Altın Para Sistemi, Kapitalist Katılım Bankaları ve Toprak Ağalığı
Altın Para Sistemi, Kapitalist Katılım Bankaları ve Toprak Ağalığı
Köklü Değişim Dergisi, İslam İktisadı Uzmanı Muhammet Hanefi YAĞMUR ile röportaj yaptı ve bunu derginin 160. Sayısında yayınladı.
Faydasına binaen, web sitemize alıntı yaptık. Rabbim Köklü Değişim Dergisi çalışanlarından ve Muhammet Hanefi YAĞMUR hocamızdan razı olsun.
Köklü Değişim Dergisi (KD): Raporda altın sisteminden bahsedilmekte ve enflasyona kesin çözüm olacağı belirtilmektedir. Bunu biraz açar mısınız? Altın sistemi ile enflasyon arasındaki bağlantı nedir?
M. HANEFİ YAĞMUR: Bu sorunun cevabına, “Enflasyon” kavramının tarifi ile başlanılması daha doğru olur.
Merkez Bankası “Terimler Sözlüğü”ne göre Enflasyon; “Fiyatlar genel seviyesindeki değişimdir.” Fiyatlar genel seviyesindeki değişim ise mal ve hizmetlerin parasal karşılığını gösterir.
Bir başka ifade ile bir ülkede kullanılmakta olan para birimi ile alınabilecek mal ve hizmet fiyatlarının artmasıdır.
Herhangi bir ülkede mal ve hizmet fiyatlarındaki yükselmenin iki boyutu vardır:
Birincisi: Piyasada var olan herhangi bir malın arzında ya da talebindeki azalma veya artma nedeniyle fiyatların değişiklik göstermesi.
Ki ekonominin kuralına göre; gıda maddeleri gibi talebi yüksek olan herhangi bir malın arzındaki azalış fiyatların artmasına, arzda meydana gelen artış ise fiyatların azalmasına neden olur.
İkincisi: Arz ve talepten bağımsız olarak yani mal ve hizmetlerin azlığından ya da çokluğundan etkilenmeksizin para biriminin değer kaybına uğraması nedeniyle fiyatların yükselmesidir.
Örneğin; şu anda Türkiye’deki mal ve hizmet fiyatlarındaki yükselmelerin büyük ölçüde arz ve taleple alakası bulunmamaktadır.
Yani herhangi bir üründeki üretimin az olmasından kaynaklanmamaktadır. Buna rağmen fiyatlar sürekli olarak artış göstermektedir. Kısacası şu anda karşı karşıya kaldığımız fiyat artışlarının nedeni paranın alım gücünün düşmesidir.
Herhangi bir paranın alım gücünün düşmesinin temel nedeni ise; para miktarının mal ve hizmet miktarına oranla daha fazla olmasıdır.
Maliyet artışları, döviz kurlarındaki artışlar gibi diğer hususlar ise temelde para birimine ve daha başka ekonomik etkenlere bağlı olarak fiyatlar genel düzeyinin artmasına etki eder.
Yani yabancı paraların Türk Lirası (TL) karşısında değer kazanması, TL’nin değer kaybetmesine bağlı olarak ithal edilen malların fiyatları yükselir. Bu artış aynı zamanda diğer malların fiyatlarına da etki eder.
Örneğin; dünya piyasalarında akaryakıt ve doğalgaz fiyatlarında artış olmadığı hâlde, kendi paramızın dolar karşısında değer kaybetmesi iç piyasada petrol ürünlerinin ve doğalgaz fiyatlarının yükselmesine birçok alanda maliyet artışlarına neden olur.
Ekonomide yer alan temel kurallardan birisine göre; “para=mal” denklemi esastır. Yani para, mal ve hizmetin karşılığıdır.
Örneğin; bir ülkedeki Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın (GSYİH) 5 trilyon lira olduğunu, buna karşılık olarak tedavülde bulunan para miktarının da 2 trilyon olduğunu varsayalım. GSYİH miktarı aynı iken tedavüldeki para miktarı [1] 4 Trilyon liraya çıkartıldığı zaman bu ülkedeki tüm mal ve hizmetlerin fiyatı iki kat artar.
Yani mesela litresi 3 lira olan süt 6 liraya, kolisi 20 lira olan yumurta 40 liraya, kilosu 35 lira olan et 70 liraya yükselir. Çünkü para, malın karşılığıdır. Tedavüldeki para miktarının artmasına rağmen mal aynı kalmıştır.
Kapitalist sistemin tatbik edildiği ve günümüzde olduğu gibi kâğıt para sisteminin uygulandığı ülkelerdeki enflasyon gerçeği de bu şekildedir.
Zira bu ülkelerdeki yöneticiler, Merkez Bankası’nın fiyat istikrarını sağlayacağı iddiasıyla ya da daha başka gerekçelerle tedavülde bulunan para miktarını sürekli olarak artırmaktadırlar.
Bu ise kaçınılmaz olarak enflasyona neden olmaktadır.
Altın para sisteminin uygulanacak olması hâlinde ise mal ve hizmet fiyatlarında asla enflasyon oluşmaz.
Zira altın, yapısı itibariyle isteğe bağlı olarak yöneticilerin istediği kadar üretip tedavüle sunabilecekleri bir mal değildir.
Ayrıca altının kendisine ait bir değeri vardır. İnsanlık tarihi boyunca para olarak kullanılmış ve kullanıldığı dönemlerde de daima fiyat istikrarını sağlamıştır.
Bunu, Türkiye ekonomisi üzerinden bir örnekle açıklayalım:
11 Şubat tarihli Merkez Bankası verilerine göre; Merkez Bankası’nda 686,5 ton saf altın bulunmaktadır.
Şayet altın para sistemi uygulanıyor olsaydı bu miktara göre para tedavüle sunulacak ve bu para GSYİH’nın karşılığı olacak, hükümet ya da Merkez Bankası arzu ettikleri zaman istedikleri miktarda para basma imkânına sahip olamayacaktı.
Sadece ülke içerisindeki altın madenlerinden üretilen altın kadar “para arzında” bir artış meydana gelecektir ki bu ise aynı dönemde üretilen mal ve hizmetler dikkate alındığında fiyatlar genel seviyesi üzerinde herhangi bir değişikliğe neden olmayacak, böylece fiyat istikrarı sağlanacaktır.
Altın para sisteminin uygulandığı geçmiş dönemlere baktığımızda Birinci Dünya Savaşı’na kadar geçen sürede uygulanmakta olan Altın Külçe Sisteminde fiyat istikrarı sağlanmış, mal ve hizmet fiyatlarında günümüzde olduğu gibi dalgalanmalar yaşanmamıştır.
Örneğin; Osmanlı İslam Devleti’ nde para, altın idi ve 445 yıllık [2] süre içerisinde paradaki toplam değer kaybı sadece %84 olmuştur. Bu rakam 445 yılın toplamıdır.
Diğer taraftan Cumhuriyetle birlikte kullanılmakta olan Türk Lirası sadece son 78 yıllık süre içerisinde saf altın karşısında yaklaşık olarak 180 milyon defa değer kaybına uğramıştır.
Aynı şekilde Osmanlı İslam Devleti’nde 445 yıllık enflasyon ortalaması %1,3’dür.
Herhangi bir ülkede yaşanan enflasyonun temel nedeni uygulanmakta olan para sistemi olduğuna göre şu anda dünyada uygulanmakta olan kâğıt para ya da itibari para sisteminden altın standardına geçilmesi hâlinde maliyet enflasyonu veya döviz kurlarından kaynaklı fiyat artışları da artık yaşanmayacaktır.
Çünkü para olarak kullanılmakta olan nesnenin yani altının kendisine ait bir değeri vardır.
Kâğıt parada olduğu gibi; otoriteyi elinde bulunduranların, matbaada bastıkları ve reel anlamda üzerinde yazılı olan rakamın kimi zaman on binde biri kadar dahi değere sahip olmayan, sadece kâğıt olarak düşünüldüğünde ise hiçbir değeri olmayan bir madde değildir.
Oysa altın miliminden gramına varıncaya kadar her türlü bir değerdir. O, değer kazanması için bir başka şeye muhtaç değildir.
Diğer taraftan Bretton Woods sistemine bağlı olarak tüm dünya ekonomilerinde anahtar para konumunda bulunan Amerikan doları başta olmak üzere tüm dünya paraları da altın karşısında çok büyük değer kaybına uğramıştır.
1944 de Bretton Woods’da alınan karar gereği; 1 ons (31,1 gr) altın 35 dolar idi.
20 Şubat 2022 tarihi itibariyle 1 ons altın bin 897 dolar değerine yükselmiştir.
Buna göre; Amerikan doları, altın karşısında 54,2 defa değer kaybına uğramıştır. Yani altın değerini korurken Amerikan doları değer kaybettiği gibi dolara endeksli olan tüm dünya paraları da altın karşısında kaçınılmaz olarak değer kaybına uğramışlardır.
Netice olarak dünyada nakit olma özelliğine sahip olup değer kaybına uğramayan tek nesne altındır.
KD: “İslâm ve Ekonomi” veya “İslâm ve Para” deyince akla hemen KATILIM BANKALARI geliyor? Nitekim yapılan söyleşilerde de bu soru sıkça soruldu. Bu tür bankaların hükmü nedir?
YAĞMUR: İslâm dünyasında 1960’lı yıllardan bu yana “İslami Bankacılık” ya da günümüzdeki meşhur isimlendirmesiyle “KATILIM BANKACILIĞI” uygulanmaya başladı.
Bu uygulamada Malezya, İslam coğrafyası içerisinde başı çekmekte, bununla ilgili olarak fetvalar verilmekte, çalışma kurallarına ait sayfalar dolusu metinler hazırlanmakta, üniversitelerde bu isimlerde bölümler açılmakta, binlerce yüksek lisans ve doktora tezi yazılmaktadır.
Gerçekte “İslam ve Ekonomi” başlığı altında günümüzde eser telif edenler bu hususta üç temel kavramı kullanmaktadırlar.
Bunlar; zekât, faizli bankacılığın haram olması ve KATILIM BANKACILIĞI. Oysa İslam ekonomisi bunun çok çok ötesinde ve daha farklı niteliklerdedir.
Ne yazık ki “İslam ekonomisi” kavramı altında eserler telif edenlerin tümü, içerisinde yaşamakta olduğumuz kapitalist sistemi “değiştirilemez” ve “vazgeçilmez” kabul edip bu fasit daire içerisinde çözümler üretmektedirler.
İşte bu çözümlerden birisi de faize karşı olan Müslümanların ellerinde ve yastık altındaki paraların KATILIM BANKACILIĞI aracılığıyla sisteme dâhil edilmesi, bir başka ifade ile sistemin ömrünün uzatılmasıdır.
KATILIM BANKALARI hakkında herhangi bir şey söylemeden önce günümüz kapitalist sistemlerinin en temel kurumlarından birisi olan “BANKA”nın tarifine, hangi görevleri üstlendiğine bakmak gerekir.
Konu ile ilgili kitaplarda BANKA şu şekilde tarif edilmektedir:
“BANKA, mevduat kabul eden, bu mevduatı en verimli şekilde çeşitli kredi işlemlerinde kullanmak amacını güden veya faaliyetlerinin esas konusu düzenli bir şekilde kredi almak ya da kredi vermek olan ekonomik bir kuruluştur.
Diğer bir tanım olarak BANKA, para, kredi ve sermaye konularına giren her çeşit işlemleri yapan ve düzenleyen, özel veya kamusal kişilerle işletmelerin bu alandaki her türlü ihtiyaçlarını karşılama faaliyetlerinde bulunan bir ekonomik birimdir.”
Banka sisteminin gerekliliğinden ve öneminden bahseden kapitalist iktisatçılara göre BANKALAR, fon fazlası olanlara faiz vermek, fon ihtiyacı duyan kimselerden de faiz almak suretiyle FON TRANSFERİ sağlar.
Buradaki “BANKA” tarifinden hareketle KATILIM BANKALARINA gelince;
Bu kuruluşların isimlerinde de yer alan “BANKA” kavramı gerçekte “Konvansiyonel Bankacılık” olarak isimlendirilen, adıyla sanıyla “faizli işlemler yapan” diğer bankalarla temelde “aynı mantıkta” çalışmaktadır.
Yani her iki türü ile bu “BANKALAR”, fon fazlası olanlar ile fon ihtiyacı duyan bireyler ya da kurumlar arasında“belli bir bedel karşılığında” aracılık yapmaktadırlar.
Gerçekte ise; HER İKİ BANKACILIK SİSTEMİNDE DE ellerinde fazla parası olanlardan bir karşılık verilmek suretiyle “bu paralar” alınmakta ve paraya ihtiyacı olan kimselere yine belli bir bedel karşılığında “alınan bu paralar” aktarılmaktadır.
KATILIM BANKALARI ise tüm bu işlemleri, “mudarebe”, “muşareke”, “murabaha” adı altında ve “kar payı”, “katılım ortaklığı” gibi kavramlar ve yaklaşımlarla gerçekleştirirler.
Para fazlası olanlarla ile paraya ihtiyaç duyanlar arasında değişik yöntemlerle bu “parasal ilişki kurma” görevini üstlenirler.
İSLAMİ AÇIDAN İSE, fon ihtiyacı olanlar ile fon fazlası olanların, BANKA gibi bir yapı altında bir araya getirilmelerine asla ihtiyaç yoktur.
Bir başka ifade ile İslam’da bu anlamda faaliyet gösterecek bir yapıya ihtiyaç da, yer de yoktur.
Zira İslam, herhangi bir nedenle borçlanma ihtiyacında bulunan kimselerin faizsiz, karşılıksız olarak borçlanmalarının alt yapısını oluşturmuş ve bunu teşvik etmiştir.
Elinde ihtiyaç fazlası parası olanların ise parayı atıl bir şekilde saklamalarını İslam haram kılmıştır.
Sahip oldukları ihtiyaç fazlası parayı, ticarette kullanmalarını, SADAKA veya KARZ-I HASEN yapmalarını, herhangi bir şeyin alımında kullanmalarını, fakirlere ve yoksullara yardımda bulunmalarını, hayır-hasenat işlerinde kullanmalarını teşvik etmiş, emretmiştir.
Dolayısıyla İslam Devleti’nde gerek “KONVANSİYONEL BANKA” ve gerekse “KATILIM BANKACILIĞI” adı altında bir yapıya asla gerek yoktur.
KATILIM BANKALARI birtakım yönlerden de İslam’a göre caiz değildir. Bunlardan bir kısmı şunlardır:
Kuruluş metodu açısından; KATILIM BANKALARI, beden ortaklığının asla yer almadığı sadece sermaye ortaklığı şeklinde kurulmuşlardır.
İslam’da ise beden ortaklığı, “şirketleşmenin” esasi unsurlarındandır. Bir sözleşmenin geçerli olabilmesi için esasi unsurlardan birisinin bulunmaması nedeniyle bu şirket “akdi fasit” tir.
Buna göre; anonim şirket esasına göre kurulu olması nedeniyle KATILIM BANKALARI daha ilk etapta kuruluşları itibariyle İslam’a göre caiz olmayan şirketlerdendir.
Her ne kadar bu bankalar bünyelerinde birçok işlemi gerçekleştiriyor olsalar da bunların her biri hakkında hüküm vermek için sözleşmede yer alan hususların çok detaylı bir şekilde incelenmesi gerekir.
Günümüzde bunların yapmış olduğu “tüm işlemlerin caiz olduğu (!)” yönünde fetvalar çoğunlukta olmakla birlikte bu fetvaların önemli bir kısmı maalesef detaylı incelemeden yoksun, maslahata dayalı fetvalardır.
Örneğin; bu kurumlarda “KÂR PAYI” esasına göre yapılan ticari faaliyetlerin büyük bir kısmında, “ticareti yapılan malın daha teslim ve tesellüm işlemleri sağlanmadan” sadece “kâğıt üzerinde” işlem gerçekleştirilmektedir.
Oysa İslam ahkâmına göre; ağırlığına, hacmine ve sayısına göre satılan mallarda “kabz işleminin gerçekleşmesi” gerekir.
Murabaha işlemi yaptığını söyleyen BU BANKALAR herhangi bir müşteriye bir malı satmak istediği zaman, henüz sahibi olmadığı, hiçbir şekilde “tasarruf hakkı olmayan bir mal üzerinden” sözleşme yapmaktadır.
İslami açıdan ise, sahibi olunmayan herhangi bir malın satılması ya da sözleşmesinin yapılması asla caiz değildir.
Yani müşterisine satmak istedikleri malı “önce kendileri satın alıp” tasarruf hakkına sahip olmaları, daha sonra müşteriye satmaları gerekir.
Murabaha işleminde ise malın pazarlığını yapan da satın alan da gerçekte müşterinin bizzat kendisidir, BANKA değildir.
Yine BU BANKALAR, hayat sigortası, gayrimenkul sigortası ve bunlar dışında kalan haram olan sigortalar türünden birçok “teminatlar alanında” da faaliyet göstermektedir.
BU BANKALAR, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu’na ve buralarda yer alan şartlara tabidirler.
Türkiye Cumhuriyeti kanunları karşısında aynı KONVANSİYONEL BANKALAR gibidirler; onların uyması gereken tüm işlemlere uymak zorundadırlar.
Buna göre Merkez Bankası ve diğer bankalarla, günün belli saatinden sonra aralarında BORÇ ALIŞVERİŞ İŞLEMLERİNİ gerçekleştirirler.
Herhangi bir malın “satışı üzerinde” bir sözleşme yapıldığında ve alıcının da “borcunu ödemekte gecikmesi” ya da “zorlanması” hâlinde KATILIM BANKALARI, bu müşterisinden sözleşme gereği “Mahrum Kalınan Kâr” [3] adı altında bir para talebinde bulunmaktadır. Bu işlem de, İslam’a göre asla caiz değildir; faizdir ve haramdır.
Çünkü herhangi bir “borçlu kimse” borcunu ödemekte zorlandığı zaman, onun “eli genişleyinceye kadar” beklenir, hiçbir sebeple “borcuna bir ilave yapılamaz”, yapılırsa bu faiz sayılır.
KATILIM BANKALARININ bir diğer uygulaması ise, müşterisine “sözde satmış olduğu mal” üzerine, borcu bitinceye kadar bir “ipotek” koymalarıdır.
İslam’a göre satılan bir malın kendisi üzerine ipotek koymak asla caiz değildir. Zira bu durumda o kişi, “satın almış olduğu bu mal üzerinde tam tasarruf hakkından” tamamen mahrum olur. Alışveriş akdi ise, bir mal üzerinde tam tasarrufu gerektirir.
KATILIM BANKALARININ işlemleri hakkında şimdilik söylenebileceklerin bir kısmı bunlardır.
KD: Raporda tarım ile ilgili olarak İHYA ve İKTA hükümlerinden bahsediliyor. Yani “üretim varsa mülkiyet vardır, üretim yoksa mülkiyet yoktur”. Bazı kesimler bu uygulamanın “TOPRAK AĞALIĞI” sistemini de beraberinde getireceğini söylemekte. Böyle bir şey mümkün mü?
YAĞMUR: Arazi hükümleri içerisinde yer alan İKTA ve İHYA işlemleri toprak ağalığına ya da arazinin varlıklı kimselerin ellerinde toplanmasına neden olmaz. Şöyle ki:
a- İKTA, devlete ait olan ve işletilmeyen arazilerin ihtiyaç sahiplerine işlemeleri için karşılıksız olarak verilmesidir. İHYA ise yine bir başkasının mülkü olmayan ve atıl bir şekilde bulunan arazinin herhangi bir kimse tarafından işletilmesidir.
b- Herhangi bir kimse tarafından İHYA ya da İKTA yoluyla elde edilen tarım arazilerinin sürekli olarak işletilmesi gerekir. Bir kimse üç yıl üst üstte bizatihi sahip olduğu araziyi işletmeden atıl bırakırsa arazi kendisinden alınır ve işletebilecek kimseye verilir.
c- TOPRAK AĞALIĞI sisteminde “maraba” denilen ve adeta karın tokluğuna ağaya hizmet eden bir yapı vardır.
İslam’a göre ise toprak sahibi, arazisini ya bizzat kendi emeği ile ekip biçer ya da yanında ücretli olarak çalıştıracağı kimseler aracılığıyla bu işlemleri gerçekleştirir.
AĞALIK yapısında olduğu gibi karın tokluğuna, zorla ve mecburi olarak insanları çalıştıramaz. Devlet, herkesin temel ihtiyaçlarını üstleneceği için hiç kimse bir TOPRAK AĞASININ yanında köle gibi karın tokluğuna çalışmak istemez.
Dolayısıyla geniş topraklara sahip olan bir kişi, yanında işçi çalıştırmak için dolgun ücret ödemek zorunda kalacaktır.
d- Büyük miktarda arazisi bulunup “gerek kendi emeği ile ve gerekse ücretli kimseler aracılığıyla” arazisini işletemeyecek olması hâlinde bir başkasına İCARA (kiraya) DA VEREMEZ.
Onu doğrudan kendisinin işletmesi gerekir. Aksi halde o arazi elinden alınır ve işletebilecek kimseye verilir.
e- İslam ahkamına göre MESELE; insanların büyük miktarlarda araziye sahip olmaları değil arazinin işletilmemesi, atıl bırakılmamasıdır.
Arazi işletilebildiği müddetçe insanların “binlerce dönüm araziye sahip olmaları” asla engellenemez. Zira İslam, meşru yoldan mülk edinmeyi haram kılmadığı gibi, mülkiyete herhangi bir sınır da koymamıştır.
f- TOPRAK AĞALIĞI ve bundan kaynaklı sorunların en çok yaşandığı yerler İslam hükümlerinin tatbik edilmediği ortamlardır. İslam ahkamının bir bütün olarak uygulanması halinde bu türden sorunlar zaten kendiliğinden ortadan kalkar.
KD: Birçok ilde düzenlenen STK söyleşilerine ve konferanslara katıldınız. Bu faaliyetlerde şahit olduğunuz en ilginç şey ne oldu?
YAĞMUR: Ocak ayında başlayan bu çalışmaların, hem konferanslar hem de STK söyleşileri bölümüne katıldım. Çok sayıda il gezdim. Şunu gördüm:
İnsanımız, İslam’ın konuşulmasına, İslâm’ın yüceltilmesine, İslâm’ın hayatın problemlerine çözümler ürettiğini görmeye çok çok hasret kalmış.
Hatta sanırım Ankara’nın Çubuk ilçesindeydi. Sorulardan biri; insanların bu hükümleri kabul edip etmeyeceği yönündeydi. Ben de soru sorana;
“İşte biz buradayız geldik ve size ekonomik krizlere İslam’ın çözümlerini anlattık. Sizin bu çözüm önerilerine itirazınız var mı?” diye sordum. “Olmadığını” söyledi. Bende ona;
“Siz nasılsanız diğer Müslümanlar da aynı” dedim. Ki bu doğrudur; ben, “bu söyledikleriniz 1400 yıl önce kalmış şeylerdir, uygulanamaz” ya da “bunları uygulamak istiyorsanız Arabistan’a gidin” diyenle hiç karşılaşmadım.
Aksine büyük bir teveccüh gösterildiğine şahit oldum.
[1] Kapitalist sistemin uygulandığı ülkelerde hükümetler doğrudan para basmak, borçlanmak ya da banka parası limitleriyle oynamak suretiyle tedavüldeki para arzını artırmaktadırlar.
[2] 1469-1914 arası
[3] Bu farklar genellikle piyasada cari faiz oranlarına yakın rakamlarda olmaktadır.
Kaynak: Köklü Değişim Dergisi – Sayı: 160
– – – – – – – – – – – – – – – – –
Not: Şu haberi de bir okuyun derim (Bekir Yetginbal)
Erdoğan, Katılım Bankalarının İSMİNİ DEĞİŞTİREREK
“Helal Algısı” Oluşturulabileceğini İleri Sürdü (03 Ekim 2022)
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katılım Finans Strateji Belgesi Tanıtım Toplantısı’nda yaptığı konuşmasında, ekonomide yaşanan kötü gidişatı “Bu sinsi saldırıların son mermisi ekonomimize sıkıldı” ifadeleriyle sabotaj olarak nitelerken, KATILIM BANKALARININ ismini Katılım Finans Kurumu şeklinde değiştirilerek helal algısına dönüştürülebileceğini ileri sürdü.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katılım Finans Strateji Belgesi Tanıtım Toplantısı’nda konuştu.
Erdoğan’ın konuşmasından satırbaşları şöyle:
Son 8-9 yıldır Türkiye’yi yönetilebilir olmaktan çıkarmak için kumpastan darbeye her yolu denediler. Bu sinsi saldırıların son mermisi ekonomimize sıkıldı.
Bu tabloyu değiştirmek için çok önemli politikaları devreye aldık. Katılım Finans‘ın hak ettiği yere gelmesi için elimizden geleni yapacağız.
Üzüntüyle belirtmek isterim ki katılım finans potansiyelinin ve hak ettiği yerin çok gerisinde.
Türkiye gibi insanların dini hassasiyetlerinin yüksek olduğu bir ülkede, Katılım Finans‘ın doğru tespit etmeli, çözümü ona göre belirlemeliyiz.
Katılım Finans kuruluşlarının bankalardan hiç bir farkı olmadığına ilişkin genel bir algı toplumda yer etmiş.
Bu algının dönüşmesinin ilk adımı, hala kullanılan KATILIM BANKASI isminin Katılım Finans Kurumu şeklinde değişmesi olabilir.
Paylaşımı, üretimi ve ahlaki değerleri önceleyen finans araçlarının başında katılım finans sistemi geliyor. Katılım finansın yıldızı, risk paylaşımı, ahlaki vurgularıyla giderek daha çok parlamaktadır.
Türkiye ekonomi modelinin başarıya ulaşmasında finansal sistemimizdeki alternatif araçlar ve ürün çeşitliliğinin gelişmesinin önemli faydası vardır.
Tags: