IŞİD ve İran İşbirliği İslam Ümmeti’ne İhanettir
IŞİD ve İran İşbirliği İslam Ümmeti’ne İhanettir
İnsanlar için çıkarılmış en hayırlı Ümmet olan İslam Ümmeti, bu gün maalesef tarihinin en acılı en karanlık günlerinden birini daha yaşamakta.
Babaları saydıkları Osmanlı İslam Devleti, emperyalizmin amiral gemisi İngiltere tarafından 1918 de katledildikten sonra, İslam Ümmeti yetim kaldı.
Neredeyse 100 yıla yaklaşan bu zaman diliminde, bu yetim Ümmet şamar oğlanı’na döndürüldü, ezildi, katledildi, vahşi tecavüzlere maruz kaldı.
Bu mütecavizler sadece kâfirler değildi. Emperyalistlerin demokratik laik dünya görüşünü bu Ümmete cebren ve hile ile dayatan, hali hazırdaki yöneticileri de bu yetimlere çok zulmettiler ve hala da ediyorlar.
İran halkı Müslümandır ve İslam ümmetinin bir parçasıdır AMA, onları hali hazırda sevk ve idare edenler, “Ülke Menfaatı” adı altında emperyalist kafirlerle ya da Ümmetin başındaki nice kafir ve zalim yöneticilerle işbirliği yapmaktadırlar.
İşte en müşahhas örneği, İmam Humeyni’nin, babasını çok sevdiği oğul katil Beşar Esad’la olan can ciğer dostluk ve İşbirliğidir.
Sadece bu mu?
İran yöneticilerinin başta ABD olmak üzere, İsrail’le, Avrupa’lı devletlerle kurduğu nice işbirlikleri vardır. Ve bu işbirliklerin tamamı bu Ümmete ihanetleri içermektedir.
Son tahlilde buna bir örnekte IŞİD ve İran işbirliğidir.
Ümmetin bağrına saplanan son hançer olan ve yapay olarak peydah edilen IŞİD ile İran işbirliğini çok güzel bir şekilde ortaya koyan Abdurrahim Şen kardeşimizin son makalesini sitemize alıntı yaptık.
İnanıyorum ki bu makale, IŞİD ve İran gerçeği hakkında bize çok şey öğretecek. Rabbim Abdurrahim Şen kardeşimizden razı olsun.
Kardeşiniz Bekir Yetginbal
IŞİD İran İlişkisi / Frankeştayn Yaratmak
(Frankeştayn: Korku ve dehşet veren-insan-yapay canavar demektir)
Yazan Abdurrahim Şen
Suriye devriminin Bilâdü’ş-Şam’ı dünyanın yeni jeopolitik merkezi haline getireceğine sürekli vurgu yaptık bu köşeden.
BM ve Arap Birliği Suriye Özel Temsilcisi Ahtar İbrahimi 19 Nisan’da BMGK’de yaptığı bir konuşmada “Suriye krizinin dünyanın en tehlikeli krizi” olduğunu ifade etmişti.
Fransa Dışişleri Bakanı LaurentFabius, Avrupa Parlamentosu Dış İşleri Komisyonunda yaptığı şu konuşma da bu teyid ediyordu.
“Ortadoğu’da güç dengelerinin tam merkezinde aşırıcıların iktidarı ele geçirmeleri halinde istikrarsızlık Ürdün, Lübnan ve Türkiye’yi de içine alacaktır.”
Eski CIA Başkanı Michael Hayden’in tespiti ile Suriye devrimi 1916’dan bu yana yüzyıldır, batı için ilk defa yönetilemeyen bir alanın oluşması potansiyelini haiz olmasından dolayı, batı şimdiye kadar bu devrimi başarısızlıkla sonuçlandırmak için askeri ve siyasi birçok manevra içine girdi.
Bir taraftan İran, Irak ve Hizbullah askerlerini devrimi kanla bastırması için sahaya sürerken diğer taraftan diasporadaki laik, seküler bir proje etrafında muhalefeti örgütleyip Konsey, Koalisyon ve Geçici Hükümet vb. yapılar oluşturarak, bunları Suriye devrimini çalmak ve kontrollü geçişi sağlamak için diplomatik sahaya sürdü.
Özellikle siyasi çözümlerin Suriye halkı nezdinde kabul görmemesi neticesinde tüm umutlar, Suriye halkına BM Özel Temsilcisi İbrahimi’nin lisanıyla, zorunlu seçenek olarak sunulan “cehennem” seçeneğine bağlandı.
Suriye dosyası, başından beri kelimenin tam anlamıyla Suriye halkına cehennemi yaşatan, Şam kasabının bir numaralı destekçisi olan İran’a bırakıldı.
Hatırlayalım.
Suriye devriminin çalınması adına uluslararası toplumun en son siyasi hamlesi, Cenevre II toplantısıydı.
Bu toplantının baş mimarlarından Rusya’nın Dışişleri Bakanı Lavrov, o günlerde Cenevre Konferansı’nın amacının, rejim ve muhalefetin birlikte, araziye hâkim radikal grupların tasfiye edilmesi olduğunu açıklamıştı.
Bu tasfiye, her biri başarısızlıkla sonuçlanan siyasi çözüm arayışları ile olmayacağı ve ABD’nin, kimin eline geçeceği noktasında kaygı taşıyarak ağır silahlarla donatmaktan beri durduğu kimi ılımlı muhalif gruplarla olmayacağı anlaşılınca, bu devrimin başına öyle bir belayı musallat etti ki, gerçekten bu ülkeyi cehennem çukuruna dönüştürdü.
İşte bu bela IŞİD belasıdır.
IŞİD, batılı resmi ağızların “ılımlı muhalifleri” silahlandırma amacı olarak defaatle zikrettikleri, İslamcılarla savaşmaktan başka ne yapıyor?
IŞİD rejimden daha çok, kolaylıkla kanını helal gördüğü İslamcılarla savaşarak batının, arazideki güç dengelerini rejimin lehine şekillendirmekten başka neye hizmet ediyor?
İşte, Suriye devrimine musallat edilen bu bela, Amerikan Eski Dışişleri Bakanı Clinton’un ifadesi ile, Amerika tarafından yol verilmiş ve Amerika’nın stratejik müttefiki İran tarafından Suriye sahnesine sürülmüştür.
Stratejik müttefiki İran diyoruz;
Çünkü İran, yazının başında ifade edildiği gibi, batı için yüzyıldır yönetilemeyen jeopolitik bir alanın açılması önünde, yüzbinlerce Müslümanın katledilmesi pahasına durabilecek iradeye sahip olduğunu kanıtlamış,
İslam coğrafyasının merkezinde sömürgenin dizayn ettiği dengeleri değiştirecek her türlü hareketi kanla bastırmak için batının ön karakolu rolünü üstlenebileceğini göstermiştir.
Artık İran’ın bir İslam Devleti olmadığı anlaşılmıştır.
İran ırkçı modern ulus devletlerden birisidir.
Cumhurbaşkanlığına aday olacak kişide aranan şartlardan birisi olarak Farisi olma şartını anayasal zorunluluk haline getirmesi bile tek başına bu devletin İslam’ın ruhundan uzak olduğunu gösterdiği gibi Ehli Beyt iddiası ile de çelişmektedir.
Zira bu yasaya göre, Hz. Ali hayatta olsa İran Cumhurbaşkanlığına aday olamaz.
Zira Hz. Ali Farisi değildir.
Evet, IŞİD’i Suriye’ye İran sokmuştur dedik.
Bu iddia Arap Birliği gözlemcisi olarak Suriye’ye giden ve bu adımın Esed rejimine zaman kazandırmaktan başka bir amacının olmadığını anladıktan sonra bu görevinden istifa eden Enver Malik’e ait.
Enver Malik katıldığı bir televizyon programında, Suriye rejiminden ayrılan istihbarat yetkililerinden elde ettiğini iddia ettiği bir belge sunmaktadır.
Bu belgeye göre Irak, İran ve Hizbullah örgütünün istihbarat yetkililerinin katıldığı özel bir güvenlik zirvesi gerçekleştirilmiş.
Ve toplantıda bizatihi Hizbullah lideri Nasrallah’ın önerisi olan “tekfirci gurupların Suriye’ye sokulması” planlanmış. (http://www.youtube.com/watch?v=ojXanUdc_zw)
Müslüman, Arap ve batı kamuoyunun Suriye rejimi lehine dönüştürülebilmesi için Suriye’de tekfirci gurupların bulundurulmasının zaruri olduğunu dile getiren taraflar, tekfirci gurupların Suriye’ye girişi için tüm yol ve yöntemleri tartışmışlar.
Bu gurupların Irak üzerinden geçişlerine kolaylık sağlanması üzerinde ittifaka varmışlar.
O gün hali hazırda Irak hapishanelerinde 2000’den fazla mevcudu bulunan IŞİD militanları aracılığıyla bunun gerçekleştirileceği karara bağlanmış.
Toplantıya katılan Irak’lı istihbarat yetkilisi, IŞİD içinde istihbarat elemanlarının bulunduğu ve bu örgüte ait Irak cezaevlerinde tutuklu bulunan 2000’den fazla militanın hangi yolla olursa olsun cezaevlerinden çıkartılacağı ve sınırdan geçmeleri için güvenliğin gevşetileceği taahhüdünü vermiş.
(Hatırlarsanız 2013 yılında IŞİD Ebu Gureyb cezaevine düzenlediği bir operasyonla yüzlerce militanını kurtarmıştı. Cezaevinden kaçmayı başaran (?) IŞİD militanları Suriye’ye geçmişti. (http://staff.aljazeera.com.tr/haber/ebu-gureyb-cezaevi-kapatildi)
Daha dün ABD Genel Kurmay Başkanı Dempsey’in, Savunma Bakanı Chuck Hagel ile birlikte gerçekleştirdiği basın toplantısında (21 Ağustos 2014) askeri müdahalenin ne kadar süreceğine ilişkin bir soruya;
“IŞİD’in Amerika tarafından hezimete uğratılması ancak Suriye krizinin çözümü ile gerçekleşecek” şeklinde verdiği cevap açıkça, bu Frankeştayn’ın Suriye devrimini baltalamak ve bu ülkeyi cehenneme çevirmek için üretildiğinin bir kanıtı niteliğindeydi.
Irak Baas Partisi artığı kimi subayların Şura Meclisi (?) üyesi olduğu bu örgüt (IŞİD ), yumurta ikizi Suriye Baas rejimi ile başta petrol satışı olmak üzere her türlü ilişkiyi mubah görürken, insanları sudan sebeplerle tekfir edebilmektedir.
Arkasında petrol zengini İran dururken, Rakka’da kuyulardan çıkan birkaç varil petrole muhtaç olmadığı kesin olan Suriye rejimi, esasında bu örgütten petrol alımı yaparak dolaylı bir şekilde onu (IŞİD’i) finanse etmektedir.
Azığını alan IŞİD, rejimin gerçekleştiremediği kara savaşını yürütmekte, çok stratejik hedefleri ele geçirmekte ve direniş liderlerinin çok başarılı komutanlarını infaz etmektedir.
Son iki yıldır IŞİD, direnişçi gruplarla savaşarak, bu grupları stratejik önemi haiz başkentten uzak tutmakta, rejimin kalbine öldürücü darbeyi vurmalarına mani olmaktadır.
Bütün bunlardan daha vahim olanı ise, söz konusu güvenlik zirvesinde zikri geçtiği gibi tüm dünya kamuoyunu Suriye rejimi lehine dönüştürme hedefini gerçekleştirmektedir.
İran muhibbi çevrelerin Şam kasabına desteklerinde haklılıklarına delil olarak sundukları IŞİD, Müslüman kanı içmeyi anasının ak sütü gibi kendisine helal gören İran sponsorluğunda yol almaktadır.
Yoksa İran ve ABD kirli ittifakından doğan Maliki yönetiminin, bu örgütün Musul’a girdiğinde 140 bin askerinin, hiç çatışmaksızın mevzilerini, ağır silahları ile birlikte IŞİD’e terk etmesi, bu örgüte dolaylı sponsorluk değil de nedir?
Sonuç olarak bakıldığında,
Kendi jeopolitik dengelerini ebedileştirmek için ABD ve İran’ın bir Frankenstayn olarak sahaya sürdüğü IŞİD, esasında bu dengeleri tehdit eden halkları tehdit etmektedir.
Ümmetimizin bu eğilimine eşlik edecek seçkin kanaat önderlerini ve tarihi bir kırılma anında onun önünü açacak güç ehlini Hilafet kurumundan nefret eder hale getirmektedir.
Ümmetimizi batının kontrolünde demokratik ve küresel sistemine entegre olmayı tek seçenek olarak zorunlu kılmaktadır.
En son bu örgütün idam ettiği ABD'li gazeteci James Foley'in Suriye rejimi tarafından kendilerine teslim edildiği iddialarını doğrulatacak gelişmeler yaşanıyor. (http://all4syria.info/Archive/163304)
James Foley'e giydirilen kıyafetin Guantanamo esirlerine giydirilen kıyafetin aynısı olması tesadüf müdür?
Ebu Gurayb ve Guantanamo’da yaptıklarından dolayı barbarlıkla anılan Amerika, içimizden kendi barbarlığını aratacak bir barbarlık üreterek kendisine rahmet okuyacak bir ümmet mi icat etmeye çalışıyor?
“Guantanamo’da en azından esirlerin başları gövdelerinin üzerindeydi ya da büyük bir kısmı yıllar sonra da olsa ailelerine kavuşabildiler” demeye mi getiriyor.
James Foley üzerinden Amerika, katliamlarını ya da katliamlara sessiz kalışını sorgulamaya kalkan ve bu yapılarla kirli ilişkilerine dair çok özel bilgilere sahip olan tüm savaş muhabirlerine ve Amerikan medyasına;
“Bu konu öyle objektif davranılacak bir konu değil. Bu bir uygarlık savaşı. Ya bizim yanımızda ya da düşmanlarımızın yanındasınız. Gazetecilik oyununu oynamayı bırakın, yoksa akibetiniz James Foley gibi olur”
Mesajı mı veriyor?
Irak ve Afganistan’dan gelen evlatlarının tabutlara yürekleri dayanamayan Amerikan kamuoyuna “Bırakalım da evlatlarınız koyun gibi boğazlansın mı?” mesajı verilerek, uzun soluklu askeri müdahaleler için Amerikan kamuoyu mu hazırlanıyor?
Ayrıca IŞİD’in Hristiyanlara yaptıkları da dünya kamuoyuna servis edilerek yeni bir haçlı seferi bilincini batılı halklarda ayartmaya mı çalışılıyor?
Papa Françesko’nun kendi kanlı geçmişini unutarak IŞİD üzerinden insanlığı İslam ve Hilafet kurumuna karşı açık pozisyon alma çağırması tesadüf mü?
Bütün bu sorular zaman içinde ümmetin vicdanında doğru cevaplarını bulacaktır.
Ancak, hocam çok karanlık bir tablo çizdiniz, yok mu bu karanlık gecenin aydınlık bir sabahı? Diyenlere, şu ibretlik kıssa ile cevap vermek isterim.
İslam ümmeti tarihinde de bugünleri anımsatan büyük meydan okumaları ile çok karşılaşmıştı.
Bu meydan okumalardan birisi de, taş üstünde taş, baş üstünde baş bırakmamacasına İslam coğrafyasını tarumar eden Moğollardan gelmişti.
İşte bakın bu trajedinin ortasında bir Rabbani âlim meseleye nasıl bakmış:
Moğol lider Hulagu'nun kızı Bağdat sokaklarını dolanırken insanların etrafında toplandığı bir adam görür. Bu kişi Müslümanların âlimlerinden biridir.
Hulagu'nun kızı bu zatın huzuruna getirilmesini emreder.
Âlim huzura getirilir ve aralarında şu diyalog geçer.
– Siz Allah'a inanan müminler değil misiniz?
– Evet
– Allah'ın dilediğine zafer vereceğini iddia etmiyor musunuz?
– Evet
– Peki, Allah size karşı bize zafer vermedi mi?
– Evet
– Peki bu Allah’ın bizi daha çok sevdiğini göstermiyor mu?
– Hayır
– Neden?
– Sen koyun çobanını bilir misin?
Hulagu’nun kızı
– Evet
– Sürüye eşlik eden köpekleri bilir misin?
– Evet
– Peki, sürü dağıldığında ve kontrolden çıktığında çoban ne yapar bilir misin?
Hulagu’nun kızı:
– Sürüyü toparlamak ve tekrar kontrol altına almak için köpeklerini sürü üzerine gönderir.
Alim cevabı yapıştırmış:
– Siz ey Moğollar, siz var ya.. Biz her ne zaman Allah’ın şeriatından ve O’na itaatten kopup dağıldığımızda arkamızdan bizi tekrar dinimize dönmemiz için gönderilmiş Allah’ın yeryüzündeki köpeklerisiniz. 23.08.2014
Tags: Yayınlandı