Dünya Hayatının Değeri Nedir Biliyor musunuz?
Dünya Hayatının Değeri Nedir Biliyor musunuz?
Allah Subhenehû ve Teala’nın Resulü şöyle buyurmaktadır:
“Ümmetler ve milletler (din mensupları) birbirlerini sofraya davet ettikleri gibi yine birbirlerini sizin üzerinize davet edecekler ve üzerinize üşüşecekler.”
Bu sözü duyanlardan birisi: Bizim azlığımızdan mı? diye sorar.
Rasulullah; “Hayır, Aksine siz o gün çok olacaksınız. Fakat sizin çokluğunuz tıpkı selin önüne katıp sürüklediği çer çöp gibi olacaktır. Allah düşmanlarınızın kalbinden size karşı duydukları korkuyu kaldıracak ve sizin kalbinize vehen bırakacak.” buyurur.
Yine bu sözü duyanlardan birisi: Ya Rasulullah, Vehn nedir? diye sordu. Resulullah; “Ölüme karşı isteksizlik ve dünya sevgisidir.” dedi.
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem 14 asır önce yaptığı bu hadisteki tasvirle adeta günümüz Müslümanlarının durumunu da ortaya koymaktadır.
Hadisin sonunda yer alan; “Ölüme karşı isteksizlik ve dünya sevgisi” ifadeleri gerçekten bugün karşı karşıya kaldığımız sorunlardan birisidir.
Günümüzün Müslümanları olarak bizler dünya hayatına ne kadar değer verip-vermemiz gerektiği hususunda şaşkın bir hale geldik.
Müslümanlar, sahip oldukları inançlarından kaynaklanan doğru düşüncelerden vazgeçip batı fikirlerini benimsemekle dünya hayatına bakışları tamamen değişti.
Kâfirler nezdinde; Allah Subhenehû ve Teala’ya ve Rasulüne inanmayanlar ve Allah’ın dinini tek din olarak kabul etmeyen kişilerin yaşamında dünya hayatı; nimetlerinden sınırsız bir şekilde, en üst düzeyde faydalanılması gereken bir yer olarak algılanmaktadır..
Çünkü kâfirlerin bir kısmı ahiret hayatına kesinlikle inanmamakta ve ahiret inançları şekli bir inanç olmaktan öteye geçmemektedir.
Onlar için “yaşanabilecek tek hayat” bu dünya hayatıdır. Onların ahiretteki nasipleri ise ancak cehennemdir.
Evet, gerçekten bu dünya hayatı, kâfirlere süslü gösterilmiş bir hayattır. Onların bu hayata sahip olmak için yapamayacakları hiçbir şeyleri yoktur.
Onlar ahirette ise hüsran içerisinde olacaklardır.
Müslüman ise, asla kâfirler veya müşrikler gibi değildir. Müslümanlar için ahirette içinde ebedi kalmak üzere hazırlanmış Cennet vardır.
Dolayısıyla Müslüman’ın “dünya hayatına bakışı da” kâfirlerin bakışından çok çok farklı olmalıdır.
Müslüman’ın gözünde dünya hayatı, ne pahasına olursa olsun her şeyiyle kaçırılmaması gereken bir hayat değil, bilakis bir imtihan dünyası olarak değerlendirilmelidir.
Çünkü insanların tamamı bu dünyaya imtihan için gelmişlerdir. Bu konuyla ilgili bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
الذي خلق الموت والحياة ليبلوكم أيكم أحسن عملا وهو العزيز الغفور
“Hanginizin daha iyi iş işleyeceğini imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” (Mülk suresi 2)
Tüm insanlar, özellikle de Müslümanlar bu dünya hayatında imtihan için bulunduklarının bilincinde olmalıdırlar ve dünya hayatına da ona göre değer vermelidirler.
Müslüman’ın gayesi “her ne olursa olsun” dünyayı kazanmak değil “ahireti kazanmak, Allah’ın rızasını elde etmek” olmalıdır.
Dünya hayatı yalnızca ahireti kazanmak için hazırlanmış bir tarla konumundadır.
Allah Subhenehû ve Teala’nın kitabında kendilerinden övgü ile bahsettiği, razı olduğunu bildirdiği Sahabelerin (Allah onlardan razı olsun) hayatlarına bir bakalım.
Acaba onların yaşadıkları dönemin “Asrı Saadet” olarak isimlendirilmesinin nedeni, sahip oldukları dünya zenginliklerinden mi yoksa bundan çok daha değerli şeylere sahip olmalarından mı kaynaklanıyordu?
– Aişe Radiyallahu Anhuma’dan gelen bir rivayete göre şöyle denmektedir:
“Üzerinden üç hilal geçerdi de Allah Resulü’nün evlerinde ateş yanmazdı.” Yani iki ay üst üste Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in evlerinde sıcak yemek pişmezdi.
Sahabelerden birçoğu yiyecek bulamadıkları için günlerce aç gezerlerdi, günlerini oruçla geçirirlerdi.
– Suheyb er-Rumi, Mekke’den Medine’ye hicret ederken yolunu kesip Mekke‘de kaldığı süre içerisinde sahip olduğu mal varlığını almak isteyen müşriklere, Medine‘ye hicretine engel olmamaları koşuluyla malının tamamını bırakmıştır.
Medine‘ye geldiğinde ise Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem; “Suheyb kazandı. Suheyb kazandı” diyerek yaptığı işi tasvip etmiştir.
– Ebu Bekir Radiyallahu Anha Mekke‘de iken sahip olduğu 40.000 ukiyelik mal varlığının 34.000 ukiyelik kısmını Allah Subhenehû ve Teala için harcamış, Müslüman köleleri alıp âzad etmiştir.
Müslüman olmadan önce yaptığı ticari seyahatlerin hepsini iptal ederek yalnızca Mekke içerisinde ticaret yapmakla yetinmiştir.
– Tebuk savaşına gidecek ordunun hazırlanması için Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem Müslümanların tasaddukta bulunmalarını istediğinde malının tamamını getirmesi üzerine Ömer Radiyallahu Anha;
‘Bu sefer de Ebu Bekir’i geçemedim’ diyerek kendi kendine hayıflanmış ve Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’e;
“Ya Resulullah Ebu Bekir evinde çocuklarına hiçbir şey bırakmadı” dediğinde Ebu Bekir Radiyallahu Anha şöyle cevap vermiştir:
“Getirdiklerimden daha hayırlısını bıraktım.” Ne bıraktın? “Allah ve Resulünü bıraktım.”
– Ömer Radiyallahu Anha’nın Hilâfeti zamanında yapılan fetihler sonucunda İslâm Devleti’ne bol miktarda ganimet gelmeye başlamıştı.
Ömer Radiyallahu Anha bir yandan önünde yığılı olarak durmakta olan altınlara bakıyor bir yandan da hüngür hüngür ağlayarak şöyle diyordu:
“Allah biliyor ya, bunu peygamberinden ve Ebu Bekir’den sakındırdı da bana verdi. Bununla hayır mı yoksa şer mi diledi?”
Yani Ömer Radiyallahu Anha önünde yığılı bir halde bulunan altınlara sevineceği yerde bunun kendisi için bir imtihan olduğunu düşünerek, imtihanı kaybetmekten korkuyordu.
Gerçekten de Sahabe dünya hayatına gerektiğinden fazla önem vermiyorlardı. Onların dünyaya bakışlarının temel esaslarını Allah Subhenehû ve Teala’nın şu ayetleri oluşturuyordu:
أولئك الذين اشتروا الحياة الدنيا بالآخرة فلا يخفف عنهم العذاب ولا هم ينصرون
“İşte onlar, ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.” (Bakara suresi 86)
كل نفس ذائقة الموت وإنما توفون أجوركم يوم القيامة فمن زحزح عن النار وأدخل الجنة فقد فاز وما الحياة الدنيا إلا متاع الغرور
“Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Ali imran suresi 185)
من كان يريد حرث الآخرة نزد له في حرثه ومن كان يريد حرث الدنيا نؤته منها وما له في الآخرة من نصيب
“Kim ahiret kazancını istiyorsa, onun kazancını arttırırız. Kim de dünya kârını istiyorsa ona da dünyadan bir şeyler veririz. Fakat onun ahirette bir nasibi olmaz.” (Şura suresi 20)
Evet, Sahabe-i kiramı ve dünya hayatına bakışlarını bir kısmını yazdığımız bu ayetler şekillendiriyordu.
Onların gayeleri dünyayı, dünyanın geçici nimetlerini kazanmak değil âlemlerin Rabbi olan Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasını kazanmaktı.
Temel düşünceleri bu nokta üzerinde yoğunlaşıyordu.
Ahiret yurdunu kazanabilmek için sahip oldukları dünya varlıklarının tamamını feda etmeye her zaman için hazır kimselerdi.
Çünkü onlar Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in şu hadislerini kendilerine şiar edinmişlerdi:
Ebu Hureyre’den Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle dedi:
“Allah Subhenehû ve Teala buyuruyor ki; Salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve herhangi bir insanın hatırından dahi geçmeyen (nimetler) hazırladım. Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: “Yaptıklarına karşılık olarak, onlar için ne mutluluklar saklandığını hiç kimse bilemez.” Cennette bir atlının gölgesinde yüz yıl boyunca gideceği ancak yine de aşamayacağı büyüklükte bir ağaç vardır. Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: “Uzamış gölgeler” Sizin Cennetteki bir kamçı kadar yeriniz, dünyadan ve dünyadakilerden daha hayırlıdır.” Dilerseniz şu ayeti okuyunuz: “Kim Cehennemden uzaklaştırılıp Cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir.” (Tirmizi,K. Tefsiri’l Kur’an, 3214; Secde 17, Vakıa 30, Ali imran 185)
“Allah’a and olsun ki ahirete göre dünyanın durumu birinizin denize parmağını daldırması gibidir. Baksın bakalım parmağı ona denizden ne getiriyor.” (Ahmet b. Hanbel, Müs. Şamiyyin, 17326)
Aişe Radiyallahu Anha’dan gelen bir rivayette Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurmaktadır:
“Dünya yurdu olmayanın yurdu, malı olmayanın malıdır. Aklı olmayan kimse dünya için biriktirir.” (Ahmet b. Hanbel, Baki Müs. Ensar, 23283)
Ebu Musa el-Eşari’den Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem şöyle buyurdu:
“Kim dünyasını severse ahiretine zarar verir. Kim de ahiretini severse dünyasına zarar verir. Baki kalanı (ahireti) yok olana tercih ediniz.” (Ahmet b. Hanbel, Müs. Kufiyyin, 18866)
Sahabeler, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in dünya hayatına asla değer vermediğini, Allah Subhenehû ve Teala’nın razısı uğrunda her türlü sıkıntıya katlanmaya hazır olduğunu, dünyanın her türlü nimetlerini elinin tersi ile ittiğini gösteren şu ifadelerini görüyorlar ve aynen onun peşinden gidiyorlardı:
Mekke‘de müşriklere karşı mücadelesini yürütürken, davasından vazgeçmesini, putlarına, Mekke‘nin liderlerine, yöneticilerine, sosyal hayatlarına ve ticari ilişkilerine çatmamasına karşılık kendisini başlarına lider yapacakları, Mekke‘nin en güzel kızı ile evlendirecekleri veya istediği kadar para verecekleri teklifini amcası aracılığı ile gönderdiklerinde amcasına şöyle diyordu:
“Allah’a yemin olsun ki ey amcacığım. Bu işten vazgeçmem için onlar bir elime ayı bir elime de güneşi verseler ben yine bu davadan vazgeçmem. Bu baş bu vücuttan ayrılıncaya ya da bu din hâkim oluncaya kadar mücadelemi sürdüreceğim.”
Amcası Ebu Talib‘in ve eşi Hatice Radiyallahu Anha’nın vefatından sonra davet amacıyla gittiği Taif‘te ve dönüşünde karşılaştığı kötü muamele karşısında ellerini kaldırarak şöyle diyordu:
“Allah’ım, Gücümün azlığını, çaresizliğimi ve insanların bana yaptıklarını, beni hakir görmelerini yalnızca sana şikâyet ediyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi. Sen güçsüzlerin, hor ve hakir görülenlerin Rabb’isin. Benim de Rabbimsin. Beni kime bırakıyorsun? Kötü sözlü, kütü yüzlü uzak kimselere mi? Yoksa işlerimi eline bıraktığın bir düşmana mı? Eğer bana karşı öfkeli değilsen ben bunların hiç birisine aldırmam. Senin af ve merhametin bana bunları da göstermeyecek kadar geniştir. Senin gazabına uğramaktan, ilahi rızandan uzak kalmaktan sana, senin o karanlıkları aydınlatan dünya ve ahiret işlerini yoluna koyan ilahi nuruna sığınırım. Allah’ım, Sen hoşnut oluncaya kadar affını dilerim. Allah’ım kuvvet ve kudret ancak senin elindedir.”
Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, Taif’lilerden gördüğü bunca hakarete, dönüş yolunda taşa tutulmasına rağmen Allah’ı razı etmekten başka hiçbir şeyi hedeflemiyordu.
Mekke müşriklerinin kendisine teklif ettikleri dünyalıklara hiçbir şekilde tenezzül etmiyordu.
Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasını kazandıracak olan Allah Subhenehû ve Teala’nın dinini yeryüzüne hâkim kılma görevini yerine getirmekten başka hiçbir şeyi kendisine dert edinmiyordu.
Onun ne dünyada ne de dünya malında gözü yoktu.
Ruhunu Allah’a teslim etmesinden kısa bir süre önce söylediği şu ifadelerle, dünyaya bakışını net olarak ortaya koyarak ashabına ve onlardan sonra kıyamete kadar gelecek tüm İslâm ümmetine en güzel bir örnek olma özelliğini koruyordu.
Abdullah b. Amr, Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem’in kölesi Ebu Müveyhibe’den rivayet ediyor.
Bir gece yarısı Rasulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem beni uyandırdı ve bana şöyle dedi:
“Ey Eba Müveyhibe.. Ben, Baki kabristandakilere mağfirette bulunmakla emr olundum, haydi birlikte gidelim.” Ben de onunla birlikte yola çıktım. Oraya vardığımızda onların aralarında durarak şöyle seslendi: “Allah’ın selamı üzerinize olsun ey kabir halkı sizin şu andaki haliniz insanların içerisinde bulundukları halden daha iyidir. Allah’ın sizi kurtardığı şeyleri (tehlikeleri) ah bir bilseniz. Sonra gelen öncekinden daha kötü olan karanlık geceler gibi peş peşe gelen fitneler olacaktır.” Sonra bana yöneldi ve şöyle dedi: “Ey Eba Müveyhibe.. Bana, dünya hazinelerinin anahtarları ve dünyada sonsuza kadar kalmak ve cennet vaad edildi. Bunlarla, Rabbime ve cennete kavuşma tercihlerinden birisini seçmek arasında serbest bırakıldım.” Dedim ki;(ey Allah’ın Rasulü)Anam, babam sana feda olsun. Keşke dünya hazinelerinin anahtarlarını, içinde sonsuza kadar kalmayı sonra da cenneti tercih etseydin. (Dedi ki;) “Allah’a yemin olsun ki hayır, ey Eba Müveyhibe. Ben Allah Azze ve Celle’ye kavuşmayı ve Cenneti seçtim.” Sonra Baki kabristanda bulunanlara istiğfarda bulundu, oradan da evine gitti.” (Ahmet b. Hanbel, Müs. Mekkiyyin, 15425)
Yeryüzünde yaratılmışların en şereflisi, Allah nezdinde insanların en değerlisi, Peygamberlerin sonuncusu, tüm insanlara uyarıcı ve müjdeci olarak gönderilen, rahmet Peygamberi Rasul Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem; dünyada sonsuza kadar kalma, dünya hazinelerinin anahtarlarına sahip olma teklifini elinin tersi ile iterek, ebedi olanı, bunlardan çok daha değerli olanı, Âlemlerin Rabbine kavuşmayı tercih etmiştir.
Kerim Rasulün yolundan giden Sahabe de aynı şekilde dünyayı değil ahireti kazanmayı kendilerine düstur edinmişlerdir.
Allah Subhenehû ve Teala’nın rızasını kazanmak, dinini dünyanın en ücra köşelerine taşımak için cepheden cepheye koşmuşlardır.
Onlar, dünyanın peşinden koşmamışlar dünyayı peşlerinden koşturmuşlardır. Allah’a, Rasulüne, dinine ve Müslümanlara düşmanlık edenlerden korkmamışlar, aksine onların kalplerine korku üstüne korku salmışlardır.
Allah’ın dinini dünyaya hâkim kılmak için Cebelitarık Boğazını geçerek İspanya kıyılarına varmasının ardından tüm gemileri yaktıran Tarık bin Ziyad askerlerine şöyle sesleniyordu:
“İşte arkanızda koskoca ordu gibi bir derya, önünüzde de derya gibi bir ordu bulunmaktadır. Ya Allah yolunda, önünüzdeki derya gibi ordu ile karşılaşır öldürülüp şehadet şerbetini içer veya Allah tarafından zafere eriştirilirsiniz ya da geri dönmeyi arzular arkanızdaki derya ile boğuşursunuz. Tercih sizindir..”
Bu konuşmanın ardından Tarık bin Ziyad komutasındaki İslâm ordusu iki saat içerisinde Tulaytıla‘nın sarayına girerek tüm hazineleri ganimet olarak ele geçiriyor ve Tarık bin Ziyad ayağını Tulaytıla‘nın hazinelerine basarak şöyle diyordu:
“Ey Tarık, bir zamanlar para ile alınıp satılabilen bir köle idin, şu anda ise Tulaytıla’nın hazineleri ayaklarının altında durmaktadır..”
Evet, Tarık bin Ziyad, bu günkü İspanya‘yı dünya malına sahip olmak, batı dünyasında olduğu gibi sömürgecilik için feth etmemişti.
Tarık bin Ziyad ve onun dışındaki tüm İslâm komutanları, sultanları ancak Allah’ın dinin dünyaya taşımak, hâkim kılmak için cihad etmişlerdir.
Dünyanın peşinde koşmadan dünyayı kendi peşlerinden koşturmuşlardır. Allah’ın rızasını talep için çalışırlarken aynı zamanda Allah Subhenehû ve Teala, dünyanın tüm nimetlerini onların ayakları altına sermiştir.
Halid bin Velid‘ler, Tarık bin Ziyad‘lar, Selahaddin Eyyubi‘ler, Halife Mutasım‘lar, Fatihler, Yavuzlar ve daha nice kahraman ve cesur İslâm komutanları Allah’tan başka hiç kimseden korkmadan, yalnızca Allah’ın dinini tüm dünyaya hâkim kılmayı ve Allah yolunda şehit olmayı arzulayarak hareket etmişlerdir.
Onların kalplerinde günümüzün komutanlarında olduğu gibi dünya sevgisi değil, cennet özlemi vardı.
Onlar İslâm düşmanlarından değil İslâm düşmanları onlardan korkuyorlardı. Ölümden kaçmıyorlar koşarak, seve seve ölüme gidiyorlardı.
Çünkü onlar bu dünyayı değil cenneti istiyorlardı.
Onların hayata bakış açılarını; fayda-zarar, iyi kötü veya çıkarcılık değil, Allah ve Rasulü’nden gelen Şer’i hükümler, helaller ve haramlar şekillendiriyordu.
Bunun için her şeye bakışları farklıydı.
Başları dimdik, tok sesli, cesur, uyanık, dünya sınırlarını aşarak ahireti ve Cenneti kuşatan bir ufka sahip, ileri görüşlü kimselerdi.
Geçmişte olduğu gibi bugün de İslâm ümmeti içerisinden böylesi komutanları çıkartmaya elbette ki muktedirdir.
Ümmet, öncekilerdeki üstün özelliklere sahip kişileri yine en yakın zamanda görmeyi arzulamaktadır.
Başlarında; Allah’a, Rasulü’ne, İslâm’a ve Müslümanlara düşmanlık yapmayan, korkaklardan korkmayacak kahraman ve cesur komutanları, yöneticileri görmek istemektedirler.
Haçlıların egemenliği altındaki Kudüs‘ü fethetmeden rahat bir uyku uyuyamayan ve gülmeyen Selahaddin Eyyubileri arzulamaktadırlar.
Rasulün hadisinde belirttiği müjdeye nail olabilmek için gece gündüz İstanbul’u fethetme hazırlıklarını sürdüren ve planlar yapan Fatihleri beklemektedirler.
Filistin‘de, Suriye‘de, Bosna’da Azerbaycan‘da, Özbekistan‘da, Türkiye‘de ve Kosova‘da, Irak’ta ve daha birçok bölgede Müslüman kızlarımızın, annelerimizin ve kız kardeşlerimizin namuslarına, başörtülerine el uzatanlara haddini bildirecek Halife Mutasım gibi komutanların çıkmasının özlemini çekmektedirler.
Allah Subhenehû ve Teala şöyle buyurdu:
أم حسبتم أن تدخلوا الجنة ولما يأتكم مثل الذين خلوا من قبلكم مستهم البأساء والضراء وزلزلوا حتى يقول الرسول والذين آمنوا معه متى نصر الله ألا إن نصر الله قريب
“Sizden öncekilerin başlarına gelenler sizin başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi zannettiniz? Peygamberler ve onunla beraber bulunan müminler: Allah’ın yardımı ne zaman? diyecek kadar darlığa ve sıkıntıya uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki Allah’ın yardımı şüphesiz yakındır.” (Bakara suresi 214)
Alıntıdır
Tags: