Diyanet İmamları Arkasında Namaz Kılınır mı?
Diyanet İmamları Arkasında Namaz Kılınır mı?
Âlim, müfessir ve Devlet adamı Esad MANSUR hocaya bu soru soruldu. Verdiği tafsilatlı cevabı aşağıda ilgi ve bilgilerinize arz ediyoruz.
Rabbim hocamızdan razı olsun, ona hayırlı uzun ömürler versin. Verdiği tafsilatlı cevabı, hayırlara vesile eylesin. Âmin
– – – – –
Hocam selamunaleykum, bir arkadaşımla tartıştığımız şu konuda sizin fikrinizi öğrenmek istiyorum. Aşağıda; bir “maddeye ve belgeye” dayanarak arkadaşımın düşündüklerini size yazdım.
Bu düşünceler doğrultusunda arkadaşım “Cuma namazı” kılmıyor. Ama kendi başına hiç aksatmadan tüm namazlarını kılıyor, orucunu da tutuyor.
MADDE 136: Genel idare içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı, lâiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasî görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir.
Arkadaşım; Türkiye Cumhuriyeti anayasasındaki bu maddede, “Diyanet İşleri Başkanlığı” nın görev tanımı var. Buradaki tanıma göre “Laiklik ilkesi” doğrultusunda işlerini yürütmesi, bize “küfür düzeni ile yönettiğini” gösterir, bu yüzden ben Diyanetin aldığı kararları “asla uygulanamaz” olarak görüyorum.
Ayrıca yeni memur olunduğunda imzalatılan malum “yemin belgesi” de var. Burada da bu belgeyi imzalayarak “Laiklik” kabul edilmiş, benimsenmiş oluyor ve “Laikliği kabul eden bir kişi küfre girmiştir ve küfre giren bir imamın arkasında asla namaz kılınmaz” diyor.
Soru:
Diyanet imamlarının arkasında namaz kılınır mı?
Cevap:
Laiklik kanunu, Müslümanlarla savaşan “sömürgeci kâfir Fransa’dan” getirildi. Bunun manası; “Dini hayattan tamamen ayırmak..” tır. Din asla; “Devlete ve siyasete karıştırılmayacak, devlet, siyaset, sair nizam ve kanunların temeli veya dayanağı olmayacak..” tır.
Bu ise küfrün ta kendisidir. Kim buna inanırsa “kâfir” olur, ebediyen cehennemde kalır. Kim buna inanmayarak bunu uygularsa “fasık ve zalim” olur, cehennemde uzun müddet yanar ve ağır bir azap görür.
Bunun delili ise şu ayetlerdir:
وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡكٰفِرُوۡنَ
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese kâfirlerin ta kendileridir” (Maide suresi 44)
وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الظّٰلِمُوۡنَ
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese zalimlerin ta kendileridir” (Maide suresi 45)
وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡفٰسِقُوۡنَ
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese fasıkların ta kendileridir” (Maide suresi 47)
İbni Abbas (r.a) bu ayetleri tefsir ederken şöyle dedi: “Kim küfür ahkâmına inanarak hükmederse kâfir olur. Kim küfür ahkâmına inanmayarak uygularsa fasık ve zalim olur.”
Bugün birçok Diyanet hocası laikliğe inanmıyor, sadece “imamlık” görevini yapıyor, namaz kıldırıyor, Cuma hutbesini okuyor ve vaaz veriyor, fakat “Laikliği insanlara anlatmıyor, övmüyor ve onu benimsettirmeye” çalışmıyor.
Fasıklar arkasında ise namaz kılınır. Bunun delili Rasulullah (sav)’in şu hadisidir:
” الصلاة واجبة عليكم مع كل مسلم برا أ وفاجرا وإن عمل بالكبائر، والجهاد واجب عليكم مع كل أمير برا كان أو فاجرا وإن عمل الكبائر” (الدار قطني وأبو داود)
“ (İster) Takvalı olsun (isterse) facir (açıkça günah işleyen, fasık) olsun, bir büyük günah işlese de, her Müslümanın arkasında namaz kılmak sizin üzerinize vaciptir. Takvalı olsun facir (açıkça günah işliyen, fasık) olsun, büyük günah işlese de her Müslümanın arkasında cihad etmek sizin üzerinize vaciptir” (Darakutni ve Ebu Davut)
Hanefi, Şafi, Maliki, bir kısım Hanbeli ve Zahiri mezheplerindeki âlimlerin çoğu bu görüşü kabul ettiler.
Fakat “takvalı bir imam” arkasında kılmak “daha evladır, daha iyidir”. Facir veya fasık imam arkasında kılmak “mekruh” tur.
Ama bir hocanın “Alenice laikliğe inandığını görürsen” kalkıp onun arkasında namaz kılamazsın. Zira “dinin hayata karışmamasını kabul eden her kişi” dinden çıkar. Çünkü İslam’da “dini hayattan ayırmak” diye bir şey yoktur. O Hristiyanlıkta vardır.
Çünkü Hristiyanlık dininde; “Devlet sistemi, yönetim, iktisat, eğitim ve öğrenim nizamları, İctimai nizam, dış siyaset ve iç siyaset, yargı sistemi ve ceza kanunları vs.” yoktur. Ama bunlar İslam’da vardır.
Nitekim Rasulullah (sav) efendimiz, “Peygamberliği yanında” bizatihi 10 sene kadar “Devlet başkanlığı” yaptı, bu saydığımız nizamları kurdu ve bizzat uyguladı.
Keza, “Raşidi Halifeler” de bunu devam ettirdiler. 1300 sene boyunca Müslümanlar, “Hilafet Devleti ve Halifeler emrinde” bunları bil fiil uyguladılar.
Mustafa Kemal ise “Laikliği benimseyerek” Osmanlı Hilafet Devleti’ ni yıkıncaya kadar Allah’ın hükmü yürürlükte devam etti. Dini “tam laikleştirmek” için Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu. Din ile ve samimi âlimlerle savaştı. Birçok âlimi öldürdü. Böylece “İslami yönetimi korumak” uğrunda binlerce kişi şehit oldu.
Ama “sırf bir maaş karşılığında” memurluk yapmak üzere birçok kişi çalışıyor, hocalık yapıyor, sorarsanız “asla laikliğe inanmadıklarını” söylüyorlar.
Fakat bunların çoğu; hakkı söylemiyorlar, kalkıp laikliği çürütmüyorlar, İslam nizamlarının ve siyasetlerinin uygulanmasının ve Hilafetin “tekrar kurulması farziyetini” hiç mi hiç anlatmıyorlar. Bunların günahı çok çok büyüktür. Bunun delili ise şu ayetlerdir:
Allah (c.c) şöyle buyurdu:
اِنَّ الَّذِيۡنَ يَكۡتُمُوۡنَ مَآ اَنۡزَلۡنَا مِنَ الۡبَيِّنٰتِ وَالۡهُدٰى مِنۡۢ بَعۡدِ مَا بَيَّنّٰهُ لِلنَّاسِ فِى الۡكِتٰبِۙ اُولٰٓٮِٕكَ يَلۡعَنُهُمُ اللّٰهُ وَ يَلۡعَنُهُمُ اللّٰعِنُوۡنَۙ اِلَّا الَّذِيۡنَ تَابُوۡا وَاَصۡلَحُوۡا وَبَيَّـنُوۡا فَاُولٰٓٮِٕكَ اَ تُوۡبُ عَلَيۡهِمۡۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيۡمُ
“İndirdiğimiz açık delileri ve hidayeti (doğru yolu) Kitapta insanlara açıkladıktan sonra onu gizleyenleri Allah lanetler, lanetleyenler de onları lanetlerler. Ancak tevbe edenler, hallerini düzeltenler ve onu açıklayanlar hariçtir. (Allah) Onların tevbelerini kabul ederim. Tevbeleri kabul eden ve bağışlayan benimdir.” (Bakara suresi 159-160)
Rabbimiz şöyle de buyurdu:
اِنَّ الَّذِيۡنَ يَكۡتُمُوۡنَ مَآ اَنۡزَلَ اللّٰهُ مِنَ الۡکِتٰبِ وَ يَشۡتَرُوۡنَ بِهٖ ثَمَنًا قَلِيۡلًا ۙ اُولٰٓٮِٕكَ مَا يَاۡكُلُوۡنَ فِىۡ بُطُوۡنِهِمۡ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُکَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ وَلَا يُزَکِّيۡهِمۡ ۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ اَلِيۡمٌ اُولٰٓٮِٕكَ الَّذِيۡنَ اشۡتَرَوُا الضَّلٰلَةَ بِالۡهُدٰى وَالۡعَذَابَ بِالۡمَغۡفِرَةِ فَمَآ اَصۡبَرَهُمۡ عَلَى النَّارِ
“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip onu az bir pahaya (mal, para, maaş) satanlar, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah onlarla konuşmaz, onları temize çıkartmaz. Onlar için acı bir azap vardır. Onlar hidayeti (doğru yolu) bırakıp dalaleti (sapıklığı), mağfireti bırakıp azabı satın aldılar. Bunalar ateşe ne kadar sabırlıdırlar.” (Bakara suresi 174-175)
Bu nedenle ister Diyanette çalışan hocalar olsun, ister başka yerlerde çalışan hocalar olsun, “her âlim ve her Müslüman” kesinlikle “Allah’ın ayetlerini” kalkıp ta gizleyemez, “şayet gizlerse” lanetli olur, cehennemlik olur. Allah (cc) asla onunla konuşmaz ve onu temize çıkartmaz.
Özellikle hocalar, “az çok da olsa bir ilim sahibi oldukları için” onların görev ve sorumlulukları çok daha büyüktür. “Ölüm kendilerine gelmeden önce” çabuk tevbe etsinler ve bu hallerini düzeltsinler, “Laikliği çürütmeye ve İslam nizamlarını anlatmaya” başlasınlar, “Hilafete davet” etsinler ki Müslümanlar da onlar arkasında rahatça namaz kılsınlar.
Bir Yorum:
Hocam bu yazıda “bir çelişki” var sanki. Üst kısımda “ister fasık olsun fâcir olsun her Müslümanın arkasında namaz kılınır vaciptir. Âlimler de bu görüştedir..” diyorsunuz. Devamında ise “Mekruhtur..” diyorsunuz. Bunu nasıl anlamamız gerekiyor?
Cevap:
Bu soru yerinde bir sorudur, ama cevabımızda “bir çelişki” yoktur. Meseleyi iyi şekilde anlamak gerekir, yine de bu soru sahibine teşekkür ederim.
Hadiste geçtiği gibi “ne olursa olsun” her Müslümanın arkasında cemaatle namazı kılmak vaciptir: Bu; “cemaat namazını kılmanın vacip olması” açısındandır.
Cuma namazı, Bayram namazı veya her hangi bir cemaat namazına bir Müslüman şahit olursa, koşar o cemaate imamlık yapan hangi Müslümansa onun arkasında namazını kılmalıdır, velev ki bu imam “facir veya fasık” olsa da..
Sırf o kişi yüzünden “Cuma ve diğer cemaat halinde kılınan bir namaz” terk edilmez.
Zira “sair vakitlerde” cemaat halinde kılmak vacip değil, sünnettir, “cemaatle kılınan” bir namaz, fert olarak kılınan namaza göre 27 derece daha üstündür.
Her Müslüman, devamlı “cemaat halinde” namaz kılmaya çalışmalıdır. Ancak Cuma, Bayram, Cenaze, bir camide bulunduğu sırada “vakit girerse” orada “cemaat olarak” namaz kılmak vaciptir. Bu husus, “cemaatle kılınması gereken namazlar..” ile ilgilidir. Böylelikle o kişi “Farzı eda etmiş” olur, bu şeriatça sahihtir.
Onların arkasında kılmanın “mekruh olması” meselesine gelince:
Rasulullah (sav) daima “takvalı bir imam” arkasında kılmayı övdü, “takvasız bir imam” arkasında namaz kılmayı ise “kerih/çirkin, hoşa gitmeyen” bir şey olarak gördü ve onu “mekruh” olarak nitelendirdi.
Ama bir Müslüman “takvalı bir imam” bulamaz ise “takvasız veya fasık bir imam arkasında” vacip olan ve (Cuma gibi) “cemaat halinde kılınan” namazlarını eda eder, onu asla terk etmez. “Sıhhat şartlarına” göre ise bu namaz sahih olur.
Bunun delili ise şu hadistir:
Bir fasık, (utanmadan) neredeyse Rasulullah (sav) efendimizi “Adaletsizlikle” itham ederek “ADİL OL” deyince; Resulullah (sav) ona “Vay sana vay! ben adaletli olmazsam kim adaletli olacaktır? Ben ADİL olmaz isem hüsranda olurum” dedi.
O anda (galeyana gelen) Hz. Ömer (r.a) “Onu öldürmeme izin ver ya Rasulullah!” dedi. Rasulullah (sav) şöyle dedi:
“Onu bırak, onun öyle arkadaşları var ki, sizden biriniz onlarla namaz kılmayı hor ve kerih görüyor, onlarla oruç tutmayı da hor ve kerih görüyor. Onlar Kur’an okurlar, fakat o gırtlaklarını aşmıyor.” (onu kalplerinden okumazlar)..” (Buharı ve Müslim)”.
Bu hususlar doğrultusunda “şu hususları bir kere daha tekrarlamakta” fayda görüyorum.
“Takvalı bir imam” arkasında kılmak “daha evladır, daha iyidir”. Facir veya fasık imam arkasında namaz kılmak “mekruh” tur.
Ama bir hocanın “Alenice laikliğe inandığını görürsen” kalkıp onun arkasında namaz kılamazsın. Zira “dinin hayata karışmamasını kabul eden her kişi” dinden çıkar. Çünkü İslam’da “dini hayattan ayırmak” diye bir şey yoktur. O Hristiyanlıkta vardır.
Hocam bununla bağlantılı şu sorularım da var:
Soru 1:
Şimdi yeni memuriyet için bir sözleşme imzalatılıyor. Bu sözleşmede “Laiklik ilkelerine uymaya dair” bir yemin metni var. Bunu yapmayan yani yemini etmeyen, imzayı atmayan bir kişi memur olamaz. Böylesi bir sistem kurmuşlar ki, bu bir şirktir. Peki, memur olabilmek için “bu şirk sözlerini” söylemek ve imzalamak caiz mi?
Soru 2:
1. İbni Abbas’ ın böyle bir sözü yok diye biliyorum, şayet varsa lütfen kaynak belirtir misiniz?
2. Bugün Diyanet imamları “en büyük cürüm olan Allah’ın dinini gizleme..” görevini üstlenmiş.
3. İslam dininde esas olan “zahire bakmak” tır. Siz ise “eğer laikliğe inanarak bunu yaparsa arkasında namaz kılınmaz..” demişsiniz. İnancın yeri “kalp” tir ve bu bizlere kapalıdır ve biz kimin inanıp inanmadığını bilemeyiz. Zahir’de ise görünen “küfür bir fiil” işledikleridir. Zaten 656. ve 657. maddelere tabiler. Kendiniz belirtmişsiniz; “Diyanet, dini laikleştirmek için kuruldu..” Hal böyle iken nasıl oluyor da, bunlar bu kurumun içinde oluyorlar ama küfre düşmüyorlar?
Soru 3:
Diyanet imamı “fasıktır, arkasında namaz kılınır..” demişsiniz. Onların İslam’ına hüküm nasıl verdiniz de onları “bir fasık” olarak saydınız?
Cevaplar:
Bir kişi “memurlara yemin ettirilen fikirlere” hiç inanmayarak “imza atarsa” günahkâr olur, fasık olur, Allah’a “tevbe etmeye ve mağfiret dilemeye” çalışmalıdır. Ayrıca İslam’a aykırı her hangi bir hususu da uygulamamaya gayret etmelidir.
İman; “kalple kesin tasdik” tir, kalpten kesin olarak kabul etmektir.
Bir kimse İslam akaidini “söz olarak” söyler ama “kalbinde bir şek ve şüphe” varsa, o asla bir mümin ve Müslüman olamaz. İslam akidesine en ufak bir “şüphe ve şek bulundurmadan” inanmalıdır. İşte o zaman bu kişi “Müslüman veya mümin” sayılır.
Allah (cc) şöyle buyurdu:
اِنَّمَا الۡمُؤۡمِنُوۡنَ الَّذِيۡنَ اٰمَنُوۡابِاللّٰهِ وَرَسُوۡلِهٖ ثُمَّ لَمۡ يَرۡتَابُوۡا
“Muhakkak ki müminler şunlardır; Allah’a ve Resulüne iman ettiler ve (kalplerinde) buna karşı hiç bir şek ve şüpheye düşmediler.” (Hucurat suresi 15)
Eğer bir kimse “bu şekilde” iman ederse o bir mümin sayılır, bu iman var oldukça, “korkarak veya bir menfaat için” kalkar da herhangi bir küfür kelimesini söylerse “büyük günahkâr” olur, ama kâfir olmaz. Çünkü (korkarak vs. söylediği) bu kelimeye kalbiyle inanmıyor. Zira itikat; içten “kesin tasdik” etmeyi gerektiriyor. Eğer bir “ölüm tehdidi” varsa günahkâr sayılmaz, çünkü ruhsat kullanmış olur.
Allah (cc) şöyle buyurdu:
مَنۡ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنۡۢ بَعۡدِ اِيۡمَانِهٖۤ اِلَّا مَنۡ اُكۡرِهَ وَقَلۡبُهٗ مُطۡمَٮِٕنٌّۢ بِالۡاِيۡمَانِ وَلٰـكِنۡ مَّنۡ شَرَحَ بِالۡكُفۡرِ صَدۡرًا فَعَلَيۡهِمۡ غَضَبٌ مِّنَ اللّٰهِۚ وَلَهُمۡ عَذَابٌ عَظِيۡمٌ
“Kim iman ettikten sonra Allah’ı inkâr ederse, ancak kalbi iman ile mutmain, itminan sahibi, onunla dopdolu olduğu halde (ölüm tehdidi ile) zorlanan kimse müstesnadır, fakat kim göğsünü, kalbini küfre (inkârcılığa) açarsa Allah’ın gazabı onların üzerindedir. Onlara büyük azap vardır.” (Nahl suresi 106)
Bu ayet şu iki hususu gösteriyor:
Birincisi: “ancak kalbi iman ile mutmain, itminan sahibi, dopdolu olduğu halde zorlanan kimse müstesnadır”. Her hangi bir kimse küfre “ölüm tehdidiyle veya ağır ve tahammül edemediği işkenceyle” zorlanıp ta herhangi bir “küfür kelimesi” söylerse ve aynı anda kalbi “imanla dopdolu” ise o kişi mümin olarak kalır.
İkincisi ise: buradaki “fakat kim göğsünü, kalbini küfre (inkârcılığa) açarsa”, ifadesi geneldir, her hâlükârda, her hangi bir durumda, “zorlanma varsa veya yoksa kim kalbini küfre açarsa, küfür kelimelerine kalbiyle inanırsa” o kişi kâfir olur, kim “kalbiyle küfür kelimesine inanmazsa” o kişi kâfir olmaz. Fasık olur, günahkâr olur. Çünkü o; bir “ölüm tehdidi” olmadan küfür kelimesine “kesin olarak inanmayarak” onu sadece ağzıyla söyledi, “kalbini asla küfre açmadı”, zorlanmadığı için sadece günahkâr olur.
Bir kimse sadece “ağzıyla söyleyip” te kalbiyle şüphesiz bir şekilde “Allah’a, Rasulüne, ahirete, Kur’an’a, eski kitaplara ve Peygamberlere inanmıyor ise” o asla mümin sayılmaz, kâfirdir.
Tersi olarak da eğer bunlara “şüphesiz ve kesin olarak inanıyorsa” fakat bunlarla çelişen bazı yanlış kelimeler söylerse o kâfir olmaz, imandan da çıkmaz.
Zira o, İslam’a inanıyor ve İslam’a ters olan “laiklik ve demokrasiye inanmadan” bunları sadece “zorlanma şüphesiyle” ağzıyla söylüyor.
İbni Abbas’ın sözüne gelince, İbni kesir tefsirinde harfi harfine şöyle geçmektedir:
Ali İbni Talha, İbni Abbas’ın şu sözünü nakleder:
وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡكٰفِرُوۡنَ
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmezse kâfirlerin ta kendileridir” (Maide suresi 44)
İbni Abbas bu ayeti açıklarken şöyle dedi: “Allah’ın indirdiklerini kim inkâr ederse kâfir olur, kim Allah’ın indirdiklerine inanırsa ve bununla hükmetmez ise zalim ve fasık olur” (İbni Cerir)
Yine İbni Kesir bunun arkasında şu rivayeti de aktarıyor: İbni Tavvus, İbni Abbas’ın şu sözü nakleder: “
وَمَنۡ لَّمۡ يَحۡكُمۡ بِمَاۤ اَنۡزَلَ اللّٰهُ فَاُولٰٓٮِٕكَ هُمُ الۡكٰفِرُوۡنَ
“Kim Allah’ın indirdikleriyle hükmetmese kafirlerin ta kendileridir.” Bu küfür, onların saydıkları küfür değildir.
İbni Tavvus ekleyerek bunu şöyle açıklıyor: “(bu küfür) Allah’ı, melekleri, kitapları ve rasulleri inkâr ettikleri gibi bir küfür değildir” ve şöyle ekliyor: “(bu küfür) milletten, dinden çıkartan bir küfür değildir.” (El hakim)
Yine İbni Kesir şu rivayeti aktarıyor: Es sevri İbni Cureyh’tan o da Ata’nın şu dediğini rivayet ediyor: “Bu; küfür dışında bir küfürdür, zulüm dışında bir zulüm, ve fısk (fasıklık) dışında bir fısktır.”
Bunun manası; normal Müslümanların saydıkları bir küfür değildir, aynı İbni Tavus’un açıkladığı gibidir. Yani normal sayılan bir küfür değildir, “Allah’ı, melekleri, ahireti, Rasulleri ve kitapları inkâr ettikleri gibi” bir küfür değildir.
Bunun manası; O kişi “imandan çıkmaz, bir Müslüman olarak kalırlar” ama günahkâr olurlar.
Şu da var ki; her kâfir, “hem zalim hem de fasık” olur. Zira küfür; “itikatla, inançla” ilgilidir. Zulüm ve fısk ise “amelle” ilgilidir. Her kâfir; küfürle beraber günahkârdır da, çünkü hep günah işliyor. Bu nedenle “hem küfür nedeniyle ebediyen cehennemde kalacak ve ceza çekecek hem de günah işlediği için” çok çok azap görecektir.
Allah (cc) şöyle buyurdu:
وَوَيۡلٌ لِّلۡمُشۡرِكِيۡنَ ۙ الَّذِيۡنَ لَا يُؤۡتُوۡنَ الزَّكٰوةَ وَهُمۡ بِالۡاٰخِرَةِ هُمۡ كٰفِرُوۡنَ
“Ahireti inkâr eden, zekâtı da vermeyen müşriklerin vay haline.” (Fussilet suresi 6-7)
Allah (cc) şöyle de buyurdu:
مَا سَلَـكَكُمۡ فِىۡ سَقَرَ قَالُوۡا لَمۡ نَكُ مِنَ الۡمُصَلِّيۡنَۙ وَلَمۡ نَكُ نُطۡعِمُ الۡمِسۡكِيۡنَۙ وَكُنَّا نَخُوۡضُ مَعَ الۡخَـآٮِٕضِيۡنَۙ وَ كُنَّا نُكَذِّبُ بِيَوۡمِ الدِّيۡنِۙ حَتّٰٓى اَتٰٮنَا الۡيَقِيۡنُؕ
“Sizi cehennemde yakan nedir? Dediler ki namaz kılanlardan değildik, miskini yedirmiyor, Allah’ın ayetleriyle alay ediyor, kıyamet gününü yalanlıyorduk, ölüm bize gelinceye kadar bu hal üzerinde kaldık.” (Müddesir suresi 42-47)
İbni kesir gibi tefsir âlimleri “mutlak zulüm veya fısk” küfür olur dediler. Zira her kâfir; fasık ve zalimdir.
Fakat bir Müslüman “dinden çıkmadan” bir günah işlediğinde “fasık ve zalim” olur, bu “kayıtlı bir zulüm ve fısktır.” İman ettiği halde “bir günah işlerse” günahı da mubah kılmadığından, işlediği o günahın “bir günah olduğuna” inandığından dolayı iman sahibi olarak kalır dediler.
Nitekim Türkiye’de sadece Diyanet hocaları değil, her alanda “milyonlarca memur bu yemine imza” atarlar. Laik Devlet, kendi halkına güvenmediği için, onlara bir de “yemin ettirmeye” çalışır.
Zannediyor ki bu şekilde halkı susturur, onları kendi küfür ilkelerine bağlar ve onların, bunları değiştirmeye çalışmalarını engeller. Oysa Müslümanlar bunları reddederler ve bir gün inşaAllah bunların hepsini çöpe atacaklar.
Ayetleri gizleme meselesine gelince; yukarıda bununla ilgili delilleri gösterdik, yine bir kere daha hatırlatalım. Onları gizleyenler lanetlidir, azabı hak etmişlerdir:
Allah (cc) şöyle buyurdu:
اِنَّ الَّذِيۡنَ يَكۡتُمُوۡنَ مَآ اَنۡزَلۡنَا مِنَ الۡبَيِّنٰتِ وَالۡهُدٰى مِنۡۢ بَعۡدِ مَا بَيَّنّٰهُ لِلنَّاسِ فِى الۡكِتٰبِۙ اُولٰٓٮِٕكَ يَلۡعَنُهُمُ اللّٰهُ وَ يَلۡعَنُهُمُ اللّٰعِنُوۡنَۙ اِلَّا الَّذِيۡنَ تَابُوۡا وَاَصۡلَحُوۡا وَبَيَّـنُوۡا فَاُولٰٓٮِٕكَ اَتُوۡبُ عَلَيۡهِمۡۚ وَاَنَا التَّوَّابُ الرَّحِيۡمُ
“İndirdiğimiz açık delileri ve hidayeti (doğru yolu) kitapta insanlara açıkladıktan sonra onu gizleyenleri Allah onları lanetler, lanetleyenler de onları lanetlerler. Ancak tevbe edenler, hallerini düzeltenler ve onu açıklayanlar hariçtir. (Allah) onların tevbelerini kabul eder. Tevbeleri kabul eden ve bağışlayan benim.” (Bakara suresi 159-160)
Bunun manası; günahkârlar, mutlaka azabı hak etmiştir, ancak tevbe ederler ve hatalarını düzeltirler ise veya hallerini değiştirirler ise Allah onları bağışlar. Bunun bir diğer manası ise bunlar hala Müslümandırlar.
Bu meseleyle ilgili öteki ayet şöyledir:
اِنَّ الَّذِيۡنَ يَكۡتُمُوۡنَ مَآ اَنۡزَلَ اللّٰهُ مِنَ الۡکِتٰبِ وَ يَشۡتَرُوۡنَ بِهٖ ثَمَنًا قَلِيۡلًا ۙ اُولٰٓٮِٕكَ مَا يَاۡكُلُوۡنَ فِىۡ بُطُوۡنِهِمۡ اِلَّا النَّارَ وَلَا يُکَلِّمُهُمُ اللّٰهُ يَوۡمَ الۡقِيٰمَةِ وَلَا يُزَکِّيۡهِمۡ ۖ وَلَهُمۡ عَذَابٌ اَلِيۡمٌ اُولٰٓٮِٕكَ الَّذِيۡنَ اشۡتَرَوُا الضَّلٰلَةَ بِالۡهُدٰى وَالۡعَذَابَ بِالۡمَغۡفِرَةِ فَمَآ اَصۡبَرَهُمۡ عَلَى النَّارِ
“Allah’ın indirdiği Kitaptan bir şey gizleyip onu az bir pahaya (mal, para, maaş) satanlar, işte onlar karınlarına ateşten başka bir şey doldurmuyorlar. Allah onlarla konuşmaz, onları temize çıkartmaz. Onlar için çok acı bir azap vardır. Onlar hidayeti (doğru yolu) bırakıp dalaleti (sapıklığı), mağfireti bırakıp azabı satın aldılar. Bunalar ateşe ne kadar sabırlıdırlar.” (Bakara suresi 174-175)
Burada ayetleri gizliyorlar, hem de makam veya para gibi dünyevi bir karşılık pahasına gizliyorlar. Bunların cezası çok ağırdır. Ama asla “cehennemde ebediyen kalmak” değildir.
Bir kimse “küfür fikirlerine” inanmadıkça ve “kalbi imanla mutmain oldukça” cehennemde asla ebediyen kalmaz.
Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: “Kim La ilahe ille Allah derse ve arpa tanesinin ağırlığı kadar kalbinde hayır varsa ateşten çıkar.” (Buhari, Müslim)
Şöyle de buyurdu: “Kim La ilahe ille Allah derse ve kalbinde zerre kadar iman varsa ateşten çıkar.” (Buhari)
Zahire göre hüküm verme meselesi ise doğrudur. Bu hocalar zahiren; “biz asla laikliğe inanmıyoruz, zorlanıyoruz, Kur’an’a, Sünnete ve şeriata inanıyoruz..” derler. Biz de burada “zahiren bu dediklerine..” itibar ederiz.
Yine onlar: “Biz halkın hâkimiyetine inanmıyoruz, Allah’ın hâkimiyetine inanıyoruz..” derler.
Bazılar da; “Demokrasi şuradır, seçimdir, işte bu nedenle kabul ederiz, çünkü bu da İslam’dadır..” derler.
Bunlar maalesef “Demokrasiyi” yanlış anladılar. Biz ise onların bu yanlış fikirlerini düzeltmeye çalışarak; “Demokrasinin yalnızca şura ve seçim olmadığını, halkın hâkimiyeti olduğunu..” onlara anlatmalıyız.
Bunun manası; bu hocalar, imamlar aslında halkın hâkimiyetine ya da “Hâkimiyet Halkındır” sözüne inanmıyorlar, fakat Demokrasiyi tamamen yanlış anlıyorlar. Yalnızca bu hocalar değil, “birçok tahsilli tahsilsiz memur olan ve serbest iş yapan nice Müslümanlar da” bu meseleyi yanlış anlıyor.
Yani işin özü; bu “zorlanma” meselesini çok çok yanlış anlıyorlar ve “Şayet biz böyle yapmasak işimizden gücümüzden olur, işsiz kalırız, sefil oluruz ve çok çok zor duruma düşeriz. Bu nedenle zaten burada ‘bir zaruret’ var, İslam bu konuda bize ruhsat verdi..” derler.
Şayet onlara için bir “ölüm tehdidi varsa” veya Ammar (r.a) gibi “hiç tahammül edemeyeceği kadar şiddetli bir işkence” altında kalırlarsa ve “kalpleri imanla dopdolu olduğu halde iseler” bir ruhsatı kullanabilir. Rasulullah(sav)’ in gösterdiği gibi, “bu ruhsatı” kullanmamak ve şehit olmak ise daha efdaldir.
Ama “dini tamamen hayattan ayıran” Laikliğe ve temeli “Milletin Hâkimiyeti” olan “Demokrasiye” kim bile bile inanırsa, ona iman ederse, o kişi “dinden çıkmış olur” ve onun arkasında asla namaz da kılınmaz.
Umarım ki mesele artık vuzuha kavuştu. Allah (cc) bu ümmeti “düzeltmeye, birleştirmeye ve rayına oturtmaya” yönelik yaptığımız tüm mücadelelerde bizi muvaffak kılsın. Saygılarımla
Bu metin; Esad Mansur hocanın, www esadmansur com isimli şahsi web sitesinden alınmıştır.
Tags: