Cezaevinde İslam İçin Yatmakta Olan Kocasına Eşinden Bir Mektup

Cezaevinde İslam İçin Yatmakta Olan Kocasına Eşinden Bir Mektup

Şanlı İslam tarihimize şöyle dönüp bir baktığımızda küfre ve kâfirlere asla boyun eğmeyen nice âlimler gördüğümüz gibi zulme ve zalime boyun eğmeyen itaat etmeyen tam tersi dik duran direnen ve bu uğurda canını veren nice âlim, abid ve davetçiler de görmüşüzdür.

Fasık idareciler karşısında bile doğruları ortaya koyan, kınayanın kınamasına aldırış etmeyen nice civanmertlere şahit olmuşuzdur.

Bu gün ise İslam coğrafyasının tamamında küfür nizamları hakim.. İslam rafa kaldırılmış, Demokratik Laik kapitalist nizamlar hâkim ve hükümran olmuşlardır.

İşte bu zulüm ve küfre baş kaldıran ister fert, ister cemaat olsun, isterse âlim ya da abid olsun, küfrün tatbikçisi yöneticiler tarafından tutuklanmakta, işkence görmekte, onlarca yıl cezaevlerinde yatırılmaktadır.

Hatta bu mücahit fert, âlim ya da abidlerden nicesi adına Medreseyi Yusufiye dedikleri cezaevlerinde ömrünü tamamlamakta ve Rabbine kavuşmaktadır.

Nitekim davetçi talebelerimden birisi de yatmakta olduğu cezaevinde yakalandığı hastalıktan kurtulamadı ahirete intikal etmiştir.

Böylesi bir durumun en son örneklerinden birisi de Mısır’ lı âlim, mücahit “Kör İmam” lakabı takılan Ömer Abdurrahman kardeşimizdir. Rabbim cümlesinin mekânlarını cennet eylesin.

Peki, kimdir Ömer Abdurrahman? Tadımlıkta olsa şu bilgileri sizinle paylaşmak istiyorum.

Asrımızın önde gelen âlimlerinden Şeyh Ömer Abdurrahman, 1938 yılında Mısır’ın Dekahliye vilayetinde doğdu. Henüz 10 aylıkken geçirdiği bir hastalık yüzünden gözleri kör oldu.

Beş yaşında iken görmeyenlere mahsus medreselerden biri olan Nur Körler Medresesi ne kaydoldu ve burada Briel metoduyla okuma yazma öğrendi.

11 yaşında Kur’an-ı ezberleyen Şeyh Ömer Abdurrahman, Kahire’de el-Ezher Üniversitesi Usul-ud Dîn fakültesine devam etti.

Başarılı bir eğitim hayatı geçiren üstat, bu fakülteden de 1965 yılında en iyi mezuniyet derecesi olan “Şeref Takdiri” ile mezun oldu.

Şeyh Ömer Abdurrahman ilmi çalışmalarını sürdürdü. Fakültedeki hocası Usulud Din Dekanı Şeyh Muhammed Ebu Şehbe’ nin yardımıyla akademik hayatına devam etti ve Tefsir alanında Doktorasını verdi.

Doktora Tezinin konusu “Tevbe Suresinin Tasvir Ettiği Şekliyle Kuranın, Düşmanlarına Karşı Takındığı Tavır” idi.

Şeyh Ömer Abdurrahman, Akademisyen olarak rahat bir yaşam sürebilecekken ömrünün her safhasında hakkı haykırmış, mücadeleden kaçmamış ve bedelini ödemekten çekinmemiştir.

Şeyhin ömrü zindanlarda geçse de yetiştirdiği talebeleri Mısır sınırlarını aşıp davasını dünyaya taşımıştır. Şeyh Ömer Abdurrahman çağımızda tek başına bir ihlas medresesi; tek başına bir cihad, direniş ve izzet meşalesidir.

Yurt dışı gezilerinden birinde Sudan’a, ardından da turist vizesiyle ABD’ye geçti. ABD’de bulunduğu sürede 5 turist merkezine yapılan saldırıdan sorumlu tutuldu ve tutuklanarak cezaevine konuldu.

1995’de kendisine müebbet hapis cezası verilen ve 22 yıldır da ABD zindanlarında yatmakta olan Şeyh Ömer Abdurrahman 18 Şubat 2017 tarihinde vefat etti. Allah (cc) ondan razı olsun ve onu cennetine koysun inşallah.

İslam Ümmetinin bu hayırlı evladı Şeyh Ömer Abdurrahman’a eşi Ummu Ammar’ ın yazdığı mükemmel bir bu mektup internet ortamında da yayınlandı. Biz de sizler için bu mektubu aşağıda sitemize alıntı yaptık.

Umulur ki bu mektup, bir uyanışı başlatır veya bir haini yerin dibine batırır, ya da bir gafilin aklını başına getirir inşallah.  20 Şubat 2017

Kardeşin Bekir Yetginbal

İşte eşi Ummu Ammar’ın Dr. Ömer Abdurrahman’a yazdığı tarihi mektubu:

Alemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

O, kendisine itaat edene ikramda bulunur, onu başarılı kılar, ona doğru yolu gösterir, rehberlik eder, seçkin bir şahsiyet yapar ve işlerini düzeltir. O yüce Allah, tevbe edip kendisine yönelen günahkârın tevbesini kabul eder.
Efendimiz ve sevgili peygamberimiz Hz. Muhammed’e salat ve selam olsun. O peygamber ki, herkese yardımı dokunmuş, pek çok topluluk kendisine uymuş ve şanı pek yüce olmuştur.

Allah bu peygambere, ailesine, ashabına, dost ve arkadaşlarına, temiz soyuna, ehl-i beytine ve kıyamet gününe kadar onun yoluna uyup sünnetine tabi olanlara salat ve selam etsin.
Şimdi…
Sana selam olsun ey sevgili eşim!
Her yerde ve zamanda sana selam olsun!
Zindanda.. Hastanede.. uzak ya da yakın ülkede
Seninle Allah için, Allah uğruna ve Allah yolunda evlenen eşinden sana selam olsun!
Eşinden ve hocasından uzun yıllardır mahrum olmasına rağmen… Sana karşı vefakâr olan ve sabreden eşinden sana selam olsun!
Sadakat ve vefakârlıkla sana selam olsun! En güzel vefakârlığım ile sana selam olsun!
Ben önce Allah’a sonra sana verdiğim ahde, sevabını Allah’tan umarak sabırla ve sadakatle bağlı olmaya devam edeceğim.

Senin namusunu koruyacak, çocuklarını en güzel şekilde eğitecek, fazilet ve üstünlüğünü anlatacak ve seni her zaman hayır ile anacağım. Hayatın tüm sıkıntı ve zorluklarına karşı koyup sabredeceğim.
Allah’a and olsun ki bu sıkıntı ve zorluklar ne de çoktur.
Seni, kalemimden önce kalbimin çizdiği, mürekkebimden önce duygularımın yazdığı selamla
selamlıyorum.

Sana selam olsun.. O selam sana Hacer anamızın, kendisini Mekke’nin kurak çölünde oğluyla birlikte yalnız bırakan büyük eşi Hz. İbrahim efendimize söylediği şu sözleri söylüyor:
“Böyle yapmanı Allah mı sana emrediyor?”.
Hz. İbrahim:
“Evet” deyince,
Hacer de: “O halde O bizi asla yalnız bırakmaz!” demişti.
Evet, gerçekten Allah onları yalnız bırakmadı.
Açlık ve yoksulluğa rağmen, mahrumiyet ve yalnızlığa rağmen.
Acı ve ambargoya rağmen, Hayatın devamını sağlayacak bütün şeylerin yokluğuna rağmen. Allah bizleri de yalnız ve sahipsiz bırakmadı.
Çocuklarının hepsi üniversitede okuyorlar. Ammar, el-Ezher üniversitesi Usulüddin Fakültesinde, kızların ise aynı üniversitenin Tıp fakültesinde okuyorlar.
Gerçekten Allah bizi yalnız ve sahipsiz bırakmadı. Çünkü hepimiz Allah için, Allah uğruna ve Allah yolunda yaşadık.
Sevgili eşim!
Gözün aydın olsun. Çünkü ben, senin Allah’a davet mirasını koruyor ve çocuklarını en güzel şekilde eğitme görevini Allah’ın yardımıyla yerine getirmeye gayret ediyorum. Evet, sen geride bize herhangi bir mal, mülk ve para bırakmadın.

Ama bize en güzel bir yaşama tarzı bıraktın. Biz o tarz üzere yaşamaktayız. Sen bize İslam’ı bıraktın, bu nimet olarak bize yeter. Sen bize fazileti, emaneti, sadakat ve doğruluğu bıraktın; bütün bunlar yeryüzünün en değerli hazineleridir.
Sevgili eşim!
Yüce Allah bir ayet-i kerimede şöyle buyuruyor:
“Mu’minler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (bu sözlerini) değiştirmemişlerdir.” Ahzab, 33/23.
Ben senin de bu erlerden olduğuna inanıyorum. İnşallah Allah katında da böylesindir. Çünkü sen her şeyini din için feda ettin. Bu uğurda eşini ve çocuklarını feda etmekten kaçınmadın. Vatanını ve sevdiklerini terk ettin.

Sıkıntılı gurbet hayatında, yaşlı ve hasta olduğun halde uzun yıllar zindanda kaldın ve hala zindandasın.

Sen zindana, hastalığa, âmâ lığa ve gurbete tahammül ediyor; Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak için O’nun takdirine razı olup şaşırtıcı bir şekilde tüm bu sıkıntılara katlanıyor ve sabrediyorsun.
Senin bu tahammül ve sabrına, güçlü gençler bile dayanamaz. Sen bu halinle artık bütün Müslümanlar aleyhine bir delil oldun. Dinleri konusunda taviz veren ve kusurlu davranan Müslümanlar, bu halleri için artık ne mazeret gösterebilirler?

Onlardan kiminin bedeni sağlam, serveti bol, hastalık veya yaşlılık gibi sıkıntıları yoktur. Böyle rahat durumda olmalarına rağmen cemaatle namaz kılmada veya İslam’a sözle ve mal ile yardım etmede bile tembellik gösteriyorlar.
Sevgili eşim!
Sen şu yüce sahabenin şu sözünü ne kadar çok tekrar ederdin.
“Müslüman olarak öldürüldükten sonra artık hiçbir şeye aldırmam.. Allah için ölümüm hangi yandan olursa olsun. Çünkü bu, Allah içindir; Eğer O dilerse, Parçalanmış bir uzvun geri kalanlarını da mübarek kılar..”
Sen de bugün sanki şöyle diyorsun:

“Ben, gerek zindanda gerek yatakta veya gerekse hastanede olsun, Müslüman olarak öldükten sonra hiçbir şeye aldırmam… Ben Müslüman olarak öldükten sonra vatanımda veya Allah’a ait başka bir bölgede, hatta bu Amerika bile olsa aldırmam..

Müslüman olarak öldükten sonra etrafımda sevdiklerim, çocuklarım, akrabalarım ve öğrencilerim olmuş veya yalnız başıma tek kalmış, hiç kimseyi tanımadığım kimsenin de beni tanımadığı bir yerde gurbette ölmüşüm, aldırmam..”
Evet, sevgili eşim ve hocam. Allah’ın seni tanıması; adını, şeklini ve rengini bilmesi sana yeter. Şehitleri seçip ayıran O’dur.
Sevgili eşim!
Sen Allah ile bir alışveriş yaptın, Allah’a andolsun ki bu alışveriş çok karlı oldu. Sen dünyayı vererek ondan uzaklaştın. Sen Mısır’ın dışından gurbetten döndüğünde zengin olarak döndün. Ama şimdi sen fakir, mahpus ve yalnızsın.
Oysa sen de bazı üniversite hocalarının yaptığı gibi
devam eden eğitim faaliyetleri ile hayatını yaşayabilir, öğrencilere ders notlarını satarak gelir elde edebilirdin.

Ama sen bunu yapmadın. Aileni Allah’a ve onun korumasına bıraktın. Eğer O olmasaydı, biz gerçekten bir trajedi yaşardık. Sen üniversitede hoca iken, kazanç sağlamak için bugün yapıldığı gibi yapmadın, kendi ders notlarını veya kitabını basmayı reddettin.

Bunun yerine öğrencilerine: “Güvenilir ve tanınan herhangi bir tefsir kitabını okuyun, sonuçta hepsi aynıdır” dedin. Bu alışverişin kazançlı oldu, ey sevgili eşim

Evet, alışveriş kazançlı oldu. Sen çok için azı, ebedi olan için geçici olanı, değerli için değersiz olanı, yanındakini ise Allah’ın yanındaki için terk ettin, dünya ve ahiretin genişliği için dünyayı terk ettin.
Sevgili eşim!
Sen hayatını muallim, mucahid ve zahid olarak yaşadın.
Biz seni hep cesur, sabırlı, oruçlu, gece namazlarına kalkan ve sevabını yalnız Allah’tan bekleyen biri olarak tanıdık. Sen ömrünün uzun bir bölümünü Feyyum’daki evinde gözaltında ve dışarı çıkma yasağıyla geçirdin.

Herkes senin sevincinin, cemaatle namaz kılmak, Salih Müslümanlarla buluşmak ve insanlara doğru yolu göstermek olduğunu biliyordu. Ama sen, yaşadıklarına tahammül edip sabrettin ve Allah’ın takdirine razı oldun.

Ta ki şafak yeniden atana kadar. O zaman sen davetin ve sevdiklerinle buluşmak için bir kez daha dışarı çıktın.
Sevgili eşim!
Şuheda Camii nin kuşatıldığı günü hatırlıyorum. O gün sen yere düşmüş ve başına gelenler gelmişti. İnsanların hepsi sana bakıyorlardı, sen ise âmâ bir hocaydın. Kur’an okuyuşun onları ağlatıyordu.

İşte o insanlar, yerde sürüklenen hocalarını ve liderlerini görüyor; ama bir şey yapamıyor ve onu savunamıyorlardı. Ona yapılan bu çirkinlikler karşısında sadece ağlıyorlardı. Lisan-ı halleri, onun yere düşen beyaz sarığı için adeta şöyle diyordu:
Eğer beyaz olmasaydı, onunla alay etmezlerdi, Fakat dine saygı yok olup gitti..

Senin başından işte böyle şiddetli sıkıntı ve zorluklar geçmişti. Sanki hiçbir şey olmamış gibi bunlar da diğerleri gibi geçip gitti. Senin lisan-ı halin ise onlara şöyle diyordu:
“Artık bana güzel bir sabır gerekiyor. Bu anlattıklarınıza karşılık yardımına sığınılacak olan ancak Allah’tır.” Yusuf, 12/18.
Sevgili eşim!
Çeyrek yüzyıl önce senin hapishaneye girdiğin o günü hatırlıyorum. O zor zamanda hapishanelerde uygulanan bir kural vardı. Her yeni gelen kişi, asıl adı yerine kendisine bir kadın adı takmak zorundaydı. Ad aldıktan sonra o kişi şiddetli bir şekilde dövülürdü.

Kişinin onurunu, iradesini ve erkekliğini kırmak, hapishaneye girdiği andan itibaren onun burada zelil ve uysal bir şekilde, boynu eğik olarak yaşamasını sağlamak için böyle yapıyorlardı. Kendisine bir kadın adı takmayan kimseye ise türlü türlü işkenceler yapılıyordu.

Sen de işte o gün cesaret ve kararlılıkla bu kurala uymayı reddettin. Bu yüzden birçok işkence gördün. O ağır işkencelere tahammül ettin. Her defasında “Benim adım Ömer Abdurrahman’dır” demeye devam ettin. Allah seni korusun ve bu yaptığın fedakârlığı kabul etsin ey hocam ve eşim.
Yüce Allah şöyle buyuruyor:

“O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman: “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz” derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır. Ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” Bakara, 2/156-157.
Sevgili eşim!
Sen vaazlarında, hutbelerinde, derslerinde ve konferanslarında nice defalar bize İbn Teymiyye’ nin şu sözünü hatırlatıyordun:
“Düşmanlarım bana ne yapabilirler ki? Benim cennetim ve bahçem göğsümdedir. Nereye gidersem o da benimle birliktedir. Eğer beni zindana koyarlarsa, zindanım bana halvet yeri olur. Beni öldürürlerse, öldürülmem şehadet olur. Beni sürgün ederlerse, sürgünüm seyahat olur.”
Sevgili eşim!
Şimdi şu an yine sanki seni dinliyorum. Senin o güzel sesin sanki bütün varlığımı sarsıyor. Sanki sen bize, peygamberleri ve kavimlerinin onlara yaptıkları eziyetlere karşı nasıl sabrettiklerini anlatıyorsun. Bu eziyetlere karşı söyledikleri şu kelimeleri söylüyorsun:
“Bize yollarımızı gösterdiği halde ne diye biz, ona tevekkül etmeyelim? Sizin bize verdiğiniz eziyete elbette katlanacağız. O halde Allah’a dayanıp güvenenler yalnız Ona dayanıp güvensinler.” İbrahim, 14/12.
Eziyetlere karşı sabretmek ve Allah’tan hoşnut olmak, Sıddıkların azığı ve Salihlerin şiarıdır. Dinde rehberliği ve müminlerin önderliğini üslenecek olanlar ancak bunlardır.

“Sabrettikleri ve ayetlerimize kesinlikle inandıkları zaman, onların içinden, buyruğumuzla doğru yola ileten önderler tayin etmiştik.” Secde, 32/24.
Sen dindeki bu önderlik ve rehberliğe öylesine hiçbir bedel ödemeden ulaşmadın. Sen bu uğurda kat be kat bedeller ödedin. Özgürlüğünden bedel ödedin.
Ailenden ve çocuklarından uzak kalarak gurbetle bedel ödedin. Sen 15 yıldan beridir ailen ve çocuklarınla hiç mutlu olmadın. Onlarla ilgili bir şey bilmiyorsun. Sen sağlığınla da bedel ödedin. Ve son olarak:
İşte vücudundaki şu şişlikler, sağlığının geri kalanını almak için sana saldırıyor. Sen Rabbine karşı hiçbir cimrilikte bulunmadın. Her şeyi verdin.

Hiçbir minnette bulunmadan ve başa kalkmadan gürültü yapmadan ve ilan etmeden, sessizce. Dünyevi her hangi bir karşılık beklemeden. Kendini önemli bir sorun yapıp, insanlardan kendi uğruna savaşmalarını ya da üzerinden ticaret yapmalarını istemeden.

Rabbine sonsuz şekilde güvenen biri gibi, karşılığını yalnız ve yalnız yüce Rabbinden dileyerek verdin. Sevabını bu dünyada değil, ahirette sadece Allah katında bekleyerek verdin.
Sevgili eşim!
Günümüzde savcılığın dört ay hapsettiği bir kimse için kıyametin nasıl koptuğunu, dünyanın nasıl ayağa kalkıp oturmadığını düşün. Bu kimse, içerde yaşadığı sıkıntıları bir kitapla nasıl da anlatıyor. Oysa onun yaşadığı sıkıntılar, senin gibilerin yaşadığı sıkıntılara göre bir nimettir.
Sevgili eşim!
Yardım edip destek verenler azaldı. Ama sen üzülme. Sık sık tekrarladığın yüce Allah’ın şu ayeti ile yaşamaya devam et: “Allah, kuluna yetmez mi?” Zumer  39/36.
Zindanda Allah sana yetsin. Bu sıkıntıda Allah seni koruyup gözetsin. Gurbetinde Allah seni himaye etsin. Hastalığında Allah sana şifa versin. Yalnızlığında Allah sana dost olsun. Yaşadığın bu maddi karanlıklarda Allah sana merhamet etsin. Sana basiret nuru ve sabır ışığı ile merhamet etsin. Zira “Sabır, nurdur” dedi Resul (sas). Allah Kur’an nuru ile iman nuru ile ve yakîn nuru ile sana merhamet etsin.
Sevgili eşim!
Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) sözünü çokça söyle. İbn Teymiyye’nin naklettiği bir rivayette şöyle denilmiştir: “Meleklere arşı taşıma emri verilince, melekler:
“Ey Rabbimiz! Biz, senin azamet ve yüceliğinin üzerinde bulunduğu arşı nasıl taşıyabiliriz?” dediler.
Bunun üzerine Allah: “Lâ havle ve la kuvvete illâ billâh (Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur) deyiniz”
buyurdu.
Melekler bu sözü söyleyince, arşı taşıdılar.
Senin yaşadığın sıkıntı ve zorluklar gerçekten ağırdır. Bela ve musibetler her geçen gün öncekine göre çoğalmaktadır.

Sevgili eşim, sen de artık yetmiş yaşına yaklaştın. Eskiden beri şeker ve tansiyon hastasıydın. Şimdi de şu karaciğer (veya pankreas) hastalığı geldi.
Senin zayıf bedenin tüm bu hastalıkları kaldıramaz. Yaşadığın sıkıntı ve zorluklar artık zirveye çıktı. Umarım oradan kurtuluşun yakın olur.

“Ey kriz! Şiddetlen, kurtuluş yakındır” sözü, her zaman doğruluğuna inandığımız büyük bir sözdür. Bu sözün doğruluğuna bugünlerde daha çok inanıyor, daha çok hissedip yaşıyoruz.

Biz şafak vaktinin artık yaklaştığına, belalı gecelerin de gitmek üzere olduğuna inanıyoruz. Seni ölmeden önce son bir kez daha görmek istiyoruz. Biz seninle, sen de bizimle mutlu olmak istiyoruz. Etrafına dolanıp seni sarmak kucaklamak istiyoruz.

Aileni ve çocuklarını bağrına basmanı istiyoruz. Bıraktığın emanetin hiç kaybolmadığını görmekle sevinmeni istiyoruz. Çocukların din, ahlak ve edep bakımından en güzel şekilde yetiştiler, en güzel hal üzere bulunuyorlar elhamdulillah.
Allah sana şifa versin ey sevgili eşim! Allah sana şifa versin ey esir üstadım!
Allah sana şifa versin ey hasta mücahid eşim! Allah sana şifa versin ey alim ve zahid eşim!
Büyük arşın Rabbi Yüce Allah’tan sana şifa vermesini diliyorum. Bu duamı yedi defa söylüyorum…
Belki denizleri ve okyanusları, gökleri ve yağmurları, dağları ve ovaları aşıp sana ulaşır. Allah duaları işitendir, halimizi bilendir.
Yüce Allah’tan benim gibi sıkıntılı ve darda olanların dualarını kabul etmesini dilerim.
Sevgili eşim!

Bu en duygulu anlarımda şair kardeşimiz Muhammed Hasan’ın şu dizeleri aklıma geliyor. Sana seslenerek diyor ki:
Üstadım! Sabret, sabredenlere ne mutlu!
Allah ebediyet yurdunda sana karşılığını verecektir ey Ömer!
Allah’a andolsun ki sen, asla alçaklığa razı olmadın
Bir gün bile zalimlere ve tağutlara boyun eğmedin.
İnsanlar susunca, sen hakkı söyledin
Böylece sen hep yükselirken, başkaları alçalıyordu.
Ben utanan ve korkaklıkla özür dileyen biriyken,
Sen, hapishanede ve zincirlerin özür dilediği birisin.
Sen, Allah’ın alçalttığı bir ülkede zindandasın
O ülke ki, en kötüler bile o azgın yerden kaçar gider.
Orada demokrasi ve adalet var dediler
Orada zulüm, intikam ve işkence olmaz dediler.
Tüm bunlar, gerçeğini dışa vuran boş isimler
Ve boyunlarına inci takılan domuzlar gibidir.
İçi boş ve yalan özgürlüğe yazıklar olsun
O ki yurdunda aslanlar ve eşekler birbirine eşittir.
Küfür, ne kadar güzel elbiseler giyip süslense bile
Bir süre sonra mutlaka ayıpları ortaya çıkar.
Sen, parlak bir kalple gören birisin
Onlarsa, gözleri görse bile kalpleri kördür.
Sen bir neslin okuluydun, hala da öylesin; orada
Geceleri bile uyumadan dine yardım eden erler yetişir.
Dostları göreceğimiz gün bir gelse! O gün,
Sıraya dizilip kendileriyle alay edenlerin üzerine pislediklerini görsek..

Sevgili eşim!
Sana Şehid Seyyid Kutub’un –Allah kendisine rahmet etsin- şu güzel sözünü hatırlatmak isterim:
“Sözlerimiz, hareketsiz ve cansız birer ceset gibidirler. Eğer onların uğruna ölürsek, işte o zaman dipdiri ayağa kalkar ve canlılar arasında yaşarlar.”
Sevgili eşim!
Mektubumun sonunda diyorum ki:
Selamlarım, özlemlerim ve dualarım hep sanadır. Bugün sana geçmişten daha çok ihtiyaç duyan çocuklarının özlemi de sanadır.
Onlar senin varlığına, babalığına, merhamet ve şefkatine muhtaçlar. Senin ilmine ve ahlakına muhtaçlar.
Sen de bugün, geçmişten daha fazla onların yardımına, sevgilerine, merhamet ve takdirlerine muhtaçsın. Onlar senin kendileri için yaptığın fedakârlık ve gayretleri takdir etmek isterler..
Sevgili eşim!
Allah sana yeter, O daima seninle olsun. Bizim de O’ndan başka kimsemiz yok. O’ndan başka güç ve kuvvet sahibi kimse de yok. Son olarak; sana veda etmiyorum, görüşmek üzere diyorum…
Vefakar eşin..

Kaynak:http://www.mepanews.com/biyografi/4225-dr-oemer-abdurrahman.html


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın