HASED, GIPTA (İyi niyetli arzu) ve MÜNÂFESE (Olumlu rekabet) Nedir?
HASED, GIPTA (İyi niyetli arzu) ve MÜNÂFESE (Olumlu rekabet) Nedir?
Yazan: Mustafa ÇAĞRICI
Hem masdar hem de isim olarak kullanılan HASED ( الحسد ) kelimesi; “başkasının sahip olduğu maddi veya manevi imkânların kendisine intikal etmesi veya kıskanılan kişinin bu imkânlardan mahrum kalması yönündeki istek ve niyeti” ifade eder.
Râgıb el-İsfahânî, “bu istek ve niyetin gerçekleşmesi için gösterilen fiilî gayreti” de HASEDİN tanımına katar (el-Müfredât, “ḥsd” md.; eẕ-Ẕerîʿa, s. 348).
Ancak başta ilk ahlak âlimlerinden Hâris el-Muhâsibî ve Gazzâlî olmak üzere İslâm ahlâkçılarının çoğu HASEDİ sadece bir “duygu ve temenni” olarak kabul etmiş, “fiili teşebbüsleri” ise HASEDİN bir sonucu saymıştır (er-Riʿâye, s. 499-501; İḥyâʾ, III, 248-249).
Kur’an-ı Kerim’de, “Yahudilerin Müslümanları inkârcılığa döndürme yönündeki niyet ve istekleri” onların nefislerindeki HASEDE bağlanmak suretiyle HASED etmenin temelde “bir duygu ve niyet meselesi olduğu” vurgulanmış (Bakara suresi 109), aynı zümrenin “Allah tarafından Müslümanlara lutfedilen başarıları kıskanması” da HASED kavramıyla ifade edilmiştir (Nisa suresi 54).
Bakara 109: “Kitap ehlinden birçoğu, hak kendilerine belirdikten sonra dahi, içlerindeki HASED’ den ‘kıskançlıktan’ ötürü sizi, imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler.”
Nisa 54: “Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanlara HASED mi ediyorlar ‘kıskanıyor ve çekemiyorlar mı’?”
HASED ettiği vakit hasetçinin şerrinden Allah’a sığınmak gerektiğini belirten ayetteki (Felak suresi 5) “HÂSİD” kelimesinden HASEDİN “insanda kendi tabiatından gelen bir duygu” olarak bulunduğu, “HASEDE” fiilinden de “bu duygunun bazı kimseleri mâsum insanların zarara uğraması yönünde bir niyet ve temenniye sevkettiği” anlamı çıkarılmıştır (meselâ bk. İbn Kayyim el-Cevziyye, s. 25; Elmalılı, VIII, 6402-6403).
(Felak 5: “Kıskandığında HASEDÇİ’ nin şerrinden..”)
Hadislerde ise HASED kelimesi “hem yukarıdaki anlamda hem de ‘GIPTA’ manasında” kullanılmıştır.
Bir hadiste, “İki kimseye HASED ETMEK câizdir” denildikten sonra bunlardan birinin “Allah tarafından kendisine verilen serveti hak yolunda harcayan”, diğerinin de “Allah’ın verdiği ilimle amel edip bu ilmi başkasına öğreten kimse” olduğu belirtilmiş (Müsned, II, 9, 36; Buhârî, “ʿİlim”, 15, “Zekât”, 5, “Aḥkâm”, 3).
Böylece HASED kelimesi “imrenme, hayırda rekabet” anlamında kullanılmıştır. Öte yandan bazı hadislerde, “bir şeyi sahibinden kıskanmak, onu çekememek” manasındaki HASED hakkında oldukça sert ifadeler yer alır.
Buna göre bir hadiste, “Bir kulun kalbinde imanla HASED bir arada bulunmaz” (Nesâî, “Cihâd”, 8).
“Ateşin odunu yakıp bitirmesi gibi HASED de iyilikleri mahveder” (İbn Mâce, “Zühd”, 22; Ebû Dâvûd, “Edeb”, 44).
Bir başka hadiste de kinle HASEDİN; “önemli sosyal problemlere yol açan ahlaki hastalıklardan” olduğuna işaret edilir (Müslim, “Îmân”, 243).
Bütün hadis kaynaklarında benzer ifadelerle kaydedilen konuyla ilgili hadislerin birinde “Din kardeşliği ve sosyal barış için gerekli görülen hususlar..” şu şekilde sıralanır:
“Dedikodunun peşine düşmeyin, başkalarının kusurlarını araştırmayın, birbirinize HASED etmeyin, birbirinize sırt çevirmeyin, kin gütmeyin. Ey Allah’ın kulları, kardeş olun” (Buhârî, “Edeb”, 57, 58; Müslim, “Birr”, 24, 28, 30, 32).
Hâris el-Muhâsibî’den itibaren HASED konusunu ele alan İslam ahlakçıları bunun genellikle “aralarında mesleki, iktisadi, ilmi, siyasi, içtimai münasebetler bulunan insanlarda ortaya çıktığını” belirtir ve “başkalarının maddî veya manevi bir nimete sahip olması” karşısında insanın başlıca “Şu üç tepkiyi” gösterdiğini ileri sürerler.
Başkasının bir nimete kavuşmasını çekemeyip ondan mahrum kalmasını temenni etmeye HASED, böyle bir kötü niyet taşımadan o nimetin benzerine kendisinin de nail olmasını arzulamasına GIPTA, bu arzuyu gerçekleştirme yönünde çaba göstermeye ve olumlu bir rekabet içine girmeye “MÜNÂFESE” denilmiştir. (bk. Hâris el-Muhâsibî, s. 475-477; Mâverdî, s. 382-383; Râgıb el-İsfahânî, eẕ-Ẕerîʿa, s. 348-349; Gazzâlî, III, 236, 239).
Bütün ahlakçılar ilgili ayet ve hadislere dayanarak, ayrıca “Psikolojik ve Sosyal zararlarını” göz önüne alarak HASEDİ “haram bir iş” saymışlardır.
Kaynaklarda, İblîs’in Âdem’i kıskanmasına da atıfta bulunularak HASEDİN “şeytanî bir huy” olduğu ifade edilir.
İblîs’in Âdem’i kıskanması ”gökte işlenen ilk günah”, KĀBİL’in HÂBİL’i kıskanması da “yerde işlenen ilk günah” olarak değerlendirilir (meselâ bk. Mâverdî, s. 381; Kurtubî, V, 251).
GIPTA ve MÜNÂFESE meşrû kabul edilmekle birlikte, “insanların bir rekabet anlayışı içinde yaptıkları işlerin hükmü” ne göre MÜNÂFESENİN de vâcip (farz), müstehap, mubah veya haram olabileceği belirtilir (Hâris el-Muhâsibî, s. 477-479, 490; Gazzâlî, III, 236, 237-238).
HASED’ İ; GIPTA ve MÜNÂFESE’ den ayıran en önemli fark, HASED kavramının “bencillik ve çekememezlik” anlamına gelmesinden kaynaklanmaktadır.
Nitekim bazı “kötü niyetli” kişilerin elde edecekleri imkânlarla “fitne ve fesat çıkarmak” gibi zararlı faaliyetlerde bulunmasından kaygı duyulduğu için, bunların “o imkânlardan mahrum kalmasını arzulamakta” sakınca görülmemiştir (Gazzâlî, III, 236).
Buna göre “Haram olan” HASED, “Başkasının meşru yoldan sahip olduğu bir imkândan dolayı bir insanın kıskançlık duygusunun etkisine kapılarak kendisine bir yararı olmasa bile o nimetin elden çıkmasını” istemesidir.
Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’de yer alan ve sonraki bazı âlimlerce de aynen iktibas edilen (meselâ bk. Fahreddin er-Râzî, III, 238-244) HASED ile ilgili tahlillerinde, muhtemelen Ebû Bekir er-Râzî’nin eṭ-Ṭıbbü’r-rûḥânî’deki (s. 50-52) “Psikolojik ve ahlaki değerlendirmelerinden de faydalanarak bir tür ruhî hastalık” saydığı bu duygunun “insan tabiatındaki bencillik eğiliminden”, dolayısıyla “başkalarının kendisinden daha üstün durumda olmasına tahammül edememesinden” kaynaklandığını, bu halin onu “bir tür bunalıma soktuğunu” söyler.
Böyle bir durumda HASEDÇİ; ya “Kendisinin kıskandığı kişinin düzeyine yükselmeyi” veya “Onun kendi seviyesine düşmesini” arzular ve ancak “bu arzusu gerçekleşince” bunalımdan, depresyondan kurtulur.
İnsanlar, yaratılıştan bir “kıskançlık duygusu” taşımalarına rağmen “Dinin ve aklın buyruğuna/hükmüne uyarak” bu duyguyu baskı altında tutabilir, “onun etkisine kapılmaktan” kendilerini koruyabilirler; bu şekilde “dini ve ahlaki sorumluluktan” da kurtulurlar.
Zira HASED DUYGUSUNU “bütünüyle yok etmek”, herkes için mümkün değildir (Gazzâlî, III, 238-239).
İslam ahlakçıları, HASED DUYGUSUNU “Ortadan kaldırmanın veya etkisinden korunmanın” bazı yollarına işaret ederler.
Bunun için de öncelikle “HASEDİ DOĞURAN SEBEPLER” in mutlaka bilinmesi gerekir. Ebu Bekir er-Râzî HASEDİ; “Cimrilik ve aşırı ihtirasın birleşmesinden doğan psikolojik bir hastalık..” olarak görür ve ahlak eğitimcilerinin kötü insanı, “başkalarının zarara uğramasından zevk duyan kişi” diye tanımladıklarını hatırlatarak, bu tanımda HASEDİN esas alındığını söyler (eṭ-Ṭıbbü’r-rûḥânî, s. 48).
Gazzâlî ise Muhâsibî’nin er-Riʿâye’sinden de faydalanarak “HASEDİN SEBEPLERİ” ni şöyle sıralar:
Düşmanlık ve kin gütme, üstünlük duygusu, kibir, böbürlenme, ulaşılmak istenen şeylerden mahrum kalma korkusu, makam ve mevki tutkusu, nefsin kötülük ve çirkinliği.
Gazzâlî, buradaki “sonuncu halin” belli bir sebebinin bulunmadığını, bu durumdaki insanlar, “Allah’ın nimetlerini herkesten kıskanan aşağılık bir tabiata sahip oldukları için” bunlardaki HASED DUYGUSUNU tedavi etmenin çok zor olduğunu belirtir (İḥyâʾ, III, 242-243).
İslam ahlakçıları, HASEDİ bir tür “Ruh Hastalığı” saydıkları için bunun öncelikle “kıskanan kimsenin kendisine zarar verdiğini, çünkü onu mutsuz kıldığını” söylerler.
KİNDÎ ise, İslam dünyasında felsefi mahiyette telif edilmiş ilk ahlak kitabı olan “el-Ḥîle li-defʿi’l-aḥzân” adlı risâlesinde HASEDİ; “bir üzüntü ve dolayısıyla mutsuzluk sebebi” olarak gösterir (s. 17-18).
Ona göre HASED; “Ruhu kirleten bir kusurdur ve şerlerin en fenası” dır. HASED, “başkasının zarar görmesini isteme duygusu” olduğuna göre bu “bir kötülük sevgisi” dir.
Oysa ki “Kötülüğü sevenin” bizzat kendisi de kötüdür; “insanların en kötüsü ise” dostlarının “zarara uğramasına sevinen” kimsedir.
Ebû Bekir er-Râzî ise HASEDİ; “Hem bedenî hem ruhî tahribata, zihnî ve amelî verimsizliğe yol açan bir hezeyan durumu” olarak değerlendirir ve bundan dolayı HASEDİN, “Kıskanılandan çok kıskanan kimseye zarar verdiğini” açık açık söyler (eṭ-Ṭıbbü’r-rûḥânî, s. 51-52).
Kaynaklarda; HASED HASTALIĞI‘ nın ancak “ilim ve amelle tedavi edilebileceği” belirtilir. ”İlim sayesinde” kişi bu duygunun mahiyeti, sebepleri ve zararları hakkında bilgi edinir; “Amelle de” HASED DUYGUSUNA yol açan sebeplerin “Aksi istikametindeki davranışlara kendini zorlayarak” bu kıskançlık ve çekememezlik eğilimlerini ortadan kaldırır veya hafifletir ya da o kişi “bu eğilimlerin baskısından kurtulma” imkânına kavuşur.
Konuyu “Ahlak Eğitimi” açısından ele alan Müslüman ahlakçılar arasında bilhassa Gazzâlî, İḥyâʾü ʿulûmi’d-dîn’de “KALBİ HASED HASTALIĞINDAN KURTARACAK TEDAVİ YÖNTEMLERİ” başlığı altında inceleyerek başarılı tahliller yapmıştır.
Daha önceki ahlak kitaplarında yer alan bilgilerin bir terkibi olan bu bölüm mükemmel bir AHLAK PEDAGOJİSİNİ ihtiva eder.
Bu tür eserlerde HASEDİN insan tabiatının “derinliklerine kök salmış, sökülüp atılması çok zor bir duygu olduğu” gerçeği göz önüne alınarak “kişinin sorumluluğu” bu açıdan değerlendirilir.
Buna göre HASED; “Fiilin değil Kalbin niteliği” dir. Nitekim Kur’an’da buna işaret eden ayetler vardır (mesela Al-i İmran suresi 120; Nisa suresi 89; Haşr suresi 9).
Al-i İmran suresi 120: “Size küçük bir iyilik, bir nimet ulaşsa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hîle ve tuzakları size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların tüm yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”
Nisa suresi 89: “O münafıklar, kendilerinin küfre yuvarlandığı gibi sizin de o şekilde küfre yuvarlanmanızı ve sapkınlıkta eşit hâle gelmenizi isterler. Onlar, inanıp Allah yolunda hicret edinceye kadar sakın onları dost ve sırdaş edinmeyin. Şayet iman ve hicretten yüz çevirirlerse onları yakalayın, bulduğunuz yerde öldürün. Onlardan hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin.”
Haşr suresi 9: “Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler. Kendileri zaruret içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.”
Bu sebeple insan, içindeki HASED DUYGUSUNA rağmen düşünce ve davranışlarını bu duygunun etkisinde kalmadan “Dinin ve aklın gerekli gördüğü biçimde” düzenler; ayrıca böyle bir duygu taşıdığı için “Kendini eleştirme erdemini gösterirse” görevini hakkıyla yerine getirmiş, sorumluluktan kurtulmuş olur.
Bunun ötesinde “Dünya hazlarına” aşırı ilgi duyduğu sürece HASED DUYGUSUNU tamamıyla söküp atması asla mümkün değildir.
HASED DUYGUSUNUN oluşması ve güçlenmesinde, kişinin “kendini başkalarından daha aşağı seviyede görmesinden doğan kompleksinin” büyük etkisi vardır.
Bu sebeple “çalışarak giderilebilecek bazı zaafların” bertaraf edilmesi için elden gelen gayretin sarf edilmesi HASEDİN önemli “tedavi yollarından biri” olarak kabul edilmelidir.
Bazı kaynaklarda, “Kendisine HASED edilen kişinin” bu pis hasedçiden gelebilecek zararlardan korunması için “hangi tedbirlere başvurması gerektiğine” ilişkin önerilere de yer verilmiştir.
İbn Kayyim el-Cevziyye çeşitli ayetlere dayanarak bu önerileri şöyle sıralar:
HASEDÇİNİN ŞERRİNDEN Allah’a sığınmak (Mü’min suresi 56, Felak suresi 1-5),
Mü’min suresi 56: “Kendilerine ulaşan kesin bir delile dayanmaksızın Allah’ın âyetleri hakkında körü körüne tartışmaya girişenler var ya, onların göğüslerinde hiçbir zaman tatmin edemeyecekleri bir kibirden, hiçbir zaman ulaşamayacakları sana üstün gelme duygusundan başka bir şey yoktur. Rasûlüm! Sen, bunların her türlü hile ve tuzaklarından Allah’a sığın! Çünkü O, her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla görendir.”
Felak suresi 1-5: “De ki: Sığınırım sabahın Rabbine, Bütün yarattıklarının şerrinden, Karanlığı bastığı zaman gecenin şerrinden, Düğümlere üfleyen büyücü kadınların şerrinden, Kıskandığında hasetçinin şerrinden..”
Takvaya yönelmek, Allah’ın emir ve yasaklarına uymak (Al-i İmran suresi 120),
Al-i İmran suresi 120: “Size küçük bir iyilik, bir nimet ulaşsa, bu onları üzer. Başınıza bir kötülük gelse, bu defa sevinçten bayılırlar. Her şeye rağmen siz sabreder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız, onların hîle ve tuzakları size hiçbir zarar veremez. Şüphesiz ki Allah, onların tüm yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.”
HASED’ çiye karşı sabırlı olup onunla çatışmaktan, ona eza vermekten sakınmak (Hac suresi 60),
Hac suresi 60: “İşte gerçek budur. Mü’minlerden kim kendisine yapılan haksızlığa misliyle karşılık verir, sonra yine haksızlığa uğrarsa, elbette Allah ona yardım edecektir. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır.”
Allah’a tevekkül etmek (Talak suresi 3), düşüncesinde hasetçiye yer vermemek, ihlasla Allah’a yönelmek (Yusuf suresi 24, Sad suresi 82-83),
Yusuf suresi 24: “Kadın ona sahip olmayı kesinlikle kafaya koymuştu ve zihni hep onunla meşguldü. Eğer Rabbinin kesin delilini görmeseydi Yusuf da onu arzulamıştı. Ancak biz, kötülüğü ve her türlü hayasızlığı Yusuf’tan uzak tutalım diye ona delilimizi gösterip kalbine sebat verdik. Çünkü o, bütün gönlüyle Allah’a bağlanmış samimi ve tertemiz kullarımızdan biriydi.”
Sad suresi 82-83: “İblis dedi ki: Senin mutlak kudretine yemin olsun ki, onların hepsini kesinlikle azdıracağım. Ancak içlerinden ihlasa erdirdiğin, sana içtenlikle bağlanan kulların hariç. Onları baştan çıkarmam mümkün değildir.”
HASED’ cinin kendisine musallat olmasını bir musibet kabul edip bu musibete sebep olabilecek günahlarından tövbe etmek (Al-i İmran suresi 165),
Al-i İmran suresi 165: “Bedir’de düşmanlarınıza verdiğiniz iki misli zarar, Uhud’ da kendi başınıza gelince: Bu musibet de nereden diye soruyorsunuz, öyle mi? Rasulüm de ki: Elbette kendi yaptıklarınız yüzünden. Şüphesiz Allah’ın her şeye gücü yeter.”
Mümkün olduğu kadar ikram ve ihsanda bulunarak HASED’ cinin zararından korunmak, HASEDCİ ve MUZIR kimselerin kalplerindeki kötülük ateşini onlara iyilik ederek söndürmek (Kasas suresi 54, Fussılet suresi 34-36),
Kasas suresi 54: “İşte onlara sabretmelerinden ötürü mükâfatları iki kat verilecektir. Bunlar kötülüğe iyilikle mukabele eder ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan Allah yolunda harcarlar.”
Fussılet suresi 34-36: “İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel karşılıkla savmaya bak. O zaman göreceksin ki, aranızda düşmanlık bulunan kişi sanki candan, sımsıcak bir dost oluvermiştir. Bu güzel haslete ancak hakkıyla sabredenler erişebilir; buna ancak insanî kemâl ve faziletten yana nasibi bol olanlar ulaşabilir. Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni kötülüğe kışkırtacak olursa hemen Allah’a sığın. Çünkü O, evet O, her şeyi hakkıyla işiten, her şeyi hakkıyla bilendir.”
Tevhidi bir anlayışıyla bütün olup bitenleri Allah’ın iradesine bağlamak ve yalnız O’nun koruyuculuğuna sığınmak (Ẕemmu’l-Hased, s. 29-45).
Bunların yanında “Allah’ın birçok maddi ve manevi lutuflarına mazhar olan kişinin” her türlü İSRAFTAN KAÇINMASI, davranışlarını “başkalarının kıskançlığına sebep olmayacak şekilde” ayarlaması gerekmektedir. Bu hem dini bir görev hem de insana karşı bir nezaket kuralıdır.
Edirne müftüsü Fevzi Efendi, HASED yüzünden sıkıntıya uğrayanları teselli etmek ve hasedin zararlarını anlatmak üzere TESLİYETÜ’L-MAHSÛDÎN adıyla bir kitap yazmıştır. İlgilenenlerin bilgisine.
BİBLİYOGRAFYA
Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “ḥsd” md.
a.mlf., eẕ-Ẕerîʿa ilâ mekârimi’ş-şerîʿa (nşr. Ebü’l-Yezîd el-Acemî), Kahire 1405/1985, s. 348-349.
Wensinck, el-Muʿcem, “ḥsd” md.
M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ḥsd” md.
Müsned, II, 9, 36.
Buhârî, “ʿİlim”, 15, “Zekât”, 5, “Aḥkâm”, 3, “Edeb”, 57, 58.
Müslim, “Îmân”, 243, “Birr”, 24, 28, 30, 32.
İbn Mâce, “Zühd”, 22.
Ebû Dâvûd, “Edeb”, 44.
Nesâî, “Cihâd”, 8.
Hâris el-Muhâsibî, er-Riʿâye li-ḥuḳūḳıllâh (nşr. Abdülkādir Ahmed Atâ), Beyrut 1405/1985, s. 475-502.
Kindî, el-Ḥîle li-defʿi’l-aḥzân (nşr. Abdurrahman Bedevî, Resâʾil felsefiyye içinde), Beyrut 1983, s. 17-18.
Ebû Bekir er-Râzî, eṭ-Ṭıbbü’r-rûḥânî (nşr. P. Kraus, Resâʾil felsefiyye içinde), Kahire 1939 → Beyrut 1402/1982, s. 48-54.
Mâverdî, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn, Beyrut 1408/1988, s. 380-387.
Gazzâlî, İḥyâʾ, Kahire 1387/1967, III, 232-249.
Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, III, 238-244.
Kurtubî, el-Câmiʿ, II, 71; V, 251-252; XX, 259-260.
İbn Kayyim el-Cevziyye, Ẕemmü’l-ḥased ve ehlih, Amman 1406/1986.
Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, I, 436, 439-440.
Âlûsî, Rûḥu’l-meʿânî, XXX, 284-285.
Elmalılı, Hak Dini, VIII, 6402-6403.
Tags: