Mustafa Armağan ile İran ve Osmanlı Devleti Röportajı
Mustafa Armağan ile İran ve Osmanlı Devleti Röportajı
Tarihçi-Yazar Mustafa Armağan ile son kitabı “Davasına Adanmış Bir Ruh: Yavuz Sultan Selim Han” ışığında tarihî perspektiften günümüzdeki İran'ı ve Osmanlı İslam Devleti'nin dağılmasının ardından Ortadoğu'da yaşananlarının bugüne yansımalarını konuştuk.
* İran bugün Batılı devletlerle çok yakın bir ilişki içinde. Tarihî köklere bakınca nasıl bir tabloyla karşılaşıyoruz?
İran, 'büyük şeytan dediği' Amerika ile uzlaştı, Rusya ile de çok yakınlaştı. Bu arada Sünni İslam dünyasına cephe açtı.
Neredeyse Sünni dünyanın muhalifi olabilecek bütün unsurlarla kurduğu bu yakınlığa ilginçtir Şah İsmail ve torunları döneminde de rastlıyoruz.
1500'ler itibariyle Doğudan yükselen güç olan Safeviler İslam dünyasının hayati merkezlerine, bu arada Osmanlı'ya karşı da bir 'iç cihad' hareketi başlatmışlardı. Anlaşılan bu İranî gelenek devam ediyor.
* Nasıl bir gelenek bu?
Şah İsmail'in kurduğu Safevi Devleti eliyle başlatılan bu hareket İslam dünyasının kalbini ikiye böldü.
Irak, Suriye, Anadolu, Semerkant ve Buhara gibi önemli Sünni merkezlere yönelik kılıç zoruyla ve katliamlarla Kızılbaşlaştırma/Şiileştirme hareketini başlattı.
Bunun bir sonraki adımı kutsal beldelerin ele geçirilmesiydi. İşte Yavuz Sultan Selim’in devreye girmesiyle bu büyük plan suya düşmüş oldu.
* Tarihin akışını değiştiren kritik bir müdahale diyebilir miyiz buna?
Elbette. Yavuz Sultan Selim yangını büyümeden söndürmüştür. İşin garibi Portekizlilerin Mekke ve Medine'ye saldırma planlarına Şah İsmail de destek vermiş ve Venedik'e Memlukler'e karşı işbirliği teklif etmişti.
Bu girişimlerini bölgeye geldikten sonra Osmanlı döneminde de devam ettirmiştir. Hatta bu yüzden Avrupa'da yardımlarına koşacak 'Hıristiyan kurtarıcı' olduğu umudunu uyandırmıştı.
Düşünün, bir Müslüman devlet gayrimüslimlerle kutsal beldelerin işgali için nasıl işbirliğine girebilir? İran giriyordu.
İşte Yavuz Sultan Selim büyük bir vizyoner olarak bu sinsi ittifakı görüyor ve İslam'ın kalbini korumak üzere bütün gücüyle harekete geçiyor.
Çaldıran'dan Kahire'ye sadece 29 ayda yaptıklarıyla bölgenin tarihini Sünni Müslümanlar lehine değiştiren adamdır Yavuz.
* İki Müslüman devlet var, ancak ikisinin de Cihaddan anladıkları farklı mı?
Hem de çok farklı. İran cihadı, Müslümanlara karşı yapıyor, Osmanlı ise küffara karşı. Şah İsmail devrinde Portekiz'le ve Venedik'le işbirliği arayışına giren İran, Şah Abbas döneminde de İngiltere ile yakınlaşıyor ve lojistik destek alıyordu.
Amaç, Osmanlı'yı durdurmaktı! İşbirliği arayışı için Avrupa'ya giden İran elçilerinin daha yoldayken Hıristiyan oldukları pek bilinmez.
Oysa yine Avrupa ülkelerine giden Osmanlı elçileri ise ne dinlerinden ne de vakarlarından taviz vermişlerdi.
İran’lılar Avrupa karşısında Osmanlı’lar gibi vakur ve Müslümanca bir duruş sergileyememişlerdir maalesef.
Bunu bugün de yaşıyoruz, mesela Türkiye'nin başı nerede derde giriyorsa İran'ın orada bir şekilde bittiğini görüyoruz.
Hatırlayın, İran Dışişleri Bakanı Kandil'de teröristlerle bir harita önünde poz vermişti. Bu neyin pozuydu? Şii yayılmacılığı gözlerini o kadar karartmış ki.
* 20. yüzyılın başında Osmanlı'nın bölgeden çekilmesinin ardından taşlar neden bir türlü yerine oturmadı?
Osmanlı halk nazarında meşruiyeti kabul edilen bir devletti, neticede başında meşru bir Sultan-Halife vardı, onu kendinden hissediyordu.
Dillerine müdahale edilmiyordu, şikâyet haklarını sonuna kadar kullanabiliyorlardı, adalet isteyebiliyorlardı.
Bugün pek çok yerde 'insan hakları beyannamesi' ile koruma altında olan haklara Osmanlı hakimiyetinde yaşayanlar sahipti zaten.
Osmanlı'nın emperyalizm ve yerli işbirlikçileri tarafından yıkılmasıyla bölgede sonu gelmez bir kaos oluştu.
Osmanlı'ya emperyalist diyenler, gerçek emperyalizmin ne demek olduğunu İngiliz ve Fransız işgaliyle yedikleri kalleşçe tokatlardan anladılar!
* Bundan sonra ne oldu?
Bundan sonra perdenin arkasında Fransa ve İngiltere'nin (sonra da ABD'nin) olduğu göstermelik, kukla yönetimler oluşturuldu.
Bunlardan rüşvet ve yolsuzlukla çürüyenlerin veya palazlanıp kendileriyle pazarlığa kalkanların yerlerine vakti geldiğinde darbeyle yenileri geçirildi.
Gelinen nokta, bu coğrafyada bir türlü Osmanlı'nın oluşturduğu meşruiyet zemininin ve halk-devlet insicamının sağlanamamasından kaynaklanan korkunç bir kaostur.
* Bugün yaşanan durumu nasıl yorumluyorsunuz?
Bugün yaşananları ben de Avi Shlaim gibi Osmanlı sonrası (Post-Ottoman) krizi ve bu krizden çıkmak için girişilen kanlı hesaplaşmalar olarak görüyorum.
Ortadoğu'yu onyıllarca kana boğacak terörün temelini, başkaları değil, İngilizler ve Fransızlar attı.
Bugün yaşananlar, Osmanlı'dan sonra sahici bir düzen kuramayan Batı'nın göçmenler gibi acil bir kriz kapısına dayanmasa Suriye'deki katliama silah ve petrol ticareti adına ebediyen seyirci kalacağını gösteriyor.
* Yavuz'un 29 ay gibi kısa bir sürede sağladığı birliğin sırrı nedir?
Öncelikle Yavuz Sultan Selim’in amacını büyük ölçüde Osmanlı Devletinin eğri duran omurgasını düzeltmek şeklinde özetleyebiliriz.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Avrupa, Kırım, Balkanlar ve Akdeniz'e çıkmış bir devlet var. Fakat demografik yapısı çok çarpık. Halkının üçte ikisi Hırıstiyan olan bir İslam Devleti!
Bu çarpık yapının ilanihaye sürdürülmesi tabii mümkün değil. Bir çare bulunması lazım.
Ya dışarıdan Müslüman halk getirilecek veya gayrimüslimler zorla Müslümanlaştırılacak! Birincisi fiziken, ikincisi de dinen mümkün değildi.
* Yavuz nasıl bir formül buluyor peki?
Yavuz Sultan Selim 'Ortadoğu'ya yaptığı açılımla Doğu ve Güneydoğu Anadolu'yu, Suriye'yi, Filistin'i, Mısır'ı ve Musul bölgesini fethederek demografik tabloyu tam tersine çevirdi.
Osmanlının Müslüman nüfusu ancak Yavuz Sultan Selim devrinde çoğunluğa ulaşacaktı. Bu yeni yapıyı kurarken Ortadoğu'ya yönelik Portekiz/Hıristiyan dalgasının da önünü kesmiş oldu.
Moğol istilasından beri taşların bir türlü yerine oturmadığı bu kritik bölgede 400 yıl sürecek Pax Ottomana'yı (Osmanlı barışını) kurdu. Bütün bunlar az şey mi?
* “Türkiye İran olacak” korkusunun arkasında sizce ne yatıyordu?
90'lı yıllarda laik kesim bilmedikleri bir İran hayaletiyle didişti durdu ve “Türkiye İran olmayacak” gibi içi boş sloganlar attı meydanlarda.
Bir panik ve korku havası yaratılmaya çalışıldı. Hatta Refah Partisi'nin Türkiye'yi İran'a dönüştüreceği iddiası atıldı ortaya.
Milli Görüş fikriyatının uzaktan yakından İran'la alakasının olmadığını aklı başında herkes bilir oysa.
Öte yandan şunu bilmeliyiz ki, Yavuz Sultan Selim şayet Çaldıran'da yenilmiş olsaydı asıl o zaman Türkiye İran olacaktı!
Yavuz işte bu faciayı önledi! Ne yazık ki laik çevreler bunu bile hala fark etmiş değil.
* Bugün İran'daki Alevilerin durumu nedir?
Yavuz Sultan Selim, Şah İsmail'e yenilmiş olsaydı sade Sünniler değil, Aleviler de zorla, tıpkı İran'dakiler gibi kanlı bir şekilde zorla Şii/Caferi yapılacaktı.
Bugün Türkiye'deki 15-20 milyon oldukları söylenen Alevi nüfus, varlıklarını Yavuz'a ve Osmanlıya borçlu.
Öte yandan Alevi/Kızılbaşlar 17. yüzyıla kadar kanlı katliamlarla temizlendikleri için bugün İran'da Alevi bulmak denizde inci bulmak gibi bir şey.
Dağ başlarında dağılmış vaziyette bazı Alevi gruplar var, Hz. Ali'yi haşa Allah kabul eden bir fırka var, o kadar. Bunların dışındakiler zorla Caferileştirildi, hem de ne feci katliamlarla!
Türkiye'de de bazı mezhebî sıkıntılar yaşandı, evet, ancak öyle ya da böyle Aleviler 20. yüzyıla Osmanlı'nın şemsiyesi altında intikal ettiler.
Tekrar ediyorum, eğer Yavuz Sultan Selim Çaldıran'da kaybetseydi, sadece Sünniler değil, Aleviler de kaybedecekti. Bu nokta üzerinde soğukkanlılıkla düşünmeye davet ediyorum herkesi.
* 3. Köprü'ye Yavuz Sultan Selim'in adının verildiğinde büyük tartışmalara sebep olmuştu. Sizin kanaatiniz nedir?
Tercihim Sultan II. Abdülhamid Köprüsü'nden yana olurdu, çünkü ilk Boğaz köprüsü projesi onun zamanında hazırlanmıştı.
Ancak Cumhurbaşkanlığı düzeyinde bir kere Yavuz Sultan Selim Köprüsü adı zikredildikten sonra asla geri dönülmemeli.
Türkiye'de Yavuz Sultan Selim, zannedilenden çok sevilip takdir edilen bir padişah. İsmin değiştirilmesi halinde insanlar çocuklarına Yavuz adını dahi veremez hale gelecekler!
Bu noktada mutlaka ısrarcı olunmalı. Yavuz Sultan Selim birilerine kolayca harcatılmamalı. Böyle büyük bir hizmetin İstanbul'daki borcu da mutlaka ödenmeliydi. 28.Aralık.2015
Kaynak Yeni Şafak Gazetesi
Tags: Yayınlandı
16. Ocak 2016 at 22:27
AHH YAVUZ SULTAN SELİM HAN NEREDESİN?