Varlık Fonu, Altın Tahvili, Altına Dayalı Kira ve Gayrimenkul Sertifikası
Varlık Fonu, Altın Tahvili, Altına Dayalı Kira ve Gayrimenkul Sertifikası
Çıkmaz Sokakta Israr Niye?
Yazan Haluk Özdoğan
Kapitalizm "Ekonomik Problem"i, kaynakların kıtlığı ve üretimin azlığına bağlayıp, üretimin artırılmasını çözüm olarak hedeflese de, günümüz koşullarında daha çok üretimden kopuk, uluslararası finans hareketliliğine bağlı, yeni ekonomik bunalımlar ve krizler üreterek varlığını sürdürüyor.
Bunu da uluslararası şirketlerin, Uluslararası Kredi Derecelendirme kuruluşlarının yönlendirmeleri ile Doğrudan Yabancı Yatırım (DYY) adı altında fiili üretime dayalı değil, spekülatif kâr amaçlı finans dolaşımı ile sağlıyor.
Dolayısıyla küreselleşme ile küresel finans aktörleri, hangi ülkeden daha çok kâr elde edeceğini düşünüyorsa o ülkeye finansal yatırımda bulunmakta dilediğinde finansal piyasadan çıkabilmektedir.
Başta ABD olmak üzere sömürgeci kâfir Batı devletlerinin ekonomik planda aldığı her karar, gelişmekte olan ülkeler olarak anılan ülkeler başta olmak üzere, küreselleşmeye entegre olmuş tüm piyasaları etkiliyor.
Bu da Türkiye'nin de sık sık maruz kaldığı döviz hareketliliğine neden oluyor.
Dövizin yükselmesi, ihracat açısından olumlu olarak lanse edilse de, üretim girdileri bakımından örneğin enerjide %96 oranında dış bağımlılığı olan Türkiye gibi ülkeler açısından, dış ticaret açığının daha da artması anlamına geliyor.
Türkiye şu anda yılda 330 milyar dolarlık dış finansman açığı veriyor ve bu yüzden açığı kapatmak için de dışarıdan ülkeye para çekmek zorunda.
Dövizle temin edilen üretim girdileri doğal olarak üretim maliyetlerini, üretim maliyetlerindeki artış da, başta işsizlik olmak üzere ülke içi genel fiyat düzeyini yani enflasyonu artırmaktadır.
Söz konusu döviz dalgalanmalarıyla baş edebilmek için piyasadan TL'nin çekilip dövizin sürülmesi, sıcak paranın çıkışının önüne geçmek için faizlerin yükseltilmesi, gibi alternatifler kullanılıyor.
Hatta dövizin yükselişi siyasi malzeme yapılarak, "döviz bozdurma seferberliği" yoluyla halk da işin içine katılıyor.
14 Ocak 2017 günü Borsa İstanbul'un yeni hizmet binasının açılış töreninde açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan; "Son günlerde döviz kurunu silah olarak kullanıp yine üzerimize gelmeye başladılar, varsın gelsinler. Biz de bunların ‘alternatiflerini’ üretiyoruz, üreteceğiz." (2) demişti.
Bu alternatiflerden ilki yani “Birinci alternatif Varlık Fonu”nun kurulmasıydı ki; fonun elindeki finansal varlığın 200 miyar dolar olması öngörülüyor.
Çeşitli kamu şirketlerinin, onlara ait tüm hisselerin Varlık Fonu çatısı altında toplanıp, bu hisseler karşılığında borç bulunması ve diğer varlık fonlarından da para çekerek “dış finansman sağlanması” amaçlanan bu hamleyle de, döviz hararetinin düşürülmesinde, yukarıda saydığımız geleceğimizi ipotek altına alacak alternatifler dışında, "yeni bir alternatif" daha böylece üretilmiş oldu.
Sömürgeci devletler "Varlık Fonlarına” milyarlarca dolarlık fazlalıklarını başka ülkelere yatırarak içeride enflasyondan korunmaya, gelir akışını çeşitlendirmeye ve kamusal gelirlerin tükeneceği bir gelecek için şimdiden önlem almaya çalışırlarken;
Yeni varlık fonları kuran ülkeler ise, bunun tam tersine büyük cari açıkları ya da ağır borç yükleri olan ülkelerdir.
Bu ülkeler, "Varlık Fonu uygulamasına” küresel ekonomik yavaşlama ve azalan ticaret hacimleri karşısında Varlık Fonlarını, ekonomilerini harekete geçirmek için bir araç olarak görüyor ve dışarıdan finansman çekerek ekonomilerini canlandırmak için gelen bu parayı içeride kullanmayı planlıyorlar.
Peki, bu para içeride nasıl kullanılacak?
Natural Resource Governance Institute’tan analist Andrew Bauer, “(Bu modelin getirdiği) tehlike şu ki, pek çok durumda normal bütçe prosedürleri işlemiyor; dolayısıyla bu da parlamento denetiminden ve bakanlık denetimlerinden sıyrılmak için bir yol olarak kullanılıyor.” yorumunda bulunuyor.
Bauer’a göre, eğer şeffaflıkta en ufak bir aksama olursa, paranın nasıl nerelere harcandığını öğrenmenin hiçbir yolu yok. Yine Bauer’e göre bir başka önemli risk de, paranın yaşama şansı olmayan “gösteriş projelerine” harcanması.
Türkiye'de uygulanan Varlık Fonu’nun Sayıştay denetimine tabi olmadığını da burada hatırlatalım.
Bizdeki Varlık Fonu; “yatırım (!)” yapmak isteyen ve spekülatif kâr güdüsüyle hareket eden tüm ulus ötesi şirketlere ve sömürgeci devletlere ise “tamamen şeffaf durumda”. Zira onlara “şeffaf olmazsa” adamlar niye gelip “yatırım” yapsınlar ki?
Türkiye'nin finans darboğazından bir nebze nefes almasını sağlayacak “İkinci alternatif" ise, "banka kredisi kullanmadan her kesimden vatandaşın küçük tasarruflarla ileride(!) konut sahibi olabileceği" şeklinde tanıtılan ve borsada da satışa konu edilecek "gayrimenkul sertifikası" dır.
Ekonomide “Motor sektör” misyonunu yüklenen “inşaat sektörü” nde ise, Rus uçağının düşürülmesi sonrası başlayan durgunluk, 2016 Ağustos ayı ve 2017 Şubat ayında başlatılan "düşük faizli uzun vadeli konut satışı seferberliği” ile atlatılmaya çalışılmıştı.
Öte yandan TÜİK tarafından açıklanan 2017 yılının şubat ayına dair konut satış istatistiklerine göre yabancılara yapılan konut satışlarının bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 17.6 azaldığını da burada not etmek gerekir.
Vatandaşın halihazırda geri ödeyemediği batık kredilerin tutarı 60 milyar 338 milyon TL'ye ulaşmış durumda.
Bankaların "Tüzel Yapıdaki Tefeciler” olan varlık yönetim şirketlerine satılan “sorunlu kredi” tutarı ise 29,2 milyar TL.
Toplamda ise 89,5 milyar TL'lik ticari, KOBİ ve bireysel kredi ve kredi kartı borcunun geri ödenemediği açığa çıkıyor.
Bu şartlarda başvurulan ve yeni alternatif diye sunulan gayrimenkul sertifikası, inşaat sektörü-finans sektörü döngüsünü ayakta tutmaya dönük bir çaba olarak görülüyor.
ABD'de yaşanan “2008 finans krizi” de işte aynen böyle başlamıştı.
ABD'nin; hemen sisteme müdahale ederek, istediği kadar para basabilme, dünya çapında üzerinde dolar yazan karşılıksız çeklerini alabilme ve ABD' nin küresel dolar sömürüsünü devam ettirebilme, ABD'nin borç yükünü omuzlaya bilecek G-20 gibi enstrümanları mevcut da o bugünlere gelebildi.
Peki ya Türkiye?
Türkiye'nin ABD’nin kurduğu gibi işleyen böyle bir sömürü tezgâhı mı var da dünya çapında ki, kapitalizm kaynaklı bu finans krizlerinden Türkiye de korunabilsin?
Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek'in "dünyada bir ilk olacak" diye açıkladığı bir diğer "Üçüncü alternatif" de, halen Hazine'nin üzerinde çalıştığı ‘altın tahvili’ ve ‘altına dayalı kira sertifikası’ formülüdür.
Bununla hedeflenen şey ise; Türkiye’de 100 milyar dolar değerinde ve yaklaşık en az 2 bin 200 ton olduğu tahmin edilen halkın elindeki “yastık altındaki altınların”, Hazine tarafından ortaya çıkarılacak "Değerli Kâğıt?" karşılığı sisteme kazandırılmasıdır.
Bu tıpkı, tefecilerle borç ilişkisi kurarak ailesini geçindirmeye çalışan, ev halkının geleceği ile kumar oynayan, oynadığı bu kumarla hem borçlarını çevirme, hem de kaybettiklerini geri kazanma hayaliyle evdeki eşyalarını haraç mezat satan, bunlar da tamamen tükenince, ev halkının elindeki maddi varlıklara göz diken, sorumsuz vurdumduymaz bir aile reisinin resmidir.
Soruyorum size; dünya çapında kurulu bu kapitalist sömürü tezgâhından ülkenin selamete kavuşması, zaten tezgâhın işlemesi için üretilen kapitalist kurallara göre alternatif geliştirmekle mümkün görünüyor mu sizce?
Bu çıkmaz sokaktan kurtuluşun yolu, ne Anayasa referandumu “Evet” inde, ne de “Hayır” ındadır.
Yegâne kurtuluş, Allah Subhanehu ve Teala’nın tüm insanlık için kutlu Resulü Muhammed Aleyhi's-Salatu ve's-Selam aracılığı ile gönderdiği İslam nizamının topyekûn hayata yeniden hâkim kılınmasındadır. 10 Nisan 2017
(1) http://www.haberler.com/cumhurbaskani-erdogan-turkiye-yi-her-seyiyle-disa-9162502-haberi/
(2) http://www.reuters.com/article/us-emerging-swf-investment-idUSKBN16R0QY
Kaynak https://kokludegisim.net/makaleler/cikmaz-sokakta-israr-niye.html
Tags: Yayınlandı