Bana, 10 Kasım Sana Ne Hatırlatıyor Deseler, Derim ki
Bana, 10 Kasım Sana Ne Hatırlatıyor Deseler, Derim ki
Bir Başarı Hikâyesini Hatırlatıyor Derim..
Bizleri İslam ile şereflendiren Âlemlerin Rabbi, mülkün sahibi, Şanı yüce Allah’a sonsuz defa hamd olsun.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi en başta ölçü ve örnek Rasul Hz. Muhammed’in, ehli Beytinin, güzide Ashabının, İslam ümmetinin ve sizlerin üzerine olsun.
Sanırım dünyanın hiçbir ülkesinde 80 – 90 sene önce vefat etmiş bir siyasi lider ya da Devlet başkanı için vefat günü olan her 10 Kasım’da Türkiye’de olduğu kadar bir “Vefa ve Onu Tazimle Anma” etkinliği düzenlenmiyordur.
Evet, söz konusu olan kişi bildiğiniz gibi Mustafa Kemal’dir.
Bu nedenle ben “Devlet ve Uluslararası Destek” kaynaklı bu tavrın, mutlaka bir sebebi ya da gerekçesi olmalı diye düşünürüm.
Bu yaşıma kadar edindiğim intiba, bana iki ayrı sebebin olduğunu gösterdi. Bunlar,
Açık sebep ve gerekçeler
Gizli sebep ve gerekçeler
AÇIK SEBEP VE GEREKÇELER; her yıl Resmi programlar çerçevesinde, Resmi daireler, Ordu karargâhları, Ana Okullarından Üniversitelere kadar tüm eğitim kurumları, Camiler vs vasıtasıyla 10 Kasım sabahından o günün akşamına kadar anlatılan ve malumunuz olan sebep ve gerekçelerdir.
Yani kısaca tekrar hatırlatmak gerekirse; Ülkenin kurtarıcısı, Cumhuriyet ve Demokrasinin kurucusu, Kendisine çok çok şey borçlu olunan büyük lider, O olmasaydı belki bu gün biz olmazdık vs denilen saygın kişi, büyük Dahi ve Devlet adamı (!)..
Adeta insan üstü bir varlık imajının, tüm beyinlere “Subliminal bir Mesaj” olarak BİLİNÇALTINA KAZINMASI operasyonu..
Başta TV’ler yoluyla, Resmi / mecburi törenler yoluyla özellikle de ANIT MEZAR yoluyla bu çerçeveyi ve “Mustafa Kemal Sevdasını” 3 yaşından 93 yaşına kadar, tüm toplum bireylerinin kafasına yerleştirme operasyonları yapılmakta..
Hatta çok ilginçtir, bir şekilde insanların O gün saat 09:05 de bir DÜTTTTT sesiyle yerine çakılıp kalması, Trafiğin durması, kulakları sağır eden bir korna ve siren seslerinin ortalığı kaplaması..
GİZLİ SEBEP VE GEREKÇELER konusuna girmeden önce şu tadımlık bilgileri sizinle paylaşmak isterim.
Bir insan olması hasebiyle ve insanda bulunan “Fıtri özellikler” yönüyle Mustafa Kemal’in bizlerden bir farkı yoktur.
Bizler gibi onun da eli, ayağı gözü kulağı vardı.. Bizler gibi doyurulması gereken uzvi / bedensel ihtiyaçları ve içgüdüleri vardı.
El, ayak, göz, kulak vs tüm vücut azalarımız sınırlıdır. Keza uzvi ihtiyaçlarımız ve içgüdülerimiz de sınırlıdır.
Ne demek sınırlı olmak?
Elin sınırlı bir kaldırma gücü vardır. Tek elle belki 60 – 70 kg kaldırırsın AMA 600 kg kaldıramazsın değil mi?
Aynı şekilde göz belli mesafeye kadar görür, Kulak belli mesafeden sonrasını asla duymaz, sınırlıdır değil mi?
Uzvi ihtiyacımız olarak acıkınca yeriz.. Bir tabak, 3 tabak hadi diyelim 5 tabak yemek yiyebilirsin AMA bir oturuşta 50 tabak yiyemeyiz. Midemiz de sınırlıdır değil mi?
Burada örnekleri çoğaltıp fazla zamanınızı almak istemiyorum. Bu yazdıklarımdan ortaya çıkan bir hakikat vardır ki O da şudur:
“Sınırlı olan her şey; ACİZ ve MUHTAÇ’tır..”
Peki, neye muhtaçtır? Kendisini bu şekilde sınırlandırmış olan SINIRSIZ & SONSUZ bir güç ve kudrete MUHTAÇTIR.
Bu nedenle bir “Mahlûk” olarak insan; Kendisini “Halk” edene (yaratana) muhtaçtır.
“Halık” yani halk eden, yaratan ise hiçbir şeye muhtaç değildir. Çünkü “Sınırlılık” Onun için asla söz konusu edilemez.
Bu zaviyeden nefsimize ya da Mustafa Kemal’e baktığımızda, ÇOK ÇOK ACİZ, SINIRLI, ÇOK MUHTAÇ ve ZAVALLI bir varlık olmamız söz konusudur değil mi?
Mesela A ve B tarihleri arasında yaşanan ve adına ÖMÜR denilen şeyin yani Arapçası ile adına “ECEL” denilen SÜRE’nin, bizim irademiz dışında bir belirleyicisi var değil mi?
Şayet Mustafa Kemal ACİZ ve ZAVALLI bir mahlûk olmasaydı 57 yaşında Ölmezdi yada ÖLMEK istemezdi değil mi?
Gelelim “akıl” konusuna;
ACİZ ve ZAVALLI bir mahlûk olarak, senin, benim ve Mustafa Kemal’in de “AKLI” sınırlıdır değil mi?
Sınırlı akla sahip bir mahlûkun “Çözüm, Çare” diye ortaya koyacağı her bir fikir ya da sosyal siyasal ilaçlar (!) da haliyle sınırlı olacaktır. Velev ki insanlar ona “Dahi, büyük Deha..” deseler de.
Kaldı ki Mustafa Kemal, Karl Marks gibi yepyeni bir ideoloji de ortaya koymuş değildir. Adına KEMALİZM denilen şey herkesin ayan beyan bildiği KAPİTALİZM ideolojisinin yeni Devletteki adıdır.
Yani dini, tüm sosyal ilişkilerden, Devletten, Siyasetten ayıran / kovan Laiklik akidesi esaslı KAPİTALİZM ideolojinin Türkiye şubesidir o kadar.
Diyelim ki Mustafa Kemal, adına KEMALİZM dediği yepyeni bir ideoloji ortaya koydu..
Bu ideoloji de insan aklının ürünü bir ideoloji olacağı için ACİZ, SINIRLI ve İFSAD EDİCİ bir ideoloji olacaktı.
Niçin? İnsan aklının ürünü olduğu için diyecektik..
Şimdi tekrar GİZLİ SEBEP VE GEREKÇELER konusuna dönelim..
Mademki KEMALİZM, KAPİTALİZM ideolojisinin Türkiye şubesidir o zaman bu şubenin, Merkezden bağımsız bir siyaset izlemesi düşünülebilir mi?
Merkezin sahibi; Kapitalist sermaye sahipleri, Osmanlı İslam Devleti’ni yıkıp onlarca şubeye ayırdıktan sonra, gayet tabii ki yeni Devlet / şube kurma sürecinde kendisiyle yardımlaşma içinde olanlara ellerindeki tüm imkânları seferber edeceklerdir.
Hatta Osmanlı İslam Devleti ve onun Devlet Başkanı olan Halife Cennet mekân Abdulhamid Han ve diğerleri hakkında daha Devlet yıkılmadan önce öyle siyasi ve askeri icraatlar da bulundular ki, bunları kendi yazdıkları “HATIRALAR” kitaplarında açıkça dillendirdiler.
Örneğin Mustafa Kemal kendisinin bizzat kaleme aldığı “NUTUK” isimli kitabının 19 ve 20.Sayfaki YA İSTİKLAL YA ÖLÜM bölümünde şu ifadeleri kullandı;
“Halifeliğin, ilim ve tekniğin nurlara boğduğu gerçek medeniyet dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir yanı kalmış mıydı? Osmanlı Hükümeti’ne, Osmanlı padişahına ve MÜSLÜMANLARIN HALİFESİNE baş kaldırmak, bütün milleti ve orduyu ayaklandırmak gerekiyordu…”
Nitekim işin finalinde bu başkaldırı ve ayaklanma, Avrupalı dostlarının askeri, siyasi ve stratejik desteğiyle amacına ulaşmış 29 Ekim 1923 den tam 125 gün sonra HİLAFET 03 Mart 1924 de resmen de kaldırılmıştır.
Adeta yangından mal kaçırırcasına.. Peki, Neden?
GİZLİ SEBEP VE GEREKÇELER ile alakalı konulardan biride malumunuz ADNAN MENDERES tarafından çıkarılan ve bu güne kadar değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen 5816 No’lu kanundur.
Bu kanunun kısa adı ATATÜRK’Ü KORUMA KANUNU dur. “Saklanan Tarih” isimli bir programda konuşan ünlü tarihçi Mustafa Armağan bu kanun hakkında dedi ki;
“Atatürk’ü koruma kanununun metnini o zaman Türkiye’de bulunan (1902 – 1985 ) yılları arasında yaşayan Alman Yahudisi Prof. Dr. Ernst Eduard Hirsch hazırlamıştır. Bunu bütün Türkiye’nin bilmesi gerekmektedir.”
Her ne kadar bu kanunla “Mustafa Kemal korunuyor..” gibi görünse de ben “işin aslının” bu olduğunu düşünmüyorum.
Çünkü Dünya çapındaki global sermaye çevreleri için kişiler değil, sermaye ve bunu ayakta tutacak “Kapitalist Demokratik Laik Düzenin” korunması ASILDIR.
Mustafa, İsmet, Bekir ya da Kemal veya Cemal onların hiç mi hiç umurunda değildir. Ama öyle bir kanun çıkarmışlardır ki adeta “Mustafa Kemal’e Hakaret, rejime, Laikliğe, kapital sahiplerine ve Devlete direkt Hakaret” sayılmıştır.
Onun korunması demek, Uluslararası sermayenin, sermaye sahiplerinin korunması haline getirilmiştir.
Diğer bir ifadeyle; Kemalizmi savunmak, “Biz Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” demek, “Global sermayeyi can siperane savunmakla..” özdeşleşmiştir adeta.
Prof. Dr. Mahir Kaynak (1934 – 2015) vefatına kadar çıktığı tüm programlarda kullandığı şu cümle ile meşhur olmuş bir siyasi analist idi;
“Siyasi askeri olayların sonuçları kime yarıyor ben ona bakarım?” ya da “Bu olaydan kim kazançlı çıkıyor siz Ona bakın?”
Bu perspektiften baktığımızda Osmanlı İslam Devleti’nin haritadan silinmesi ve yerine 30 dan fazla Kraliyet ve Cumhuriyetlerin kurulması kime yaradı ve kim kazançlı çıktı biliyor musunuz?
Uluslararası Global sermaye, o günün süper devleti ve Devlet babamızın katili İngiltere ve Avrupa kazançlı çıkmıştır.
Her şeyden evvel İslam’ın hâkim, hakem ve hükümranlık siyasi kurumu olan İslam Devleti yıkılmış, akabinde de Kapitalizmin / Emperyalizmin ZAFERİ ilan edilmiştir.
Aslında bu Global Sermaye için çok çok büyük bir başarıdır. Bu nedenle ben makalemin ta başında; “10 KASIM BANA BİR BAŞARI HİKÂYESİNİ HATIRLATIYOR..” dedim
Sizce de bu bir “başarı” değil mi?
Şimdi gelelim her 10 Kasım da Mustafa Kemal, Kemalistler yada Ona aşık olan insanlara karşı kendisini “Davetçi” olarak tanımlayan Müslümanların genel tavrına..
Hepimizin yakinen müşahede ettiği tavır az ve öz olarak şudur; Dolaylı yada dolaysız yada imalı olarak HAKARET, HAKARET, HAKARET..
Belki bazıları şu “koruma kanunu” olmasa aleni hakarette “seri atışa” geçecek..
Ey insanlar.. Özellikle de ey Davetçiler
Siyasi ve sosyal anlamda bir entelektüel, “fikri, siyasi ve köklü bir çözüm” ortaya koymak yerine “bir iki hakaret ve alay içerikli” paylaşımlar yapmak, Spot cümleler ortaya atmak toplumumuzu fikren kalkındırır mı sorarım sizlere..
Sizler böyle yapmakla belki iç dünyanızda “bir deşarja” ulaşıyorsunuz ama bunun “Ümmete ve tüm insanlığa” ne faydası var sorarım sizlere..
“Hakaret merkezli” siyasi üsluplar, güzel güzel fikri tartışma yapmak yerine karşı tarafında, “hakaret dolu sözlerle” harekete geçmesine vesile olmaz mı?
Hatırlayın Medine’de Müslüman EVS ve HAZREÇ kabilelerini “birbirlerine kılıç çeksinler, savaşsınlar” diye “tahrik eden hatta savaş noktasına getiren” Yahudileri..
Bol bol sohbet edecek, “fikri münazara ve mütalaa” yapacak, güzel üslupla anlatacak yani “siyasi temas” saylayacak kişiler ararken, birileri “Bu toplum bireyleri her gün bir birleriyle kavga etsinler..” istiyor.
Ve maalesef sen de “hakaret dolu” paylaşımlarınla buna çanak tutuyorsun?
Rasulullah (sas) Rabbinin “istisnai olarak” vahiy göndermek suretiyle zemmettiği Ebu Leheb, Velid bin Mugıyre vs.. birkaç kişi dışında insanlara hakaret etti mi?
Hakareti “bir üslup” olarak kullandı mı?
Keza Mus’ab bin Umeyr (ra)’ın Medine’deki davet çalışmalarında “Hakaret içerikli” bir üslup kullandığını hatırlayanınız var mı?
Global sermaye sahiplerince; “Fikrin sustuğu ya da susturulduğu yerde”, yumruklara ve silahlara start verilir bunu sakın ha unutmayın.
12 Eylül 1980 darbesi öncesi, onlarca yıl silahlar konuştu, insanlar susturuldu, onbinlerce genç öldürüldü?
Ne oldu sonuçta biliyor musunuz?
Uluslararası Global sermaye “Darbe sonrası” o kadar güçlenerek yoluna devam etti ki Kenan Evren & Turgut Özal ikilisi kanun üstüne yeni kanunlarla, “Özelleştirme yasalarıyla” onlara “harika bir zemin” hazırladı.
Ey Davetçi gençler
Her birimizin çevresinde, arkadaş olarak, komşu olarak ya da akraba olarak illaki Mustafa Kemal’i seven ona hayran olan insanlar vardır.
Sizlerden niceleri onların Kemalizm’e bağlandığı gibi bir zamanlar belki Milliyetçi idiniz, belki Sosyalist idiniz, belki de Ataist idiniz.. Niceleriniz belki de “A veya B partisinin” üyesi idiniz değil mi?
Derken bir gün yanınıza “tatlı dilli güler yüzlü” hayırhah bir davetçi geldi.
Size, aklınıza, fikrinize EĞRİNİN YANINA İŞİN DOĞRUSUNU KOYMAK suretiyle tebliğde bulundu değil mi? Sonuç ortada..
Bu gün Elhamdulillah Allah’a kul, Rasulüne ümmet olmaya çalışan bir Ahmet, bir Mehmet, bir Hatice bir Fatma’ sınız değil mi?
O halde bu saatten sonra “birilerinin gazına” gelmek yok. “Kışkırtma ve tahriklerine” kapılmak yok. En güzel siyasi üsluplarla “Karanlıkları Aydınlatma” zamanı başlamalı güzel kardeşlerim.
Son söz, sözlerin en güzelini söyleyen Rabbimize aittir. Bakınız şanı yüce Allah (cc) yüzlerce yıl ötesinden bize ne demiş:
“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel şekilde mücadele et..” (NAHL suresi 125. Ayet)
Bu nedenle kardeşlerim, aklımızı başımıza alacağız, şu adı Demokrasi, Laiklik, Cumhuriyet, Kapitalizm, Kemalizm ya da Cemalizm vs.. den hemen anında vaz geçip İslam’a koşacağız inşaAllah..
Yoksa biz de Allah korusun, Cehennemin ve Zebanilerin hasretle beklediği bir CEHENNEM YAKITI olmak için yola revan oluruz.
Salih amel yapmak ve sırf Allah rızası için çalışmak isteyenler, Dünya ve ahiret kurtuluşu için yegâne doğru ve köklü çözüm ve ilaç olan, İSLAM’A ve onun İslami Devletine ve onun İslam Nizamlarına dört elle sarılmalıdırlar ki, HEM DÜNYAMIZ KURTULSUN, HEM DE AHİRETİMİZ KURTULSUN.
Rabbim bizleri de bu “DEVLET KURMA” salih ameline memur eylesin, bizlere Nusret ile İSLAMİ BİR DEVLET sahibi olmayı, bu şanlı Devletimizin ilan edeceği CİHAD yoluyla İSLAM RİSALETİNİ tüm dünyaya hakim, hakem ve hükümran kılmayı nasip etsin..
Unutmayalım ki kardeşlerim İslam’a göre;
İSLAM ASLA DEVLETSİZ OLMAZ
BİR DEVLET DE ASLA İSLAMSIZ OLAMAZ..
Demokrasi koca bir yalan, İslam gerçektir.
Laik koca bir yalan, Risalet-i İslam gerçektir.
Cemalizm de, Bekirzm de koskoca bir yalan,
Kur’an, Risalet-i İslam ve Devlet-i İslam gerçektir.
Ey Allah’ın, Kitabullah’ın, Rasulullah’ın düşmanları
Çatlasanız da patlasanız da, poponuzu yırtsanız da
Allah’ın nusretiyle İSLAM DEVLETİ bir gün gelecektir..
“Ey Rabbim, bu makalemi okuyan, anlayan, benimseyen ve paylaşan tüm Müslümanlara, son nefeslerine kadar şahit, son nefeslerinde de o müjdelenen İSLAMİ DEVLET de şehit olmayı nasip eyle..” Amin
Sevgi, saygı ve muhabbetlerimle
Bekir Yetginbal – 10 Kasım 2024
Tags: