İslam Devleti Hazine Gelir Kaynakları Şunlardır
İslam Devleti Hazine Gelir Kaynakları Şunlardır
Bizleri İslam ile şereflendiren şanı yüce Allah’a sonsuz defa hamd olsun. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi ölçü ve örnek Resul Hz. Muhammed’in, ehli beytinin, ashabının ve bunlara tabi olan tüm Müslümanların üzerine olsun.
Bu sitemiz takipçilerimden şöyle bir talep geldi ve dediler ki;
“Madem ki İslam Devleti’nin diğer İslam dışı devlet yapılarından çok çok farklı ve mükemmel gelir kaynakları var, o halde bunlardan bize bazı örnekler ver..”
Bu haklı ve güzel talep beni “İslam Devleti Hazine Gelir Kaynakları Şunlardır” başlıklı bu makaleyi yazmaya sevk etti.
Bu makaleye geçmeden önce okuyucularıma burada kısaca bazı bilgiler göstermek istiyorum.
2017 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu, (16.12.2016 Tarih ve 6767 No’lu Kanun), 24 Aralık 2016 Tarih ve 29928 Sayılı Resmi Gazete de yayınlandı.
Bu kanunun, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Gelir ve finansmanlarını gösteren 2. MADDE si, “B” ekinde gösterilen bir tabloya göre;
Devletin TOPLAM BÜTÇE GELİRİ’ nin: 641.845.725.000,- TL
VERGİ GELİRLERİ’ nin ise: 564.746.658.000,- TL olarak ön görüldüğü ifade ediliyor.
DİĞER DEVLET GELİRLERİ ise: 77.099.067.000,- TL ifade edilmiş.
Bu tabloya göre, VERGİ GELİRLERİ’ nin TOPLAM BÜTÇE GELİRİ içindeki oranı: %88 dir.
Adeta Devlet çarkı, Halktan, şirketlerden, çeşitli kurum ve kuruluşlardan toplanan VERGİLERLE döndürülmektedir.
İslami bir Devlet yapısında ise Vergi, TOPLAM BÜTÇE GELİRİ içinde “Esasi bir unsur” olarak YER ALMAZ.
O zaman şu soru akla gelebilir;
“Peki, İslami bir Devlet, tüm giderleri için parayı nereden bulacak?”
Her şeyi en ince ayrıntısına kadar düzenleyen Rabbimiz, ölçü ve en mükemmel örnek Devlet Başkanımız olarak Hz. Muhammed (sas)’e “Devlet Bütçesi Gelir Kaynakları” nı da göstermiştir.
İslam Ümmeti Hz. Muhammed (sas)’in izinden giderek asırlarca İslam Devleti’nin bütçesini onun gösterdiği kriterlere göre tanzim etmişler, “Allah’ın razı olduğu bir iktisadi hayatı” asırlarca yaşamışlardır.
Peki, İslami bir Devlet’ te hiç mi vergi olmaz?
Olur. Zaman zaman olmuştur da.. Ama ne zaman?
Devlet hazinesinde “Zaruri ihtiyaçları karşılayacak kadar para kalmadığı zaman” dilimlerinde, mesela büyük bir deprem, kıtlık vs. dönemlerde “O ihtiyacı karşılayacak kadar” vergi alabilir, problem bitince bu geçici vergiyi kaldırabilir.
İşte Demokratik Laik Kapitalist devletlerin Bütçe gelir kaynaklarının esasını oluşturan VERGİLER ile İslami bir Devletin Bütçesindeki VERGİ ANLAYIŞ farkı budur..
Değerli okuyucularım. “İslam Ümmeti, Allah’ın razı olduğu bir iktisadi hayatı asırlarca yaşamışlardır..” cümlesi üzerinde biraz durmak istiyorum.
Çünkü İslami bir devlette, her şeyde olduğu gibi “Devlet Mali Yapısı”nın da temeli “Allah’ın razı olduğu, olacağı bir ana kaide” üzerine oturmak zorundadır. Bunu bize Rabbimiz farz kılmıştır.
Size çok basit bir örnek vereceğim
“Nihai hedefi“ kaliteli elma elde etmek olan çiftçi elma fidanını toprağa diktikten sonra onu kendi haline bırakmaz, sulanması, ilaçlanması, budanması vs.. işlerini de el bebek gül bebek yapar, yapması da gerekir değil mi?
Peki, hiç ilgilenmese, işin tabiatının gerektirdiği hiçbir işi yapmasa ne olur? Daha işin başında elma fidanı kurur değil mi?
Bir soru daha; “Bu yeşil, canlı fidan daha hayatının başlangıcında niçin kurur?” Cevabını sanırım hepiniz bilirsiniz. “Topraktaki mineraller ile fidan kök uçları arasındaki alaka kesildiği için kurur”
Çünkü toprağı ve fidanı yaratan Allah (cc), Fidan ile ilgili “Hayatı devam ettirme kanununu” toprakla alaka kurmasına bağımlı olarak sınırlandırmıştır.
İnsan olarak bizim de bir “Hayatı devam ettirme kanunu” muz var. Mesela, Kanun koyucu Allah (cc) ağız ve burun da yaratmış ve nefes alıp verme kanununa boyun eğmek zorunda kalmışız.
Bir insan “Ben kanun manun tanımam, hele de o Allah dediğinizin kanunlarını hiç tanımam..” diyebilir mi ve ağzını burnunu bir daha açılmamak üzere bir yapıştırıcı ile kapatabilir mi?
Evet, akıllı çiftçi, Allah’ın kanunları neyi gerektiriyorsa onu yapar. O bilir ki “kök” fidan için en hayati kısımdır ve bir an evvel toprakla alakasını gerektirdiği şekilde kurmalıdır.
Nitekim bu alaka kurulmayan ve 3-5 gün beton zeminde ve güneş altında bekleyen fidanlar hemen kurur değil mi?
Müslümanlar olarak insanı, hayatı ve kâinatı yoktan var eden, yaratan sonsuz bir güç ve kuvvet sahibinin var olduğuna, her şeye kadir olduğuna iman ettik. O, âlemlerin ve bizim Rabbimiz olan Allah’tır (cc).
Ve yine iman ettik ki, Hz. Muhammed (sas) onun kulu ve Resulüdür. Yüce kitap Kur’an onun kitabıdır.
İnsanı, hayatı ve kâinatı yaratan Allah (cc) bunların üçü ile alakalı kanunlar, nizamlar, sistemler de ortaya koydu.
Mesela insan beyni, işleyişi vs. ile ilgili kanunlara insanoğlu akıl sır erdiremiyor değil mi? O ne mükemmel bir yapı.
Hayat ve hayatın seyri ile ilgili kanunlar da akıl sınırlarını aşan bir seyir izliyor. Ömür dediğimiz A ile B noktaları arasındaki zaman dilimine, onun süresine kim vakıf?
Bazı zavallıların “Uçsuz bucaksız kainat, dipsiz kuyu gibi uzay, adedi meçhul yıldızlar ve gezegenler..” demesi işin gerçeğini değiştirir mi? Peki, nedir gerçek?
Kâinat sınırsız uçsuz bucaksız değildir.
Çünkü o da bir mahlûktur. Yaratılmıştır, sınırlıdır, acizdir, o da kanunlara tabi olarak milimetrik bir yörüngede seyri sefer halindir ve kanunları koyan, kendisini yoktan var eden bir yaratıcıya o da muhtaçtır.
Gelelim nefsimize yani insanoğluna. Evet, bizler de hayat ve kâinat gibi sınırlı ve aciz mahlûklarız ve her şeyimizle yaratıcımıza muhtacız.
En basiti âlemlerin Rabbi şanı yüce Allah (cc) dünya üzerindeki Oksijeni 5-10 dakika kesse her halde bir tane sağ insan kalmaz yeryüzünde.
İşte bu nedenle Allah (cc) insanoğlunu hayatın “sosyal seyri içinde de” başıboş bırakmamış, kendisi ile kulları arasında çeşitli ”elçiler ve sosyal hayatımızın düzenlenmesi ile alakalı kanunlar” göndermiştir.
En son elçi Hz. Muhammed (sas) dir ve onunla gönderilen kitap Kur’an-ı Kerim’ dir.
Şanı yüce Allah’ın kitabı Kur’an ve elçisi Hz. Muhammed’in (sas) Sünneti, sosyal hayatımız ile ilgili kanunların “Ana Kriterleri” ve temel kaynakları olarak “Vahiy yoluyla” bize ulaştırılmıştır.
Dolayısıyla adı İSLAM olan SOSYAL HAYAT NİZAMI’ nı bize emreden şanı yüce Allah (cc), kitabı Kur’an a ve Resulünün Sünnetine her hâlükârda bağlanmayı farz kılmış ve bunu “Razı olacağı bir kul olmanın olmazsa asla olmaz şartı” olarak belirlemiştir.
İşte bunun içindir ki, ister ferdi yaşantımızda, ister ailevi ve tüm sosyal yaşantımızda tabi olacağımız anayasa ve kanunların “Vahiy kaynaklı” yani Allah’ın kitabı ve Resulünün Sünnetine dayalı olması, Ümmeti Muhammed için “Allah’ın razı olduğu / olacağı bir ana kaide” dir.
İslam Akidesinin temeli, kökü Hz. Muhammed (sas)’in Medine’ de kurduğu İslam Devleti’ nin sancağı ve bayrağında yazılı olan “La ilahe illallah, Muhammedun Resulullah” cümlesidir
Buna “Kelime-i Tevhid” denir.
Kısaca manası, “Allah'tan başka ilah yoktur. Muhammed (sas) Onun Resulüdür” demektir.
Bu cümleleri akleden, kesin bir tasdik ile tasdik edip, dili ile de açıktan söyleyen kişiye Müslüman denilir.
Elma ağacı dikerken “Nihai hedefi“ kaliteli elma elde etmek olan çiftçi için “Fidanın toprakla kuracağı ilişkide”, KÖK, GÖVDE, DALLAR, YAPRAKLAR ne kadar büyük bir öneme haiz ise, İSLAM AKİDESİ ile İSLAM AĞACI arasındaki ilişkide de ALLAH’IN KİTABI VE RESULÜNÜN SÜNNETİ bir o kadar büyük bir öneme haizdir.
Her Müslüman için şu fani dünyadaki “Nihai Hedef”; şanı yüce “Allah’ın kendisinden razı olduğu bir kul olarak yaşamak ve razı olduğu bir kul olarak bu hayata veda etmektir.”
Çünkü Müslüman, Ahiretin var olduğuna, öldükten sonra bir gün dirileceğine, Mahkemeyi Kübra’da hesaba çekileceğine de inanır. Hesabın nihayetinde, razı olunan kulların içine gireceği Cennete ulaşmayı umar.
“Korku ile Umut” arasında bu dünyada yaşar. Rızayı ilahiyeyi kaybetmekten korkar, Cenneti ve Rabbinin cemalini görmeyi ümit eder.
Bu nedenle Müslümanlar “Allah’ın rızasını elde edebilmek için” sadece mallarını, paralarını, makam ve zamanlarını değil, canlarını bile seve seve verirler.
Tüm kâfirler bile itiraf etmektedir ki Allah’ın sevgili Resulü Hz. Muhammed (sas) Medine’ ye hicretle birlikte mükemmel bir devlet kurmuştur.
Medine’ de kurulan İSLAM DEVLETİ’ nin ve İslam ümmetinin İLK DEVLET BAŞKANI, adı güzel kendi güzel, Hz. Muhammed Mustafa (sas) efendimizdir.
Her bir şeyini Rabbinin emriyle ve bu emre harfiyen uygun olarak yerine getiren Resulullah (sas) efendimiz bu devletin üzerine kurulu olduğu temel esasları, anayasasını, kanunlarını ve devlet organlarını da yine Rabbinin emirlerine uygun inşa etmiştir.
Ölçü ve örnek Resul (sas) Devlet Hazinesinin (ki ona BEYTUL MAL deniliyordu) bütçesi, gelir kaynakları ve sarf yerleri konusunda da ümmeti için “En mükemmel örnek” olmuştur.
Beytul Mal yani Devlet hazinesi; Devlete ait tüm gelirlerin, harcama yapılan tüm para, mal, ganimet vs. nin konulduğu yer idi.
Resulullah (sas) İslam Devleti’nin işlerindeki “sürekliliğe” işaret ederek SELEF & HALEF ilişkisi noktasında demiştir ki; ”Benden sonra başınızda Halifeler olacaktır.”
Nitekim ilk Halifemiz Hz. Ebu Bekir (ra) olmuş, ilk dört büyük Halifeye İslam Tarihinde “Raşidi Halifeler Dönemi” anlamına gelen “Hulafa-i Raşidin” dönemi denilmiştir.
Efendimizin (sas) vefatından sonra onun yetiştirdiği devlet adamları yani güzide ashabı da “Hulafa-i Raşidin” döneminde İslam Devleti’ nin işlerini yine Allah’ın kitabı Kur’an-ı ve Resulünün Sünnetini esas alarak yürütmüşlerdir.
Yeni çıkan ihtiyaç ve problemler karşısında ise kah “İcma-ı Sahabe” yoluyla kah “Şer’i Kıyas” yoluyla pratik çözümler ortaya koymuşlardır. Rabbim onlardan razı olsun.
Allah’ın koyduğu kanuna göre; HALİFE, İslam Devleti tebaasının maslahatlarını gerçekleştirmek için, uygun gördüğü yerlere Beytul Mal’dan yani Devlet Hazinesinden harcama yapma yetkisine sahip “en tepedeki sorumlu” kişidir.
Şu hususun altını özellikle çizmek istiyorum.
“Hulafa-i Raşidin” döneminde gerçekleşen büyük fetihlerle Devlet hazine gelirlerinde çok büyük artışlar oldu. Gelirler ve sarf yerlerinin düzenlenmesinde yeni açılımlar yapıldı, yeni yeni birimler oluşturuldu, sorumluları tayin edildi.
Adına “HAZİNE DİVANI” diyebileceğimiz kurumsal yapılanmalara gidildi.
Hazine Divanı, Hazine kayıt ve sicillerinin tutulduğu, muhafaza edildiği, ilgili sekretaryanın bulunduğu, sorumlu kâtip ve sekreterlerin oturduğu yerdir.
Allahu Teala’ nın emrettiği, razı olduğu ve Resullah (sas) efendimizin uyguladığı İslam Anayasası’na göre “İslam Devlet Başkanı aslında DEVLETTİR ve devleti temsil eder” Devletin, Ümmetin ve tüm tebaasının her şeyinden sorumludur.
Her hangi bir toplumda “Salahiyet sahibi kişiler” ve “Mesuliyet sahibi kişiler” vardır. Mesela İslam toplumunun her bir ferdi Mesuliyet sahibidir yani İslam’ın her bir hükmünden ve onlara itaatten mesuldür.
Ama İslam Devlet başkanı yani Halife, hem salahiyet sahibi hem de mesuliyet sahibidir.
Bu çerçeveye göre Halife, devlet bütçesinin tanziminden, gelirlerinin ve sarf yerlerinin her türlü organizasyonundan da sorumlu salahiyet sahibi kişidir.
Ama unutmayalım ki, içinde yaşadığımız şu kapitalist nizamın hâkim olduğu toplum ile İslam nizamının İslam Devleti vasıtasıyla hâkim olduğu bir toplum arasında dağlar kadar farklar vardır.
Ayrıca Allah’ın kanunlarını uygulanabilmesi için İslami Devletin varlığı “OLMAZSA ASLA OLMAZ” bir farzdır, bir zarurettir.
İşte şu içinde yaşadığımız zaman diliminde özellikle de İslam topraklarında sıfatı İslam olan bir devlet bulunmadığı için, İslam’ın hiçbir hükmü tatbik edilemiyor.
Bu gün ise her yerde küfrün ve zulmün hâkimiyeti söz konusudur. İslam ise Demokrat, Laik ve zorba kapitalist yöneticilerin siyasi amaçları için sömürdükleri, istismar ettikleri bir siyasi sermayedir.
Çocukları cinsel istismar konusu yapanların yanında bunların yaptığı istismar çok daha şiddetli bir istismardır.
En başta şu “Mülkiyetler” konusunda Kapitalizm ile İslam 180 derece bir birine zıttır.
İslam’a göre 3 çeşit mülkiyet vardır:
1.Özel Mülkiyet, 2.Kamu Mülkiyeti, 3.Devlet Mülkiyeti
Bu 3 çeşit mülkiyet içerisine hangi şeylerin dâhil olduğu Allah’ın kitabı ve Resulünün Sünnetinde tafsilatlıca açıklanmıştır. Yani mülkiyetlerle ilgili çerçeveyi de çizen Allah’tır.
Kapitalizm nizamının hâkim ve hükümran olduğu şu dünyada, İslam’a göre Allah’ın kamu mülkiyeti ve devlet mülkiyeti olarak belirlediği her şey Kapitalist devletlerce “ÖZELLEŞTİRME” adı altında özel sektöre “Özel Mülkiyet” olarak peşkeş çekilmekte ve yağmalanmaktadır.
Örnek mi istiyorsun, işte petrol ve doğalgaz yatakları, madenler, barajlar, ormanlar.. Size daha onlarca örnek verebilirim.
Devlet, çok yararlı bir kurumsal araçtır. Güçtür, kuvvettir, toplum için bir rahmettir. Yeter ki İslami bir vasfa haiz olsun.
Ama İslami vasfa haiz olmayan devlet, insanlık ve İslam ümmeti için bir zillettir. Bu nedenle İslami bir Devlete sahip olmayı Rabbimiz Müslümanlara farz kılmıştır.
Basit bir kurumsal yapıya sahip bir şirkette işlerin organizasyonu için nasıl ki bir idari yapıya ihtiyaç varsa yani şirketin Genel müdürüne, Genel müdür yardımcılarına, birim müdürlerine, şeflere vs. ihtiyaç söz konusu ise, her devletinde illaki idari yapısını da gösteren bir organizasyon şeması vardır.
Hz. Muhammed (sas) efendimizin Medine’de kurduğu İslam Devleti’ de idari yapısı, kurumları vs. ile tam bir kurumsal kimliğe sahipti ve devletteki her bir yapı, Allah-u Teala’nın razı olduğu yapılardı.
Ölçü ve örnek Resul (sas) Devlet yapılanmasında da hiçbir zaman Rabbine muhalefet etmedi.
Makalemizin konusu olan ve Devletin mali yapısı içindeki bütçe düzenlemeleri yani İslam Devleti Hazine Gelir Kaynakları ve gider kalemleri için de Resulullah (sas) bir organizasyon yapmıştır.
Sorumlular atamış ve her icraatlarını “Vahyin ışığı altında” denetlemiş, Vahye uygun icraatta bulunanları ödüllendirmiş, Vahye zıt olan icraatlara ise şiddetle karşı çıkıp engellemiştir.
İnşaAllah gün gelirde Rabbimiz bize de İslami bir Devlet nasip ederse, bizlerde ölçü ve örnek Resulün (sas) ve Güzide Ashabı’ nın izinden giderek, Allah’ın kitabı ve Resulünün Sünnetine birebir uyan “Devlet Mali Yapısı” inşa edeceğiz.
Bu Ümmeti Muhammed için zor ve imkânsız bir şey değildir. Zaten şanlı tarihimiz bunun onlarca örneği ile doludur.
Basit bir bina inşa edecek Müteahhit işe başlamadan önce arsasının konumuna göre bina plan ve projesini hazırlıyor ise, bu ümmetin de İslami bir devlet için “Olmazsa Olmaz” diyebileceğimiz bir “Devlet Mali Yapısı” plan ve projesi şarttır ve bu hamd olsun Ümmetin arşivinde hazır vardır.
Yukarıda demiştik ki; “her devletin illaki idari yapısını da gösteren bir organizasyon şeması vardır..”
İslami bir Devletin de bir Mali yapısı ve Hazine Divanına ait Gelir Kaynakları ve organizasyon şemasının bulunmaması asla düşünülemez
İslam Devleti Hazine Divanı iki kısımdan oluşur.
Hazine Gelirler Divanı
Hazine Giderler Divanı
Bu makalede “Hazine Giderleri” konusuna hiç girmeyip sadece HAZİNE GELİRLER DİVANI’ nın Gelir Kaynakları’nı ortaya koymaya çalışacağım inşallah.
HAZİNE GELİRLER DİVANI’ nın 3 alt divanı vardır. Bunlar;
Fey ve Harac Divanı
Zekât Malları ve Sadakalar Divanı
Kamu Mülkiyeti Divanı
Bu divanların detaylarına girmeden önce şu hususun özellikle altını çizmek istiyorum:
Bu üç divanın gelirleri kesinlikle “3 ayrı havuzda ya da bölümde toplanır” ve asla birbirlerine karıştırılamaz.
Ve yine bu üç divanda toplanan gelirler kesinlikle 3 ayrı divana ait “özel harcama yerlerine” sarf edilirler, yani “gider yerleri de tamamen birbirinden bağımsızdır” ve asla birbirlerine karıştırılamaz.
Niçin mi? Allah’ın kitabı Kur’an ve Resulünün Sünneti yani “Vahiy bunu gerektirdiği için” bu karıştırma asla olmaz. Hem gelirlerde olmaz, hem de giderlerde olmaz.
FEY VE HARAÇ DİVANI
Medine’de İslam Devleti kurulduktan sonra artık Cihad (Kıtal) ayetleri gelmeye başlamış, Devlet Başkanı Hz. Muhammed (sas) düzenli ordular kurup, ordu komutanları atayıp Cihadı başlatmıştır.
Çünkü mülkün sahibi ve âlemlerin Rabbi şanı yüce Allah-u Teala’nın şu emri onları harekete geçiren ana saik olmuştur.
“(Yeryüzünde) Fitne kalmayıncaya ve din (yalnız) Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Bakara 193 meali)
“Fitne kalmayıncaya ve dinin hepsi Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın.” (Enfal 39 meali)
Bu emirlerle Rabbimiz, kıyamet gününe kadar gelecek Müslümanlara İslam Devleti’nin ilan edeceği Cihad yoluyla “razı olduğu hak din, doğru din ve hayat nizamı” olan İslam’ı tüm dünyaya yayma ve hâkim kılmayı farz kılmıştır.
Bu Cihad farzının edası ve bereketiyle, İslam dünyaya hızla yayılmış, birçok şehirler, ülkeler ve kıtalar feth edilmiş, İslam ümmeti çok büyük mal, mülk, hazine ve servetlerin sahibi olmuştur.
Bunu emreden Rabbimiz, 10 yıllık Devlet başkanlığı döneminde Resulü Hz. Muhammed (sas) efendimiz üzerinden “bu yeni servetler hakkında neyi nasıl yapacaklarına dair” kanun ve nizamlar ortaya koymuştur.
Teşbih yerinde ise 10 yıllık Devlet başkanlığı dönemiyle şanlı Resul (sas), kıyamete kadar gelecek İslam Devlet başkanlarına –ki onlara Halife denileceğini Resulullah (sas) bildirdi- model, ölçü ve örnek olmuştur.
Böylelikle Kur’an ve Sünnet’ te ifadesini bulan “Fey, Ganimet, Haraç, Cizye vs.” gibi Devletin ve toplumun iktisadi ve mali hayatını direk ilgilendiren “yeni ıstılahlar ve mefhumlar” siyasi ve pratik hayatımızda vücut bulmaya başlamıştır.
İşte “Fey ve Haraç Divanı” da bu ıstılah ve mefhumların hayatta ete kemiğe bürünmüş çatı kuruluşudur.
Istılahi anlam itibariyle Arapça da “Fey; Gayri müslimlerden savaşla veya savaşsız ele geçirilen, alınan araziler, ganimetler, haraç, cizye, ticarî mal vergisi (öşür) ve diğer bazı gelirler” dir.
Fey ve Haraç Divanı’ın alt birimleri olarak şu daireler vardır:
Ganimetler Dairesi
Haraç Dairesi
Araziler Dairesi
Cizye Dairesi
Fey Dairesi
Vergiler Dairesi
Ben burada her bir dairenin gelir kaynakları hakkında detaya girip konuyu uzatmak istemiyorum.
Meraklı okuyucularımız İslami kaynak kitaplarımızdan istifade edebilirler.
Ana fikir olarak şunu tekrar hatırlatmakta fayda görüyorum; “Gelirler asla birbirine karıştırılamaz..”
ZEKÂT MALLARI VE SADAKALAR DİVANI
Yine varlık sahibi Müslümanlara Farzlardan bir farz olduğu Kur’an ve Sünnet’ te çok detaylıca anlatılan “Zekâta tabi mallar” ve bunlardan elde edilen Zekât gelirlerinin toplandığı üst kuruluş “Zekât Malları ve Sadakalar Divanı” isimli yapıdır.
Zekât Malları ve Sadakalar Divanı’nın alt birimleri olarak şu daireleri sayabiliriz:
Nakit ve Ticari Malların Zekâtı Dairesi
Ekin ve Meyvelerin Zekâtı Dairesi
Davar, Büyükbaş ve Koyunların Zekâtı Dairesi
Artık herkes biliyor ki Zekât olur olmadık herkese verilmez. Kimlere verilecek ve kadar verilecek bütün bunları Kur’an ve Sünnet tüm detaylarıyla anlatmıştır.
Ben burada size sadece bir ayet göstermekle yetineceğim. Detayları öğrenmek isteyenler, zekât hakkındaki fıkıh kitaplarına bakabilirler. Rabbimiz buyuruyor ki:
“Sadakalar (zekât gelirleri) sadece yoksullara, düşkünlere, zekât toplamakla görevli memurlara, kalpleri İslâm’a ısındırılmak istenenlere, sözleşmeli kölelere, borçlulara, Allah yolunda çalışanlara ve yarı yolda kalanlara verilir.
Bu paylaştırma sırası Allah tarafından belirlenmiştir. Allah her şeyi bilir ve her yaptığı yerindedir.” (Tevbe 60 meali)
Yine zekât gelirleri de kesinlikle diğer hazine gelirlerine “Aşure Çorbası” gibi karıştırılamaz.
KAMU MÜLKİYETİ DİVANI
Yukarıda demiştik ki; İslam’a göre 3 çeşit mülkiyet vardır.. İşte bunlardan birisi olan Kamu Mülkiyeti’ne ait tüm gelirler “Kamu Mülkiyeti Divanı” isimli bir üst kuruluş çatısı altında derlenip toplanır.
Peki, ıstılahi anlamı itibariyle “Kamu Mülkiyeti nedir?” diye sorarsanız cevabım şudur:
Kamu mülkiyeti; Şeriat koyucunun, mülkiyetini Müslüman topluma verdiği mallardır.
Şâri‘ (Şeriat koyucu) tüm Müslümanları bunlara ortak kılmıştır.
Fertlere bunlardan faydalanmayı mubah kılmış ama bunların mülkiyetini onlara yasak kılmıştır.
Bu mallar, başlıca üç gurupta toplanır:
1) Topluluğun günlük hayatında onlardan asla müstağni olamayacağı, bunları kaybettiği takdirde dağılacağı, topluluğun faydalandığı dayanaklarıdır. Meselâ su gibi.
2) Oluşumlarının tabiatı, fertlerin hususî sahipliğinde bulunmasına (özelleştirilmesine) mani olan maddeler. Denizler, nehirler, umumî sahalar, mescidler, umumî yollar gibi.
3) Tükenmeyen sınırsız madenler. Miktarı sınırsız, çok olan bu madenler bütün Müslümanların mülküdür. Fertlerin veya şirketlerin bunlara sahip olması asla caiz değildir.
Kamu Mülkiyeti Divanı’nın da şu alt birimleri vardır:
Petrol ve Doğalgaz Dairesi
Elektrik Dairesi
Madenler Dairesi
Denizler, Göller, Nehirler ve Pınarlar Dairesi
Ormanlar ve Meralar Dairesi
Korular / Koruluklar Dairesi
Kamu mülkiyeti, bütün Müslümanların mülkü olduğundan, her ferdin de bundan faydalanma hakkı vardır.
Eğer bu mülkiyete dâhil tüm madenlerden, “insanın bizzat kendisinin faydalanması kolaylıkla olmaktaysa” mesela su, mer'a, ateş, umumi yollar, nehirler ve denizler gibi, şahısların bizzat kendilerinin bunlardan faydalanma hakkı vardır.
Kamu mülkiyetinden olan maddelerden, “fertlerin kendi girişimleriyle yararlanmaları kolay olmayan”, petrol, doğalgaz ve madenler vs., devlet bunları çıkarır, işletir ve gelirlerini Hazineye aktarır.
İslam Devlet başkanı yani Halife de Müslümanların maslahatını gerçekleştirmek üzere bunlardan harcamalar yapar.
“Fey ve Haraç Divanı” gelirleri, “Zekât Malları ve Sadakalar Divanı” gelirleri gibi Kamu Mülkiyeti Divanı gelirleri de kesinlikle Devlet hazinesinde özel bir yere konulur ve diğer gelirlerle karıştırılamaz.
“Arkadaş niye karıştırılamaz” diyemezsin çünkü bunun böyle olmasını Allah (cc) emretmiştir. Kulluk demek, sorgulamadan emre mutlak itaat demektir.
“Niye namaz 3 vakit değil de 5 vakit?” diye soramayacağın gibi..
Değerli okuyucu, İslam ümmetinin hayırlı evladı
Allah’ın (cc) koyduğu bu sınırlar yani bu Anayasa ve kanunlar, bu gün İslami bir devlet olsa ve Devlet eliyle tatbik edilse bakın nasıl bir meyve çıkacak ortaya size örnek vereyim.
Kalemi kâğıdı elime aldım ve herkesin yapabileceği basit bir hesaplama yaptım.
Yukarıda demiştik ki; Kamu mülkiyetinden olan petrol ve doğalgaz gibi topraktan çıkan madenleri devlet çıkarır, işletir ve gelirlerini hazinedeki özel bir bölümde toplar ve halkın maslahatlarına göre harcama yapılır.
Dünyada en çok petrol ve doğalgaz çıkan ülkeler malumunuz Suudi Arabistan, İran, Irak, Azerbaycan, Türkmenistan, Kuveyt, Libya, Cezayir vs. gibi İslam ülkeleridir.
İnternet ortamında bunların “yıllık” petrol ve doğalgaz üretim miktarlarını ve elde ettikleri gelirleri topladım. Şu kadar “TRİLYON DOLAR” para ediyor.
Burada birim fiyatları belirleyenler bildiğiniz gibi ABD, İngiltere, Fransa gibi bizi sömüren kâfir devletlerdir ve servetlerimizi “öldü fiyata” yağma etmektedirler.
Allah’ın (cc) ortaya koyduğu kanuna göre “Sadece bu petrol ve doğalgazdan elde edilen gelirler” dünya Müslümanlarına yani yaklaşık 1.500.000.000 kişiye “kelle sayısına ve 12 aya göre” bölüştürdüğümde, fert başına düşen “Aylık gelir yaklaşık 2.000,- Dolar” çıkıyor.
Niçin “kelle sayısına” diyoruz, çünkü kamu mülkiyetinde her bir ferdin Şer’an hakkı vardır.
Diyelim ki “karı-koca ve 3 çocuğu” olan 5 kişilik bir ailesiniz.. 5X2.000,- Dolar = 10.000,- Dolar aylık geliriniz oluyor.
Yani her türlü diğer gelir kaynaklarını bir kenara bırakalım, sadece Petrol ve Doğalgaz gelirlerinin İslam ümmetinin tamamına dağıtımı söz konusu olsa, bir tane bile fakir Müslüman kalmıyor.
Allah’ın (cc) ortaya koyduğu anayasa ve kanunların rahmet ve bereketini görüyor musunuz?
Bu gün ise dünya petrolleri ve doğal gaz kaynakları hangi emperyalist devlet, şirket, şahıs ya da ailelerin ellerinde biliyorsunuz.
Tabi ki bizim Müslümanlar olarak nihai hedefimiz, “Rızayı İlahidir” ahirettir cennettir..
Ama bunu elde etmenin bir yolu da “Petrol ve Doğalgaz kanunlarının” yani Allah’ın koyduğu kanunların uygulanmasıdır.
Bu kanunları uygulamanın, namaz kanunlarından, tesettür kanunlarından, nikâh, miras, yönetim sistemi kanunlarından ne farkı var?
Unutmayalım ki İslam kanunları sadece “dünyadaki işlerin” düzenlenmesi ile ilgili kanunlardır.. Toprağın altına girdikten sonra iş işten geçmiştir artık.
Ey Müslümanlar
Bahçe içinde müstakil bir ev inşa etmeden önce “onun hayalini” kurarsınız değil mi? Her şey o ilk hayal ile başlar.
Sonra parayı denkleştirir, arsa alır, plan proje yaptırırsınız. Sonra da bir müteahhit ile anlaşıp “Anahtar teslim” şeklinde işe koyulursunuz değil mi? Yani bu iş o kadar da zor bir iş değildir.
Ben burada sadece Petrol ve Doğalgaz örneğini verirken “hayal dünyanıza” bir katkıda bulunmak istedim.
Düşünün ki “OL DEYİNCE OLDURAN” şanı yüce Allah (cc) bize en az Osmanlı İslam Devleti kadar güçlü yeni bir İslam Devleti nasip etti inşaAllah o zaman dünya Müslümanları “izzet, şeref ve bolluk içinde” yaşayacağız.
Bizi bu güne kadar sömüren, her gün katleden kâfir devletler ise “zillet içinde” yaşayacak..
İnşaAllah dünya da bizim olacak, ahirette bizim olacak.. Hacmini bilemediğimiz cehennem kafirlerle dolacak, Dünya da kafirlerin adeta cehennemi olacak..
Allah’a hamd olsun ki İslam Ümmeti artık İslam’ın bir hayat nizamı ve devlet sistemi olduğunu anladı, tan yeri yavaş yavaş ağarmakta. Ümmet, İslam Devleti denilen güneşin doğmasını hasretle bekliyor.
Ey İslam ümmetinin hayırlı evlatları..
Unutmayın ki “un var, yağ var, su var..” misali Allah’ın kitabı Kur’an ve Resulünün Sünneti esaslı, İcma-ı sahabe ve Şer’i kıyas esaslı Anayasa ve kanunlarımız İslam Fıkıh ve Siyer kitaplarımızda, sınırlandırılmış hatta Esbab-ı Mucibesi maddeler haline getirilmiş vaziyette hamd olsun elimizde var.
Daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenlere hiçbir mazeret yoktur. Çünkü internet ortamında her türlü “Doğru bilgi ve kaynaklara” ulaşmak artık mümkün hale geldi.
Yeter ki halis niyet olsun. Atalarımız “Mazeret gösterme Maharet göster” derken boşa dememişler.
Ahh İslam Devleti, Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali.. cennet mekan Abdulhamid han.. Bize hayat veren İslam kanunlarının tatbikçileri neredesiniz? Toprak suya, kuzusu anaya, ümmeti Muhammed size hasret..
“Ey iman edenler; sizi, size hayat verecek şeylere çağırdığı zaman; Allah'a ve Resulüne icabet edin. Bilin ki; Allah şüphesiz kişi ile kalbi arasına girer. Ve muhakkak O'na dönüp toplanacaksınız.” (Enfal 24 meali)
Ey Rabbim, bu makalemi okuyan ve paylaşan kardeşlerimi “RAZI OLDUĞUN KULLAR” Listesinin en alt satırına dâhil et. Âmin / 28 Ocak 2017
Kardeşiniz Bekir Yetginbal
Tags: