Şeytanın Büyük Zaferleri ve Zafer üstüne Zafer

Şeytanın Büyük Zaferleri ve Zafer üstüne Zafer

Bizleri İslam ile şereflendiren Âlemlerin Rabbi, mülkün sahibi, Şanı yüce Allah’a sonsuz defa hamd olsun.

Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi en başta ölçü ve örnek Rasul Hz. Muhammed’in, ehli Beytinin, güzide Ashabının, İslam ümmetinin ve sizlerin üzerine olsun.

Şu ayet mealleriyle bakın ne diyor Rabbimiz:

“Meleklere: Adem’ e secde edin demiştik, İblis’in dışında hepsi secde ettiler. İblis: Ben, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim dedi. ‘Şu benden üstün kıldığına da bir bak. Yemin ederim ki, eğer beni Kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım..’

Allah buyurdu: “Git, Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza.

Onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ, mallarına, evlatlarına ortak ol, kendilerine vaatlerde bulun. Şeytan, insanlara, aldatmadan başka bir şey vaad etmez.

(Ey İblis); Şüphesiz ki benim (gerçek mümin) kullarım üzerinde senin hiçbir sultan /otoriten /meşru yetkili gücün olamaz, olmayacak ta. Vekil olarak Rabbin yeter..”  (İsra suresi 61-65)

“İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı şeytana uyan birtakım kimseler vardır. Onun (şeytan) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki (şeytan) kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir.” (Hac suresi 3-4)

Muhterem kardeşlerim ve Davetçi gençler

Bu ayet meallerinden de anlaşıldığı üzere, 1400 yıl öncesinden nice ayetleri ile bizlere hitap eden Rabbimiz, kendisine iman eden Salih ve Saliha kullarının eline adeta dertlerine ilaç olacak “Çok mükemmel bir reçete” ikram etmiştir.

Adeta “Yok diye bir şey yok..” diyebileceğimiz köklü ve doğru çözümler bu reçetede vardır..

Fakat bundan da çok çok önemli olan CAN ALICI HUSUS şudur:

Bu reçetede bulunanlarla “Problemleri çözme ve ihtiyaçları giderme” hususu MUTLAK BİR EMİR olarak zikredilmiş, yasakladığı şeylerden kaçınılması da MUTLAK BİR NEHİY/Yasaklama ile ortaya konmuş ve denilmiştir ki:

“Bugün size DİNİNİZİ (hayat nizamınızı) kemâle erdirdim, üzerinizdeki NİMETİMİ tamamladım ve sizin için DİN OLARAK İSLAM’I seçip beğendim.” (Maide suresi 3)

Demek ki; yerken, içerken, giyinirken, kullanırken, insan, eşya, doğa vs. ile alakalar kurarken, Rabbimize ibadet ederken, ölümüzü defnederken hep “Sizin için DİN OLARAK İSLAM’I seçtim, ancak ondan razıyım..” diyen Rabbimizin hükümlerine göre hareket edeceğiz ki, Dünya hayatımızda onun rızasını, sevgi ve merhametini kazana bilelim..

“- Bu husus, niçin CAN ALICI husustur Bekir amca?

Çünkü iman ettiğimiz ahiret hayatını ve cenneti kazanma ancak ve ancak “Dünyada yaşarken göstereceğimiz tam teslimiyet ve itaatlere” bağlı kılınmış ve Rasulullah (sas) bunu şöyle bir benzetme ile berrak bir şekilde ifade etmiştir:

“Dünya, ahiretin tarlasıdır..”

Tarla benzetmesini Rabbimizde hatırlarsanız şu ayette dile getirmişti: “Kadınlarınız sizin tarlanızdır..” (Bakara suresi 223)

Ama gel gör ki, ilk insan Hz. Âdem (as) zamanından başlayan bir süreçle, lanetli kör şeytan 7/24 mesaiye başlıyor ve “… eğer beni Kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım..” diyor.

Onun yani Hz. Âdem’in (as) iki oğlu (bazıları bunların adı HABİL ve KABİL diyor ama ne Kur’an da ne Hadislerde bu isimler yoktur) arasında yaşanan ve cinayetle biten olay ile ilgili Rabbimiz diyor ki:

“Onlara Âdem’in iki oğlunun başından geçen ibret verici şu gerçeği anlat:…” (Maide suresi 27)

Bu ayetin devamında ve 28, 29, 30, 31 ve 32. Ayette tafsilat veriliyor. Dileyen bakabilir.

Rabbimiz Maide suresinin 32. Ayet içinde geçen bir hükmünde diyor ki:

“… Kim (haksız yere) bir kimseyi öldürürse sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de (bir masumun öldürülmesine engel olup, yaşamasını sağlayarak) bir canı kurtarırsa sanki bütün insanların hayatını kurtarmış gibi olur.”

Kardeşlerim, şimdi tadımlıkta olsa bir kavrama daha dikkatinizi çekmek istiyorum.

CİNAYET (الجناية) nedir? Bir fıkıh terimi olarak “mala ve cana yönelik hukuka aykırı fiillere” CİNAYET denir.

En dar anlamıyla CİNAYET; “Adam öldürme ve müessir fiil” karşılığında kullanılır. Böyle bir fiilde bulunan kimseye CÂNİ ve KATİL, bu fiile maruz kalana da MAKTÛL ve MECNİYYUN ALEYH denir.

İslam’a göre; KASDEN ADAM ÖLDÜRME esas itibariyle kısas, KASIT OLMADAN ADAM ÖLDÜRME de diyetle cezalandırılır.

Bu tanımlamalar ışığında Hz. Adem’in (as) iki oğlundan birisi “HAKSIZ YERE” kardeşini öldüren bir KATİL, diğeri ise MAKTULDÜR.. Hem de masum olan bir maktuldür.

İşte bu olay; yangına körükle giden lanetli kör ŞEYTANIN BÜYÜK BİR ZAFERİ’ dir. Şimdi gelelim, günlerdir Türkiye kamuoyunu meşgul eden taptaze güncel bir olaya..

Dün medyaya düşen ve birçok TV kanallarında da anlatılan Minik NARİN CİNAYETİ ile ilgili şu habere dikkatinizi çekmek istiyorum:

NEVZAT BAHTİYAR HER ŞEYİ İTİRAF ETTİ:

“Nevzat BAHTİYAR’ın savcılığa verdiği ifade de; amca Salim GÜRAN’ın Narin’in annesi olan Yüksel GÜRAN ile cinsel ilişki yaşadığını NARİN’in görmesinden dolayı da onu öldürdüğünü söyledi.

Narin’in öldürüldüğü 21 Ağustos 2024 günü saat 15.08’de Salim GÜRAN’ı su meselesi yüzünden kendisini aradığını aktaran, BAHTİYAR, daha sonra Salim de kendisini ağabeyi Narin babası Arif GÜRAN’ın evinin bulunduğu tepeden seslenerek, yanına çağırdığını söyledi.

Salim ile birlikte Arif GÜRAN’ın evine girdiklerini ileri süren BAHTİYAR, şunları söyledi:

“Bir oda hariç tüm odaların kapıları kapalıydı. Evin içinde anne Yüksel ile Enes, Eren ve Muhammed GÜRAN dâhil hiç kimseyi görmedim. Herhangi bir ses de duymadığım için odalarda olup olmadıklarını da bilmiyorum.

Salim beni solda bulunan odalardan birine götürdüğünde Narin’in yerde hareketsiz yatar vaziyette olduğunu gördüm. Hatırladığım kadarıyla Narin’in ağzında köpük şeklinde bir sıvı vardı.

Salim bana dedi ki: ‘Yüksel’le birlikte olduğumuzu gördüğü için bu kızı ben öldürdüm. Artık sende benim suç ortağımsın. Bu olaya tanık olduğun için bu cesedi yok edeceksin. Yoksa senin oğlunu gittiği futbol okulundan aldırır, kafasına sıktırırım. Bunu yok et ve sonrasında da sana 200 bin lira vereceğim..” (TV kanalları, Milliyet – 21.09.2024)

Muhterem kardeşlerim ve Davetçi gençler

Bu iğrenç ve vahşet dolu olaylar zincirinde, her ikisi de evli olan erkek ve kadının zinası vardır.

Abisinin namusuna göz diken şerefsiz bir gardaş vardır. Kocasına, yavrularına ihanet eden, bir anne bir kadın vardır.

Bütün bunlar yetmiyormuş gibi, işledikleri zinaya istemeden, gayrı ihtiyari şahit olan ve KATLEDİLEN minik bir MAKTUL yani NARİN isimli minik yavru vardır.

KATİLE, tehdit ve para karşılığında yardım eden, az ceza almak için İTİRAFÇI olan, olayı ve cesedi saklayan bir suç ortağı, bir zalim vardır.

Şimdi soruyorum sizlere; bu olaylarda da “ZAFER ÜSTÜNE ZAFER KAZANAN” Allah’ın lanetlediği KÖR ŞEYTAN değil midir?

Deliller, belgeler, şahitler ve itiraflar bir araya getirilecek, İDDİANEME hazırlanacak, yargılama sonunda taraflara 3 yıl, 5 yıl, 15 yıl ya da Müebbed (!) hapis cezaları verilecek..

Derken, “Devlete karşı işlenen suçların..” KAPSAM DIŞI tutulduğu bir GENEL AF ilan edilecek, TOSUN gibi içeride beslenen KATİLLER ellerini kollarını sallayarak dışarı çıkacaklar.

Şimdi tekrar soruyorum; Cumhuriyet tarihinde defalarca gördüğümüz, tanık olduğumuz bu GENEL AF olayı ve KATİLLERİN özgür bırakılması da ŞEYTANIN ZAFERLERİNDEN BİR ZAFER değil midir?

Yukarıda şunu ifade etmiştim:

İslam’a göre; KASDEN ADAM ÖLDÜRME esas itibariyle kısas, KASIT OLMADAN ADAM ÖLDÜRME de diyetle cezalandırılır…

“- Peki; evli olan bir erkeğin, evli olan bir başka kadınla zina etmesi hakkında da İslam’ın bir sözü, görüşü hükmü var mı Bekir amca?”

Var olmasına elbette ki var da güzel kardeşim, Onun varlığının PRATİKTE hiçbir geçerliliği yoktur.

Daha doğru bir ifadesiyle MÜESSES NİZAM ve mevcut Türkiye Cumhuriyeti Devleti Anayasa ve kanunları yanında HİÇ BİR DEĞERİ ya da BİR GEÇERLİLİĞİ yoktur.

Çünkü 100 yıl önce BU KAPİTALİST DÜZENİ kuran İttihad ve Terakkiciler, Jön Türkler ve Sabetayist Beyaz Türkler, sadece Osmanoğulları ailesini YURT DIŞI etmediler, İslam’ın hükmetme nizamı olan HİLAFETİ, İslam kanunlarını, İslam’ın tüm nizamlarını, İslam’ın dili olan Arapça’ yı vs. vs. yi de YURT DIŞI ettiler yani RESMEN KOVDULAR..

Yerine ne mi getirdiler? Kendilerini iktidara getirenlerin yani Avrupa’ lı gavurların anayasa ve kanunlarını getirdiler..

Şimdi tekrar bir daha soruyorum; 100 yıl önce Askeri bir darbe İLE İKTİDARI ELE GEÇİREN (Sabetayist) Batı hayranı bu güruhun elde ettiği BÜYÜK BAŞARI da ŞEYTANIN ZAFERLERİNDEN BİR ZAFER değil midir?

Son olarak bir örnek daha vermek istiyorum.

100 yıl önce olup bitenleri bir kenara bırakalım ve 101. Yıla bir göz atalım.

Kör olan insanların bile tüm şeffaflığıyla gördüğü, sağır insanlardan duymayanın kalmadığı bir hakikat vardır. O da şudur:

Kurulduğu 1923 yılından sonra Kemalist, tam Kapitalist, Demokratik ve Laik Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, “Tek Parti” olarak “Cumhuriyet Halk Partisi” nin yer aldığı 1927, 1931, 1935, 1939, 1943 seçimleri yapıldı.

1946 seçimleri ile Türkiye’de ÇOK PARTİLİ SEÇİMLER dönemine geçildi. O günden bu güne yüzlerce partinin katıldığı, Onlarca GENEL ve YEREL/MAHALLİ secimler yapıldı.

Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla, Gürcüsü, Lazı, Çerkeziyle Ahmet’ler, Ayşe’ler, İbrahim’ler, Fatma’lar yani Müslüman halk bu seçimler için KOŞA KOŞA sandık başına gitti.

Özellikle küçük beldelerde hatta köylerde “SEÇİM YARIŞI İÇİN” insanlar birbirlerini öldürdü. KATİL oldu, “Akrabalar birbirlerine küstü..” Adamlar, dediğime oy vermedin diye avradını boşadı..

Her seçim döneminde, “büyük bir aşkla oy vermeye giden” ve % 85’ lik bir SEÇİME KATILIM OY ORANI ile dünya rekoru kıran Türkiye halkı; acaba NEYE, KİME ve NE İÇİN oy verdiğini İSLAMİ ANLAMDA biliyor mu, işin şuurunda mı?

Türkiye halkı; İslam akidesi ile hayat, İslam akidesi ile toplum, İslam akidesi ile Devlet ve İslam akidesi ahiret arasındaki alakalardan, organik, fikri ve fiili bağlardan habersizdir ve bilmemektedir..

Hacısı da bilmiyor, hocası da bilmiyor, alimi (!) de bilmiyor, cahili de bilmiyor.. Zaten bilmeleri de istenmiyor birilerince..

Ne zaman ki bu halktan herhangi birini karşına alır, onun akli seviyesini iyi okur, onun anlayacağı bir dilde ve tatlı bir üslupta bu hususları ona izah ederseniz, ikna ederseniz. İşte o zaman bu gafil insan diyor ki:

“- Elim kopsaydı da bunların hiçbirine senelerce oy vermese idim.. Oy vermekle onların işlediği tüm suçların da SUÇ ORTAĞI oldum.. Şimdi ne olacak benim halim.?” Bunlar, bir pişmanlık, bir nedamet ifadesidir elhamdülillah.

“- Peki, ona sen ne anlattın da o insan, oldu bin pişman Bekir amca?”

Ne mi anlattım? Onun doğru bir şekilde akletmesini, düşünmesini sağlamak ve kıyas etmek yoluyla hakikatleri görmesi ve ona sahip çıkmasını temin etmek için şu örneği verdim:

RASULULLAH (sas) Efendimiz ilk vahyin geldiği günün (yani Bi’set’in) 10. yılı, Şevvâl ayında Hz. ZEYD BİN HARİSE (ra) ile birlikte, gizlice MEKKE’den ayrılarak TÂİF şehrine vardı. Orada Sakif Kabilesi ileri gelenleriyle oturup görüşmeye başladı.

Onları İslâm dinine dâvet etti. Bu şehre; kavminden davet ettiği şeye (İslam’a) muhalefet edenlere, kendisiyle birlikte karşı koymalarını talep etmek için geldiğini anlattı. Ancak, kaldığı 10 gün zarfında, en güzel üsluplarla anlatmasına rağmen hiçbir olumlu netice elde edemedi.

Üstelik hakaret ve istihza yani alay ile mukabele gördü. Türlü türlü ithamlara maruz kaldı. Sakifliler, bu çirkin sözlerle de yetinmediler.

Beldelerinde misafir olarak bulunan PEYGAMBERİMİZE ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtarak saldırttılar.

Gözü dönmüş, kendini bilmez küstahlar, yolun iki tarafında sıralanarak RASULULLAH (sas) ve Hz. ZEYD’i (ra) taş yağmuruna tutup kovdular. Efendimizin (sas) mübarek ayakları kana bulandı.

Bir beldeden, bir mekândan RASULULLAH’IN KOVULMASI demek, okuduğu KUR’AN’IN ve davet ettiği İSLAM’IN DA KOVULMASI demektir..

Bir Müslüman olarak ZEYD BİN HARİSE (ra); RASULULLAH (sas)’ in KOVULDUĞU ve İSLAM’A HAYIR denildiği bir yerde kalabilir miydi?

Elbette ki kalamaz ve elbette ki RASULULLAH’ı, KİTABULLAH’ı yalnız ve sahipsiz bırakamazdı. Çünkü imanı asla buna izin vermezdi.. Nitekim bırakmadı da, onunla birlikte tekrar MEKKE’ye döndü.

Ey Müslüman, şimdi gelelim günümüze..

İçinde yaşadığın ve birlikte yaşamakta olduğumuz bu toplumda, bu devlette; akrabalık, komşuluk ilişkilerimizde, işçi işveren ilişkilerimizde, ticari ilişkilerimizde ve tüm sosyal siyasal faaliyetlerimizde İSLAM VAR MI yani İslam’ın bir YAPTIRIM GÜCÜ söz konusu mu? Elbette ki HAYIR..

Çırılçıplak genç kızlar ve kadınlarla dolu sokaklar ve plajlarda, meyhane ve kerhanelerle dolu şehirlerde İSLAM VAR MI yani İslam’ın bir YAPTIRIM GÜCÜ söz konusu mu? Elbette ki HAYIR..

Kumarın serbest olduğu, sadece İÇKİ, BİRA, ŞARAP vs. nin değil, 10 yaşındaki çocukların bile bol bol ESRAR ve EROİNİN içildiği, tüketildiği nice mekânlarda, yuvalarda İSLAM VAR MI yani İslam’ın bir YAPTIRIM GÜCÜ söz konusu mu? Elbette ki HAYIR..

Milyonlarca kişinim kullandığı kredi kartlarını bedava dağıtan ve FAİZ İŞLEMLERİNDEN köşeyi dönen özel şahıslar, tefeciler, özel bankalar, hatta Devlet bankaları var mı? Evet var.. Peki, bunlara karşı İslam’ın bir YAPTIRIM GÜCÜ söz konusu mu? Elbette ki HAYIR..

Tüm TV’ lerin bizleri her gün GÖRSEL BOMBARDIMANA tabi tuttuğu, belli bir amaç için defalarca gözümüzün içine soktuğu, sokak kavgaları, mafya ve çete savaşları, dökülen kanlar, minik NARİN kızımız örneği gırla giden cinayetler karşısında İSLAM ve İslam’ın bir YAPTIRIM GÜCÜ söz konusu mu? Elbette ki HAYIR..

Peki, hali hazırda mevcut, YAPTIRIM GÜCÜ olan nedir kimdir? 100 yıl önce temeli atılan DEMOKRATİK LAİK KAPİTALİST düzendir, bunların sahibi, tatbikçisi SİYASET VE DEVLET adamlarıdır.

Bu topraklardan, siyaset olarak 100 yıl önce İSLAM KOVULMUŞTUR.. İslam’ın hâkimiyeti, hakemliği ve hükümranlığı diye bir şey kalmamıştır. “TAM LAİK BİR ANAYASA..” denilerek, tüm Anayasa ve kanunlardan İSLAM’LA İLGİLİ HER ŞEY çıkarılıp atılmıştır.

Hedeflenen ve nihayetinde gerçekleştirilen şey İSLAM’SIZ BİR TOPLUM ve İSLAM’SIZ BİR DEVLET’ tir artık..

Aynı şekilde, TATBİK MEVKİİNE gelecek en alttaki memurundan en üstteki Devlet Başkanına kadar olan kişilerin MÜSLÜMAN OLMASI YA DA OLMAMASI onlar için asla ve kat’a önemli değildir.

Ataist, Deist, Komünist, Yahudi, Hristiyan, Budist bir kişinin, MİLLETVEKİLİ YA DA DEVLET BAŞKANI OLAMAYACAĞINA dair hiç bir şey söz konusu değildir.

Koşa koşa oy vermek için sandık başına giden sakallı kardeşim ve çarşaflı, peçeli bacım; şimdi soruyorum sana;

Şu yada bu partiye, adı “Refah, Saadet, Hüda, Cüda, Demokratik İslam, Demokratik Şeriat vs..” olan herhangi bir partiye gidip oy vermen, “Gel, bu % 100 Laik anayasa ve kanunları, benim vekaletnamem ile BENİM ADIMA tatbik et..” demek değil midir?

Bu yanlış ameli yapmakla, sen de İSLAM’A SIRT ÇEVİRMİŞ olmuyor musun? Bak şu ayette iman ettiğini İDDİA ETTİĞİN şanı yüce Allah (cc) ne demişti, unuttun mu yoksa?

وَمَنْ يَعْشُ عَنْ ذِكْرِ الرَّحْمٰنِ نُقَيِّضْ لَهُ شَيْطَانًا فَهُوَ لَهُ قَر۪ينٌ

“Her kim Rahman’ın Zikrini (Kur’an-ı Kerim’i, ) görmezden gelir, (Ona sırt çevirip başka şeylere) yönelirse, Biz de, (insan suretli) BİR ŞEYTANI ONA MUSALLAT KILARIZ, (şeytanın tüm kötü emellerine kendisini uşak yaparız.) Artık bu (şeytan), onun çok yakını (bir yoldaşı ve bir kaptanı) dır.” (Zuhruf suresi 36)

Evet, “İnsan suretli” şeytanlarla, şeytanın dostları ile dolu dolu bir dünyada yaşıyoruz. Tüm SOSYAL VE SİYASAL HAYATIMIZDA onların hakemliği, hükümranlığı ve hakimiyeti söz konusudur bu gün..

Bütün bu izahatlarıma rağmen ey Müslüman, yine de sabahın köründe kalkıp, koşa koşa OY VERMEK İÇİN sandık başına gidecek misin?

“- Hayır, hayır.. Allah’a yemin ederim ki, Demokrasiye, Laikliğe, Zenginlerin, para babalarının düzeni, Kapitalizme, onun sadık evladı tüm partilere bir daha oy vermek için asla ve kat’a gitmeyeceğim..”

Söz mü? Söz.. Ey Rabbim bu sözün sahibini, sözüne ve sana SADIK OLAN KULLARINDAN eyle.. Amin

Şayet ilk seçimlerde bu insan (erkek ya da dişi) kalkar yine koşa koşa sandık başına giderse, buna ŞEYTANIN BÜYÜK BİR ZAFERİ DAHA demeyeceğiz de ne diyeceğiz ey güzel insanlar?

Davetçiler olarak biz; onlarca, yüzlerce insanı TEK TEK ikna etsek de ya da ikna etmeye çalışsak ta, İSLAM’IN BİR DEVLET ELİYLE hakim, hakem ve hükümran olduğu kadar İKNA EDİCİ ve TOPLUMU DEĞİŞTİRİCİ olamıyoruz ve olamayacağız da..

Biz toplumu değiştireceğiz diye mücadele ederken bir de bakmışız ki; zenginlerin, para babalarının Demokratik Laik Kapitalist düzeni ve onun “Eğitim ve Öğütüm Siyaseti” oğlumuzu, kızımı ve torunlarımızı bizden alıyor ve istediği gibi KEMALİST BİR NESİL yetiştiriyor..

Acı bir gerçektir ki;

Bu gün içinde yaşadığımız şu cahiliye toplumunda, kendilerine “MUSTAFA KEMAL’ İN ASKERLERİYİZ” diyen ve bunun uğrunda, yolunda CANINI VERMEYE HAZIR milyonlarca insan var..

Bu da onun “Zaferlerinden bir zafer” değil de nedir?

Evet, bu gün İslam’ın, İslami bir Devlet eliyle hâkim, hakem ve hükümran olması için çalışmak, gayret göstermek, mücadele etmek, sahabeler gibi mallarımızı ve canlarımızı FEDA ETMEK, boşuna FARZ KERE FARZ kılınmadı kardeşlerim.

Şanı yüce Allah (cc) böyle bir Devleti kurmaya bizleri de memur eylesin, bunu bizim ellerimizle gerçekleştirmeyi bizlere de nasip eylesin.

“Ey Rabbim, bu makalemi okuyan, anlayan, benimseyen ve paylaşan tüm Müslümanlara, son nefeslerine kadar şahit, son nefeslerinde de o müjdelenen İSLAMİ DEVLET de şehit olmayı nasip eyle..” Amin

Ey Müslümanlar

Rabbimiz “HATIRLAT” dediği için şu ayetleri bir kere daha hatırlatıyor ve “Artık siz de iman derecenize göre safınızı belirleyin..” diyorum.

“İnsanlardan, bilgisi olmaksızın Allah hakkında tartışmaya giren ve her inatçı ŞEYTANA UYAN birtakım kimseler vardır. Onun (yani ŞEYTAN) hakkında şöyle yazılmıştır: Kim onu yoldaş edinirse bilsin ki (ŞEYTAN) kendisini saptıracak ve alevli ateşin azabına sürükleyecektir.” (Hac suresi 3-4)

(Ey İblis); Şüphesiz ki benim (gerçek mümin) kullarım üzerinde senin hiçbir sultan /otoriten /meşru yetkili gücün olamaz, olmayacak ta. Vekil olarak Rabbin yeter..”  (İsra suresi 65)

Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle

Bekir Yetginbal – 22 Eylül 2024


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın