALLEDEN” gütme ameline FİKRİ GÜTME denilir.

Mesela; bir fert yada cemaat, fikir olarak “Zina eden evli erkek ve kadının cezası, taşlanarak öldürülmesidir..” der.

İKİ: Fiili Gütme / İslam Devleti’ nin gütmesi, siyaseti

İslam akidesini, tatbik ettiği toplumun temel taşı edinen, bu akideden doğan “tüm fikir, hüküm ve icraatlarının merkezi” edinen, birey ya da toplumun “tüm ihtiyaçlarını giderme ve problemlerini çözmeyi”, bu merkezden kaynaklanan Şer’i hüküm ve Şer’i delillerle “FİİLEN HALLEDEN” gütme ameline FİİLİ GÜTME denilir.

Mesela; İslami Devlet, “Zina eden evli erkek ve kadının cezası, taşlanarak öldürülmesidir..” diyen Allah’ ın bu hükmünü infaz eder, onları BİL FİİL öldürür..

İşte ‘İslami anlamda SİYASİ VASFA haiz olmak’ demek; Fert, cemaat ya da devletin, “fikren yada fiilen”, nefsini, ailesini, cemaatini ve toplumunu yönetme, yönlendirme yani gütme VASFINA, SIFATINA sahip olması hususudur.

Umarım konu anlaşılmıştır inşaAllah.

Siyasi anlamda Kemalist yani tam kapitalist devlet, LAİKLİK AKİDESİ ve bu akideden doğan dünya görüşüne göre, nice fikirler, nizamlar, anayasa ve kanunlar benimseyerek toplumu bunlarla gütmekte ve siyaset etmektedir.

Laik devlet bu esasa göre “tüm fert, cemaat ve toplumun” bu minvalde SİYASİ OLUŞUMLAR, partiler ve örgütlenmeler içinde olmasını istemektedir.

Bu amacın tahakkuku için de “SİYASİ PARTİLER KANUNU” çıkarmış ve “Bu topraklarda siyasi faaliyette bulunmak istiyorsan, bu kanuna göre bir parti, kitle yada cemaat kur ve dilediğin kadar siyaset yap..” demiştir.

Mesela LAİKLİK AKİDESİ gereği, İslami anlamda bir SİYASİ PARTİYE asla ve kat’a izin verilmez ve hiç de verilmemiştir.

Yürürlükteki mevzuat ve onun “Siyasi Partiler Kanununun” 86. Maddesinde deniliyor ki:

Madde 86 – Siyasi partiler, Türkiye Cumhuriyetinin Laiklik niteliğinin değiştirilmesi ve “Halifeliğin, HİLAFETİN Yeniden Kurulması” amacını güdemez ve asla bu amaca yönelik faaliyetlerde bulunamazlar.”

Diyelim ki “bir cemaat” çıktı ve “Biz Hilafeti tekrar bu topraklarda HÜKMETME NİZAMI yapacak bir Siyasi parti kurmak istiyoruz..” dedi. Buna asla izin vermezler.

Keza “bir vakıf ya da dernek” çıktı; “Biz Hilafeti tekrar bu topraklarda HÜKMETME NİZAMI yapacak bir Siyasi parti kurmak istiyoruz..” dedi. Avucunu yalar.

Veya bir kısım “Sivil Toplum Kuruluşları (STK’ lar)” bir araya geldi bu minvalde İslami bir parti kurmak için İçişleri Bakanlığına başvuru yaptı.. Kapıdan içeri bile alınmazlar..

Bütün bunlara rağmen DİYELİM Kİ; 100 – 200 kişi bir araya geldi, İslam akidesi esasına dayanan, her bir maddesinin Kur’an ve Sünnetten alınmış Şer’i delilleri bulunan, İslami bir “Anayasa Tasarısı” hazırladılar, İSLAM DEVLETİ kurmak gibi siyasi bir hedef belirlediler, Rasulullah (sas) ve Ashabının Mekke’de yaptıkları gibi NEBEVİ BİR METOD üzere siyasi bir faaliyete başladılar, müesses nizamın sahipleri der ki:

Ne yapıyorsunuz beyler? Yaptığınız bu iş yürürlükteki Anayasamız ve kanunlarımıza göre tamamen suçtur, hatta TERÖR faaliyetidir.. Hemen bundan vaz geçin, yoksa sizin için iyi olmaz..”

Her şeye rağmen diyelim ki yine de ısrar mı ettiler, müesses nizam onları “MEDRESEYİ YUSUFİYE” de ağırlamaya başlar.

Ey Davetçi genç

Türkiye’ de bulunan ve “İşin bu boyutu yakinen bilen” hemen hemen hiçbir cemaat, vakıf, dernek, yayınevi, dergi, yazar ya da STK, kalkıp ta “Ne yazılı olarak ne de sözlü olarak” kolay kolay “Bizim siyasi hedefimiz İSLAMİ BİR DEVLET kurmaktır..” diyemez.

Çünkü hemen vakıflar kanunu, dernekler kanunu, bilmem ne kanunu devreye girer, bunu dile getiren dernek ya da vakıflar hemen kapatılır. Keza Demokratik siyasi partilerde öyle..

En basit örneği hatırlarsanız “Yeniden Refah Partisi” üyesi bir gençte yaşandı.

Yeniden Refah Partisi İstanbul Gençlik Kolları Başkan Yardımcısı Sadık TUNÇ, Hilafetinin kaldırılmasının 97. yılında yaptığı “Sosyal medya/ Twitter) paylaşımında demişti ki:

“Sanıyor musunuz ki Hilafet yeniden bu topraklara hâkim olmasın? Ömrünü Rızayı İlahiye adamış bir İslam Halifesinin gölgesinde, Şeriat-ı Garra-i Muhammediyye’yi ilan edeceğimiz günler yakındır. Çünkü Allah nurunu tamam edecek. Cenk, Cihad, şehadet.” (03 Mart 2021)

Sonuç ne oldu? Sadık TUNÇ, partisinin Disiplin kurulu kararıyla, partiden atıldı. Devletin ceza vermesine kalmadan partisi ona ağır bir ceza verdi hatırladınız değil mi?

Bu baskılar ve beraberinde ortaya çıkan ÇEKİNGEN TAVIRLAR, onlarca yıldır ki “Cemaatlerin hatta nice fertlerin” İSTİŞARE ANLAMINDA bile “bir araya gelmelerini” engelliyordu.

Ama üç gün önce şöyle bir şey yaşandı.

Gazze topraklarımızda yaklaşık 21 aydır yaşanan, vahşet, kıtlık ve katliamların acısını yüreğinin ta derinliklerinde hisseden bir çok cemaat, vakıf, dernek, STK üyeleri ve çeşitli kanaat önderleri, KÖKLÜ DEĞİŞİM DERGİSİ öncülüğü ve organizasyonu ile bir araya geldiler, istişarelerde bulundular ve 27 Temmuz 2025 Pazar günü “SÖZÜ MUHATABINA SÖYLEMEK” mottosu ile CUMHURBAŞKANLIĞI KÜLLİYESİNE yürüyüş yapma kararı aldılar.

Bu iş sadece karar almakla da kalmadı, Türkiye’ nin birçok yerinden “binlerce insan” Ankara yoluna döküldü geldi.

Devlet; “ben bu yürüyüşe izin vermedim..” dedi, Ankara girişinde arabaları şehre sokmadı, otobüsleri otoparklara çekti ama nafile..

Neticede elhamdülillah külliyeye varılamasa da, Ak Parti Genel merkezine yakın bir mevkide “HAK SÖZLER” muhatabına bil fiil ulaştırıldı.

Bununla da kalmadı, tüm konuşulanlar sosyal medya üzerinden “yüzbinlere” ulaştı. Hem de öyle ulaştı ki; karşı taraf yani “Bu hak sözleri duymaktan rahatsız olanlar” hemen saldırıya geçti.

Bu nedenle benim gözümde 27 Temmuz 2025 de yapılan bu salih amel “BİR MİLATTIR” adeta.

“-Neyin miladı Bekir amca?”

“İslami saiklerle hareket eden, İslami bir hayatı yaşamaya hasret, Gazze ve tüm dünyadaki Müslümanların derdini kendi derdi sayan nice kardeşlerin, cemaatlerin, kanaat önderlerini vs. yavaş yavaş KAYNAŞMAYA BAŞLAMA miladıdır..” güzel insan..

Bu nedenle diyorum ki; Elhamdulillah, elhamdülillah.

“-Bekir amca bir sorum daha olacak, neden BİRLEŞMEYE BAŞLAMA demedin de KAYNAŞMAYA BAŞLAMA dedin?”

Güzel bir soru ey Davetçi genç..

CEMAATLERİN BİRLEŞMESİ konusu, çok çok çok zor hatta diyebiliriz ki “mümkün olmayan” bir konudur diye düşünüyorum.

Çünkü tüm iş dönüp dolaşıyor, “Muhatabının senin düşünceni benimsemesinde ya da Senin onun düşüncesini benimsemende” düğümleniyor.

Bu ise; “İkna olma, kanaat getirme, doğruluğu konusunda tam mutmain olma ve BENİMSEME ile alakalı” hayati bir husustur.

Çok çok basit bir örnek vereyim kardeşim.

Bir davetçi olarak benimsediğin; “İSLAMİ BİR DEVLET KURMAK suretiyle İslam hayatını yeniden başlatma, bu Devletin ilan edeceği CİHAD yoluyla İslam Risalet’ini tüm dünyaya yayma..” FİKRİNE ve HEDEFİNE, annenin doğurduğu gardaşını çağırıyorsun, adam gelmiyor..

Koca bir delikanlı olmuş “öz be öz oğlunu, gelinlik yaşa gelmiş güzel kızını” YILLARCA davet ettiğin halde gelmiyor, senin yanında yer almıyor, mücadelene katılmıyorlar değil mi?

Bunun iki nedeni var:

Birincisi ikna olmuyorlar.. İkincisi, kapasiteleri, zihniyet ve nefsiyetleri böylesi ağır bir yükü kaldırmaya müsait değil..

Aynı bazı sahabelerin Rasulullah (sas) efendimizden “VALİ olmayı çok istemeleri” ve onlara: “Sen bu işi yapabilecek yeterlilikte değilsin..” demesi gibidir.

Bu nedenle kendisinde “yeterlilik olmadığını” gördüğün kişiye “İlle de gel bu yükün altına sen de gir..” demenin bir anlamı yok güzel kardeşim.

Zaten bu salih amele, siyasi çalışma ve siyasi mücadeleye; ancak kendisinde bu yeterlilik, “Doğru idrak ve samimi ihsas sahipleri” gelme desen de koşa koşa gelir, tam bir ciddiyet ve samimiyet gösterir.

Hatırlarsanız Rasulullah (sas) efendimiz ile sürekli irtibat halinde olan Mus’ab bin UMEYR (ra), gecenin son üçte birinde AKABE’de buluşmak, onlarla biatlaşmak üzere efendimizle (sas) sözleşti.

Rasulullah (sas) Mus’ab’a; “Sakın uyuyanı uyandırmayın, oturanları kaldırmayın ve (bu randevuya) gelmeyeni de beklemeyin..” dedi.

Efendimiz (sas); bu muhteşem ifadesiyle, bize “Dava adamı olmanın çok çok büyük bir SORUMLULUKLA HİSSETME ile doğru orantılı olduğunu..” öğretti..

Ey Davetçi genç

Allah (cc) onlardan razı olsun, KÖKLÜ DEĞİŞİM DERGİSİ’ nin azimli gayretleri, Cemaatler ve kanaat önderleriyle yaptığı iştişare toplantıları ve ORTAK EYLEM KARARI bana İslam kaynaklarındaki şu olayı hatırlattı:

İbn Hişam, kendi Siret’inde, İbn İshak‘ın Hudeybiye barışının “Aslında çok büyük bir zafer” olma özelliğine dair İmam Zühri’ nin yorumunu bize şöylece aktarıyor:

İmam Zühri diyor ki:

İslam tarihinde “Ondan önce, Ondan daha büyük bir fetih” olmamıştır. Çünkü insanlar birbirleri ile her karşılaştıklarında hep “Savaşmak için” karşı karşıya gelmişlerdi.

Ancak aralarında Hudeybiye ile “Barış antlaşması yapılıp Savaş bırakılınca” ve insanlar “Artık birbirlerinden yana emin olup karşı karşıya gelince” bu sefer karşılıklı olarak OTURUP KONUŞTULAR, tartıştılar.

Herhangi bir şeye “Aklı eren” kiminle oturup “İslam hakkında” konuşursa O kişi mutlaka İslam’a girerdi.

“Bu iki sene içerisinde” bundan önce Müslüman olanlar kadar hatta daha fazlası İslam’a girmiştir.

Sonra da İbn Hişam bu yorumun ”Çok yerinde bir yorum” oluşunu şöyle delillendiriyor ve diyor ki:

Zühri’nin bu söylediğinin delili şudur: Rasulullah (sas) Hudeybiye’ye giderken Cabir b. Abdullah’ın görüşüne göre 1.400 kişi ile birlikte yola çıkmıştı. Bundan tam iki sene sonra Mekke’nin feth edildiği yıl 10.000 kişi ile birlikte yola koyuldular.

Canım kardeşim bu düşündüren örneği şunun için verdim:

Ne diyor yukarıdaki metinde?

“İnsanlar artık birbirlerinden yana emin olup karşı karşıya gelince, karşılıklı olarak OTURUP KONUŞTULAR, tartıştılar…”

Devamında da diyor ki:

“1.400 kişi ile birlikte yola çıkılmıştı. Bundan tam iki sene sonra Mekke’nin feth edildiği yıl 10.000 kişi ile birlikte yola koyuldular…”

Allahuekber, Allahuekber..

Demek ki; insanlarla OTURUP UZUN UZUN KONUŞMAK, dertleşmek, “Ortak paydalarda buluşmaya” mükemmel bir zemin hazırlıyor elhamdülillah..

İşte bu durum; “Cemaatlerin ya da İslami vakıf veya derneklerin, kanaat önderlerinin artık KAYNAŞMAYA başladığının bir alametidir ve bir MİLATTIR..” olarak okuyorum.

Bugünden sonraki işimiz; bunu muhafaza etmek hatta devam ettirebilmekte. SABOTAJLARA KARŞI can siperhane korumadadır güzel kardeşim.

Davetçi bir genç, İslami siyasi bir parti ya da bir kitle için CEMAAT; “bir araçtır”, asla AMAÇ değildir, olmamalıdır da..

“Uhrevi” boyutu itibariyle amaç, ALLAH RIZASIDIR..

“Dünyevi” boyutu itibariyle amaç ise şu fani dünyaya İslam’ı tekrar HÂKİM, HAKEM ve HÜKÜMRAN kılacak İSLAMİ BİR DEVLET kurmaktır.

Keza bir İslami bir cemaat ya da İslami bir siyasi parti için; “Sosyal medya, internet, web sitesi, kitap, dergi, broşür vs. çıkarmak..” ise birer ÜSLUPTUR.

Çok faydalı üsluplardır. Olmazsa davet olmaz mı? Niye olmasın? Pek ala da olur..

Örnek ve ölçü en mükemmel davetçi Hz. Muhammed (sas) ve onun İslami siyasi partisi ASHABI KİRAM’ ın elinde bu saydıklarımızdan hiç biri, hatta Kur’an bile “yazılı şekliyle” uzun zaman ellerinde yoktu.

Ama hafızalarına, kafalarına ALTIN HARFLERLE kazıdıkları muhteşem İSLAM AKİDESİ, bu akidenin ayrılmaz parçası olan ayetler ve hadisler, onların “elinde ve dilinde” yollarını aydınlatan, dünyada izzet ve şerefi, ahirette ise cenneti kazandıran servetleri idi..

Bak bu gün senin elinde nice imkanlar var elhamdülillah.

Ama acı bir gerçektir ki;

Onlar, Kur’an ve Sünneti hiç mi hiç ELLERİNDEN ve DİLLERİNDEN düşürmezken, Davet için her gün toplumun kapısını aşındırırken, ey davetçi genç sen bakıyorum elinden “cep telefonunu” hiç düşürmüyorsun..

“İslam için” düşürmüyorsan bir diyeceğim yok.. Ama sana “zaman kaybettiren tırı vırı şeylerden dolayı” onu elinden düşürmüyorsan, “GAZZE’LİNİN BEDDUASI” sana da ulaşır unutma güzel kardeşim.

Son sözümüz, çok çok muhtaç olduğumuz “Dualardan bir dua” olsun.

“Ey Rabbim tüm Müslümanların, cemaatlerin, vakıf, dernek ve İslami kuruluş mensuplarının etle tırnak gibi İSLAM KARDEŞLİĞİ etrafında KAYNAŞMALARINI, ortak paydalarda buluşmalarını ve birlikte İSLAMİ BİR DEVLET kurmalarını nasip eyle. Bizlere nusretinle O DEVLETİ bağışla ki; onunla en başta Gazze, Ümmeti Muhammed ve tüm insanlık kurtulsun..” Amin amin amin

Sevgi saygı ve muhabbetlerimle

Bekir Yetginbal – 30 Temmuz 2025


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın