Mümin Olmak ile Müslüm Olmak Arasında Çok Fark Vardır
Mümin Olmak ile Müslüm Olmak Arasında Çok Fark Vardır
Günümüz Türkiye’ sinde malumunuz her seçimde halk bir “Kitle Psikolojisi” ile Sandık başlarına koşuyor, % 85’ lik bir “Rekor Katılım Oranı (!)” ile “Beni yönetmen için sana VEKALET veriyorum, seni Vekilim / Milletvekili seçiyorum..” diyor.
Seçilen zevat da “İslam’a tamamen zıt” Anayasa ve Kanunlarla seçmenlerini yönetiyor.
Bu böyle mi? Evet aynen böyle..
Sandık başına koşa koşa giderken kan ter içinde kalmış, sadece gözleri görülen çarşaflı tesettürlü bayana ve yanındaki çember sakallı kocasına soruyorum:
“Niçin İslam’ı dışlayan hatta düşman olan Kapitalist, Laik Demokrasiye ve Onun İslam’a yüzde yüz zıt partilerine EVET diyorsun?”
Diyor ki; “Partimiz bir araçtır, yavaş yavaş İslam’ı getirecek..”
Bu tesettürlü bayan ve kendisi yanıltmakla kalmayıp, ardına düşen avradını da yanıltan adam (!) BU FİİLİNİN, kendisi ve avradını “Mümin Olmak ile Müslüm Olmak” arasında nereye sürüklediğinin farkında mı?
İşte aşağıda alıntı yaptığım makalesinde Hasan Eker kardeşim bu farkı çok çok güzel ortaya koymuş. Rabbim kendisinden razı olsun.
Bunu okuduktan sonra “Acaba ben bunun neresindeyim?” sorusunu lütfen kendine bir sor derim.
Varsa bir yanlışımız oturup Allah rızası için “Tevbe edelim ve anında Sıratı Mustakim’e yönelelim” ne olur..
Kardeşiniz Bekir Yetginbal
********
MÜ’MİN OLMAK ve MÜSLİM OLMAK
Oysa teknik olarak bu doğru değildir. Aralarında mutlaka bir “anlam farkı” vardır.
Bu konuda ele almamız gereken örneklerden biri de “Mü’min ve Müslim” kavramlarıdır.
Bu konuda “Kur’an’dan hareketle” anladığım şeyleri sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Mü’min” kavramı “iman” kelimesiyle aynı kökten gelir.
İman etmek “güvenmek” demektir.
İnsanların birbirlerine söylediği “Ben sana inanıyorum” sözü aynı zamanda “Ben sana güveniyorum” anlamına gelir.
Güvenin söz konusu olduğu durumlarda “somut deliller” aranmaz.
Mesela, bir öğrenciye “Ben senin başaracağına inanıyorum”, bir hastaya “Senin iyileşeceğine inanıyorum”, filan kimse için “başıma bir iş geldiğinde bana yardım edeceğine inanıyorum” dediğimizde bunu “somut” olarak ispat edemeyiz.
Bu yüzden “iman etmek” ya da “güvenmek” dediğimiz şey kendine göre gerekçeleri olan ama “somut olarak” ispatlanamayan bir “iç kabul” den ibarettir, diyebiliriz.
“Müslim” kavramı ise “İslam” ile aynı kökten gelir.
İslam olmak “teslim olmak” demektir.
“Teslim olmanın” kökeninde aslında “itaat etmek” anlamı vardır.
Mesela, kovalamakta olduğunuz birini kıstırdığınız yerde silahı çekip “teslim ol” dediğinizde, O da “ellerini havaya kaldırıp” dediklerinizi yapmaya başlar.
Yani size “itaat etmeye” başlar.
Arapça sözlüğe baktığımızda da “İslam” kelimesine “itaat etmek” anlamı verildiğini görürüz.
Bu izahlardan hareketle “iman etme” nin, diğer bir ifade ile “Mü’min” olmanın “bir süreç” olduğunu,
bunun yanında “İslam olma” nın, diğer bir ifade ile “Müslüman olma” nın ise “bir sonuç” olduğunu düşünüyorum.
Demek istediğimi bir örnekle somutlaştırmak gerekirse, bir erkeğin bir kıza “evlilik teklif ettiğini” düşünün!
İlk defa gördüğü bir erkeğin kendisine “evlilik teklifi” karşısında O kız “hemen cevap vermez”, daha doğrusu veremez.
Çünkü “evlilik” temelde güvene dayanan bir kurumdur.
Bu yüzden o kız o gençle (Şer’i çerçevede) görüşür, konuşur ve bu arada Onu ciddi şekilde araştırır.
Bu sürecin sonunda kız “bu gençle güzel bir aile hayatı yaşayacağına inanırsa/güvenirse” kararı “olumlu” olur.
Bu karar neticesinde “nikâhlanıp düğün yaparak kendini bir eş olarak” kocasına “teslim eder” ve yuvalarını kurmuş olurlar.
Bu “evlilik sürecine” dikkat ederseniz “iki aşamadan” oluşuyor.
Birinci aşaması “güven/iman”, ikinci aşaması ise kendini “teslim etmek.”
İnsan-Allah ilişkisi de buna benzer bir süreçle oluşuyor.
Şöyle ki, Allah insanı “kendine kul olmaya”, diğer bir ifade ile “teslim olmaya” çağırıyor.
Bu çağrı karşısında insan, O’nun tarafından yaratıldığını, mülkün O’na ait olduğunu,
bundan dolayı başkasının mülkünde istediğini yapamayacağını, O’nun tarafından yedirilip yaşatıldığını,
O’nun en merhametli olduğunu ve rahmet etmek istediğini, kendisinin her yönüyle
O’na muhtaç olduğunu ama O’nun ise hiç bir şeye muhtaç olmadığını, dolayısıyla
O’ndan asla bir kötülük gelmeyeceğini, en önemlisi de “yaratılanların yaratıcısıyla uyumlu olması gerektiğini ve bunun O’nun hakkı olduğunu” düşünerek O’na “iman eder yani inanır.”
İşte bu “iman” insanı O’na “teslim olmaya” sevk eder.
“Teslim olan” insan ise “her denileni” yapar, yani “itaat eder.” Zaten “Müslüman” kelimesi “teslim olan” anlamına gelir.
Yasin süresinde şehir halkını “Allah’a kul olmaya” çağıran elçileri şehrin uzağından koşarak gelen, “dinleyen ve düşünen o adam” tam da yukarıda söylediğim gibi hareket ederek sonuçta şöyle diyor:
“Bana ne oluyor ki, beni yaratmış olan ve hepinizin dönüp varacağı Allah’a itaat etmeyeyim?” (Yasin/22)
Bir kimsenin “doğru söylediğinden” emin olursak “onun dediklerine” uyarız.
Bu yüzden Allah Kur’an’da “Mü’minleri” anlatırken bazı “şartlardan ve aşamalardan” bahseder.
Çünkü bir konuda “kesin kanaat” insanın kalbinde “bir anda” oluşmuyor:
“Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah'a ve Resul’üne iman ettikten sonra, hiçbir şüpheye düşmeyen ve böylece Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşan kimselerdir. İşte iman iddiasında doğru olanlar onlardır.” (Hucurat/15)
“Müminler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperir ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğunda, bu onların imanlarını arttırır ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar. Onlar namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden Allah yolunda harcarlar.” (Enfal/2,3)
“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.” (Nur/51)
Yukarıda görüldüğü gibi Allah bir kimsenin “iman etmiş” olabilmesi için “bazı şartlardan” bahsediyor.
Bu şartlar hem “kalbe”, hem de “davranışlara” yöneliktir.
Mesela, “kalben” tereddüt yaşadığınız halde “Allah’ın istediği bir davranışı” bir takım sebeplerin zorlamasıyla yapsanız bile “iman etmiş” sayılmıyorsunuz.
“Teslimiyeti” dışarıdan bir “zorlamayla” değil, kendi “bilinçli kabulünüzle” yerine getirmeniz gerekiyor.
Kısacası, (Nur/51) ayetin de vurguladığı gibi “iman etmek ile itaat etmek” birbirinden ayrılamaz.
Biri varsa kesinlikle öteki de olacaktır.
Yazının başında “Mü’min” olmanın “bir süreç” olduğunu belirtmiştim.
Bu yüzdendir ki, Kur’an’da (Enfal/2,3) “imanın artacağından” bahsedilmiştir.
Çünkü “bir sürece” tabi olan şeyler ancak “artar veya eksilir.”
Mesela, “Mü’minlerin birtakım durumlarda imanlarının artacağını” Rabbimiz kitabında şöyle buyurmuştur.
“Her ne zaman bir sure inse, "Bu sure hanginizin imanını arttırdı," diye soranlar var. Gerçekten mü’minlerin imanını arttırmıştır ve onlar (her surenin inişiyle) sevinip birbirlerini müjdelerler.” (Tevbe/124)
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığında yürekleri ürperir ve onlara Allah'ın âyetleri okunduğunda, bu onların imanlarını arttırır ve onlar yalnız Rablerine güvenip dayanırlar.” (Enfal/2)
“Bir kısım insanlar, müminlere, “Düşmanlarınız size karşı asker topladılar, sakının onlardan!” dediklerinde bu, onların imanlarını arttırdı ve “Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir..” dediler.” (Ali İmran/173)
İlginçtir ki, Kur’an’da “iman” ın, diğer bir ifade ile “Mü’minliğin” artacağına dair ayetler olmasına rağmen “teslimiyet” in, diğer bir ifade ile “Müslümanlığın” artmasına dair “bir tanecik bile” ayet yoktur.
Çünkü “teslimiyet”, yani “Müslümanlık” bir sonuçtur.
“İman” ın sonucunda “siz denilen, istenilen şeyleri yapıyorsanız” konu kapanmıştır.
Zaten istenilen de budur. Bu yüzden Allah;
“Ey iman edenler! Allah'a karşı sorumluluğunuzun hakkıyla bilincinde olunuz ve ancak Müslümanlar olarak can veriniz.” (Ali İmran/102)
buyurduğu gibi, Yusuf suresi /101. ayette de Yusuf (as)un ağzından
“Beni Müslüman olarak vefat ettir” şeklinde dua etmemizi istiyor.
Bu bağlamda Kur’an’da “Ancak Mü’minler olarak can verin..”
diye bir ayetin olmaması da oldukça düşündürücüdür.
Burada Hucurat/14. ayete de açıklık getirmeye çalışalım. Ayet şöyle:
“Bedevîler, “İman ettik” dediler. De ki: “Siz iman etmediniz, ama ‘Teslim olduk' deyiniz. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez.” Çünkü Allah, affedicidir; merhamet sahibidir.”
Müslümanlar Arabistan coğrafyasında “ciddi bir güç haline gelince” birtakım kabileler gelip Rasulullah(as)’a “bağlılıklarını” bildirerek “boyun eğdiler.”
Yani siyaseten “İslami otoriteyi” tanıdıklarını söylediler.
Kısacası, “iman ettikleri için değil,” güce “boyun eğmek zorunda kaldıkları için” böyle davrandılar.
Bunun adına da “Biz de iman ettik” dediler.
Gerçekten “iman etselerdi” hayatlarında “Allah ve Resulüne itaat” olurdu.
Oysa hayatlarında “İslami bir yaşantı” yoktu. Bu yüzden malum ayette “Eğer Allah'a ve Peygamberine itaat ederseniz..” buyruluyor.
Ayrıca ayette “Henüz iman kalplerinize girmedi.” buyruluyor. Çünkü “iman kalplerine girseydi” mutlaka “yaşamlarında da itaat olurdu.”
Bu yüzden yukarıdaki ayette “Siz iman etmediniz, ama ‘Teslim olduk' deyiniz” (Hucurat/14) buyruluyor.
Buradaki “teslim olmak” tan maksat da “Müslüman olmak” değil, “Güce, mecburen boyun eğmek..” anlamınadır.
Demek istediğim odur ki, “bir insan bir şeye inanıyorsa” onu mutlaka yapar, “iman etmek itaat etmektir”, O şeyi yapmaktır.
“İtaat ettiğiniz” zaman “teslim olmuş” oluyorsunuz.
“Teslim” olduğunuzda ise “Müslüman” oluyorsunuz.
Bu açıdan bakıldığında “iman ettiklerini” söyledikleri halde “hayatlarında hiç itaat olmayanlar”, yani “teslim olmayanlar” hallerini bir kez daha düşünsünler..
Gelin, vakit varken kendiliğinizden “teslim olun.”
Eğer böyle yapmazsanız bir gün gelecek “istemeseniz de teslim olmak zorunda” kalacaksınız.
Tıpkı şu ayetin anlattığı gibi:
“Allah, meleklerine şöyle emreder: “Zâlimleri, onların işbirlikçilerini, Allah'tan başka taptıklarını toplayınız. Onlara cehennemin yolunu gösteriniz. Onları tutuklayınız, Çünkü onlar sorguya çekilecekler. Size ne oldu ki, birbirinize yardım etmiyorsunuz? Hayır! Onlar o gün teslim olmuşlardır.” (Saffat/22-26)
Rabbimiz, Müslümanlar olarak canımızı al..
Yazan Hasan Eker / Facebook Paylaşımı
Tags: