Başkanlık Sistemi Yerine Hilafet’ i Konuşsak mı?

Başkanlık Sistemi Yerine Hilafet’ i Konuşsak mı?

Yazan Faruk Köse

Gündemin ana konusu “Başkanlık Sistemi.” Şimdi herkes bunu tartışacak.

Ancak benim için önemli olan, devletin “Başkanlık” veya “Parlamenter” olsun, ya da başka bir şey olsun, “hangi sistem”le yönetildiği değil, “nasıl” ve “Hangi Rejim”le yönetildiğidir.

Bu yüzden, “Başkanlık Sistemi”ni tartışmaktan ziyade, “Rejim Değişikliği”ni tartışmak gerektiğini düşünüyorum.

Getirilmek istenen “Başkanlık Sistemi”ne dair detaylar basında gündeme geliyor.

Buna göre, “seçim barajı” düşürülerek “Tekli Meclis”te “toplumun tüm kesimlerinin temsili” sağlanacakmış.

“Milletvekili seçilme yaşı” 18’e inecekmiş. “Sorumsuz Cumhurbaşkanı” yerine “sorumlu Başkan” olacakmış.

“Başkanın yargılanması” için “Anayasa Mahkemesi üyeleri” ile “Meclis üyeleri”nden müteşekkil “Güçlendirilmiş Yüce Divan” kurulacak ve böylece “hukuk”la “siyaset” birbirine karıştırılacakmış.

Millet tek seçimde hem “Başkan”ını, hem de “milletvekilleri”ni seçecekmiş. Başkan için ayrıca “güven oylaması” olmayacakmış.

Görüldüğü üzere, üzerinde durulan asıl konu, “Cumhurbaşkanlığı” ile “Başbakanlık”ı birleştirip “Cumhurbaşbakanlığı” mesabesinde bir “Başkanlık Sistemi” kurmaktan ibaret.

Yani “rejim”e, “Rejim Değişikliği”ne dair herhangi bir plânlama ya da çalışma yok.

Bu köşede 15.05.2012’de “Sistem sorunu mu, Rejim sorunu mu?” başlığı altında esas sorunumuzun ne olduğuna değinmiş 2012’nin 05-06 Haziran’ında ise iki gün üst üste “Başkanlık sistemi gelince Rejim ne olacak?” başlığı altında konuya dair düşüncelerimi yazmıştım.

O yüzden burada “Başkanlık Sistemi”nin ayrıntılarına girmeyeceğim. “Rejim Değişikliği”ne dair ise şunları söylemek istiyorum:

İhtiyaç duyulan yeni anayasa ile çözülmesi gereken öncelikli esas sorunumuz “sistem sorunu” değil, “Rejim Sorunu”dur.

Çünkü eğer yeni anayasa “Rejim”i değiştirmeyecek de sadece rejimin “işleyiş sistemi”ni değiştirecekse, esas soruna çözüm getirmeyecek demektir.

Eğer “Kemalist-Laik rejim” ile “dindar millet” arasında baştan beri var olan uyuşmazlık ve anlaşmazlık “Rejim Değişikliği”yle giderilmeyecekse, sistemi değiştirmenin önemi kalmayacaktır.

Zira büyük çoğunluğu dindar olan topluma cebren uygulanan “Kemalist Laiklik” bir “sistem sorunu” değil, “Rejim Sorunu”dur.

O yüzden, “dindar topluma uygulanan Laik-Kemalist rejim” değiştirilip “toplumun dinine uygun hal”e getirilmediği sürece, sistemin Parlamenter ya da Başkanlık olmasının hiçbir önemi yoktur.

Bu yüzden, meseleye sadece “sistem” açısından bakarsanız, “dindar toplum” için değişen hiçbir şey olmayacak demektir.

Esasta/Rejimde bir değişiklik ya da yenilik olmayacaksa, sistem “Parlamenter” değil de “Başkanlık” olsa ne yazar, “Başkanlık” olmasa da “Parlamenter” kalsa ne fark eder?

Yani önemli olan, “Sistem”in “Başkanlık” ya da “Parlamenter” oluşundan ziyade, o Sistem ile uygulanan “Rejimin Niteliği”nin ne olduğu, nasıl bir mahiyette tezahür ettiğidir.

Bu yüzden, “Başkanlık Sistemi” kurgulanmadan önce, o sistemin “Hangi Rejim”i yürüteceği belirlenmelidir.

Bunun yolu ise, “Rejimi Değiştirmede radikal davranıp rejimin yerleşik tabularını yıkmak”tan geçer.

O halde Türkiye’de “Başkanlık Sistemi”nin anlamlı olabilmesi için, “Rejim bakımından nasıl bir değişime ve dönüşüme ihtiyaç olduğu”na bakmak gerekecektir.

Başkanlık sistemi, “yasama-yürütme-yargı” diye tabir edilen klasik “güçler ayrılığı” üçlemesinde, “yürütme gücü”nün nasıl kullanılacağına dair bir “yöntem”den öteye bir şey değildir;

Yani bir “yönetme mekanizması” olarak “güçler ayrılığı”ndaki “yürütme erki”nin hangi sistemle tatbik edileceğinden ibarettir.

Bu bakımdan, birbirine çok zıt kaynaklardan hareket eden ülkeler, hükümet etme sistemi itibariyle başkanlıkla idare edilebiliyor.

Yani sadece “Hükümet Etme Biçimi” olarak “Başkanlık Sistemi” gelince her şey yoluna girmiyor, hatta “Rejim”e dair hiçbir şey değişmeyebiliyor.

O halde Türkiye’de “yürütme gücünün işleyiş mekanizması” değiştirilip “Parlamenter Sistem”den “Başkanlık Sistemi”ne dönüştürülecekse,

bunun ülke ve toplum için anlam taşıyabilmesi, yenilik ve dinamizm oluşturabilmesi, toplumu mutlu edebilmesi için, sadece “Hükümet Etme Sistemi”ndeki değişikliğin çok da yararı olacağını düşünmüyorum.

Sistem değişikliğinin herhangi bir yararının olabilmesi için, geçilen yeni sistemin içinde tatbik edileceği “Rejim”in de değiştirilmesi lazım.

Bu bakımdan, “Başkanlık Sistemi”nden önce “Rejim”in konuşulması, önce Rejimin Değiştirilip “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne mutabık bir rejime geçilmesi;

Rejim Değişikliğine paralel olarak, “yeni rejimin yürütme erki”nin başkanlık olup olmayacağı üzerinde kafa yorulması yerinde olacaktır.

Aksi taktirde, “umulan yararlar”ı temin etmek mümkün olmayacak, hatta “muhtemel yol kazaları” durumunda mevcut “toplumsal huzursuzluk” bütün alanlarda katlanarak devam edecektir.

O halde “Sistem Değişikliği”yle efor tüketileceğine, “Yeni bir Rejim Kurmak” gibi esas işe yönelmek evlâ olacaktır.

Nedir “yeni rejim?” derseniz, lafı dolandırmadan doğrudan söyleyeyim: Hukukta Şeriat, İdari mekanizmada Hilafet!…

Yani, ne kadar ömrü kaldığını bilemeyeceğimiz “fanilere odaklanmış sistem kurgusu”yla fırsatı kaçırmaktansa, hâlâ imkânlar eldeyken “Başkanlık Sistemi” tartışmasına bir süre ara verip “esas konu”ya geçsek, “Laik-Kemalist Rejim” tarafından yıkılan “Hilafet Sistemi”nin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak… Fena mı olur?     02.02.2015

x x x

Faruk Köse kardeşimizin 2. Makalesi: Hukukta Şeriat, idarede Hilafet…

Önceki günkü (02.02.2015 tarihli yukarıdaki) yazımda, “Başkanlık Sistemi Yerine Hilafet’i Konuşsak mı?” diye başlıktan sormuş;

Asıl meselemizin “Hükümet Etme Biçimi” değil, “Hükümetin Neye Göre İşleyeceği”ni, “hayatın nasıl yaşanacağı” biçimlendirenin “Rejim” olduğunu,

bunun için “Başkanlık Sistemi Tartışması”na bir süre ara verip, artık “Rejim Değişikliği”ni konuşmamız gerektiğini ifade etmiş ve “Nasıl Bir Rejim?” sualine net bir cevap vermiştim: “Hukukta Şeriat, İdari mekanizmada Hilafet!…”

Yazıyı bitirirken, soru formatında temennim şöyleydi:

“Laik-Kemalist Rejim tarafından yıkılan Hilafet Sistemi’nin tekrar nasıl ihya edileceğini konuşsak, artık buna kafa yorsak… Fena mı olur?”

Yazı birilerinin kimyasını fena halde bozmuş.

Konuya dair “Fikir üretecek beyinden yoksun” bulunanlardan, ya da “Laik-Kemalist Rejim”in uyuşturduğu “Beyinlerinde fikir namına en ufak bir şey olmayanlar”dan bol miktarda küfür, hakaret ve belaltı kabalık gördüm.

Söyleyecek sözü olmayan, diyecek laf bulamayan kim varsa çıkıp küfretmiş; ama önemli değil.

Hani “Şeriatçı Atalarımız” demişler ya; “İt ürür, Kervan yürür” diye. Varsın itler ürüyedursun, biz “Kervanın nasıl yürüyeceğine dair Stratejiler”i oluşturmak üzere konuşmaya devam etmeliyiz.

Sözü çok fazla uzatmayacağım. Açık ve net söylüyorum:

Bugün ülkemizde bir toplum var, ama kendine ait asli “inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne uygun bir “Rejim”le yönetilmiyor.

Bugün ülkemizde bir “Rejim” var, ama bazı “Destekçi Topluluklar” bulsa da, kendini benimseyen “Genel Toplumsal Destek”ten yoksun.

Yani ülkemizde, “Rejimi olmayan bir toplum ile Toplumu olmayan bir rejimin tipik ve Traji-komik beraberliği” var.

Çünkü Rejim ile Toplum arasında, rejim ile “toplumun asli inanç, kimlik ve kişilik değerleri” arasında tam anlamıyla uyuşmazlık var.

Esaslı sorunlarımızın, bu uyuşmazlıktan çıktığını artık anlamak lazım.

Zira “Rejim-Toplum Uyuşmazlığı”, pratikte “Devlet-Toplum Zıtlaşması”nı ürettiğinden, Devlet, “toplumu potansiyel suçlu” olarak görmekte ve bütün adımlarını o potansiyel suçluyu zapturapt altına almaya yönelik olarak atmakta;

Toplum da Devleti “sırtından atılması gereken bir yük” olarak gördüğünden, fırsatını bulduğu an “Devlete çalım atma”ya bakmakta.

İşte bu hal, pek çok siyasi, idari, sosyal, kültürel, hukuki, iktisadi ve benzeri sorunların ‘ana menbaı’nı teşkil etmekte.

Demek ki, mer’i / yürürlükteki rejim, toplumu mutlu etmenin, “Devlet-Toplum Uyumlaşması”nı, “Devlet-Toplum Kaynaşması”nı sağlamanın önündeki en büyük engel olma vasfını taşıyor.

Zaten “Topluma Rağmen”ci bir yaklaşımla, “zor”la, “baskı”yla, “zulüm”le tesis edilen ve “en acımasız yöntemler”le “toplumsal yapı ve doku”yu bozarak bir “ara insan” kitlesi üreten rejimin, “toplumun idaresi”ni gasbederek egemen olduğu malûmunuz.

Bu yüzden, artık “Müslüman Toplum” için kelimenin tam anlamıyla yük olan, gereksiz kalan Rejimin değiştirilerek “toplumun ‘asli’ inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne uygun hale getirilmesi elzem olmuştur.

Bu asli değerlerin ise başkası değil, sadece “İslam” olduğunu biliyoruz.

O halde Rejim Değişikliği ile, yeni bir “sosyal-kültürel, siyasi-idari, iktisadi-mali, hukuki-adli… rejim” ve böyle bir rejimi yürütecek sistem kurulmalı.

Yani “Rejimiyle Birlikte Devlet”i, “Yaşantısıyla Birlikte Toplum”u değiştirip dönüştürerek, “Devletli Hayatı” yeniden kurgulamak lazım.

Bu neye göre olacak?

Tabiî ki “toplumun inanç, kimlik ve kişilik değerleri”ne göre…

Yani İslam’a göre…

O halde artık Müslümanlar, aralarındaki “Anlamsız ve saçma sapan çekişmeler”i bir kenara atıp, “Politik tatminlerle yetinme”yi artık bırakarak “esas konu”ya eğilmek zorunda.

Esas konumuz ise “İslam Devleti”dir.

İslam Devleti için gerekli hukuk “İslam Şeriatı”, gerekli hükümet etme biçimi ise “Hilafet”tir.

Artık “Laik/Kemalist Rejim”in gasp ettiği “Şeriat” ve “Hilafet” gibi iki önemli değerimizi nasıl ihya edeceğimizi ciddi ciddi konuşmalıyız.

“Hilafet Müessesesi”nin nasıl ihya edileceğini, hangi “idari-bürokratik unsurlar”ın ve mekanizmalarının olduğunu, Şeriat’ın günümüz şartlarına ve ihtiyaçlarına göre her alandaki hükümlerinin “tasnif ve tedvin” edilmesini,

her alana ilişkin olarak elde hazır ve “yasa haline getirilmiş Şer’i hukuk metinleri”ni, Hilafet’e dayalı idari mekanizmanın işleyişine dair gereklilikleri falan… konuşmalı; buna dair somut verileri hazırlamalıyız artık.

“İslami” olduğunu iddia eden bir çalışma grubu, cemaat, tarikat, parti vs., eğer “Hukukta Şeriat, İdarede Hilafet” idealini taşımıyor ve çalışmalarını bunu sağlamaya yönelik olarak “nitelikli şekilde” yapmıyorsa, onun “İslami” manada “İslamilik vasfı” yok demektir.

Hal böyleyse bunlar, “Müslüman Bireyler ve Kümeler”i, Müslümanların “Zaman”ını, “Maddi ve Manevi Kaynaklar”ını, “Maddi ve Manevi Değerler”ini, “Varlıklar”ını, “Umut”larını, “Heyecan”larını vs. boşuna harcamasın, heba etmesin.

Ya asıl işini yapsın, ya da buna ufku ve yüreği yetmiyorsa, kendini feshetsin!

Bizi kurtaracak tek yol: Hukukta Şeriat, idarede Hilafet ..               

  1. Makaleye Kaynak http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/faruk-kose/baskanlik-sistemi-yerine-hilafeti-konussak-mi-9400.html
  2. Makaleye Kaynak http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/faruk-kose/hukukta-seriat-idarede-hilafet-9431.html

Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın