Laik Devlette İktidar Olmak Doğru mudur?

Laik Devlette İktidar Olmak Doğru mudur?

Türkiye’yi ziyarete gelen Filistin asıllı düşünür Dr. İyad Kunaybi, bir konuşmasında, AKP modeli üzerinden “laik devletlerde yönetime katılma” tercihini değerlendiriyor. İşte bu konuşma metnin tercümesi aşağıda:

Esselamu aleykum ve rahmetullah.

Türk Modeli ve Erdoğan tecrübesi… Bu tecrübe, “Müslümanların, pozitif hukuka dayalı sistemlerde siyasete katılması”nın doğru olduğunu gösteren başarılı bir tecrübe midir?

Kardeşlerim, bu konuşma; Erdoğan’ı seviyor muyum yoksa ondan nefret mi ediyorum diye görmek isteyen duygusal kişilere yönelik değil.

Bu sadece, “Ümmetin durumunu ıslah etmek isteyen bazı kimselerin, örnek aldığı, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin metodunu tartışmak” içindir.

Tartışmamızı maddeler halinde yapacağız:

İlk olarak: Türkiye tecrübesi başarılı mı? Bunu cevaplamadan önce şunu söyleyelim:

Bu soruyu soran, başarıdan neyi kastediyor?

Eğer başarıdan kastettiği, yaşam standardının ekonomik olarak yükseltilmesi ise bunun Erdoğan ve partisinin gölgesinde gerçekleştiğinden hiç şüphe yok.

Ki bu; Budist, dinsiz ve Hıristiyanların liderliğinde Japonya, Çin ve Almanya’da da gerçekleşmiştir.

O halde iktisadi refah, metodun doğruluğuna delil teşkil etmiyor.

Bununla beraber metottaki eksiklikleri ispat etmek için, bu refahı inkâr etmeye çalışmamıza da gerek yok, çünkü bu ikisi arasında bir ilişki olması şart değil.

Eğer başarıdan kasıt, kamu malları ve Müslüman kadının başını örtme hakkı gibi, bazı hakların sahiplerine geri verilmesi ise, evet Erdoğan ve partisi bunu gerçekleştirmiştir.

Aynı şeyi Hıristiyan ve dinsiz liderler de Avrupa’da gerçekleştirmiştir.

Mesela, engizisyon mahkemeleriyle yıllarca yaşamış Endülüs’te, bugün ibadetlerini aleni olarak yapabilen Müslümanlar var.

O halde bazı dini hürriyetlerin verilmesi de metodun doğruluğunu göstermiyor.

Bununla beraber, bu hürriyetlerin faydasını inkâr etmek ve metottaki yanlışları ispat etmek için, onun değerini düşürmek de hakkımız değil.

Ve yine bununla beraber başlangıçta, bu metoda bağlanmak ya da ona mecbur olmak da hakkımız değil.

Kardeşlerim, ikinci olarak:

Erdoğan’ın yaptığı icraatlardan bazıları, Allah Teala’nın herhangi bir projenin ilerlemesi için “vesile” kıldığı unsurların bir neticesidir.

Bu proje İslami olsun veya olmasın veya “bu vesileleri” Müslümanlar ya da diğerleri yerine getirsin, durum aynıdır.

Bu vesilelerden bazıları ise, Müslümanların ihtiyaç duyduğu, Yer bilimlerinde uzmanlık, yönetim, planlama, sıkı çalışma yine kişisel liderlik özelliklerinden, dürüstlük, doğruluk, müsamaha, dirayet, alnın ak olması ve diğer başka özelliklerdir.

Mevcut pozitif sistemlere katılmanın haram olduğunu ifade etmek, Türkiye tecrübesinde bahsedilen bu güzel unsurların bulunduğunu inkâr etmemiz demek değildir.

Bununla beraber Türkiye tecrübesi icraatlarının hepsini, siyasete katılmaya dayandırmak da gerekmez. 

Yani çıkarımımız, şöyle olmamalı: “Erdoğan’ın partisinin ‘başarı’ sebebi, demokrasiyi benimsemeleridir.”

Aksine şöyle olmalıdır:

“Demokrasiyi benimseyen bu parti, herhangi bir proje için gerekli olan, faydalı vesileleri kullandı, öyleyse İslami bir projede de, zaten sebeplere sarılmayı emreden Allahu Teâlâ’nın emrine icabet ederek, bu vesileleri kullanmak gerekir.”

Kardeşlerim, üçüncü olarak:

Müslümanlar olarak bizler, dünyada “bir vazife için bulunduğumuza” iman ediyoruz ve bu yüzden de başarıyı, inandığımıza inanmayanların tanımladığı gibi tanımlamıyoruz. 

Bizler başarıyı, Allah Teâlâ’nın şu ayetinde tanımladığı gibi şöyle tanımlıyoruz:

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü, ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl kurtuluşa erenler bunlardır. 

Her kim, Allah'a ve Resulüne itaat eder, Allah'a saygı duyar ve O'ndan sakınırsa, işte onlar başarıyı elde edenlerin ta kendileridir.” (Nur suresi 51-52)

Kurtuluş ve zafer ancak, Allah’a ve Resulü’ne(sas) mutlak itaatle ve ümmetin ilerlemesi, ıslahı ve değişimi yolunda onları tam olarak hakem kılmakla olur.

O halde Türkiye tecrübesi başarılı mı değil mi bilmemiz için, bu şartlar, bu tecrübede tahakkuk etmiş mi etmemiş mi buna bakmalıyız.

Adalet ve Kalkınma Partisi, Türkiye’deki yönetim sistemine katıldı ve bu uğurda da devletin laikliğini muhafaza edeceğine dair teminatlar verdi.

Aslında, daha doğrusu AKP, bu devleti laikleştirdi.

Çünkü Türkiye Devleti, askerin yönetimi altındayken fiili olarak laik değildi.

Aksine devlet, özellikle İslam’a düşman ve başörtüsü gibi, Müslümanların kişisel dini şiarlarını uygulamalarına büyük bir engel durumundaydı.

Erdoğan hükümeti, İslam’a; Türkiye’deki diğer dinler gibi muamele etmek ve Müslümanlara kişisel dini şiarlarını uygulamalarına izin vermek üzere geldi.

Yani devletin yasalarına asla aykırı olmayan, kişisel dini şiarları yasaklamaksızın, dini devletten ayırarak, laikliği asıl mefhumuyla tahakkuk ettirmek üzere geldi.

Ve bunda da Müslümanlara nefes aldıran bir durum vardı.

Fakat bu, ne İslami ne de İslamiye benzer bir durumdur.

Aksine bu; otoritenin tamamını, “Allah’a ait kılmaktan sapmanın” şekillerinden bir şekil olarak, tamamen laik bir durumdur.

Erdoğan, askeri yönetimden daha az baskı içeren ve şer’î olmayan bu durumu sağlamlaştırıyor, onu benimsiyor, yayıyor ve ideal ve nihai bir hedef gibi halkları ona teşvik ediyor.

Bunu, Ocak olaylarından sonra, Kahire’de yaptığı konuşmasında şöyle ifade etmişti:

“Türkiye demokratik ve laik bir hukuk devleti olarak, laiklik ilkesini uyguluyor ve bütün dinlere eşit mesafede duruyor.”

Ve yine Mısırda anayasayı yazmakla görevli olanları, “bütün dinlere aynı mesafede” duran bir anayasa yapmaya teşvik etti.

Yani Allah’ın buyruk ve hak olan dinini, beşerin buyruğu ve batıl-münharif dinleri gibi yapmak…

Yine benzer bir vurguyu İslam Ortak Pazarı kongresindeki bir açıklamasında da yapmış ve “Hangi proje, dini veya etnik bir esas üzereyse başarısızlığa mahkumdur” demişti.

Erdoğan gerçek laikliği hiç bir zorlama olmadan, gönüllü olarak yayıyor,

yine o ve partisi, cüzî menfaatler için, şirk içeren batıl şeyleri onaylıyor ve Allah dışında, yasama yetkisini, insana ait kılan hükme iştirak ediyor. Yani şu kuralı reddeden hükme :

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resulüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl kurtuluşa erenler bunlardır” (Nur suresi 51)

Erdoğan’ın değiştirme alanı davranışsaldır, değer odaklı değildir. Yani O, devletin temel değeri olan “Laikliğe” hiç dokunmuyor.

Ve bilinen bir şeydir ki “değerler, siyasi sistemin en derininde yer alır ve onların değiştirilmesi, sistemin gerçekten değiştirilmesi anlamına gelir.”

Ancak Erdoğan şeriatı; sistemi değiştirecek ve ardından uluslararası sistemin çıkarlarına etki etmeye neden olacak, tam bir değerler manzumesi olarak asla benimsemedi.

İşte bu da Amerika Stratejik Planlama Merkezleri’nin çok iyi anladığı bir şey.

Şöyle ki, RAND (düşünce kuruluşu), Amerikan Savunma Bakanlığı tarafından desteklenen (The Rise of Political Islam in Turkey) yani,

“Türkiye’de Siyasal İslam’ın Tırmanışı” başlıklı araştırmasında Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, asla Türkiye’de şeriatı ikame etmeye çalışmadığını yazdı.

Bu da Batı’nın; Asya’nın veya Afrika’nın en uzaklarında, fakir bir devlette bile olsa, uluslararası oyunun kurallarından kaçmaya çalışan hiç bir örneğe tahammül edemezken,

hatta Afganistan, Somali ve Mali’de olduğu gibi, onu hemen çökertmeye çabalarken; Türkiye gibi çok etkili bir devlette, bu örneği nasıl kabul ettiğini bize açıklıyor.

Erdoğan böylelikle, sadece en önemli ilkelerden vazgeçmedi.

Aksine icraatlarında da, şeriattan ayrılan bir yol izledi.

Türkiye’deki İktisadi refahın bir kısmı; zikrettiğimiz gibi dürüstlük, yolsuzlukla mücadele ve iyi yönetimin sonucudur.

Ama bu refah, fasit Kapitalist sistem üzerine kurulmuştur.

Yani bu refah, Erdoğan hükümetinin krediyle aldığı faizli borçlara, İslam’daki şirketleşme şartlarına uymayan ve Türkiye sahillerini çıplak turizme kiralama gibi, hiç bir yasaktan imtina etmeyen, gayri şer’î anlaşmalara dayanıyor.

Yine, birçok kimsenin bilmediği şey de şudur ki, Türkiye, İMF’e olan borçlarını kapatmasaydı, Türkiye’nin toplam borcu (Public Dept Management Report’e göre),367 milyar dolara ulaşmıştı.

Ki bu rakam, Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti öncesinden, kat kat fazladır.

Ancak görüyorsunuz ki, Kapitalist ölçekle, Türkiye ekonomisi başarılı sayılıyor.

Çünkü, Kapitalist sistemde ekonomik kalkınma ve gayri safi milli hasıla, bu borçlar ve bunun neticesindeki faizlerle beraber yürüyor.

Güçlü bir ekonomi fakat, tamamıyla “kapitalizmin temellerine” dayanmış bir durumda.

O halde bu açıklamaya göre de, Erdoğan ve partisi asla başarılı değil. 

Çünkü fürular (dallar-ayrıntılar) için, asılları (temelleri) zayii ediyor.

Bunu başarı kabul etmek, adeta “Resulullah’a (sas) Mekke’deki Dar’un Nedve’ye katılması ve Kureyş’i bulunduğu hal üzere onaylaması teklif edilseydi,

O da, ona tabi olan mustazafları rahatlatmak karşılığında bunu kabul ederdi” demeyi gerektirir ki biz, Resulullah’ı (sas) bundan tenzih ederiz.

Bazılarının zannettiği gibi bizim sorunumuz; kesinlikle Erdoğan’ın hala bazı bozukluklara son vermemesi ya da dini tam olarak ikame etme mertebesine ulaşmamış olması değildir.

Sorunumuz; onun metodunun, “yasama yetkisini Allah’a ait kılmak, bu esas üzere ikame olmamış her nizamdan çekilmek ve hatta onu değiştirmek için çabalamak” gibi başlangıçta dinin en önemli kaidelerini bozuyor olması.

Onun araçları da, İslam’a muhalif olan kapitalist sisteme bağlı bir durumdadır.

Kardeşlerim, hakikat şu ki, bu sözleri sadece, yüreğinde tevhidin değeri çok yüce olanlar idrak edeceklerdir.

Şayet, ekonomik refah ve Müslümanların şahsi işlerinin kolaylaştırılması, onları fitneye düşürdüyse, o kimse; yasama da ve hayatın her alanında, Allah’ın emrine tekrar icabet ederek, Allah’ı birlemeyi kurban etme karşılığında, belki bir mazeret görecektir.

Dördüncü olarak: yine kimilerince, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin sağladığı hürriyetler ve ekonomik kuvvet, Allah’ın dinini ikame etmek için bir ön adımdır” denilecektir.

Bu soruya, şu yaklaşımlarla cevap verilebilir:

BİRİNCİSİ olarak: Bizler, itaatle ve güzel bir şekilde tabi olmakla mükellefiz, haram yolla da olsa, iktidar olmak için çabalamakla değil. Allah Teala buyuruyor ki

“Allah, içinizden iman edenlere ve salih amellerde bulunanlara vaad etmiştir:

Hiç şüphesiz onlardan öncekileri nasıl 'güç ve iktidar sahibi' kıldıysa, onları da yeryüzünde 'güç ve iktidar sahibi' kılacak, kendileri için seçip

Beğendiği dinlerini, kendilerine yerleşik kılıp sağlamlaştıracak ve onları, korkularından sonra güvenliğe çevirecektir.” (Nur suresi 55)

Bizler “iman edenler ve salih amellerde bulunanlar”dan olmakla ve bunun dışında da iktidar için hiç bir yasak vesile kullanmamakla görevliyiz.

İşte o zaman iktidar, “Allah tarafından” temin edilmiş, muktedir kılınmıştır.

Tabi ki bu muktedir kılınma, sadece cüzi bazı dini hürriyetlerle değil, bilakis, ülkenin, “uluslararası sisteme kulluktan kurtulacağı” bir iktidar olmadır.

Yani Türkiye’nin; Kapitalist ekonomiye rehin kalmadığı, “sözde/ teröre karşı savaşta”, Afganistan’ı işgal eden NATO’ya ortak olmadığı bir iktidar…

Yine, Batı Planlama Merkezleri’nin, laiklik ve demokrasiyle uyumlu demediği, ılımlı İslam’a model olarak görmediği, desteklenmesi ve “radikal” İslam’ın büyümesinin engellenmesi için Müslüman halkalara örnek olarak sunmadığı bir iktidar…

Tıpkı, “Türkiye’de Siyasal İslam’ın Tırmanışı” adlı araştırmada zikredildiği gibi…

Gerçek iktidar; yönetimde olan Müslümanların; Mustazaflara -Suriye’de olduğu gibi- gerçekten destek olmaya çabalamasıyla olunur.

Aradan yıllar geçmesine rağmen, sınırın diğer tarafında bulunan Müslümanların hala katledilmesiyle değil.

Gerçek bir iktidarda, Marmaris’teki gibi çıplaklarla dolu plajlar görülmez.

İsrail diye isimlendirilen devletle, onca medya açıklamalarına rağmen, samimi ekonomik alakalar da görülmez.

İKİNCİSİ olarak; Erdoğan’ın gerçekleştirdiği şeyin, Allah’ın vaad ettiği iktidara, belli bir oranda da olsa, gerçekten zemin oluşturacağını farz etsek bile, bu onun demokratik yönteminin doğru olduğunu göstermez.

Ebu Talip’in Resulullah’a (sas) destek olması, davetini yaymaya imkan vermesi, müşriklerin eziyetlerini ondan savması vs.

Tüm bunlar; Ebu Talip’in içinde bulunduğu şirkin, doğru olduğu anlamına mı gelir?

Ya da Resulullah (sas) amcasını, şirk üzere kalmaya ve müşriklerin amcasını, putlarına secde ederken görerek kabul edip de böylece, kendini saklayacak bir perde olmaya mı çağırdı?

Yoksa, hayatının son anına kadar onu İslam’a mı çağırdı?

Eğer Resulullah (sas), amcasının şirki üzere kalmasının, daveti için daha faydalı olduğuna inansaydı, onun İslam’a girmesi talebinden yoksa vaz mı geçerdi?

Resulullah (sas) buyurdu ki:

“Allah bu dini facir kimse eliyle veya değersiz kavimlerle de destekler.”

Bu örnek; Erdoğan’ı facir ya da bir başka vasıfla vasıflandırmak ya da Ebu Talib’i, İslam’a bağlı olduğunu açıkça beyan eden Erdoğan’la bir tutmak için değildir.

Bu, sadece şu kaideye işaret etmek ve dikkatinizi çekmek içindir:

Bir şeyde güzel sonuçların olması, tutulan yolun doğru olduğu anlamına gelmez.

ÜÇÜNCÜ olarak kardeşlerim: Bazı şeylere belli ölçüde sevinebiliriz, ama şer’î olarak, ona sebep olan şeyleri asla kabul edemeyiz.

Evet, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelişi, Müslümanların nefes almasına ve açıktan İslam’a düşman olan makamlara engel olmaya bir vesile oldu.

Bu neticelere bakıp; tertemiz bir davet ve gelecekte gerçek bir iktidara ortam hazırlamada belki bunun da ufak bir rolü olabilir diye seviniyorsunuz.

Ama bu durum; kesinlikle bu partinin, pozitif hukuka katılmasını onaylamak ve ona bu konuda yardımcı olmak demek değildir.

DÖRDÜNCÜ ve son olarak kardeşlerim, birileri “Erdoğan, Müslümanların diğer idarecilerinden daha iyi değil mi?” diye sorabilir.

Erdoğan için zikrettiğimiz bu olumsuzluklara, biliyoruz ki diğer Müslüman toplumların İdarecileri; maalesef, hıyanet, apaçık ajanlık, zillet, açık zulüm, fesat ve dinle savaş gibi başka olumsuzlukları da eklediler.

Bu yüzden de biz, Erdoğan’a hidayet için dua ederken, diğer idarecilerin helak olmaları için Rabbimize dua ediyoruz.

Burada biz, Türkiye’nin bir model olup olmamasını söz konusu ediyoruz.

Çünkü insanlar bununla fitneye düştüler; İslam’i bir iktidara ulaşmak için; Onun, İslam’a tamamen muhalif bu metodunu,

bir merhale saydılar, dilleri ve gönülleri adeta bu metoda razı oldu, böylece akideleri de kirlenmiş oldu.

Yine onlardan bazıları; Erdoğan’ın metodunu, demokrasisini ve laikliğini, maalesef, asil olan İslam nizamına göre, “bu zamana daha uygun”, “alternatif” ve “nihai bir hedef” olarak kabul ettiler.

Maalesef Erdoğan, bu gibi kimselere, “Allah’ın ve Resulü’nün (sas) emrettiği metottan ayrılan bu yolları, ıslah için kullanma” gibi boş bir umut veriyor.

Allah’tan bu kimselere, Erdoğan’a ve partisine hidayet etmesini diliyoruz.

Dr. İyad Kunaybi / Tercüme: Feyza Altındiş             23.11.2013

Kaynak: http://islamvehayat.com/8906_kunaybi-laik-devlette-iktidar-olmak-dogru-mudur-.html

NOT: 06 Eylül 2013 Cuma günü Kayseri, Dr. Iyad Kunaybi’yi ağırladı. Kunaybi, Melikgazi Belediyesi Tiyatro salonunda bir konuşma yaptı.

Kaynak: http://www.venharhaber.com/etkinlikler/etkinlik-haberleri/dr-iyad-kunaybi-kayseride-yogun-ilgi-gordu-h3237.html

 

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın