Korkulara Mağlup Olmak.. Peki, Mağlup Olmamak Nasıl Olur?

Korkulara Mağlup Olmak.. Peki, Mağlup Olmamak Nasıl Olur?

İnsanı korkut ve ona her türlü haksızlığı yap. İnsan zaten modern bir köle olunca “ben ona istediğini yaptırırım” mantığı..

Av olan razı, Avcı zaten razı..

“Fıtratı bozulmuş, Allah’a inançsız bir hayat ve korku impatorluğu yaygınlaştır..” dönüşmeye devam et.

“Ademoğlunun ihtiyacı ne?” diye sormak lazım.

Hz. Adem (as) dan günümüze kadar gelen insanlığın ihtiyacı hiç değişmemiştir. “Kuru bir ekmek, su, örtüneceği elbise ve barınacağı ev..” Yani yaşamını devam ettirecek zaruri ihtiyaçlar.

Peki, “bu kadar çok korku” niye var insanda? Maalesef  “Falanca ne der..” endişesi ve korku; “korku sayımızı” fazlalaştırdı.

Bunların başında geçim korkusu, hastalık korkusu, kaybetme korkusu, kazananama korkusu, karanlık ve mezarlık korkusu, başarılı olamama korkusu, kıtlık ve kuraklık korkusu ve ölüm korkusu.

Hz. Adem (as) babamızın ve Hz. Havva annemizin cennette iken hiçbir korkuları yoktu. Dünyaya inince ise “tekrar oraya varamama yani cennete tekrar girememe..” korkusu ve endişesi sarmış ve çok çok dua etmişlerdi.

(Adem ile eşi) dediler ki: Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. Allah: Birbirinize düşman olarak inin! Sizin için yeryüzünde bir süreye kadar yerleşme ve faydalanma vardır, buyurdu. “Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve orada (diriltilip) çıkarılacaksınız” dedi. (A’raf suresi 23-25)

Acaba biz de “cennete girememe” endişesi ve korkusu taşıyor muyuz? Taşımadığımız bir geçek maalesef..

Bizler, kendimiz için o kadar çok korku ürettik ki, “cennete girememe” korkusunu ve endişesini duyamıyoruz.

Evlerimiz ve yaşantımız, “gerçek olan ahireti” hep erteletmiştir. Evlerimizdeki “falanca ne der..” diye “çoğunu kullanmadığımız eşyalarımızdan israf, moda, lüks ve konfordan” hiç mi hiç vazgeçmedik.

Sürekli ev eşyalarımızı, kendi giyeceğimiz eşyaları yeniledik de yeniledik. “Kendimizi ve ruhumuzu ise asla yenilemedik..”

Sadece ve sadece “cesedimizi süsler” olduk. Böyle olunca “kaybetme korkusu” ve ürettiğimiz daha nice korkularla yaşıyoruz.

Hani “Allah korkusu..” önceliğimizdi?

Hani “Ümit ve korku ile” yaşayacaktık?

Hani “Hz. Adem ve eşi gibi dünyada endişe taşıyıp Allah’a kul olup, O’nu razı edecek amelleri” takip edecektik?

Hani “ölümden değil imansız ölmekten..” korkacaktık.”

Hani “kendimizi, bize verilenleri” israf etmeyecektik.?

Hani “olanla yetinip, sadece hayatımızı devam ettirecek kadar..” yiyecektik.?

Hani “zevk ve sefalarımızı cennete” bırakacaktık. “Bizim olmayana göz dikmeyip, bizde olanı da” paylaşacaktık.?

Hani “yatırımı dünya merkezli değil ahiret merkezli” yapacaktık?

Havf (korku); korkanın güçsüzlüğünden, Haşyet (kaygı, endişe) ise, korkulanın yüceliğinden kaynaklanır.“

O zaman niçin “Yüce Allah’a” gerektiği gibi “kulluk” yapmıyoruz?

“Asıl korkulması gereken” ise, kendimiz gibi “güçsüz, aciz insanları” yüceltmek, sonra da kalkıp “bize zulmeder korkusuyla” o aciz insana “itaat eder” olmaktır.

Görüyorsunuz şu Pandemi dolayısıyla insanlar “küreselcilerin” adeta “her dediğini” yapar oldu.

Çünkü zenginler ağadırlar. Allah’ın dediği şeyler onlar için önemsenmez bir şey oldu.

İnsan yaşadığı hayatın “görünür kısmından” korktu, birçok korkularını da kendi üretti ve sonsuz cehennem azabından ise hiç mi hiç korkmadı ve Onu kendinden çok çok uzak gördü.

Mal elde etti, onu kaybetmekten korktu, Evlendi ve çoluk çocuğu oldu, onları kaybetme korkusu sardı, Mülk aldı, ya elimden uçup giderse diye korktu..

Güzel bir araba aldı, hep kaza yaparım korkusu sardı onu ve bu kadar korkulardan sonra tabii ki bir de ölmekten çok korktu..

Batılılar bir “İslamofobi” ürettiler, Müslümanları suçlu olarak gördüler hep..

Oysaki kendileri Demokrasi adına İslam beldelerinde durmadan ölüm kustular. İslam beldelerinde yaşayanlara sorsak bu korku nedir diye?

Müslümanlar her gün ölüm korkusu yaşadılar. Ya işkence hanelerdeki korku ya da bir eve bomba düşer korkusu..

Peki, Batılılar bunları yaşadılar mı ki Müslümanlara hep suçlu gözüyle bakıyorlar.

Ama mutlaka bir gün o korktukları şey onların da başlarına gelecek, Allah onlara mühlet verir fakat asla ihmal etmez. Bu pek yakın bir zamanda olsa gerek.

İnsan nereye bir yatırım yapsa “bu elimden gidebilir” diye korku taşır. Yatırımlarını “sadece dünyaya yapanlar” her ne kadar “kazanmış gibi görünse bile” aslında kaybetmişlerdir.

Yatırımı “ahiret merkezli yapanlar” ise hiçbir zaman kaybetmemişlerdir. “Allah için” verenler asla korku duymayacak ve vaat edilen cennetle sevineceklerdir.

“Ölümü öldürenler” kimlerdir bilir misiniz?

“Kınayanın kınamasından asla korkmayanlar, Allah yolunda infak edenler, canlarını cennet karşılığında satanlar, Allah yolunda şehadete yürüyenler, Kur’an ile büyük cihad edenler..” İşte bunlar ölümü hep öldürmüşlerdir.

Korkaklar her gün, Cesurlar ise bir kez ölür. Allah (cc):

“İki ilah edinmeyin, O ancak bir İlah’dır. O halde yalnız sadece benden korkun. Göklerde ve yerde ne varsa, hepsi O’nundur, Din de yalnız O’nundur. O halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” (Nahl suresi 51-52)

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, sadece benden korkun.” (Al-i İmran suresi 175)

Günaha batmış kimseye şeytan sürekli “ümitsizlik korkusunu” aşılar ve insanı adeta çaresiz bırakır.

Bu ümitsizlikle insan daha da günahlara girer. Asıl korkulması gereken Allah’ın azabıdır. Sonsuz ve ebedi, bilinmeyen korkuyu insan cehennemde duyar.

İki ilah edinmek insana birçok korku kapısını açar ve ilah edindiklerini de asla memnun edemez.

Çünkü menfaat ilişkisi olduğu için, menfaatler ve çıkar ilişkileri bittiği an ortada kalır. Bu ahirette de böyledir.

Bir insanın “Tek Allah inancı”, Onun tüm korkularını azaltır ve umudunu her daim taze tutar. Korku ve üzüntü olmayacağına dair Allah (cc) bize söz verdi ve dedi ki:

“Bilesiniz ki Allah dostlarına asla korku yoktur; onlar üzüntü de çekmeyecekler. Onlar ki, iman etmişler ve takvâya ermişlerdir, işte onlara hem bu dünya hayatında hem de ahirette müjdeler olsun. Allah’ın sözlerinde değişme olmaz; (öyleyse) en büyük kazanç budur.” (Yunus suresi 62-64)

Bir insan ya Allah’ın dostudur, ya da şeytanın dostudur, bunun bir ortası yok.

Korkuları kendimizden savmanın, uzaklaştırmanın tek çaresi, Kâinatın sahibi şanı yüce Allah’a dost olmaktır.

Dostu Allah olanın korkusu olur mu hiç?

Olmaz tabi ki.. Kişideki Allah inancı kendisini emin kişi kılar. İnsanların fobi diye ürettikleri birçok korkuları vardır.

Mesela “Yükseklik korkusu, Dar yer ve çukur korkusu, Olmayan hayalet korkusu, Cin korkusu, Karanlık ve 13 sayısı korkusu, Yılan, Akrep, Örümcek, Fare ve Yırtıcı hayvan korkusu..” vs.

İngiltere başta olmak üzere birçok ülkede fobi tedavisi uygulayan yerler mevcut. Bu gibi hastalara sorsak, birçoğunda asla “Allah inancını..” bulamazsın.

İnsan korku filmi izler ve buradaki korkuları yaşadığı hayata yansıtır, ne garip değil mi? Kendi parasıyla kendini korkutur.

“Korku ile ümit” arasındaki “hayat” insanı hep dengede tutar. Hiçbir korkusu olmayan insan da aslında “hastalar..” sınıfına yazılmakta.

“Korku ve endişe” insan fıtratında olan doğal şeylerdir.

Ama aşırı olmamak kaydıyla.. Misal bir araçla gidiyorsunuz, tabii ki tedbirli gideceksiniz, bir keskin viraja geldiniz mi “belki karşıdan hızlı araç gelebilir..”  diye viraja çok tedbirli girerseniz hiç bir sıkıntı olmaz.

Korkmamak kazaya davetiye çıkarır.

İnsan bu işte.. Önce korkularını üretir, sonra da kendi ürettiği bu korkulardan korkar durur. Hâlbuki insanlığın faydasına olacak şeyleri üretse, hem kendi kazanacak hem de insanlık.

Rabbim cümlemizi korkulardan emin eyleyip, O’nun istediği gibi yaşayıp, korkusuzca, imanlı olarak huzuruna çıkmayı cümlemize nasip etsin. / 01 Ağustos 2021

Yazan: Hızır YILDIRIM

Kaynak: Facebook Paylaşımı


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın