Mefhumlaşmayan Fikir Sadece bir Slogandır Peki, Mefhum Nedir?
Mefhumlaşmayan Fikir Sadece bir Slogandır Peki, Mefhum Nedir?
Âlemlerin Rabbi olan şanı yüce Allah’a hamd, ölçü ve örnek Rasulü Muhammed Mustafa’ya, Ehli Beytine, Güzide Ashabına ve tüm Müslümanlara salat ve selam olsun.
Değerli kardeşlerim ve Davetçi gençler
Misafirinize ikramda bulunmak ve onu DOYURMAK için “en pratik yemek ve en kolay” olan bir MENEMEN yemeğini yapmak için; Domates, Yumurta, Yeşilbiber, Sıvı yağ, Tuz ve birazda Kaşar peynirini bir araya getirmek ve Ocak üstünde bunları HARMANLAMAK vepişirmek gerekiyor değil mi?
Bir insanı ya da toplumu ikna edebilmek, fikren ve aklen onu DOYURABİLMEK ve harekete geçirebilmek amacıyla birçok konuyu ve bu konularla alakalı çeşitli Düşünce ve fikirlerimizi illaki HARMANLAMAK gerekiyor.
Bu makalemi okurken de; eşyanın tabiatı gerektirdiği bir amel olarak, çeşitli konulara girmek ve bu konuları birbirine bağlamak ve HARMANLAMAK zarureti söz konusu olacaktır.
Biraz uzun ve detaylı izahatlarla dolu olmasına rağmen, okuma sürecinde göstereceğiniz tüm anlayış ve sabrınız için şimdiden teşekkürü bir borç biliyorum kardeşlerim.
Büyük Devlet adamı ve âlim Şeyh Takıyyuddin en NEBHANİ (mekânı cennet olsun) İSLAM NİZAMI isimli kitabının giriş kısmında demiştir ki;
“Eşya hakkındaki MEFHUMLARI ortaya koyan ve onları yerleştiren ancak FİKİRDİR. Her insan, davranışlarını “HAYAT HAKKINDAKİ MEFHUMLARINA GÖRE” düzenler.”
Peki; MEFHUM ve FİKİR denilen bu iki lafzın anlamı nedir?
MEFHUM, Arapça “fhm” kökünden gelen Mefhūm مَفهوم “Anlaşılan, Fehim edilen” sözcüğünden alıntıdır.
FEHİM de yine Arapça “fhm” kökünden gelen Fahm فهم “Anlama, Kavrama” sözcüğünden alıntıdır.
MEFHUM, Türk Dil Kurumu sözlüğünde KAVRAM kelimesinin “Eşdeğeri” olarak gösterilmiştir.
Peki, sözlük anlamı olarak KAVRAM ne demekmiş ona bir bakalım.
KAVRAM; “Bir eşyanın, bir nesnenin veya bir düşüncenin zihindeki ortak özelliklerini kapsayan ve bir ortak ad altında toplayıp tanımlayan genel tasarım, fikir ve mefhum-u mücerred..” olarak tanımlanmıştır.
Kavram kökü ile bağlantılı şu ifadeleri hatırlayalım: Kur’an kavramları, Kavram karmaşası, Somut ve soyut kavramlar, İslami kavramlar vs..
Bu ifadeleri; Kur’an mefhumları, Mefhum karmaşası ya da İslami mefhumlar olarak ta kullanabiliriz.
Madem ki; “Eşya hakkındaki MEFHUMLARI ortaya koyan ve onları yerleştiren ancak FİKİRDİR..” o halde FİKİR nedir bunu da açıklayalım.
Sözlük anlamı itibariyle baktığımızda FİKİR; “Vakıaları ya da eşyanın esas bilgisine ulaşmak için aklın maksatlı ve düzenli olarak gösterdiği faaliyetlerle elde edilendir..”
Az ve öz olarak ifade etmek gerekirse FİKİR; “Vakıa hakkında verilen hükümdür, karardır..”
Fikir ve Hüküm konusunu ele alırken bir miktarda Kur’an da zikredilen yönüyle HÜKÜM mefhumu üzerinde durmak istiyorum.
Örneğin ŞER’İ HÜKÜM nedir sorusuna: “Kulların, mükelleflerin fiilleriyle alakalı Şari’nin hitabına Şer’i hüküm denilir” diye cevap verilir. Burada “Şari” Allah-u Tealadır.
Kur’an-ı Kerim’ de HÜKÜM; “Allah’a, Peygamberlere ve İnsanlara” nisbet edilmiştir.
HÜKMÜN ALLAH’A NİSBETİ ile ilgili ayetlerde belirtildiğine göre “Mutlak Hüküm” yalnız Allah’a aittir, O, hüküm verenlerin en hayırlısı olup en güzel hükümleri o verir ve o, dilediği hükümleri ortaya koyar.
Allah (cc); İnsanlık tarihi boyunca gönderdiği Rasuller ve kitaplar aracılığıyla insanların anlaşmazlığa düştükleri tüm konularda “köklü çözümler içeren” hükümler indirmiştir.
En son Rasul Hz. Muhammed (sas) efendimiz ve ona verilen en son kitap Kur’an ile Din tamamlanmış,eski kitapların hükmü iptal edilmiş ve şu ayette bu açıkça belirtilmiştir:
“Bugün dininizi kemale erdirdim, üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve din olarak sizin için (sadece) İslâm’dan razı oldum.” (Maide suresi 3)
İnsanların dünyada bu hükümlere uyup uymadıklarını belirlemek ve ihtilaflı konularda “Hak Olanı” göstermek üzere ahirette “Son Hükmü” yine Rabbimiz verecektir.
HÜKMÜN PEYGAMBERLERE NİSBETİ ile ilgili ayetlerde ise, Peygamberlerin ilahi hükümleri dikkate alarak insanlar arasında hükmetmek, bunu yaparken de beşeri duygulara kapılmaktan sakınmakla emr olundukları bildirilmiştir.
Tüm peygamberlerin de bu talimatı yerine getirmeye çalıştıkları açıklanmış, aynı emrin son Peygamber Hz. Muhammed’e de verildiği açık seçik beyan edilmiştir.
HÜKMÜN İNSANLARA NİSBETİ ile ilgili ayetlerde ise insanların “Kendi aralarında hükmederken” hakkaniyetle davranmaları istenmiş, ilahi yani “Şer’i Hükümlere” uymaya çağrılan müminlerin bunu “Tam bir teslimiyet ile karşılamaktan” başka çareleri bulunmadığına dikkat çekilmiştir.
Yine Kur’an da, Maide suresi 44, 45 ve 47. Ayetlerle “Tüm ilahî hükümlerle hükmetmeyenlerin” birer “Kâfir, Zalim ve Fasık” oldukları belirtilmiştir.
“FİKR” kökünden türeyen TEFEKKÜR ise, “Bir işin akıbeti konusunda düşünmek” demektir.
Keza TEDEBBÜR ise, “Bir işin sonucunu, daha başından hesap etmek” anlamına gelir.
Yine aynı kökten gelen TEDBİR ise, “Tedebbürün bir sonucu olarak gereken önlemi almak” demektir.
Düşünme, akletme yine TEDEBBÜR de olduğu gibi “geleceğe değil” de “geçmişe yönelik ise” bu düşünme TEZEKKÜR adını alır ve “Hatırlama, Anma” anlamına gelir.
Madem ki FİKİR; “Vakıa hakkında verilen hükümdür, karardır..” o halde bir FİKRİN, doğru mu yanlış mı olduğu nasıl anlaşılır?
Cevabı çok basit.. Şayet FİKİR; vakıaya mutabık, vakıa ile uyumlu ise DOĞRU, vakıaya zıt ve uyumsuz ise YANLIŞ bir fikirdir.
Örneğin “Kuzey kutbu bölgesinde şu an sıcaklık 30 derece..” denilse, bu fikir YANLIŞ BİR FİKİRDİR.
Çünkü bu bölge daima “Sıfırın altında” bir sıcaklığa sahip bölgedir. Dolayısıyla bu fikir, “vakıaya mutabık, vakıa ile uyumlu olan bir fikir” değildir.
Keza, “İslam’a göre bir değerlendirmeye” tabi tutacağımız ve hakkında “İslami Doğru bir Fikirdir..” diyebileceğimiz yegane fikir, şu 4 şeye; “Kur’an’a, Sünnete, İcma-ı Sahabeye ve (Akli kıyasa değil) Şer’i kıyasa” uyan fikirdir.
Mesela Batılı katil ve teröristlerin sık sık dile getirdiği “Demokrasi Fazilettir..” fikri, yukarıda ifade ettiğimiz 4 şeye TAMAMEN ZITTIR. Yani “Demokrasi Zillettir..”
Şeyh Takıyyuddin en NEBHANİ, insan davranışları arkasındaki İTİCİ ANA UNSURUN, “Mefhum” olduğu gerçeğini ortaya koyduktan sonra yazısının devamında, “İnsan davranışındaki köklü değişimin” nasıl olacağı konusunda “berrak bir açıklama” yaparak diyor ki:
Bir insanın, SEVDİĞİ ŞAHIS HAKKINDAKİ MEFHUMU ona karşı davranışını belirler. Bu davranışı, SEVMEDİĞİ VE NEFRET MEFHUMLARINA SAHİP OLDUĞU diğer bir şahsa olan davranışından başkadır.
Her iki davranışı da HİÇ TANIMADIĞI VE HAKKINDA HİÇBİR MEFHUMA SAHİP OLMADIĞI üçüncü bir şahsa karşı olan davranışından çok daha farklıdır.
Şu halde İNSANIN DAVRANIŞLARI mefhumlarına bağlıdır. İnsanın DÜŞÜK DAVRANIŞINI DEĞİŞTİRİP seçkin bir davranış hâline getirmek istediğimizde öncelikle ONUN MEFHUMLARINI DEĞİŞTİRMEMİZ gereklidir.
Şeyh Takıyyuddin en NEBHANİ, bu izahları akabinde Rabbimiz insan davranışları ile ilgili “Kıyamete kadar baki olan şu hükmünü” bir ayet ile de ortaya koymuş:
“Bir kavim (İnsanlar) KENDİ NEFİSLERİNDEKİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE Allah da asla onların halini değiştirmez..” (Rad suresi 11)
Bu ayete benzer bir ayette şudur:
“Allah, bir kavme (topluluğa) lütfettiği nimetini, ONLAR KENDİLERİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE asla değiştirmez ve Allah her şeyi işitip bilmektedir..” (Enfal suresi 53)
Bu iki ayette ayrı ayrı zikredilen, “KENDİ NEFİSLERİNDEKİNİ ya da KENDİLERİNİ DEĞİŞTİRMEDİKÇE” ifadelerinden kastedilen şey;
“Bu toplumun ya da kavmin; zulümden adalete, yalandan gerçeğe, eğriden doğruya, kötülükten iyiliğe, inkârdan imana, kısacası İSLAM DIŞI bir yaşamdan, İSLAMİ bir yaşama geçip kendilerini DEĞİŞTİRMEDİKÇE..” dir.
Diğer bir ifadeyle;
“Toplumun, kendilerinde bulunan hayat hakkındaki İSLAM DIŞI mefhumları terk edip, bunların yerine hayat hakkındaki İSLAMİ MEFHUMLARI kendilerinde MEFHUMLAŞTIRMADIKÇA..” demektir.
Burada kullandığım, “MEFHUMLAŞTIRMADIKÇA..” ifademi “Aklen de sizi ikna etmek” ve “Kalbinizi mutmain kılmak” için biraz daha açmak istiyorum.
Bir Müslümanın, özellikle de bir davetçinin, herhangi bir İSLAMİ FİKİR ya da MEFHUM ile kurduğu “FİKRİ veya AMELİ ALAKA” gayet tabiidir ki, “O fikir ya da mefhum hakkında kendisinde var olan kanaate göre” olmaktadır.
Şayet; “o fikir ya da mefhumu tam bir idrak ve tam bir tasdik ile tasdik edip benimsemiş ise” artık onun davranışları tamamen o fikir ya da mefhumun emrettiği ya da nehyettiği şekilde olacaktır ve olmaktadır da..
İşte buna; MEFHUMLAŞTIRMA yani onu, “Kendisinden ayrılmaz bir MEFHUM HALİNE GETİRME..” diyoruz.
Güzel insanlar size iki “Uç Örnek” vermek istiyorum.. Ne demek “Uç Örnek?” Bekir amcam?
“Çok bariz ve belirgin örnek” ya da “Konumuza, vakıamıza çok uygun düşen örnek” demektir.
BİRİNCİ ÖRNEK:
Hz. Muhammed Mustafa (sas) efendimizin Medine İslam Devleti toplum yapısının temel dinamikleridir.
Ölçü ve örnek Rasul (sas) öyle mükemmel bir “Örnek toplum” oluşturdu ki, o döneme “SAADET ASRI” denildi.
Bu örnek toplumun “en bariz özelliği” Liderlerinde (sas) berrak bir şekilde ve sürekli gördükleri “İslam akidesi ile tüm fiilleri yani davranışları arasındaki ilişki, toplumsal ilişkileri, devlet ile ilişkileri, ticari ilişkileri, ictimai ilişkileri vs. arasında kurdukları ayrılmaz bağdır..”
Bizleri bu gün bile kendilerine HAYRAN BIRAKAN bu muhteşem “Akide, ilişkiler ve bağ” arasındaki “Birliktelik ve Ahengin Ana Saiki” nedir diye bir “Toplumsal analiz” yaptığımızda şuna şahit oluyoruz:
“Saadet Asrı / Asr-ı Saadet toplumundaki, Akide, ilişkiler ve bağ arasındaki birlikteliğin ana saiki, İslami fikir ve İslami mefhumların onların nefislerinde MEFHUMLAŞMIŞ yani MEFHUM HALİNE GELMİŞ olmasıdır..”
İKİNCİ ÖRNEK:
İçinde yaşamakta olduğumuz şu Türkiye toplumunun bu günkü haline dikkatle bakan herkes görür ki, askeri bir darbe ile 100 yıl önce iktidara gelen ve “Devrim üstüne Devrimler” yapan Demokratik, Laik, Kapitalist Cumhuriyet kendi hamurundan kendi çamurundan bir toplum oluşturdu.
Osmanlı İslam Devleti’ ni yıkmakla kalmayıp, birçok eksik ve hatalı uygulamalarına rağmen İSLAM NİZAMINI ortadan kaldıran, Hilafete son veren bu müesses nizamı kuranlar, yeni Anayasa ve kanunlarını nereden ve kimden aldılar?
İnsanlık tarihi boyunca “Vahşetin, bebek ve kadın katliamlarının, hırsızlıkların, ırz ve namus düşmanlıklarının ana sahibi, bu günkü GAZZE katliamlarının ANA SPONSORU” Avrupa ve ABD’den aldılar.
100 yıllık “Eğitim ve Öğütüm Siyasetiyle” aynı Avrupa ve ABD’liler gibi, düşünen, onlar gibi yaşayan, onlara çok çok çok benzeyen “Gulyabani bir nesil” peydah ettiler.
Bu yeni nesil, “ne İslam’dan vaz geçti ne de tam İslam oldu..” Hani halk arasında kullanılan bir cümle vardır: “Mercedes görünümlü Şahin..”
Namazımı da kılarım içki mi de içerim.. Faiz haramdır ama krediyle ev de alırım araba da.. Zaman sana uymazsa, sen zamana uy hayatını yaşa.. Gaye vasıtayı meşru kılar, işine bak.. gibi daha nice “Küfür kavramları ile harmanlanmış” söz ve amellerin sahibi bir nesil oluşturuldu.
İşte bu “Karışık Şahsiyetli Neslin” nice fertlerini, asla ve kat’a bilerek DOMUZ ETİ yerken göremezsiniz..
Niçin? Çünkü DOMUZ ETİ hakkındaki Allah’ın hükmünü bu neslin, “Kendisinin de bir Müslüman olduğunu söyleyen evlatlarında Mefhumlaşmıştır.”
Ama öbür taraftan adı; Ahmet, İbrahim, Zeynep ya da Fatma olan, her “Ramazan ayında mutlaka ama mutlaka orucunu tutan” aynı neslinmilyonlarca evladı, yaz aylarında “Anadan Üryan” denize, plajlara koşar..
Niye? Çünkü Allah’ın (cc) TESETTÜR EMRİ asla ve kat’a onlarda bir MEFHUM HALİNE gelmemiş yani bu hükmü ”Nefislerinde MEFHUMLAŞTIRMA” asla söz konusu olmamıştır.
Sevgili kardeşlerim, bacılarım ve Davetçi gençler. Yeri gelmişken yine bu konularla bağlantılı bir hususa daha değinmek istiyorum. O da şudur.
Günümüzün ”yaşayan âlim ve müfessirlerinden Esad MANSUR” hocamız, kendisine sorulan bir soruya, şahsi web sitesinde şu cevabı vermiştir:
SORU:
“Mantıki İhsas” ve “Fikri İhsas” mefhumlarını ve bugünkü hayatımızda bunlara nasıl ulaşabileceğimizi açıklayabilir misiniz? .
CEVAP:
Mantıki İhsasın manası, Hissi idrakten meydana gelen bir anlayış, bir kavrayıştır.
Hissi İdrak ise; vakıayı hissederek algılamaktır. İnsan bir vakıayı yaşıyorsa onda bir ihsas olur, bu ihsas onu düşündürür ve harekete geçirir. Çünkü her ihsas, bunu gerektirir.
Vakıayı hiç hissetmeden, “mücerret bir kavrayış” olursa, o zaman asla Fikri İhsas veya Mantıki İhsas gerçekleşmiş sayılmaz. Bu sadece teorik bir anlayış olur.
Şayet bir ihsas, bir fikre binaen olursa, işte o zaman Fikri İhsas da oluşur.
İnsan bir vakıayı, sırf “teorik olarak” ele alırveya kendisine sadece teorik olarak anlatılırsa, onda asla Mantıki İhsas gerçekleşmez ve bu anlatım, onu Fikri İhsasa da götürmez.
Zira sadece Mantıki İhsas, onu Fikri İhsasa götürür. Bu şekilde bir insan fikri alırken vakıayı da yakinen hissetmiş olur.
İnsan bir şeyi hiç mi hiç hissetmezse onu hayali bir şey, ya da bir faraziye, bir varsayım olarak sayar; asla o şeyin vakıasını tam olarak kavrayamaz ve olayları o şeyle bağlayamaz.
Bir insana, başkaları tarafından teorik olarak bir vakıa anlatılsa ya da ezberletilse de asla onda mantıki ihsas gerçekleşmez.
Onu yaşamak veya ona dokunmakla ancak mantıki ihsas gerçekleşir. Ancak böylelikle, derin bir fikre sahip olunur. Mesele derin bir şekilde kavranır ve samimi olarak hareket edilir.
Örneğin, İslâm dünyasına hiç gitmeyen orada yaşayıp problemleri direk yerinde görmeyip Avrupa’da doğup büyüyen, yaşayan Müslüman gençlere bakıyoruz, meseleyi çok çok zor anlıyorlar.
Hatta çoğu o problemlerle pek ilgilenmiyorlar. Orada yaşayanların veya oraya gidip görenlerin ihsasları ise daha yüksek ve kuvvetli olmaktadır.
Onlar Avrupa’daki ve özellikle de yaşadığı Avrupa ülkesindeki Müslümanların problemlerini daha fazla hissetmekte ve düşünmektedirler.
Mesela Afrika’da yaşayan bir kimse, sömürgecilerin o memleketleri nasıl tahrip ettiklerini, ülkelerini nasıl geri bıraktıklarını ve bütün servetlerini çalıp götürdüklerini daha iyi hissederler.
Bu kimseye fikir verildiğinde hemen düşünmeye başlar ve hemen bir şeyler yapmak ister. Fikir, ihsası güçlendirir. Daveti taşıyıp kavradıklarında bu gençlerin hisleri daha kuvvetli olur.
Çünkü ilgileri daha fazla artar, sürekli vakıaları, olayları takip ederler, bu şekilde ihsasları gelişir ve artar.
İhsasları bir fikirle beraber olduğu için onlarda fikri ihsas oluşur. Onlarda oluşan bu durum “Fikirsiz, sırf bir ihsas” olmadığı gibi “İhsassız, sırf bir fikir” de değildir.
İhsasın yokluğu veya eksikliğini tedavi etmek için, ona bir fikir verilirken, bir yandan da insanların ihsaslarını artırmaya çalışmak gerekir. Vakıayı onlara değişik örneklerle anlatarak hissettirmek gerekir.
Şayet yine de hissetmez ise velev ki fikri kabul etse bile o canlı bir kişi olmaz ve asla ona verdiğin fikre bağlanmaz ve o fikirle kaynaşmaz. Bilakis camit ve donuk olur.
Mesela “Resimli” bir haber, daima “Resimsiz” bir haberden çok daha etkili olur.
Resimli bir haberde, insan sanki o olayı yaşıyor gibi olur, bu şekilde yani resmin etkisiyle “İhsası çok çok artar” ve etkilenir. Ama bir fikir olmadan sırf ihsas olursa, o zaman o kişide doğru amel ve hareket gerçekleşmez.
Genellikle şaşkınlık olur, tamamen duygusal bir hareket neşet eder, yanlış bir amel ve çalışma yapılır. Sonuçta “olumsuz neticeler” meydana gelebilir.
İnsan bir vakıayı yakinen hissederse, illaki bir fikre muhtaç kalır, fikir ister, fikri arar. Şayet “Doğru fikri” bulursa, kendisi de doğru hareket eder. “Yanlış fikir” edinirse yanlış harekette bulunur.
Misal olarak bu gün Müslümanlar; kendi ümmet ve memleketlerinin parçalandığını, zayıf olduklarını, geri kaldıklarını ve Amerika başta olmak üzere, Batı devletlerinin sömürü veya tasallutu altında yaşadıklarını hissederler.
Fakat doğru bir fikirler edinmedikleri veya birçok yanlış fikir edindikleri için, bu zilletten “Kurtuluş Yolunu” asla bulamaz veya “Doğru bir metotla” çalışmaz veyahut yanlış çalışmalar yaparlar.
Güzel insanlar, Esad MANSUR hocamızın cevabını okudunuz. Rabbim onu korusun ve ona kendisinden razı olacağı, hayırlı ve uzun ömürler versin.
“Mantıki İhsas, Fikri İhsas, Hissi İdrak, Fikir ve Fikri idrak” ile “Doğru Fikirler” arasındaki alakayı sanırım bariz bir şekilde gördünüz.
Keza yine “Doğru Fikirlerin” bir bireyde, toplumda MEFHUMLAŞMASI ya da MEFHUMLAŞMAMASI halinde “neler olup bittiğine de” vakıf oldunuz elhamdülillah.
Bir fikir; (velev ki doğru da olsa), bu fikri sadece “Teorik bir bilgi olarak ele alan” ile “Fikri ihsas ve idrak ile ele alan” arasında “Dağlar kadar fark” oluşmakta..
İşte bu “Devasa fark” birey ve toplumun “Davranış farkının da temelini” oluşturmakta..
Söz konusu olan “Fikri ihsas ve idrak” ister “Akide ile ilgili konulara” taalluk etsin, ister “Ameli konulara“ taalluk etsin, Doğru bir fikri idrak ve ihsas YAPILAMAZ İSE aşağıdaki vereceğim örneklerde olduğu gibi, ”Bizi mahcup ve mağdur eden, her şeyimizi kaybettiren” sonuçlara götürür.
Muhterem kardeşlerim
Gayret bizden, başarı Allah’tandır.. Sefer bizden, zafer ancak ve ancak Allah’tandır. Bu tadımlık yazımı şu iki dua ile bitiriyor ve diyorum ki:
Ey Rabbim bu çalışmamı; okuyucu bu kardeşlerim ve ailesi için, tüm insanlık ve Müslümanlar için hayırlara vesile eyle.
“Ey Rabbim, bu makalemi okuyan, anlayan, benimseyen ve paylaşan tüm Müslümanlara, son nefeslerine kadar şahit, son nefeslerinde de o müjdelenen İSLAMİ DEVLET DE şehit olmayı nasip eyle..”
Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle
Bekir Yetginbal – 19 Aralık 2023
Tags: