Kimin Halife Olacağına TBMM Karar Verir

Kimin Halife Olacağına TBMM Karar Verir

İnsanı, hayatı, kâinatı yani tüm mahlûkatı yaratan, âlemlerin Rabbi şanı yüce Allah (cc) tüm halk ettiği, yarattığı mahlûklar için, bir de “hayat nizamı” yaratmış ve onlara çeki düzen vermiştir.

Allah’ın iradesi, bunların hepsini “kendisine boyun eğdirmiş” ve mutlak itaat ile onları kendisine itaat ettirmiştir.

Mahlûkat içinde sadece insanoğlunun “çok özel bir durumu” vardır ki o da şudur:

İnsan, kendisine “akıl ve irade” verilen bir mahlûktur. Diğer mahlûklarda ise ne bir akıl ne de bir irade yoktur. Onlar tamamen “İçgüdü ve uzvi ihtiyaçlarının” kendisini yönlendirmesi ile harekete geçerler.

Mesela bir mahlûk olarak “yıldızlar ve gezegenler”, Rabbimizin onlar için “çizdiği yörünge yani hayat nizamı” üzerinde seyri sefer yaparlar. “İrade” diye bir şey söz konusu değildir.

Güneş ve ay da bu nizam çerçevesinde hareket ederken; “gece, gündüz, yaz, kış vs.” meydana gelir. Bunların hepsi “Allah’ın iradesine” tabidirler, hayat nizamlarında milim dahi bir sapma söz konusu olmaz.

İnsan denilen mahlûk, her bir şeyde kendi “Akıl ve iradesiyle” hareket edemez. Onun da belli sınırları vardır.

Dünyaya gelişi, Rabbimizin dilemesi ile olurken, ölümü de yine Rabbimizin elindedir. Keza; cinsiyetini, rengini, boyunu vs. belirleyemez, Rabbimiz belirler.

Ama kendisine bahşedilen “Akıl ve İrade” yi içgüdülerini doyururken ya da uzvi ihtiyaçlarını giderirken kullanır.

Mesela taş, toprak vs. yemez, “et yer, sebze meyve yer, su ve süt vs. içer” açlığını giderir, uzvi ihtiyaçlarını doyurur.

Diğer tüm mahlûkları için bir “hayat nizamı ve düzeni” ortaya koyan Rabbimiz, “Akıl ve irade” verdiği kuluna da bir hayat nizamı hatta nizamları vermiş ve asla onu “başıboş” bırakmamıştır.

Bu nizamları da Rasulleri yoluyla insanlara ulaştırmış, Rasul ve Nebiler eliyle insana ulaştırılan kitaplar ve sünnetler içindeki EMİR ve NEHİYLERDEN (yasakladıklarından) kullarını “sorumlu” tutmuştur.

Sorumluluklarını yerine getiren, emir ve yasaklara harfiyen itaat eden, Allah’ın koyduğu nizamlara uyan ve Dünya hayatını bu çizgide devam ettiren kullarına DÜNYA ve AHİRET SAADETİ vaad etmiştir.

İşte bu nizamların adı, İSLAM NİZAMI ya da NİZAMLARIDIR.

“Nizamlarıdır..” diyerek çoğul bir ifade kullandım çünkü; “İslam’ın İktisat nizamı, İslam’ın İctimai/sosyal nizamı, İslam’ın Hükmetme nizamı, İslam’ın Hukuk nizamı vs.” gibi bir çok nizamlar göndermiştir insanlara şanı yüce Allah (cc).

Bu nizamlardan birisi olan ve “Toplumun sevk ve idaresini yani YÖNETİLMESİNİ” ortaya koyan nizamın adı “Hükmetme Nizamı” dır ve İslami literatürdeki adı “HİLAFET” tir.

Bu nizamı tatbik eden sorumlu yani yetki sahibi kişiye de yine İslam literatüründe “HALİFE” denilir.

Aynı İslam hukuk nizamını mahkemede uygulayan sorumlu yani yetki sahibi kişiye “KADI” ya da “HÂKİM” denilmesi gibi.

“HALİFE” İslam’ın hâkim, hakem ve hükümran olduğu İSLAMİ BİR DEVLET’ in Devlet Başkanına verilen bir isimdir.

Bu ismi; “Benden sonra sizi Halifeler idare edecektir..” diyen ilk Devlet Başkanımız Hz. Muhammed (sas) efendimiz dillendirmiştir.

Yukarıda saydığım bunca bilgiyi sizlere niçin verdim biliyor musunuz kardeşlerim?

Osmanlı İslam Devleti’ nin yıkılması ve “Hilafetin kaldırılması” sonrasında yani yaklaşık 100 yıldır HİLAFET hakkında “doğru & yanlış” çok çok şeyler söylendi, yazıldı, çizildi.

İslam’ın bir “Devleti” olmaksızın bir “Halifemiz olmalı” diyen nice edipler ve yazarlar gördük.

Yani “Halife ve Hilafet” kavramları, ağızlarda arda bir patlatılan çiklete döndürüldü. Belki bir kısmı bun bilmeden anlamadan yaptı ama çoğu insan da bunları ÖZÜNDEN SAPTIRMA amaçlı dillendirdi.

Adeta; “ÇAKMA DA OLSA ille bir HALİFEMİZ olsun..” diyen insanlar, Müslümanlar gördük.

Devlet ve Hilafet, asla ve kat’a birbirinden ayrılmaz.

Fikirde ve pratik uygulamada da “ayrılması HARAM OLAN” mefhumlardır. Özellikle İslam tarihinin HULAFA-İ RAŞİDİN dönemi dediğimi “4 Büyük Halife” dönemi, bunun en müşahhas örneğidir kardeşlerim.

İşte bu minvalde kaleme alındığını düşündüğüm yani “Çakma bir Halife ve Hilafet” talep eden, daha doğrusu bu İslam mefhumunu İSTİSMAR EDEN, ÖNEREN bir makaleyi aşağıda sizlere arz ediyorum.

Umulur ki SİYASİ TEFEKKÜR sahibi salih kullar, bu yazı içeriğinden bir ders çıkarırlar ve artık DEVLETSİZ bir “Halife ve Hilafet” kelimelerini kullanmaktan vaz geçerler… Saygılarımla

Bekir Yetginbal

– – – – – – – – – – – –

KİMİN HALİFE OLACAĞINA TBMM KARAR VERİR

Yazan Mehmet Ali BULUT

El-Kaide’ye kendi yaptırdığı eylemlerle önce uydurma bir “Küresel Terörü” var etti, sonra da ondan kendine bir vazife çıkararak, yanına aldığı İngiltere ve İsrail ile birlikte şimdi güya o küresel terörizmi yok etmek için savaşıyor.

El-Kaide‘nin dünya çapında bir terör örgütü haline gelmesi de yine Amerika sayesinde oldu.

Bugün hala üzerinden şaibe kalkmayan ve Siyonist Neoconcu Amerikan derin devletinin bir işi olduğu giderek de ağırlık kazanan 11 Eylül saldırısı El-Kaide’ye mal edilerek, önce dünya çapında bir ün kazandırıldı, sonra da Amerikan askeri doktrininin dünyanın şurasında burasında operasyonlar yapmasının gerekçesi haline getirildi.

Bunun sayısız kanıtları var.

Amerika da Avrupa da böyle bir örgütün olmadığını bilir ama her meselede o bahane edilerek, Pakistan’a müdahale edilir, Afganistan’a müdahale edilir, Irak işgal edilir, Arabistan tehdit edilerek, Orta Doğudaki batılı operasyonların faturası ödetilir, Türkiye, bölgede yapacakları şenaate “ortak olması için” zorlanır..

El-Kaide martavalı artık komik hale gelince bu kere de İŞİD dedikleri örgütü var ettiler. Şimdi gözdeleri o.

Irak’ta bir İSLAM DEVLETİ kuracakmış. Kimin silahıyla?  ‘Büyük Şeytan’ dedikleri Amerika’nın silahlarıyla!

Ama Amerika, ona karşı uluslararası bir operasyon yapma hazırlığında. Avrupa’dan ve Arap ülkelerinden de bir kısmını yanına alacakmış?

Amerika bugün dünyada bilinen “en büyük terörist destekçisi ve yatakçısı” dır. En büyük finansçısıdır. Sonra da çıkıp ülkeleri teröre destek ve yataklık etmekle suçlar.

Böyle aşağılık ama her seferinde üste çıktığı bir politika izlemektedir. (Bu sefer Türkiye, en azından Amerika’nın istediği rolü üstlenmeyeceğini gösterdi.)

Suriye meselesine, iç dengeler bahane edilerek, halk savaş istemiyor denilerek müdahale etmeyen Amerika, şimdi ne oldu ki, IŞİD’e karşı operasyon yapma ihtiyacı duyuyor.

Bunlar çok açık bir şekilde bölge halklarını aptal yerine koymak anlamına geliyor. Bugüne kadar hep yuttuk. Ama artık uyanmak gerekiyor.

IŞİD’in, ortaya çıkmasının en bariz gerekçesi, Kerkük Petrollerinin Türklerin inisiyatifine geçmesini önlemek.

Bir de Kuzey Irak Kürtlerini, Türklerle birlikte hareket etmekten vaz geçirmek! Düşünün ki İngilizler Musul petrolleriniTürkiye’ye kaptırmamak için içerde isyan çıkartmışlardı 1925’te. Bir diğer gerekçe de Türkleri, yeni oldu bittilere mecbur etmek.

Örgütün lideri Ebu Bekir El-Bağdadi’nin de bir ajan olduğu söyleniyor. Asıl El-Bağdadi’nin 2006 yılında öldüğü yerine de bu ajanın ikame edildiği iddia ediliyor. Ve bu adam kendisini HALİFE diye ilan ediyor. 

Türkiye gibi bir memlekette bile “onun kendisini HALİFE ilan etmesine” ciddi bakanlar çıktığına göre oynanan oyunun büyüklüğü insanı dehşete düşürüyor.

Adamın ismi, hicri üçüncü yüzyıldan fırlayıp gelmiş gibi. Ebubekir El-Bağdadî. Tam bir tasarım.

Şiilerin damarına basmak için özellikle seçilmiş. Ve adam çıkıyor diyor ki ben HALİFEYİM.

Gerçi HALİFEYİM demeseydi de ona itibar edilirdi. Hatırlayın, bundan bir asır önce de tüm Arap dünyası bir homoseksüelin rehberliğinde Osmanlıya karşı kalkışmıştı.

Onun, dönemin Arap şeyhlerine sunduğu hizmetler, Arapları aleyhimize çevirmeye yetmişti Birinci Cihan Harbi esnasında.

Şimdi Arap kardeşlerimizi kandırmak o kadar da kolay olmadığı için “kökten çözüm” getiriyorlar. HALİFE tayin ediyorlar.

HALİFE olunca akan sular durur ya.

Ellerinde güçlü “zihin karıştırma yöntemleri” de var. İstediklerini hepimize yutturabiliyorlar. Eğer elinizde rahmani bir ölçü yoksa!

Daha önce de Vahhabiliğin kurucusu Muhammed bin Abdulvahhab’ı, aynı bu yöntemlerle hazırlayıp önümüze koymuşlardı. Basbayağı tuttu o proje.

Muhammed, İstanbul’a gelmek isteyince, İngilizler, hemen Kudüs’teki “Safi” adlı Yahudi asıllı ajanlarını ona göndermişlerdi.

“Safiye” adını alan bu ajan onunla evlendi ve onun İstanbul uleması ile bir araya gelmesini önledi. Mamafih daha sonra  Muhammet bin Abdülvahhab’ın kendisinin de kripto Yahudi (Sebataycı) olduğuna dair güçlü veriler ortaya çıktı.

İmdiii, tüm Müslümanlarda “bir kurtarıcı bekleme” fikri, onlar için bulunmaz bir fırsattır. Siyasi gidişatı bizden daha iyi okudukları ortada…

Nasıl “sevdiğimiz siyasi liderleri”, kendi projeleriymiş gibi getirip önünüze koyuyorlar, korkarım ki yakında bize “bir Mehdi, bir Mesih bir HALİFE” de çıkarırlar.

Çünkü ortalık, Mehdi ve HALİFE taslaklarından geçilmiyor.

Bu kadar “Mehdi olma meraklısı”nın bulunduğu bir yerde pekâlâ ‘İngiliz, İsrail ve Amerikan’ tasarımı olan bir Mehdi veya HALİFE, diğer mevcutlardan çok etkili ve inandırıcı gelebilir.

Baksanıza adamın adı Ebu Bekir. Künyesi Bağdadî. Ne mübarek bir isim ve ne tarihi bir künye. Ben bile ismine tav oldum!

Sonra, adam sıradan biri de değil. Yüksek bir stratejiye sahip (!) İşte gördünüz, bir avuç IŞİD militanına nasıl bir güç yüklediler.

Ellerini kollarını sallayıp şehir alıyorlar. Tam da HALİFE’nin ve Mehdi’nin askerlerine yakışır bir hal bu!

“Batıya karşı zafer kazanmış” kim olursa olsun artık makbul olduğuna göre Amerika bunu kendi eliyle yapar.

Bu yurtları onlara teslim eder ve ebediyen işin içinden çıkamazsınız. İslam dünyası, Vahhabilik’ ten kendisini kurtarabildi mi?

Her ne kadar “Hambeli” gibi yaşıyorlarsa da Vahhabilik beşinci bir mezhep gibi icra-yı faaliyet ediyor.

Korkarım ki bir HALİFE çıkarırlar ve o “Hakiki manada çıkacağı haber verilen zatın” çıkışını önler.

Veya biz sahtesini, hakikisine tercih edecek duruma geliriz. Türkiye’nin son bir yılda yaşadıklarını bir düşünün! Ne kadar kafa karıştırıcı ve yıkıcı…

İslam dünyası kritik bir safhaya doğru sürükleniyor. Gerçek bir “kurtarıcının” artık ortaya çıkacağını umduğumuz bir anda adamlar önümüze “harika projeler” koyuyorlar. Kim inanmaz?

Bu konuları benden daha iyi bilen ve hakikaten güzel tahlil eden çok yazar var. O konuları onlara havale ediyorum. Ben şimdi “meselenin bir başka yönüne” bakacağım.

Bilmiyorum Türkiye’ deki “resmi makamlar” bu meseleye nasıl bakarlar ama bence “Türkiye bir HALİFE tayin etme hakkının” kendisinde olduğunu mutlaka artık “deklare” etmeli.

Eğer illa bir HALİFEYE ihtiyaç varsa –ki şurada burada bir yığın insan çıkıp kendisini öyle bir isimle tanıtıyorsa demek ki birileri ihtiyaç duyuyor veya bize ihtiyaçmış gibi dayatacaklar- Türkiye, “Uluslararası sözleşmelerin kendisine tanıdığı haktan” yararlanmalı ve HALİFESİNİ tayin etmeli!

Bilindiği gibi, HİLAFET ilan etme ve bir HALİFE seçme yetkisi tamamen “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin uhdesi” altındadır.

İngiltere ve avenesi, Türkiye Cumhuriyeti’ni tanımak ve bağımsızlık hakkını vermek için bir takım dayatmalar getirmişlerdi. Bunlardan biri de HİLAFETİN KALDIRILMASIYDI.

Mustafa Kemal önceleri buna yanaşmadı.

Çünkü “HİLAFETİN nasıl müthiş bir siyasi manivela olduğunu” çok biliyordu! O yüzden direndi.

Ama sonra onların “bu isteklerini yerine getirdi” ama tamamen yok etmemek şartıyla.

“HİLAFET, TBMM’nin şahs-ı manevisinde mündemiçtir” denildi. Yani halk açısından bu ifade, “Türkiye Büyük Millet Meclisi, HİLAFET MAKAMINI da temsil eder” anlamına geliyordu.

Yani Meclis Başkanı, aynı zamanda HALİFE’ dir.

İmdi bendeniz diyorum ki; “Türkiye Büyük Millet Meclisi, kendi uhdesinde bulunan şu meseleye bir el atsa da insanları şunun bunun peşine takılmaktan kurtarsa..”

Malumunuz, Mustafa Kemal HİLAFETİ lağvetmedi.

Esasında asla HİLAFETİ KALDIRMAK istemiyordu ama İngilizlerin tek şartı oydu, yeni TC’nin bağımsızlığını tanımak noktasında.  

Mecburen “LAĞVETTİ, kaldırdı” ama “bu millet bir gün onu tekrar kullanabilir” diye tamamen kaldırmadı, “Hilafet TBMM’nin şahsı manevisinde mündemiçtir” dedi.

Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Büyük Millet Meclisi, bir hususi celse tertip etse ve dese ki,

“Ben uluslararası yasaların ve anlaşmaların bana tanıdığı hakkımı kullanarak, ‘Büyük Millet Meclisi’ bünyesinde ‘mündemiç’ olan HİLAFET Şahsı-ı manevisini bir ‘tüzel kişilik’ haline getiriyorum..”

İnanın buna kimsenin itiraza hakkı olmaz. “Kanunen ve uluslararası anlaşmalar gereği” bu yetki tamamen TBMM’ye aittir. Türkiye isterse bu hakkını kullanabilir.

Türk Devleti, nasıl ki “dindarlarının” hizmetini görsün diye bir “Diyanet Makamı” ihdas etmiş, gayet tabiidir ki bir HİLAFET MAKAMI da ihdas edebilir.

Bu kanunidir ve antlaşmalara dayanan bir hakkıdır.

HİLAFET MAKAMI, Bizim Devletimizin kanuni bir müessesesidir. Artık HALİFESİNİ tayin etsin.

Yahut CUMHUR REİSİNİ madem artık millet seçiyor öyle bir “genel seçim ile” herhangi birini tayin edip HALİFE yapsınlar.

O da gidip “tüm İslam yurtlarının/ülkelerinin katılımı ile” bir “Meclis-i Ali” ihdas eder. O mecliste oturulur, “İslam’ın / Müslümanların meseleleri” konuşulur ve karara bağlanır. Yine her ülke kendi işinde müstakil ve hür devam etsin.

Yoksa şu Mehdi – Mesih çekişmeleri, şurada burada HALİFELİĞİNİ ilan eden “aklı evveller” başımıza daha çok iş açacak..

Kaynak: Haber 7 – 16.09.2014


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın