MUCİZE ve KERAMET nedir, İslam’da Böyle Bir Şey Var mı?

MUCİZE ve KERAMET nedir, İslam’da Böyle Bir Şey Var mı?

SORU: Mucize, sadece Nebilere ve Rasullere ait olan harikulade olaylardır. Ancak âlimler, sık sık “Keramet” kelimesini tekrarlıyorlar, onu pek çok şekilde tanımlıyor ve birçok ayeti ve hadisi de bunlara delil olarak getirmeye çalışıyorlar.

Keramet diye bir şey var mıdır? Varsa nedir? Eğer varsa bu mesele hususunda yeterli bir açıklama yapar mısınız.

Eğer yoksa mesela, Ashab-ı Kefh, Ashab-ı Uhdud, Ömer İbn-ul Hattab’ın, “Ey Seriye, dağa doğru..” sözünün yanı sıra Sa’d İbn-u Ebi Vakkas‘ın Dicle Nehri’ndeki kıssasına ve bu husustaki pek çok örneklere nasıl bir cevap vereceğiz?

CEVAP:

1. Allah Subhânehu, kâinatı, insanı ve hayatı, bir insanın “değiştiremeyeceği veya ihlal edemeyeceği” bir takım  kanunlar ve özelliklerde yarattı:

لا الشَّمْسُ يَنْبَغِي لَهَا أَنْ تُدْرِكَ الْقَمَرَ وَلا اللَّيْلُ سَابِقُ النَّهَارِ وَكُلٌّ فِي فَلَكٍ يَسْبَحُونَ

“Ne güneş aya yetişebilir ne de gece gündüzü geçebilir. Her biri belli bir yörüngede yürürler.” [Yasin 40]

وَفِي الأَرْضِ آَيَاتٌ لِلْمُوقِنِينَ وَفِي أَنْفُسِكُمْ أَفَلا تُبْصِرُونَ

“Kesin olarak inananlar için yeryüzünde ve kendi nefislerinizde nice deliller vardır. Hiç görmüyor musunuz?” [Zariyat 20-21]

هُوَ الَّذِي جَعَلَ الشَّمْسَ ضِيَاءً وَالْقَمَرَ نُورًا وَقَدَّرَهُ مَنَازِلَ لِتَعْلَمُوا عَدَدَ السِّنِينَ وَالْحِسَابَ مَا خَلَقَ اللَّهُ ذَلِكَ إِلا بِالْحَقِّ يُفَصِّلُ الآَيَاتِ لِقَوْمٍ يَعْلَمُونَ إِنَّ فِي اخْتِلافِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمَا خَلَقَ اللَّهُ فِي السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ لآَيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَّقُونَ

“Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yılların sayısını ve hesabını bilmeniz için ona bir takım yörüngeler takdir eden O’dur. Allah bunları, ancak bir hak olarak yarattı. O, bilen bir kavme ayetlerini açıklamaktadır. Gece ve gündüzün değişmesinde, Allah’ın göklerde ve yerlerde yarattığı şeylerde elbette ittika eden (sakınan) bir kavim için nice deliller vardır.” [Yunus 5-6]

إِنَّا زَيَّنَّا السَّمَاءَ الدُّنْيَا بِزِينَةٍ الْكَوَاكِبِ

“Biz, yakın göğü, bir süsle, yıldızlarla süsledik.” [Saffat 6]

وَلَقَدْ جَعَلْنَا فِي السَّمَاءِ بُرُوجًا وَزَيَّنَّاهَا لِلنَّاظِرِينَ  

“Andolsun ki biz, gökte bir takım burçlar yarattık ve seyredenler için onu süsledik.” [Hicr 16] Ve benzeri ayetler.

2. Allah Subhânehu mahlûkatı, “kendilerine takdir ettiği fıtri imkânlara” göre yaşama hazırladı.     

Mesela insan, kuş gibi cismiyle havada uçamaz ve deniz yaratıkları gibi cismiyle suda yürüyemez. Keza insan, karada ayakları üzerinde yaşar. Dolayısıyla bu kanunu ihlal ederek ayaklarıyla suda yürüyemez veya havada uçamaz.

وَمَا مِنْ دَابَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلا طَائِرٍ يَطِيرُ بِجَنَاحَيْهِ إِلا أُمَمٌ أَمْثَالُكُمْ مَا فَرَّطْنَا فِي الْكِتَابِ مِنْ شَيْءٍ ثُمَّ إِلَى رَبِّهِمْ يُحْشَرُونَ

“Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi bir ümmettirler. Biz o kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (hepsi) toplanıp Rablerinin huzuruna getirilecekler.” [el-En’âm 38]

وَاللَّهُ خَلَقَ كُلَّ دَابَّةٍ مِنْ مَاءٍ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى بَطْنِهِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى رِجْلَيْنِ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشِي عَلَى أَرْبَعٍ يَخْلُقُ اللَّهُ مَا يَشَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ

“Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üstünde sürünür, kimi iki ayağı üstünde yürür, kimi dört ayağı üstünde yürür… Allah dilediğini yaratır; şüphesiz Allah her şeye kadirdir.” [en-Nur 45]

3. Aynı şekilde Allah Subhânehu, eşyaya da ihlal edemeyeceği özellikler yerleştirdi.

Mesela ateş, yakar. Dolayısıyla ateş olduğu sürece Allah’ın onda yarattığı yakma özelliğini Allah Subhânehu kaldırmadıkça hiçbir kimse kaldıramaz.

Aynen Allah Subhâneh’unun İbrahim [Aleyhi’s Selam]’i ateşten kurtardığı gibi. Zira ondan yakma özelliğini kaldırmıştır ki Allahuteala şöyle buyurmuştur:

قُلْنَا يَا نَارُ كُونِي بَرْدًا وَسَلامًا عَلَى إِبْرَاهِيمَ

“Ey ateş, İbrahim için serinlik ve esenlik ol dedik.” [Enbiya 69]

Diğer eşyalardaki özellikler de böyledir.

4. Daha sonra Allah Subhânehu, kâinatın içerisinde “onun tabii kanunsal gerekliklerine göre yaşamamız için” bu kainatı bizlerin hizmetine verdi.

Ve bu kanunların herhangi bir iptali, verilmiş olan bu hizmetle çelişir. Dolayısıyla buna muktedir olan sadece Allah Subhânehu’dur.

Eğer Allah Subhânehu, bu kanunlara ilişkin bu iptali bize bildirmişse ona iman ederiz. Yok, eğer Allah Subhânehu, bunu bize bildirmemişse bu, kâinatın bizlerin hizmetine verilmesi kapsamına girer.

وَهُوَ الَّذِي سَخَّرَ الْبَحْرَ لِتَأْكُلُوا مِنْهُ لَحْمًا طَرِيًّا وَتَسْتَخْرِجُوا مِنْهُ حِلْيَةً تَلْبَسُونَهَا وَتَرَى الْفُلْكَ مَوَاخِرَ فِيهِ وَلِتَبْتَغُوا مِنْ فَضْلِهِ وَلَعَلَّكُمْ تَشْكُرُونَ   

“İçinden taze et yemeniz ve takacağınız bir süs (eşyası) çıkarmanız için denizi hizmetinize veren O’dur. Gemilerin denizde (suları) yara yara gittiklerini de görüyorsunuz. (Bütün bunlar) O’nun lütfunu aramanız içindir. Umulur ki şükredersiniz.” [en-Nahl 14]

أَلَمْ تَرَ أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي الأَرْضِ وَالْفُلْكَ تَجْرِي فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَيُمْسِكُ السَّمَاءَ أَنْ تَقَعَ عَلَى الأَرْضِ إِلا بِإِذْنِهِ إِنَّ اللَّهَ بِالنَّاسِ لَرَءُوفٌ رَحِيمٌ

“Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yerin üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” [Hacc 64]

أَلَمْ تَرَوْا أَنَّ اللَّهَ سَخَّرَ لَكُمْ مَا فِي السَّمَاوَاتِ وَمَا فِي الأَرْضِ وَأَسْبَغَ عَلَيْكُمْ نِعَمَهُ ظَاهِرَةً وَبَاطِنَةً وَمِنَ النَّاسِ مَنْ يُجَادِلُ فِي اللَّهِ بِغَيْرِ عِلْمٍ وَلا هُدًى وَلا كِتَابٍ مُنِيرٍ  

“Allah’ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin hizmetinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? Yine de, insanlar içinde, -bilgisi, rehberi ve aydınlatıcı bir kitabı yokken- Allah hakkında tartışan kimseler vardır.” [Lokman 20]

وَالشَّمْسَ وَالْقَمَرَ وَالنُّجُومَ مُسَخَّرَاتٍ بِأَمْرِهِ أَلا لَهُ الْخَلْقُ وَالأَمْرُ تَبَارَكَ اللَّهُ رَبُّ الْعَالَمِينَ “Güneş, ay ve yıldızlar emrine amade kılınmıştır. Bilesiniz ki, yaratmak da emretmek de O’na mahsustur. Alemlerin Rabbi Allah ne yücedir!” [el-Arâf 54]

وَسَخَّرَ لَكُمُ الْفُلْكَ لِتَجْرِيَ فِي الْبَحْرِ بِأَمْرِهِ وَسَخَّرَ لَكُمُ الأَنْهَارَ وَسَخَّرَ لَكُمُ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ دَائِبَيْنِ وَسَخَّرَ لَكُمُ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ  

“Denizde yüzüp gitmeleri için gemileri hizmetinize verdi; nehirleri de sizin (yararlanmanız) için akıttı. Düzenli seyreden güneşi ve ayı size faydalı kıldı.” [İbrahim 32-33]

5. Allah Subhânehu, Rasuller gönderdi ve onları risaletlerinin doğruluğunu kanıtlayan “Mucizelerle”, yani harikulade olaylarla destekledi.

Böylece Allah Subhânehu, bazı kanunları iptal ettirmekte ve bu harikulade olaylar kimin tarafından ortaya koyulmuşsa onun da gönderilmiş bir nebi olduğuna iman etmeleri için insanlara meydan okusun diye bunları Rasulleri tarafından gerçekleştirmektedir.

Mesela Allah Subhânehu, camit bir asayı gerçek şekilde, yani insanların gözleri önünde bir sihir şeklinde olmayan canlı bir yılana dönüştürmüştür.

Bunun içindir ki sihirbazlar, asanın gerçek bir yılana dönüştüğünü gördüklerinde Musa Aleyhi’s Selam’ın âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından gönderilen bir Nebi olduğuna iman edenlerin ilki olmuşlardır.

Çünkü onlar, bir beşerin böylesi harikulade bir olayı gerçekleştiremeyeceğini idrak ettiler.

Bu harikulade olayın bir benzeri de Musa Aleyhi’s Selam ile kavminin suya doğru hareket ederek denizi yarmalarıdır…

Yine İsa Aleyhi’s Selam’ın ölüyü diriltmesi ve Rasul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]’in Arapların güç yetiremediği bir şekilde Arapça kelamını konuşması da böyledir.

Rasul ve Nebiler tarafından gerçekleştirilen mucizeler malum bir husus olup delilleri de malumdur.

6. İnsanların Nebiler ile Rasullerden başkaları için isimlendirdikleri “kerametlere” gelince;

Allah Subhânehu’nın kullarından bir kulunu herhangi bir amelde dikkat çekici bir şekilde muvaffak kılmasıdır.

Bu da bazen harikulade, yani “kâinat kanunların aksine” olan bir olay olur, bazen de harikulade bir olay olmayıp sadece bu muvaffakiyetin azametinden dolayı insanlarca böyleymiş gibi tasavvur edilen bir olay olur.

Harikulade bir olay olursa Allah Subhânehu, bunu bize bildirir. Çünkü “kâinatın insanın hizmetine verilmesi” hakkındaki nasslar, ammdır.

Yani kâinat kanunları kapsamına girer.

Dolayısıyla “bu hizmete verilmenin” iptal edilmesi, çok özel bir durum içindir. Yani kainat kanunlarının ihlal edilmesi, özel bir hal içindir. Dolayısıyla da özel bir nassa gerek duymaktadır.

Dolayısıyla Allah Subhânehu’nun bu kula ait kıldığı bu muvaffakiyetin harikulade bir olay olduğuna dair bir nass varit olduğunda ona iman ederiz.

Harikulade olay olduğuna dair bir nass yok ise bu, Allah [Subhânehu ve Te’alâ]’nın yarattığı kainat kanunlarının kapsamında sadece Allah Subhânehu’nun bir muvaffakiyeti olur.

Bunun içindir ki, beklenmedik bir anda ve de bir kişi getirmeksizin Meryem Aleyhi’s Selam’a gelen rızık, yani harikulade bir rızıktır.

Dolayısıyla biz ona iman ederiz; çünkü Allah Subhânehu, onu bize şu ayetle haber vermiştir.

كُلَّمَا دَخَلَ عَلَيْهَا زَكَرِيَّا الْمِحْرَابَ وَجَدَ عِنْدَهَا رِزْقًا قَالَ يَا مَرْيَمُ أَنَّى لَكِ هَذَا قَالَتْ هُوَ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يَرْزُقُ مَنْ يَشَاءُ بِغَيْرِ حِسَابٍ  

“Zekeriyya, onun yanına, mâbede her girişinde orada bir rızık bulur ve “Ey Meryem, bu sana nereden geliyor?” der; o da: Bu, Allah tarafındandır. Allah, dilediğine hesapsız olarak rızk verir, derdi.” [Âl-i İmrân 37]

İşte Nebiler ve Rasullerden bir başkası için olan harikulade olaylar hakkında kitap ve sünnette varit olan nasslar da aynen böyledir.

Dolayısıyla bunlara geldikleri şekilde iman ederiz.

Yani bu nasslar, subuti ve delaleti kati olarak varit olmuşlar ise bunları “kesin olarak” tasdik ederiz. Yok, eğer subuti ve delaleti kati olarak varit olmamış ise “kesin olmayan bir şekilde” tasdik ederiz.

Ashab-ı Kefh, Ashab-ı Uhdud ve Meryem Aleyhi’s Selam kıssası gibi “nasslarda zikredilen harikulade olaylar” hakkında belirtilen olaylarının cevabı işte budur.

Zira bunlar, Kur’an-il Kerim’de varit olmuştur dolayısıyla bunlara iman ederiz.

Ancak Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in vefatından sonra, ondan işittikleri halde rivayet etmedikleri bir delili ifşa eden sahabenin icmaası dışında ve Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in hayatında bazı sahabeleri, Allah’ın muvaffakiyeti sayesinde onlar tarafından gerçekleştirilen harikulade bir olay boyutuna ulaşan sözlerinde ve fiillerinde” isimlerini belirterek metheden hadisler dışında rivayet edilen nasslar kesilmiştir.

Dolayısıyla muayyen konumlarda, kendileri tarafından gerçekleşen sözler veya fiillere dair ilgili kişileri tanımlayan nasslar varsa, geliş şekillerine göre yani “sabitliğine göre” kesin yada kesin olmayan bir şekilde bunları tasdik ederiz.

Ancak kitap ve sünnette kim oldukları belirtilmeksizin, bazı Müslümanların bunların dışında yapmış olduğu filler ve sözlerin hepsi harikulade olaylar değildir.

Bilakis bunlar, Allah Subhânehu’nun muttaki kullarının amellerinde başarılı olmaları, düşmanlarının şerrinden kurtulmaları ve benzeri hususlarda onları muvaffak kılması olup “kainat kanunları” kapsamına girer.

7. Ömer (Radıyallahu Anh) tarafından “Ey seriye dağa doğru..” sözünün ifade edilmesi ve Allah Subhânhu’nun bunu bu askerlere ulaştırarak düşmanlarına karşı zafer kazanmaları hususuna gelince;

Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Ebu Davud‘un Ebu Zerr (Radıyllahu Anh) kanalıyla tahriç ettiği şu hadiste şöyle buyurduğunu söylemiştir:

سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ إِنَّ اللَّهَ وَضَعَ الْحَقَّ عَلَى لِسَانِ عُمَرَ يَقُولُ بِهِ  

“Resulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)‘ in şöyle buyurduğunu işittim: Allah, ‘söylesin..’ diye hakkı Ömer’in lisanına koydu.”

Yine Tirmizi, İbn-u Ömer kanalıyla Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu tahriç etmiştir:

إِنَّ اللَّهَ جَعَلَ الْحَقَّ عَلَى لِسَانِ عُمَرَ وَقَلْبِهِ

“Allah, hakkı Ömer’in lisanına ve kalbine koydu.”

Ahmed, İbn-u Ömer kanalıyla Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’in şöyle buyurduğunu tahriç etmiştir:

إِنَّ اللَّهَ تَعَالَى جَعَلَ الْحَقَّ عَلَى لِسَانِ عُمَرَ وَقَلْبِهِ  

“Allah-u Teala, hakkı Ömer’in lisanına ve kalbine koydu.”

Bunun içindir ki bizler bu hadisleri alır ve Ömer’in “Ey Seriye, dağa doğru..” şeklindeki sözünü, rivayetin sabitliğine göre kesin yada kesin olamayanşekliyle tasdik ederiz. Bu da yine Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’ in mezkur hadislerine binaendir.

8. Sa’d İbn-u Ebi Vakkas (Radıyallahu Anh)’ ın nehri geçmesi hususunda varit olanlara gelince;

Yine geliş şekline göre rivayetin kesin yada kesin olmayan sabitliğine göre bunları da tasdik ederiz. Çünkü Resul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Sa’d’ın şahsını methetmiştir.

Zira Ahmed’in Müsned‘inde, Abdullah İbn-u Amr kanalıyla tahriç ettiği hadiste Salavatullahi ve Selamuhu Aleyh şöyle buyurmuştur:

أنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ أَوَّلُ مَنْ يَدْخُلُ مِنْ هَذَا الْبَابِ رَجُلٌ مِنْ أَهْلِ الْجَنَّةِ فَدَخَلَ سَعْدُ بْنُ أَبِي وَقَّاصٍ

“Nebi (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), şöyle buyurdu: Bu kapıdan ilk giren kimse cennet ehlinden olan kişidir. Derken Sa’d İbn-u Ebi Vakkas girdi.”

Yine İbn-u Hıbban, İbn-u Ömer kanalıyla şöyle dediğini tahriç etmiştir: Rasulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem)’ in yanında otururken şöyle buyurdu:

يدخل عليكم من ذا الباب رجل من أهل الجنة   

“Sizin üzerinize şu kapıdan girecek olan cennet ehlinden olan adamdır.” Derken Sa’d İbn-u Ebi Vakkas göründü.

Yine Hakim’in Müstedrik-il Sahihiyen’ in’de ve Beyhaki’nin Nübüvvetin Delilleri isimli kitabında geçtiği üzere Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellm), Sa’d‘ın duasına icabet etmesi için Allah Subhânehu’ya dua etmiştir.

Nitekim İbn-u Hıbban, Kays İbn-u Ebi Hazım kanalıyla şöyle demiştir: Sa’d’ın şöyle dediğini işittim: Resulullah (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), bana şöyle dedi:

اللهم استجب له إذا دعاك  

“Allah’ım sana dua ettiğinde ona icabet et.”

Hakim, Müstedrik’inde bu hadis hakkında, “Bu hadisin isnadı sahihtir” demiştir.

Nehir geçidindeki şehirlerin fethedilmesi sırasında “Nehrin geçilmesi” rivayetinde ise Sa’d, askerleri alarma geçirerek şöyle demiştir:

“Dünya sizi helak etmeden önce düşmanla cihad edilmesi görüşüne vardım. Dikkat edin, Onlara doğru bu denizi yarmaya azmettim.”

Ardından Allah Subhânehu’ya dua etti ve askere şöyle seslendir:

“Deyiniz ki: Allah’tan yardım isteriz, ona dayanırız, Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, muhakkak ki Allah velisine yardım eder, dinini galip kılar, düşmanını hezimete uğratır, Aliy-yul Azim olan Allah’tan başka hiçbir güç ve kuvvet sahibi yoktur.”

Ardından harekete geçti, geçitteki insanları takip etti ve onları atlarıyla birlikte kuşattı…

Her ne kadar bazı rivayetlerde, “İleriye açılınmaması halinde nehirde atın sırtına ulaşacak şekilde sığ yerler olup ileriye açınılması (sığ olan yerlerin dışına çıkılması) halinde ise suyun oldukça yükseldiği, özellikle de nehrin Sa’dı yuttuğu sırada nehrin belirli sığ yerlerinden geçmiş olabilecekleri..” ifadesi geçse de şehirlerin fethedilmesi rivayetinden Sa’d’ın ve askerilerin, nehir suyunun kabarık olduğu bir haldeyken nehre daldıkları anlaşılmaktadır.

Nitekim bazı rivayetlerde onlardan birisinin nehri geçerken boğulduğu geçmektedir.

Zira İbn-ul Kelbi, Selil İbn-u Zeyd‘in: “Irak’ın fethedilmesine şahit olduğunu ve Müslümanların şehirlere doğru giderken Dicle’de boğulduğunu ve ondan başka kimsenin boğulmadığını” zikretmiştir.

Yine et-Taberi, Taberi Tarihi‘nde “Müslümanların hepsinin Dicle’yi sağ salim geçtiklerini ancak Ğargada adında Barak’tan bir adamın sarışın renkteki atının sırtından düştüğünü, bunun üzerine Gaga’a İbn-u Amr’ın atının yularını ona uzattığını onun da eliyle tutarak geçtiğini..” zikretmiştir.

Yani orada, boğulan bir kişi ve atının sırtından düşüp ardından Gaga’a’nın elinden tutup kurtulan kişi de vardır…

Ancak ister harikulade bir olay isterse bir maharet olsun önemli her halükarda Sa’d‘ın duasına icabet edilmiş, onun da nusret ve düşmanın hezimete uğratılması için dua etmiş olmasıdır.

Yine Rasul (SallAllahu Aleyhi ve Sellem), Sa’d’ın cennet ehlinden olduğunu ve duasına icabet edilmesi için ona dua etmiş olmasıdır.

Dolayısıyla bizler, bu hadisleri alır ve geliş şekliyle sabitliğine göre kesin yada kesin olmayan şekilde rivayeti tasdik ederiz.

Velhasıl:

-Kainat; kanunları ve özelliklerine göre insanın hizmetine verilmiştir.

-Bu kanunlardan ve özelliklerden herhangi birisinin iptal edilmesi kainatın insanın hizmetine verilmesi hakkındaki amm nasslara ilişkin bir tahsistir.

-Dolayısıyla herhangi bir harikulade olayın tasdik edilmesi illaki bir nassı gerektirir.

-Eğer burada bir nass yok ise tüm olaylar, Allah’ın mahlukatı üzerine yarattığı fıtrata göre cereyan eder.

-Eğer burada bir nass var ise Nebilerin birer mucizesi ve Nebiler dışındakilerin -haklarında nass varit olan- birer kerameti olarak geldiği şekliyle ona iman ederiz.

-Bunun dışındakiler, yani haklarında bir nass varit olmayanlara gelince;

Takvası her ne olursa olsun, Müslüman bir kimsenin yaptığı “Dikkat çekici herhangi bir amel yada söz”, ne harikulade bir olaydır ne de kainat kanunlarının ihlal edilmesidir.

Bilakis bunlar, amellerinde başarılı olmaları veya düşmanlarının şerrinden korunmaları bakımından Allah Subhânehu’nun kullarına yönelik bir muvaffakiyetidir. 13.06.2009

– Alıntıdır-


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın