FAİZ Nedir, Faizli Kredi ile Ev yada Araba Alınabilir mi?

FAİZ Nedir, Faizli Kredi ile Ev yada Araba Alınabilir mi?

Soru:

Almanya’da Müslüman kitle arasında faaliyet yapıyorum her hafta. Ayrıca Müslümanları “hutbede asimilasyon ve benzeri tehlikelere karşı” uyaramaya çalışıyorum.

Maalesef bazı imamlar, maslahat ve bazı başka prensipleri mecralarından koparıp Faiz gibi kati haram olan yasakları caiz görmekteler.

İslami kitlenin (camianın) bu türlü fasit fikirlerden etkilenmemesi için bana aşağıdaki konularla ilgili detaylı deliller lazım.

1-Faizin tarifi nedir?

2-Faiz ile kredi almanın hükmü nedir?

3-Hangi şartlarda araba alınabilir? Ne türlü ticaret caizdir?

4-Maslahat ile ileri getirilen fetvalar hakkında ne dersiniz? Bu tür argümanların aslı nedir?

Cevap:

Faiz [فائض] Arapça’dan alınan bir kelimedir ve bir şeyin haddi üzerine artarsa ona Faiz denir.

Kur’an-ı Kerim ve Hadis-i şerifte ”Riba” olarak geçmektedir ve bunun manası da “Artış” demektir.

Fakat Şer’î manada ise; “Bir taraf belli zamana kadar başka tarafa bir borç verdiğinde anapara üzerinde fazlalık alınmasıdır.”

Buna Faiz / Riba denir.

Yine buna Riba-n Nesa / Nesia Ribası da denir.

Bu durum her malda ve her parada geçerlidir.

Kim borç verdiğinde anapara üzerinde az veya çok bir şey isterse Faiz / Riba almış olur.

Vadeli veya taksitle bir alışveriş olursa bir fiyat tespit edilir, bu fiyattan sonra bir fazlalık olursa Faiz / Riba sayılır.

Yine taksitler Faize göre hesaplanırsa ona da Faiz denir.

Banka kredileri hep Faizli olur, bu ise hiç caiz değildir. Dolayısıyla Faizle kredi almak kesin olarak haramdır.

“Belli zamana kadar” değil de “hâli hazırdaki belli mallar arasında” mübadele yapılırken “bir taraf fazlalık isterse” buna Riba-l Fadl / Fazl Ribası denir.

Bu ise her malda geçerli değildir, sadece şu altı madde için geçerlidir.

Rasulullah SallAllahu aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

[الذهب بالذهب والفضة بالفضة والبر بالبر والشعير بالشعير والتمر بالتمر والملح بالملح، مثلا بمثل، سواء بسواء، يدا بيد، فإذا اختلفت هذه الأصناف فبيعوا كيف شئتم إذا كان يدا بيد]

“Misline misil, ağırlıkları eşit olması ve elden ele teslim edilmesi (şartıyla) altına altın, gümüşe gümüş, buğdaya buğday, arpaya arpa, hurmaya hurma ve tuza tuzu (satın). Eğer bu sınıflar farklı ise elden ele olması (şartıyla) satın.” [Müslim]

Şöyle de buyurdu:

[الذهب بالذهب تبره وعينه وزنا بوزن، والفضة بالفضة تبره وعينه وزنا بوزن، والملح بالملح، والتمر بالتمر، والبر بالبر والشعير بالشعير، سواء بسواء، مثلا بمثل، فمن زاد أو ازداد فقد أربى]

“Külçe veya işlenmiş hâlinde altın altınla, külçe veya işlenmiş hâlinde gümüş gümüşle, ağırlıkları birbirine eşit olarak değiştirilir. Tuz tuzla, hurma hurmayla, buğday buğdayla ve arpa arpayla aynı tartıda değiştirilir. Bunlar birbirinden daha fazla verilirse veya alınırsa faiz verilmiş ve alınmış olur.” [Nesai]

Bunun manası altına altın veya gümüşe gümüş satılırken arasında asla fazlalık olmayacak ve iki taraf hemen satacaklarını birbirlerine teslim edecekler.

Keza diğer sınıflar arasında da hiç fark olmayacaktır.

Fark alınırsa bu faiz olur.

Para ise, altın ve gümüş yerine geçer.

Eğer biri 18 ayar altını 22 ayar altına satmak istiyorsa aynı satmalıdır. Ama bu iki altın arasında bir değer farkı vardır bu nasıl çözülür?

İki ayrı satış anlaşması yapılmalıdır.

18 ayarlık altın satılır ve parası alınır, bu birinci satış anlaşmasıdır.

Ondan sonra 22 ayarlık altın satın alınır ve parası teslim edilir, bu ise ikinci anlaşma olur.

Faizle ilgili Tahrim / Haram kılma hükmü Kur’an’da Muhkem / Delaleti kesin olan ayetlerle sabittir.

Allah-u Teâlâ şöyle buyurmuştur:

[اَلَّذِيۡنَ يَاۡكُلُوۡنَ الرِّبٰوا لَا يَقُوۡمُوۡنَ اِلَّا كَمَا يَقُوۡمُ الَّذِىۡ يَتَخَبَّطُهُ الشَّيۡطٰنُ مِنَ الۡمَسِّ‌ؕ ذٰ لِكَ بِاَنَّهُمۡ قَالُوۡۤا اِنَّمَا الۡبَيۡعُ مِثۡلُ الرِّبٰوا‌ ۘ‌ وَاَحَلَّ اللّٰهُ الۡبَيۡعَ وَحَرَّمَ الرِّبٰوا‌ ؕ فَمَنۡ جَآءَهٗ مَوۡعِظَةٌ مِّنۡ رَّبِّهٖ فَانۡتَهٰى فَلَهٗ مَا سَلَفَؕ وَاَمۡرُهٗۤ اِلَى اللّٰهِ‌ؕ وَمَنۡ عَادَ فَاُولٰٓٮِٕكَ اَصۡحٰبُ النَّارِ‌ۚ هُمۡ فِيۡهَا خٰلِدُوۡنَ‏ يَمۡحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا وَيُرۡبِى الصَّدَقٰتِ‌ؕ وَاللّٰهُ لَا يُحِبُّ كُلَّ كَفَّارٍ اَثِيۡمٍ]

“Riba (faiz) yiyenler, şeytanın çarptığı kimselerin kalktığı gibi kalkarlar. Çünkü alışveriş faiz gibidir dediler. Oysa Allah alışverişi helal, faizi haram kıldı. Kim Rabbinden kendine bir öğüt gelir de ve o da faize son verirse geçmişi kedisine ait olur ve işi Allah’a havale edilir. Fakat kim tekrar faiz işine dönerse bu tip insanlar cehennem ehlinden olurlar. Bunlar orada kalıcı olurlar. Allah faizi yok eder ve sadakaları arttırır (bereketlendirir). Allah hiçbir kâfiri ve günahkârı sevmez.” [Bakara Suresi 275-276]

Bu ayetler, Kur’an’da Rasulullah’a nazil olan son ayetlerdir. [Buhari, İbni Hanbel, İbni Mace ve İbni Mardeveyh]

Bu ayetlerde, Faiz kesin şekilde haram kılınmıştır.

Rum Suresi 39. ayette faizi kötüledi, Âl-i İmran Suresi 130. ayette faizi kat kat yemekten nehyedildi.

Nisa Suresi 161. ayette Yahudilerin Faiz yemlerinden dolayı onlara azap hazırlandığı ilan edildi.

Bu nedenle Faizin azı haram olduğu gibi çoğu veya katlanması da kesin şekilde haramdır.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

[الربا سبعون حوبا أيسرها أن ينكح الرجل أمه]

“Faiz yetmiş kısımdır, en küçüğü adamın annesiyle zina etmesi gibidir.” [İbniMace]

Ayrıca, Faizle ilgili her şey de haramdır.

Resulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

[لعن رسول الله صلى الله عليه وسلم آكل الربا ومؤكله وكاتبه وشاهديه]

“Allah Faizi yiyeni, yedireni, şahitleri ve yazanları lanetledi.” [Müslim]

Buna göre bankalarda çalışanlar, “Faiz işlemleri, sözleşmeleri ve hesaplarını yaptıkları için” lanetli olup büyük günahkâr olurlar.

Nitekim müçtehitler Şer’î delilerden şu Şer’î Kaideyi çıkarttılar:

“Bir şey haram kılınmışsa onunla ilgili her iş haram olur.”

Bu nedenle Yahudiler lanetlendiler.

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

[قاتل الله اليهود؛ حرمت عليهم الشحوم، فجّملوها فباعوها]

“Allah Yahudileri kahretsin! Kendilerine hayvanların yağları haram kılınınca bu yağları eritip sattılar ve parasını yediler.” [Buhari ve Müslim]

Yahudiler hep Allah’ın yasakladığına yönelip, hile yapıp onu helal kılar ve parasını yerler veya istifade ederlerdi.

Farzları veya Hadleri hileyle değiştirirlerdi.

Cumartesi gününde balık avlamak kendilerine haram kılınınca Cuma günü balık yakalama şebekeleri kurmaya başladılar ve Pazar günü bu şebekelerin tuttuğu balıkları almaya giderlerdi.

Bu nedenle Allah onlardan bu işi yapanları Domuz ve Maymun hâline çevirerek cezalandırdı.

Zina edenlere uygulanan Recm / Taşlama hükmünde de hile yaptılar, Zina eden kimseyi bir eşeğe ters bindirip sokakları dolaştırırlardı.

Faiz kendilerine haram kılınınca, “Biz de Yahudi olmayanlarla Faiz işlemleri yaparız, bize haram gelmez” dediler.

Ondan sonra da kendi aralarında Faiz yemeye başladılar.

Esir almak kendilerine haram kılınınca yine bir hile yapıp esir almaya başladılar ve onun da parasını yediler.

Münkeri nehyetme işini de yine tam tersine çevirdiler.

Yalnız “ağızla / sözle nehyetmeye” başladılar, “münkerden hiç vaz geçmeyenlerle” beraberliklerini devam ettirdiler, Onlara asla buğuz etmediler ve onlardan hiç uzaklaşmadılar.

Hep böyle durmadan Allah’ın emirlerine veya nehiylerine karşı hile üstüne hile yapmaya çalışıyorlardı.

Bu nedenle Allah onlara lanet yağdırıp azap indirdi.

Bu asırda da görüyoruz ki maalesef bazı Müslümanlar da aynı onlar gibi Allah’ın emirlerine ve nehiylerine karşı hile yapmaya başladılar.

Bunlar aynı Yahudiler gibi düşünüyorlar.

Hatta bazıları “Yahudiler gibi olalım, nasıl onlar zengin oldular ve bu nedenle dünyaya hâkim oldular, onlar gibi yapalım!” derler.

Böyle düşünenler, İslamiyeti hiç bilmeyenler veya takvadan, Allah korkusundan yoksun olanlardır.

Oysa “zengin olmak veya dünyaya hâkim olmak için” İslâm’ın metodu asla Yahudilerin veya diğer kâfirlerin yoluna benzemez.

Gaye ne olursa olsun herhangi bir haram yola başvurulmaz, sadece ve sadece Şeriatın hükümlerine tabi olunur.

Nitekim “Gaye, asla vesile veya aracı meşru kılmaz.” Bir hedefe ulaşmak için “Haram yollara” asla başvurulmaz.

Allah “Faiz yiyenleri, şeytanın çarptığı kimselere” benzetti.

Bunun manası; “Faizi yemek, yedirmek, onunla ilgili bir  iş yapanların işledikleri suç veya haram” çok çok büyük bir suçtur..

Bazı âlimler, kıyamet günü onların “Bir deli gibi veya sara hastalığına yakalanan insanlar gibi” mezarlarından kalkacaklarını söylediler.

Orada “Faizi yiyenlerin nasıl azap göreceklerine dair” birçok Hadisi Şerif vardır.

Hem de bu hadisler onu, “en büyük günahlardan birisi” saymıştır.

Şayet “Faizi önce terk edip sonra tekrar ona devam ederse” İslâm Hilâfet Devleti’nde “onun cezası ölümdür.”

Kâfirler “Faizi alışverişe benzetince” Allah onlara tek bir cevap verdi:

“Allah alışverişi helal kıldı ve Faizi haram kıldı.” (Bakara suresi 275. ayet)

Bu şekilde alışverişin faize benzetilmesini reddettiği gibi faizin neden haram kılındığının sorulmasını da kabul etmedi.

Nitekim bunun hükmü illetlendirilmedi yani illetsizdir.

Bu nedenle, asla “bir Faiz o kimseyi zarara götürmezse veya ona bir fayda veyahut bir maslahat temin ederse bu caizdir..” denilemez.

Bu ayetleri öğrenen bir kimse hemen faizi terk etmelidir.

Bunu “hemen terk edip tövbe ederse” umulur ki daha önce yediği Faizin günahı da affedilir.

Ancak “hâlâ elinde faiz parası varsa” bunu kimden almışsa, hemen sahibine iade etsin.

Bu asırdaki gibi “Şayet bankalardan alınan Faizin sahibi meçhul ise” onu hemen herhangi bir yere vermelidir.

Bu vermenin ise ona hiçbir sevabı yoktur.

Önemli olan bir an evvel onlardan kurtulmaktır.

Bu kişinin hesabı ise artık Allah indindedir. Allah “onu ya cezalandırır ya da bağışlar.”

Fakat “kim Faiz işine devam ederse” O kişi cehennem ehlinden olur, orada uzun müddet kalır.

Allah o Faizin bereketini yok eder. Faizi yiyen kimse ise çok çok büyük sıkıntılara duçar olur ve parası elinden çok çabuk uçar gider.

Bu paralarla “Asla mutluluğu hissetmez.” Ahirette bunun azabı çok daha büyüktür, yeri ise Cehennemdir ve o ne kötü bir ikametgâhtır..

Allah-u Teâlâ [يَمۡحَقُ اللّٰهُ الرِّبٰوا] “Allah Faizi yok eder…” derken;

“Onun hayrı olmadığı, günahının çok büyük olduğunu, Faizle alınan mala hiçbir bereket vermeyeceğini ve insanın bununla asla mutlu olmayacağını” belirtmiş oldu.

Bunun arkasından şöyle buyurmuştur:

[وَيُرۡبِى الصَّدَقٰتِ‌] “Sadakaların sevabını artırır.” (Bakara suresi 275.ayet)

Bunun manası “eğer Müslüman diğerlerine Faizsiz borç verirse, sevap kazanır ve sevabı da artar.”

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Allah’ın vahyi ile bunu şöyle açıklamıştır:

[ما من مسلم يقرض مسلما مرتين كان كصدقتها مرة]

“Bir Müslüman başka bir Müslümana iki defa borç verirse sanki bunun bir defası kadar sadaka vermiş olur.” [İbniMace, İbniHibban, Beyhaki, Bezzar, Taberani]

Çünkü Faizle ilgili siyakta böyle geçmiştir. Nitekim Allah bütün sadakaların sevaplarını artırır.

“Daru’l Harpte Faizi yemek caiz.” diyenlere gelince. Onlar şu meçhul hadise dayanırlar:

[لا ربا بين المسلم والحربي في دار الحرب] “Daru’l-harpte Müslüman ile harbi arasında Riba / Faiz yok.”

Bu hadisle ilgili şunu açıklamak istiyoruz:

1-Bu hadis meçhuldür, hadis âlimleri tarafından tanınmıyor, bilinmiyor, hiçbir hadis-i şerif kitabında geçmedi.

Bu nedenle Sahih hadis sayılmaz ve reddedilir.

Sahih olsa da Nesh edilmiş olur. Çünkü Faizi yasaklayan bu ayetler Kur’an’da nazil olan son ayetlerdir.

Zaten kısa müddet yani üç ay kadar sonra Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem vefat etti.

Veda Hutbesi’ni verdiğinde o hutbede şöyle geçti:

[وربا الجاهلية موضوع، وأول ربا أضع ربانا؛ ربا عباس بن عبد المطلب، فإنه موضوع كله]

“Cahiliye Ribası / Faizi kaldırıldı, ilk kardırdığımız Riba, ribamızdır, Abbas bin Abulmuttalib’in Faizidir.” [Müslim, Ebu Davud, İbniMace, Darimi]

Bunun manası Faiz cahiliye işidir, küfür olan cahiliyenin icraatıdır, büyük haramdır.

Daha önce Rasulullah’ın amcası Abbas Faizle ticaret yapıyordu. Bu nedenle Rasulullah “İlk kaldırdığımız Riba, ribamızdır, Abbas bin Abulmuttalib’in Faizidir.”dedi.

Çünkü Allah bir şey yasakladığında Rasulullah ilk başta kendisi ve akrabaları üzerine uygulardı.

Zira Abbas, amcası olduğundan dolayı kendisiyle bir olur, aynı ailedir, bu nedenle “Ribamızdır” dedi.

2-Bu hadisi açıklamak istiyorsak Daru’l Harpte “Müslim ile harbî olan savaşçı arasında asla Faiz yoktur, haramdır..” manası verir, kastedilen budur.

Aynen Allah-u Teâlâ’nın şu ayetinde geçtiği gibi:

[فَلَا رَفَثَ وَلَا فُسُوۡقَۙ وَلَا جِدَالَ فِى الۡحَجِّؕ]

“Hac’da kadınlarla ilişki kurmak yoktur, fısık yoktur ve cedelleşme yoktur.” [Bakara Suresi 197]

Bu ayette ve O hadiste geçtiği gibi [لا] “yoktur” kelimesi kullanıldı. Buna göre o hadiste geçen “yoktur” kelimesi Daru’l Harpte Müslüman ile harbî arasında Faiz haramdır manasını taşır.

3-Eğer, Ebu Hanife’nin anladığı gibi “Daru’l Harpte Müslüman ile harbî arasında Faiz söz konusu değildir” şeklinde anlaşılacaksa Ebu Hanife’nin anladığı şekilde uygulamak gerekir.

Ebu Hanife’ye göre Daru’l Harpte kâfirlerin emniyeti ve yönetimi altındaki harbî savaşçı olanların malları ve canları helaldir.

Malları bir ganimet olduğu için asla Faiz söz konusu değildir.

Fakat bu “Harbi olana” kazandırmak veya Faiz vermek asla caiz değildir. Bu durum “ganimetin mefhumuna” ters düşer.. Bu haramdır.

Eğer, o Harbî ile bir anlaşma yapılırsa durum değişir. Onu öldüremezsin ve malını ganimet sayamaz ve haksızca onu alamazsın.

4-Buna göre Avrupa’da yaşayan Müslümanlar kâfirlerin emniyeti ve ahdiyle bulunuyorlar.

Onlarla savaş hâlinde değiller, mallarını haksızca alamazlar, malları ganimet sayılmaz. Bu nedenle onlarla Faiz işlemleri yapamazlar.

Ayrıca, Faiz alanlar aslında onlara kazandırıyorlar.

5-Müslümanlar kendi memleketlerinde de birbirleriyle Faiz işlemleri yapamazlar. Zira “Müslüman Müslümana” hiçbir zaman Harbî olamaz.

Hatta birbirleriyle savaşsalar dahi yine de birbirlerine Harbî veya savaşçı olamazlar.

Halife Hz. Ali, Haricilerle savaşırken “Onlar bizim kardeşlerimizdir, bize karşı baği / isyankâr oldular.” diyerek onları boyun eğdirmeye çalışıyordu.

Onların mallarına dokunmuyordu.

Onlardan biri boyun eğip itaate gelirse onu affediyordu. Çünkü İslâm’da bağilerin hükmü budur.

[يٰۤـاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَذَرُوۡا مَا بَقِىَ مِنَ الرِّبٰٓوا اِنۡ كُنۡتُمۡ مُّؤۡمِنِيۡنَ‏ فَاِنۡ لَّمۡ تَفۡعَلُوۡا فَاۡذَنُوۡا بِحَرۡبٍ مِّنَ اللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ‌ۚ وَاِنۡ تُبۡتُمۡ فَلَـكُمۡ رُءُوۡسُ اَمۡوَالِكُمۡ‌ۚ لَا تَظۡلِمُوۡنَ وَلَا تُظۡلَمُوۡنَ‏]

“Ey iman edenler, Eğer gerçekten mümin iseniz, Allah’tan korkun ve Faizden geri kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız size karşı Allah’ın ve Rasulü’nün başlatacakları savaşı bekleyin. Eğer tevbe ederseniz yalnız ana paranız sizindir. Ne zalim olursunuz ne de mazlum olursunuz.” [Bakara Suresi 278-279]

Allah-u Teâlâ bu ayetlerde müminlere sesleniyor; Önce kendisinden korkmalarını emrediyor, Ondan sonra onları bir kötülükten nehy ediyor.

Çünkü insan Allah’tan korkmazsa hiç söz dinlemez.

Bu nedenle, insanlarda her şeyden önce Allah korkusunu yerleştirmek gerekir.

Eğer “Allah korkusu olan Takva” bir insanda yerleşmezse veya bulunmazsa onu kötülükten caydırmak için bir başka korku gerekir.

O ise, “Devlet Korkusudur, yani onun Devletin vereceği cezadan korkmasıdır.”

Bundan dolayı tüm kötülükleri kaldırmak için illaki İslâm Hilâfet Devleti’nin var olması gerekir.

Çünkü herkes “Bir Mümin” olmayacağı gibi ve “Her Müslüman da takvalı olmayacaktır..”

Bu sebeple Allah-u Teâlâ, kendi yarattığı kullarının ahvalini, kalplerini ve içlerini tam olarak bilmektedir.

İşte, müminleri Faizden nehy ederken onları güzel dille çağırdı ve:

“Ey iman edenler..” dedi.

İmanlarını tahrik ederek kendilerinin mümin olduklarını da hatırlatarak onlara seslendi.

Bundan sonra ise takvayı veya kendisinden çok çok korkmalarını istedi. Ondan sonra ise, Faizi terk etmelerini emretti.

Yine de imanlarını tahrik ederek şöyle dedi:

“Eğer gerçekten mümin iseniz, Allah’tan korkun ve Faizden geri kalanı bırakın.”

İman ve takvayı tahrik etmek de işe yaramayınca arkasından ağır tehdit geliyor.

Allah-u Teâlâ daha sonraki ayette hiç “iman ve takvadan söz etmeden” şöyle diyor:

“Eğer Faizden ne varsa ve Faizin en azını terk etmezseniz Allah ve Rasulü tarafından size karşı bir savaşı bekleyin.”

Bunun manası;

Allah size bunun cezasının hükmünü indirecek ve O’nun Rasulü bir yönetici olarak mutlaka bu cezayı, Faizi yiyip terk etmeyen kimselere uygulayacaktır.

İbni Abbas, el-Hasan, İbni Sirin ve Katede gibi birçok âlim “Faizi yiyen kimseler Müslümanların imamı (Halifesi) tarafından tevbe ettirilir, tevbe etmezlerse kelleleri vurulur.” dediler.

Zira Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in buyurduğu gibi; Faiz, sihirbazlık, haksızca nefsi öldürmek, mürtet / dini terk etmek ve savaştan kaçmak birer büyük günahtır ve cezaları da ölümdür.

Nitekim Allah ve Rasulü Faiz işiyle uğraşanlara savaş ilan ettiler.

Bunun manası ise, “Bu işten vazgeçmeyenlerin cezası ölümdür.”

Buna göre; “Faizi yiyenler Faizden vazgeçmek için tevbe ettirilir, Tevbe etmezlerse kelleleri vurulur.” Çünkü Allah-u Teâlâ şöyle buyuruyor:

[وَاِنۡ تُبۡتُمۡ فَلَـكُمۡ رُءُوۡسُ اَمۡوَالِكُمۡ‌ۚ لَا تَظۡلِمُوۡنَ وَلَا تُظۡلَمُوۡنَ]

“Eğer tevbe ederseniz yalnız ana paranızı alın, Faizi yiyerek ne zalim olursunuz ne de Faizi yedirerek mazlum olursunuz, tamamen bundan vazgeçeceksiniz.”

İnsan Faizi yemekten veya yedirmekten vazgeçip tevbe edince yediği Faizi “kendisine yedirene” hemen iade eder.

Sadece ana parasını alır. Allah’tan mağfiret dileyerek ona tevbesini ilan eder.

Bu ayet nazil oluncaya kadar Faiz yemek ve yedirmek haram değildi, sadece onu kat kat yemek haram idi.

Bu ayet nazil olunca ve Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Veda Hutbesi’nde geçen Hadisi söyledikten sonra “Çok az da olsa” Faizi yemek veya yedirmek hiçbir kimseye caiz değildir, büyük haramlardandır.

İslâm Devleti’nde bunun cezası ölümdür.

Böylesi ağır bir ceza ile takvalı olmayan insanlar işledikleri bu büyük günahtan caydırılır.

Rasullullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem “Faizi, en büyük ve çirkin haramlardan biri” olarak saymıştır.[Buhari, Müslim ve Nesai]

Faizin “En küçüğünü veya en azını” ise Öz annesiyle zina yapmış gibi göstermiştir. [İbn-i Mace Mustedrak, İbni Hanbel]

Nitekim “Faizi yiyen, yediren, vekilleri, şahitleri ve kâtipleri” Allah tarafından lanetlenmişlerdir. [Müslim, Ebu Davud, Tirmizi]

Zira “Bir şeyin aynısı, varlığı için haram kılınmışsa” bununla “Her tür muamele ve işlemde” yine haram olur.

Mesela, “İçki yasaklanınca onunla ilgili her tür muamele” de haram kılınmıştır. İçilmesi, satılması, yapılması, taşınması vs. hepsi haram kılınmıştır.

Faizin bizzat “Kendisi haram kılındığı için, onunla ilgili her tür işlem de” haram olur.

Asrımızda bazıları Faizi “Zaruretten dolayı” mubah kılmaktadırlar. Bunlar tamamen yanılmaktadırlar.

Çünkü “İztırar” veya “Zaruret” çok çok özel bir hükümdür.

Mesela bir insan “Ölmek üzereyken” hiç helal yemek bulamazsa “Sadece hayatını sürdürmek için” haram şeyden yer.

Bakara Suresi 173. ayette, En’am Suresi 145. ayette ve Maide Suresi 3. Ayetinde açık açık [فَمَنِ اضۡطُرَّ] “Kim iztırar ederse” ifadesi geçmiştir.

Bunun manası;

“Kim çaresiz olup çok zor bir durumda kalırsa hayatını sürdürmek için haram olan şeyden başka yiyecek bir şey bulamazsa, bundan az bir şey yer veya içer. [غَيۡرَ بَاغٍ وَّلَا عَادٍ فَلَاۤ اِثۡمَ عَلَيۡهِ]

“Zulüm yapmadığı ve haddi aşmadığı halde üzerine günah yoktur.”

Bu durumda “Fazlasını yemek veya içmek” haramdır. Bu üç ayet bize bunu belirtmiştir.

Dilde, aynı kökten gelmesine rağmen “İztırar” ile “Zaruret” in Şer’î mefhumları birbirinden farklıdır.

Ayette belirlenen “İztırar” çok zor duruma düşmek ve başka çare bulmamaktır. Böylesi bir durum O insanı ölüme götürebilir.

“Zaruret” ise zaruri veya gerekli ihtiyaç demektir.

İnsan bu zaruri ihtiyacı temin etmezse ölmez.

İşte; Şeriat, “İztırar ile zaruret arasında fark kılıp” bunlara birer ayrı “Şer’î manalar” kazandırdı.

Eğer, bu iki terime de “aynı mana” kazandırmak isteniyorsa yine de ayetlerde açıklandığı gibi “Çok zor bir duruma düşmek” ve “Başka bir çare bulmamak..” manası taşır.

Şeriat; “Zekâta, Namaza, Oruca ve Cihada” nasıl birer “Şer’î manalar” kazandırdı ise “Zaruret” kavramına da “Şer’î bir mana” kazandırdı.

Faiz, asla buna hiç intibak etmez ve uymaz da. Zira asla böylesi bir durum yoktur. Faiz, tamamen “Borçlanma” ile ilgilidir.

Normal olarak, bir insan hayatını sürdürmek için az da olsa haram bir yiyecek için borçlanmaz.

“Çölde veya karlarla kaplanmış bir yerde” yolunu şaşırırsa ve hiç helal bir yiyecek bulamazsa, haram bir yiyecek bulduğu an ondan “çok az bir miktar “ yiyebilir.

Şayet bir ormanda olursa helal olan yiyecekler bulabilir, keza denizde de bulabilir.

Şehirlerde ve köylerde yaşayan insanlar da helal yiyecek bulabilirler. O zaman, asla “iztırar” hükmü uygulanmaz.

Ev almak, Araba almak, Dükkân açmak ve buna benzer konularda hiç “İztırar” yoktur.

İnsan ev sahibi olmaz ise asla ölmez, kirada oturabilir, Araba almasına hiç lüzum yoktur, genel araçlara binebilir.

Dükkân açmazsa da ölmez, herhangi bir iş arayıp bulur çalışabilir.

Buna göre, “Zaruret” dil manasında alınmaz. Ancak “Şer’î manası” olan “Zaruret” ve “İztırar” alınır.

Allah-u Teâlâ, zarurete “Şer’î mana” verdi.

İnsan Faizsiz, taksitle araba, ev, buzdolabı vs. alabilir, karşı tarafla yani satıcıyla asla “Faize göre hesaplanacak bir anlaşma” yapılmaz, biraz daha yüksek bir fiyat ve taksitli bir anlaşma yapabilir.

Fakat müşteri “taksitlerini ödemede gecikirse” satıcı asla buna bir Faiz ekleyemez ve böylesi bir şart koşamaz.

Şayet koşarsa O anlaşma batıldır.

Bazıları insanlar “Maslahat veya Menfaat için Faizi yemek caizdir.” derler. Bu hiç doğru bir söz değildir, bilakis batıl bir sözdür.

“Menfaat veya Maslahat” Şeriatın “Helal kıldığı” şeylerdir.

Haramda ise hiçbir “Maslahat veya Menfaat” yoktur. Yoksa şeriat neden haram kılsın?

Öyle olmasa onu baştan “Helal” kılınabilirdi.

Şeriat onu yasaklıyor, sonra biri gelip Allah’tan korkmadan “Maslahat için Helaldir..” diyor, bu asla doğru değildir.

Bu tip insanlar Allah ve Rasulünden daha mı bilgilidir?

Nitekim Kur’an’da “Allah ve Rasulünün haram kıldıklarını haram kılmayanlarla savaşın..” diye Allah’ın emri gelmiştir. [Tevbe Suresi 29 ayetine bakınız.]

Ayrıca “Şeriat bir şeyi haram kıldığında” Onun “Zararlı olduğu için” haram kılmaz.

Bir şeyi “Helal kılınca” da Onu asla “Maslahat veya Menfaat için..” helal kılmaz.

[وَذَرُوۡا مَا بَقِىَ مِنَ الرِّبٰٓوا] “Riba / Faizden ne varsa az olsa da ondan vazgeçin..” dedi.

Âl-iİmran Suresi 130. Ayette: [لَا تَاۡكُلُوا الرِّبٰٓوا اَضۡعَافًا مُّضٰعَفَةً] “Faizi kat kat yemeyin..” buyurmuştur.

Ama bu ayette “Faizden ne varsa onu bırakın..” buyurmuştur. Bu nesih eden ayet olur. “Kat kat Faizi yemeyin..” emrini içeren ayet mensuhtur.

Nitekim “Faizden ne kalmışsa ve ne varsa onu terk edin..” emrini içeren ayet ise Kur’an’da nazil olan son ayet idi.

Nesh eden (nasih) ayetin manası ise; “Daha önce nazil olan ayetin” hükmünü kaldırandır.

Mensuh olan ayetin manası ise; “Sonra inen ayet tarafından “Hükmü kaldırılmış olan ayet” tir.

Faizle ilgili ayetler içkiyle ilgili ayetler gibidir:

[يَسۡـــَٔلُوۡنَكَ عَنِ الۡخَمۡرِ وَالۡمَيۡسِرِ‌ؕ قُلۡ فِيۡهِمَآ اِثۡمٌ کَبِيۡرٌ وَّمَنَافِعُ لِلنَّاسِ وَاِثۡمُهُمَآ اَکۡبَرُ مِنۡ نَّفۡعِهِمَا]

“İçki ve kumar hakkında sana soruyorlar. Deki: Onlarda bir menfaat vardır, fakat günahları faydalarından daha büyüktür.” [Bakara Suresi 219]

Ondan sonra şu ayet indirildi:

[يٰۤاَيُّهَا الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡۤا اِنَّمَا الۡخَمۡرُ وَالۡمَيۡسِرُ وَالۡاَنۡصَابُ وَالۡاَزۡلَامُ رِجۡسٌ مِّنۡ عَمَلِ الشَّيۡطٰنِ فَاجۡتَنِبُوۡهُ لَعَلَّكُمۡ تُفۡلِحُوۡنَ‏]

“Ey iman edenler! Şüphesiz ki içki, kumar, put/heykeller, fala bakmak şeytanın işidir, iğrenç şeylerdir, bunlardan kaçının. Umulur ki felaha kavuşursunuz (cenneti kazanırsınız).” [Maide Suresi 90]

Bu ayet “daha önceki ayetten” daha kesin bir cevap verdi, Ölçü, asla “Fayda ve Zarar” değildir.

Allah asla “Faydası ve zararı için” bir şeyi helal ve haram kılmaz. İnsanlar her tür şeyden faydalanabilirler.

Aksi takdirde aynı Kapitalizm gibi olur.

O zaman “Helal ve Haramla ilgili” ayetlerin inmesine ve Hadis-i Şerifin söylenmesine hiç gerek yoktu.

O şey tamamen kapitalizm gibi olup şöylesi “batıl bir kural” ortaya atılırdı:

“Ey insanlar her faydalı veya her maslahatlı şey size serbesttir, helaldir, Her zararlı veya ondan menfaat sağlamadığınız şey ise yasaktır, haramdır..” der ve İslâm bu ifadeyle yetinir, haramı ve helali detaylıca binlerce ayet ve hadislerle bildirmesine hiç gerek kalmazdı.

Oysa mesele Allah’a kulluk etmektir.

Allah, insanlara “Dünyevi faydalı şeyleri” yasaklar ve “Dünyevi bir zarar ile” insanları imtihan eder ki bakalım “kim kendisine itaat edecek kim isyan edecek..”

İşte İçki, Kumar, Faiz, Domuz ticareti vs. şeyler dünyevi menfaatler sağlar, fakat Allah “bunları haram kıldı” ki kimin “kendi nehyine uyup uymayacağını” ortaya çıkaracak ve buna göre “ödül” verecektir.

Müşrik Araplar, Faiz yasaklanınca ‘Faiz de aynı alışveriş gibidir niye haram kılınıyor’ dediler?

Allah-u Teâlâ onlara “Faydalı veya Zararlı olduğu yönünde” hiç cevap vermedi.

O’nun cevabı ‘hiç sebep göstermeden’ şöyledir: “Allah Faizi haram kıldı ve Alışverişi helal kıldı.”

Daha önceki ayette açıkladığımız gibi “Faiz Daru’l Harbte caizdir..” diyenler, bunu şayet Ebu Hanife’nin mezhebine dayandırıyorlarsa ve “O ancak gerçek bir savaşta ise” bize karşı savaşan “Savaşçı bir kimsenin malı” Faiz olduğu için değil “Ganimet olduğu için” alınır.

Orada, asla bir Faiz söz konusu değildir, nitekim Ebu Hanife de zaten onu Faiz olarak saymadı.

O fiilen, “bize karşı savaşan bir savaşçı olduğu için” onun malını “bir ganimet olarak” saymıştır.

Bu harbî / savaşçı ile “bir anlaşma” olursa artık o şahıs fiilen bir “Harbî” olmaktan çıkmış olur.

Onun malı artık “bir ganimet” sayılmaz “onu öldürmek de” asla caiz değildir. Onu “öldüren kimse” Müslüman olsa bile cezalandırılır.

“Bu asırda arz üzerinde bir Daru’l İslâm bulunmadığı için Faiz helal” demek tamamen yanlıştır.

Misal olarak; Avrupa’da yaşayan Müslümanlar Avrupalılarla bir harp hâlinde değiller.

Hepsi Avrupa’da emniyet içerisinde yaşamayı kabul ettiler. Onlara savaş ilan etmediler, dolayısıyla hiçbir Avrupalıyı öldüremezler.

Bu nedenle, onların mallarını da “bir ganimet” olarak sayamazlar, Onlardan asla ”Faiz alıp yemezler ve onlara da yediremezler..”

Şu var ki İmam Ebu Yusuf, İmam Ebu Hanife’nin bu görüşünü kabul etmedi. Her zaman ve her mekânda “Faiz haramdır” dedi.

Şafii, Malik ve İbni Hanbel gibi diğer imamlar, Cumhuru ulema da “Faiz her zaman ve her mekânda haramdır” dediler.

[وَإِن كَانَ ذُو عُسْرَةٍ فَنَظِرَةٌ إِلَى مَيْسَرَةٍ وَأَن تَصَدَّقُواْ خَيْرٌ لَّكُمْ إِن كُنتُمْ تَعْلَمُونَ]

“Eğer (borçlu) darda ise eli genişleyinceye kadar ona mühlet verin. Sadaka olarak bağışlamanız, bilirseniz sizin için daha hayırlıdır.” [Bakara Suresi 280]

“Borçlu kimse, ne kadar zor bir durumda olursa olsun, Onun borcuna asla faiz eklenmez, kolaylığa bırakılır, borcu ödeme imkânına sahip oluncaya kadar Ona mühlet verilir..” hükmü açıklanmaktadır.

Hiç borcunu ödeyemez hâle gelirse yani çok çok sıkıntılı olursa Ona helal etmek daha hayırlı olup bu bir sadaka sayılır.

Allah-u Teâlâ bu ayette

“Eğer borcunu ödeyemeyen kimseye helal ederseniz O size sadaka sayılacaktır, inanıyorsanız.” diyerek böyle davranılmasını kastetmiştir.

Borç nedeniyle çok çok bir zor duruma düşen borçlu kimseye bunu helal ederseniz, alacağınız para sizin için bu “verdiğiniz bir sadaka” olur..

Bunun sevabı ise, sadaka sevabıdır. Bu da bir Müslüman için “Para almaktan” daha hayırlıdır.

Allah indinde sevabı artar, ebedi ve kesilmeyen nimetlere sahip olan Cennete girmek üzere kendisi için bu sadaka bir adım sayılır.

Allah-u Teâlâ bütün bu ahkâmı açıkladıktan sonra müminlere kıyamet gününü hesap gününü hatırlatıp bunlardan sakındırıyor.

Şöyle buyurdu:

وَاتَّقُواْ يَوْمًا تُرْجَعُونَ فِيهِ إِلَى اللّهِ ثُمَّ تُوَفَّى كُلُّ نَفْسٍ مَّا كَسَبَتْ وَهُمْ لاَ يُظْلَمُونَ

“Allah’a döndürüleceğiniz ve zulme uğratılmadan herkese kazandığı şeyin ödeneceği günden korunun.” (Bakara 281)

Cevap veren Hocamız: Esad Mansur

Kaynak: esadmansur.com

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın