Eşim Olma, Karım Ol..

Eşim Olma, Karım Ol..

Alemlerin Rabbi olan şanı yüce Allah(cc) yarattığı şu iki farklı mahlûkata, kendi aralarındaki ilişkilerde, “Sosyal varlık olma, bir arada ve belli bir disiplin içinde yaşama” özelliği vermiştir.

Bu mahlûklardan birisi insan, diğeri ise hayvanlardır.

Yine bu iki mahlûkunda bir başka yaratılış özelliği olarak içgüdüleri ve bedensel yani uzvi ihtiyaçları vardır.

Bu iç güdü ve uzvi ihtiyaçlar, adeta her iki mahluka da “haydi kalk ve beni doyur, beni tatmin et..” diye içten gelen dinamizmle bir baskı uygulamaya başlar.

Aynen 30 derecelik eğik bir düzlem/meyil üzerindeki bilyenin, içinden gelen bir dinamikle bu yokuştan aşağıya inme isteği gibi bir şeydir bu..

Önünde bir mânia yoksa bu bilyeyi durdurmak mümkün mü? 30 derecelik Meylin fıtratı ve bilyenin fıtratı, bilyeyi kendiliğinden harekete geçirecektir değil mi?

İşte mahlûkları ve onlardaki bu özellikleri yaratan Allah(cc), adeta haydi “kalk beni doyur” diyen ve içten gelen baskı özelliğini de bu mahlûklarla birlikte yaratmıştır.

Bu mahlûklar, içgüdülerini (beka ve cinsel içgüdüler vs. gibi) doyurmazlar ise ölmezler, sadece huzursuz olurlar, ama uzvi ihtiyaçları olan yeme, içme, yediklerini çıkarma ve soluma gibi ihtiyaçlarını doyurmazlar ise ölürler.

İnsanoğlu “aklını kullanarak” her türlü doyurma işini yaparken, hayvanlar ise “uzvi ihtiyaç ve içgüdülerinin kendisini tahrik etmesiyle” hemen harekete geçip ihtiyaçlarını doyurma ve giderme yolunu tercih ederler.

Yani hayvanlar için “aklını kullanma” diye bir şey asla söz konusu değildir. Çünkü hayvanlarda akıl yoktur. Akıl; insanoğluna özgü bir vakıadır.

Malumunuz, her iki mahlûkatın da erkek ve dişi cinsiyet vardır.

Bir yaratılış özelliği olarak her iki cinsiyetteki mahlûkatta, cinsler arası sosyal ilişkiler kurar ve kendilerince bir çekirdek aile oluşturur, yuva kurar, ürer ve topluluklar halinde yaşarlar.

Yine bir yaratılış özelliği olarak erkek cins, dişi cinse göre fiziki görünüş ve anatomik yapı olarak bir takım ayrıcalıklı özelliklere sahiptir, topluluğun lideri ve sürükleyici lokomotifidir.

Hayvanlar âlemi ile ilgili çeşitli belgeselleri izleyen, okuyup araştıran ya da bu konularda uzmanlaşmak isteyen her kişi; hayvanların aile hayatı ve sosyal ilişkileri, bunun kuralları, sürüler halindeki yaşantının esasını oluşturan temel etkenleri de açıkça görür ve anlar.

Ben burada hayvanlar âleminin aile hayatı, sosyal ilişki kuralları vs. üzerinde durmayacağım.

Çünkü onların sosyal yaşantıları bizi ilgilendirmiyor. Zaten onlar bu konuda her hangi bir sorun yaşamıyorlar, yaşamaları da mümkün değil.

Çünkü onların da yaratıcısı olan şanı yüce Allah(cc), onları motive eden içgüdülerine öyle mükemmel bir program yerleştirmiş ki, ekolojik denge içinde huzurlu ve mutlu bir hayat yaşıyorlar.

Yeter ki, zalim insanlar hayatlarına karışmasın ve onların yaşadığı tabiatı ve çevreyi bozmasın.

İnsanoğluna gelince. Kâinattaki tüm mahlûkat içinde aklını kullanarak hareket eden tek varlık insanoğludur.  

İnsanlık tarihi boyunca cinslerin bir araya gelmesiyle kurulan yuvalar, doğan çocuklar, akraba ve komşular, sosyal ihtiyaç gereği bir takım ilişkiler kurmuş ve tüm ihtiyaçlarını da, hep aklederek yani aklını kullanarak doyurup varlıklarını devam ettire gelmişlerdir.

İnsanlar arası toplumsal ilişkiler, tarih boyunca insanoğlu tarafından bir takım kurallarla çeki düzene tabi tutulmuş ve disipline edilmeye çalışılmıştır.

Yani aklını kullanarak kural koyan, bunu örf ve adet haline getiren, devlet olduklarında da adına anayasa ve kanun dedikleri ete kemiğe büründüren hep insanoğlu olmuştur.

Şu husus bir gerçektir:

İnsanoğlu, aciz ve sınırlı bir mahlûktur. Bu aciz ve sınırlı olma özelliği nedeniyle tüm mahlûklar da kendinden üstün olana yani kendisini yaratan bir yaratıcıya muhtaçtır.

Yaratıcı oksijenimizi 10 dakika kesse, ona muhtaç tüm mahlûkat ölür. Mesela su hayattır. Su olmazsa hayat biter değil mi? Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Aciz olan bir insanın, “aklı” da haliyle sınırlıdır. Birçok şeye adeta deneme yanılma yoluyla ulaşmaktadır.

Sınırlı olan bir aklın “çare ya da çözüm” diye ortaya koyacağı her bir şeyde elbette ki sınırlı olacaktır.

İşte bu nedenledir ki, toplumsal ilişkileri düzenleme ve ihtiyaçlara cevap verme iddiasındaki tüm beşeri anayasa ve kanunlar, çözüm olmak şöyle dursun, “çözümsüzlüğün kaynağı” olmuşlardır.

Bu sonuç, tabii bir sonuçtur. Çünkü bizatihi kendisi zaten aciz olan bir mahlûkun icadıdır.

Bu nedenle tarih boyunca anayasa ve kanunlar, adeta her sene “Yeni Anayasa” vaatleriyle değiştirilmekte, insanlar renkli ve üç boyut baskılı bal resimleri yalatılıp avutulmaktadır.

Çünkü ortada, iflas etmiş bir anayasa, sosyal yaralara kezzap olmuş kanunlar manzumesi vardır.

Muhterem kardeşlerim, değerli okurlarım

Bütün bunları niçin anlattım ve biraz vaktinizi aldım biliyor musunuz?

Aile hayatımızın temelini oluşturan anne-baba ya da karı-koca arasındaki sosyal ilişkilerde yaşanan nice problemlerin temel nedenini sizlere çok net bir şekilde anlatmak için.

Şayet problemlerin teşhisi doğru olursa, tedavi için gereken köklü çözüme yönelmek, bunun yegâne çözüm olduğuna kanaat getirmek de daha kolay olacaktır inşallah.

Güzel ülkemizin nice şehirlerinde esnaftan alış veriş yaparken, duvara asılı bir levhadaki “ALLAH’IN DEDİĞİ OLUR” cümlesi mutlaka sizin de dikkatinizi çekmiştir.

Bu veciz cümle belki birkaç manada yorumlanabilir.

Ben bunu şöyle yorumluyorum: “Bu iş yerinde ne senin dediğin ne de benim dediğim olur arkadaş.. Ancak Allah’ın dediği olur..”

Yani ticari alış verişimizde Allah’ın koyduğu ölçü geçerlidir; bizde faiz olmaz, aldatma olmaz, yalan olmaz, fahiş fiyat olmaz, ihanet olmaz..

Peki, Allah’ın dedikleri nerede?

Yüce kitabı Kur’an da ve örnek Resul Hz.Muhammed’in (sas) sünneti yani Hadis kitaplarında..

Yeter ki biz Allah’ın bize ne dediğini, ne istediğini, neyi yasakladığını öğrenmek isteyelim.

İstersek elimizdeki akıllı cep telefonlarına bunların tamamını yükleyebiliyoruz değil mi?

Demek ki tek bir şeye ihtiyacımız var; “Öğrenmeyi canı gönülden istemek..”

Samimiyetle ailesindeki problemler için doğru ve kökten çözüme yönelmek isteyen her kişinin daha işin başında şunu kabullenmesi “olmazsa olmaz” bir zarurettir.

“Ben aciz ve sınırlı bir mahlûk olarak, karı-koca ilişkilerin düzenlenmesi konusunda da Allah’ın yüce kitabı Kur’an da dediği ve Resulü Hz. Muhammed’in (sas) Sünnetinde bize anlattığı tüm anayasa ve kanunlara harfiyen iman ediyor, onları benimsiyor ve aile yaşantımda bunların tamamını harfiyen uygulayacağıma söz veriyorum.. Bu sözlerimin, taahhüdümün şahidi Allah’tır..”

İşte kardeşlerim asıl ilaç budur, köklü çözüm de budur.

Bu temel üzerine bina edilen her aile, Allah’ın izni ve yardımıyla sapasağlam ve dimdik ayakta duracak, karşılaşacakları hiçbir problem ya da zorluk hatta fırtınalar bu binayı yıkamayacaktır inşallah.

İnsanın olduğu her yerde şeytan da vardır nefsani harekette.. Özellikle İslam’a göre yaşama kararı veren ailelere şeytan daha çok MUSALLAT olur.

Karı koca arasını açmak için elinden ne gelirse ardına koymaz. Nefiste işin girdimi, karı koca başlarlar “Vay senin dediğin, vay benim dediğim..” Şeytan ve nefsin verdiği tahriklerle aradaki ihtilaf büyür gider.

İşte bu anda kardeşlerim hanımınıza yada beyinize deyin ki; “Ne senin dediğin ne benim dediğim, gel Allah’ın dediğine bir bakalım..”

Şu ayet kulağımıza küpe olsun ne olur:

“Hayır, Rabbine and olsun ki, onlar aralarında çıkan ihtilafta, seni hakem tayin edip, sonra da senin vermiş olduğun hükme, gönüllerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar.” (Nisa suresi 65.ayet meali)

Evet, kardeşlerim ihtilafsız hiçbir aile olmaz ama Allah’ın dediklerini kulak ardı eden, önemsemeyenler de asla iflah olmaz

Rabbim cümlemize İslami vasıflara haiz aileler olmayı nasip etsin. Böylesi vasfa haiz karı kocanın olduğu bir aile, her zaman yaratanın yardımını hak etmiş bir ailedir.

Biz aciz kullar, her daim Rabbimizin yardımına muhtacız. Şanı yüce Allah’ın (cc) Kur’an da ve Resulü’ nün Sünnetinde ortaya koyduğu tüm emir ve yasaklar yani kanunlar, biz itaat edelim diye konmuş hükümlerdir.

Yüce kitabımız Kur’an da “Allah’ın dinine yardım etmek” diye bir kavram vardır. Haşa Allah (cc), biz aciz kulların yardımına asla muhtaç değildir.

Burada kastedilen şey,“Allah’ın dinine bağlanmak, gereklerini yerine getirmek, sosyal hayatımıza hâkim kılmak” demektir. Bakın bu cümle ayeti kerimenin tamamında nasıl geçiyor:

“Siz Allah’ın dinine yardım ederseniz, Allah’ta size yardım eder ve ayaklarınızı sabitleştirir.” (Muhammed Suresi 7.ayet)

Düşünelim ki Allah’ın (cc) yardım ettiği bir karı koca nasıl bir aile olur? Allah’ın (cc) yardım ettiği bir hasta nasıl bir hasta olur? Allah’ın (cc) yardım ettiği bir ordu nasıl bir ordu olur değil mi?

O halde haydin salaha haydin felaha misali haydin aile hayatımızda da “Allah’ın dinine yardım etmeye” diyelim inşallah.

Çünkü dünya ve ahiret saadetimizin teminatı budur.

Ahiret hayatımızın tarlası olan bu dünya hayatında, buğday eken buğday biçer misali, Allah’ın dinine yardım eden de, hem dünyada, hem kabirde hem de ahirette Allah’ın yardımına mazhar olacaktır inşallah.

Muhterem kardeşlerim

Bu web sitemizin sağ tarafındaki KATOGORİLER sütununda “Aile Hayatımız” diye bir bölüm var.

İnanıyorum ki burada bulunan konu başlıklarını okumanız size çok şey kazandıracak belki de bir derdinize ilaç olacaktır inşallah.

Ey anneler babalar, ey ailenin temel taşı karı-kocalar..

Lütfen aklımızı başımıza alalım. Misafir olduğumuz şu üç beş günlük dünyada, üç beş şey için bir birimizi kırmayalım.

Ölüm çok hem de çok yakın.. Arkasından “ahh rahmetli..” diye günlerce ağlayacağımız günler gelmeden birbirimizin kadri kıymetini bilelim..

Unutmayın ki şanı yüce Allah (cc), kadir kıymet bilmeyenin elinden kendisine verdiği o nimeti, daha kendisi hayatta iken elinden geri almaktadır..

Satırlarıma burada son verirken, Şair Halil Çalışkan kardeşimin makaleme de başlık teşkil eden aşağıdaki güzel şiirini sizlerle paylaşıyorum.

Kardeşiniz Bekir Yetginbal

        EŞİM OLMA, KARIM OL

Bakma daha ilkel durduğuna sen,

Ruhu vardır kelimelerin.

“Karı-koca” “eş”ten daha çok şey anlatır.

Belki tutup ellerimizden

Bize unutulmuş bir şeyi hatırlatır.

Belki anlarız birbirimizi,

Kelimeleri anlarsak eğer. 

        Sahi, biliyor musun?

        Neden erkeğe “koca”,

        Kadına da “onun karı” demiş eskiler? 

Eşim değil, karım ol.

Kedilerin eşi olur, terliklerin de

İnsanın eşi olmaz.

“Eş” diyorlar eşlik ediyor diye.

Eşlik etmek yeter mi?

Fazlasını beklemez mi insan yârinden? 

Kelimeleri yitirmeseydik anlardık belki.

        Evlenecek erkeğe ”koca” demişler.

        Çünkü “koca” bilge ve yüce demektir.

        Koca demek, dağ demektir.

Ve ne kadar yüce olursa olsun,

Üstünde kar olmayan dağ eksiktir.

Dağların yücesine kar yağar diye

Kadına da “kocanın karı” demişler. 

Bakma şimdi “karı-koca” ilan ettiklerine.

“Koca ve onun karı” olmalıyız aslında.

Yani yüce bir dağ olmalı adam. 

        Kar gibi pak ve masum olmalı kadın.

        Örtmeli ve bir ömür, süsü olmalı dağın.

        Çünkü üşür tepesinde kar olmayan dağ,

Ne kadar yüce olursa olsun, yarımdır hala.

Eşim olma, karım ol.

Bana benzemeye çalışma sakın.

Bana benden lazım değil bir tane daha.

Ama unutma ki sensiz yarımım.

Her zaman söylemem, ama sen anla.

Eşim olma, karım ol. Beni tamamla…

ÖNEMLİ BİR NOT: Aşağıdaki Link’te bulunan makaleyi de bu konu ile bağlantısı nedeniyle okumanızı sizlerden istirham edeceğim.

https://bekiryetginbal.com/evlilik-bir-aractir-peki-evlilikte-asil-amac-ne-olmali/

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın