Allah-u Teala’ yı Unutmanın Sonuçları
Allah-u Teala’ yı Unutmanın Sonuçları
Yeryüzünde insanoğlu için en büyük afet, Allah’ı (c.c) unutmasıdır. Rabbü’l Alemin’den gafil yaşamasıdır.
İnsan ile nisyan arasındaki ilişki malumdur. “Hâfıza-i beşer nisyan ile malüldür” demişlerdir. İnsanoğlu nisyana ve isyana; gaflet ve fetrete çok yatkın bir varlıktır.
Ancak gaflet ile nisyan arasında fark vardır.
Gaflet, kulun iradi olarak ilgisizlik sebebiyle unutmasıdır.
Nisyan ise gayr-ı iradi olarak unutmasıdır.
Sözlüklerde gaflet kelimesi, bir şeyi terk etmek, ihmal etmek, uyanık bulunmamak, nefsin arzularına uyarak zamanı boşa geçirmek, önemsiz şeylerle uğraşmak, olandan bitenden habersiz olmak, dalgınlık, dikkatsizlik, boş bulunma, aymazlık, tedbirsizlik gibi anlamlarda kullanılır.
Terim olarak gaflet, ana hatlarıyla, kişinin heva-i nefsine uyarak enfüste ve afakta var olan Allah’ın ayetleri üzerinde düşünmemesi, anlamaya çalışmaması; neticede dünyaya geliş gayesini ihmal edip ömür sermayesini boşa harcaması anlamına gelmektedir.
Uyur-gezer biri gibidir gâfil; yürür, fakat yürüdüğünün farkında değildir. Bir şeyler yapar ama ne yaptığını tam kestiremez.
Hedefsizdir, çok defa abesle iştigal eder; eder de hep yürüdüğü yollara ve içinde yaşadığı zamana yenik düşer.
Doğrusu, onun davranışlarında bir gaye aramak da beyhudedir; zira o bakıp da görmeyen, işitip de anlamayan öyle bir şaşkın ve öyle bir dalgındır ki, bazen etrafında cereyan eden kızıl-kıyamet hâdiselerden bile habersiz yaşar.
Bu yüzden Allahu Teala Kur’an-ı Kerim’inde: “Sakın gafillerden olma!”(1) diye buyurduğu halde “unutanlardan olma!” buyurmamıştır.
Çünkü unutmak sorumluluğu kaldıran bir keyfiyettir. Nitekim Allah Resulü şöyle buyurmuştur: “Ümmetimden hata, unutma ve yapmaları için cebir ve tazyike maruz kaldıkları şeylerin sorumluluğu kaldırılmıştır.”(2)
Bu manasıyla unutma yerine göre bir nimettir. İnsan unutma sayesinde hayatın acılarından kurtulabilmekte; yeni şeyler öğrenebilme imkânı elde etmektedir.
Peki, İnsanoğlu Rabbini unutursa ne olur?
İşte insan için kıyametin koptuğu soru da budur. Zira insan Rabbini unutursa kendini unutur, haddini unutur, hududunu unutur.
Her haddini bilmezlik aslında Allah’ı unutmanın bir sonucu değil mi? İnsanoğlu kendini unutmaya görsün, bu unutma öyle bir derekeye varır ki, artık kendisine “şah damarından daha yakın olanı” unutur.
Kur’an’da, insanın Allah’la ilişkisinde “unutma” fiili üç biçimde geçiyor.:
1) İnsan’ın Allah’ı unutması…
2) Allah’ın insanı unutması…
3) Allah’ın insana kendi kendini unutturması…
Bu konuda şu iki ayeti okuyalım:
“Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan (fasık) kimselerdir.”(3)
“Münafık erkeklerle münafık kadınlar (sizden değil) birbirlerindendirler. Kötülüğü emrederler, iyiliği yasaklarlar ve ellerini kapatırlar. (cimrilik yaparlar) Onlar Allah’ı unuttular, Allah da onları unuttu. Şüphesiz münafıklar fasıkların taa kendileridir.”(4)
Ayetlerden anlaşılacağı üzere Allah’ı unutanlar, fasıklar ve münafıklardır. Münafıklar aynı zamanda fasıktırlar da.
Allah’ı unutma vakıası, İslam literatüründe nisyan ve gaflet kavramları ile açıklanır.
Kişi Allah’ı bir kez unutmaya görsün, buna mukabil Allah da o kulunu unutmuş gibi yapıyor ve aynı zamanda o kişiye kendi nefsini de unutturuyor.
Bir kimsenin kendini unutması, şuursuzlaşma / bilinçsizleşme ve kendisine yabancılaşma sonucuna yol açıyor.
Kendisine yabancılaşmış bir insan, insan olması hasebiyle sahip olduğu değerden, Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden habersizdir.
Kendine yabancılaşmış bir insan, Allah’ın yaratılışta lütfettiği temiz ve İslâm’a elverişli fıtratın aksine bir kişilik geliştirir.
Kendine has kişiliği ve fikri olmayan böylesi kimselerin işi gücü özenti ve taklittir. Böylesi kimselerden sadece bir grubun, takımın fanatik taraftarı olur.
Paraları varsa, iyi müşteridirler, satın alıp tüketirler fakat değer üretebilecek bir yetenekten yoksundurlar.
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Haşr Suresi (19)’ndeki, “Allah’ı unutanlar” la ilgili ayetin tefsirini yaparken “Allah’tan korkmaz, hukukunu tanımaz ve O’nun sonsuz korumasından yardım dilemez olmuşlardır” yorumunu yapıyor.
Elmalılı M.Hamdi Yazır (Rh.a) “Allah’ın kendi kendilerine unutturduğu” insanları da şöyle tasvir ediyor:
“Sarhoş gibi ne yaptıklarını bilmezler. İnsan nefsinin, beşer hukukunun kıymetini anlamaz, adi şeylere tapar ve insanlığını zelil ederler.
Ayrıca kendilerini kurtaracak hayır ve hasenatı düşünmez, azaptan koruyacak işler yapmaz, ve yarın için bir şeyler hazırlamazlar…
İnsanın kendisini hissetmesi (bilinç) fıtri olduğu için şuurdan, şuurun hukukundan ve onun Allah’a bakan yönünden gaflet edenlerin fıtratı bozulmuş kimseler olduklarına tenbih için unutmak ile ifade edilmiştir.”(5)
Özetle Elmalılı M. Hamdi Yazır (Rh.a), “Allah’ın kendilerini kendilerine unutturduğu” insanları, varlık şuuru silinmiş insanlar olarak değerlendiriyor.
Belki de “unutma” fiilinde insana yönelik en büyük tehdidi ihtiva eden boyut ise, Allah’ın insana aynı ile mukabele etmesidir.
Yani “madem unutuyorsun…” diye başlayarak bu insanın ilahi alakanın en uzağına düşürülmesidir.
Aslında bu, bir anlamda insanın şah damarının kesilmesinden farksızdır. Bir insanın Allah tarafından yok farz edilmesi herhalde nasipsizliğin, mahrumiyet ve mahkûmiyetin en büyüğü olsa gerektir.
Belki de bunun için Kur’an’da “unutma” fiili ile bağlantılı bir başka kavram “gaflet” kavramıdır.
Yani Allah’la ilişkisinin hiç farkında olmayana “gafil” denir. İşte o “gafiller” i anlatırken Kur’an, bakınız nasıl bir çerçeve koyuyor önümüze:
“Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar, gözleri vardır, onlarla görmezler, kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir, hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”(6)
Demek ki Kur’an çerçevesinde “gaflet” çukuruna düşen insanın, kalbi kavrama, gözleri görme, kulakları işitme hassasiyetini kaybetmiş, kendisi de hayvanlıktan bile daha büyük bir şaşkınlığa düşmüş demektir.
Demek ki insanlık, “Allah bilgisi – şuuru” na sahip olmakla var olabilen bir özelliktir.
“Gaflet” in zıddı ise “zikrullah” tır.
Günümüzde din büyüklerinin ve ilim adamlarının görüşlerini din olarak alıp, dinin kaynakları olan Kitap, Sünnet, İcma-i Ümmet ve Kıyas-ı Fukaha’yı unutup bir tarafa atanlar, kendi görüşlerini kutsallaştırıp Kur’an’ın, Sünnetin, İcma-i Ümmetin, Kıyas-ı Fukaha’nın önüne geçirenler, Allah’ı unutmuyorlar mı?
Hatırlıyorlarsa, O’nu hiç unutmuyorlarsa, Kur’an’a, Sünnete, İcma-i Ümmete ve Kıyas-ı Fukaha’ya bakıp öyle görüş açıklamalıdırlar.
Özellikle de din eğitimcileri, Allah’ı unutarak görüş beyan etmekten kendilerini alıkoymadıkları müddetçe Tağutlaşmaya mahkûmdurlar.
Şunu bilelim ki; İnsanın “nisyan” damarına mağlup olup, kulluğunu unutması, bünyesinde yer yer Firavunluk hususiyetlerinin tümörleşmesidir.
Allah-u Teala’yı unutma, Allah’ın dinini kendine göre yontarak haramlarla iştigal etmenin neticesinde meydana gelen bir hal’dir.
Dini kendimize yontmak, dinsiz kalmamıza bir sebeptir..
İnsanoğlu bir kul olduğunun idrakinden uzaklaştığı andan itibaren Allah’ı unutur. Bu unutmanın neticesinde de Allah’a ibadet etmek yerine malayani sözler ve işlerle iştigal eder.
Malayani bir nisyanın; yani bir insanın “Allah’ı, kendisini ve vazifesini unutması“ kendini kaybetmesinin ilk işaretidir.
Allah-u Teala’yı unutan bir insanın gündeminde hiç ahiret yoktur. Onun için her şey bu dünyadan ibarettir.
Allah’ı unutan bir insan artık dünyevileşmiştir.
Dünyevileşme sonucunda bu insanın Allah’ı, ahireti ve topyekûn dini dikkate almamasının ardında, insanın kendini ve Yaratanını unutması, istiğna (kendini hiçbir şeye muhtaç görmemesi) ve tekebbüre saplanması yatmaktadır.
Dünyevileşme, sonuçta Allah’tan kopuş, istiğna, kibirlenme, Allah’ın nimetlerini ve ayetlerini unutma ve inkâr etme anlamına gelmektedir.
İnsanlardan, haksız yere kendini yeterli gören, Allah’a boyun eğmekten kaçınan, O’nun sonsuz nimetlerini inkâr edenlerin durumu Kur’an-ı Kerim’de çeşitli örneklerle anlatılır.
Bu duruma bir örnek olarak Firavun’u görüyoruz.
İlahlık iddiasında bulunan, kibir ve istiğna sembolü, kendi konumunu unutarak haddini aşmış bulunan Firavun yaverine şöyle demişti:
“Benim için bir ateş yakıp tuğla pişir de bana bir kule yap! Belki Mûsâ’nın ilahına çıkar bakarım(!)”(7)
Bu anlayış, haddi aşmanın, büyüklenmenin ve yeryüzünde ilahlaşma arzusunun da açık bir ifadesidir.
Allah’ı unutmak, ilahlaşma yoluna girmektir.
Dünyada ilahlık iddiasında bulunanlar, Allah’ı unutanlardır. Allah’ı unutan insan, “daha çok hız ve daha çok haz” peşinde koşar.
Allah’ı unutan insan; kendi adına hesap ve kitabı düşünmediği gibi bela ve musibetleri de hep başkası için düşünür.
Mesela etrafında sürekli ölümlere şahit olduğu hâlde bir gün ölebileceğini hiç düşünmez.
Nefs-i emmaresi külfet ve hizmet söz konusu olduğunda kendisini unutturur, fakat ücret alma ve zevklerden yararlanma söz konusu olunca hemen ileri atılır. İşte asıl gaflette budur…
Haris El-Muhasibi (Rh.a) de “İlk musibet; kalbi ahireti zikredip düşünmekten alıkoymaktır” der ve sözlerini şöyle sürdürür:
“Bundan sehiv, sonra nisyan, sonra gaflet, arkasından Allah’ın emirlerini yerine getirmeme, daha sonra da günah işlemekten ileri gelen kalp pası ve katılığı gelir. Bu sonunda da bu ikisiyle ahiret düşüncesi tamamen perdelenir.”(8)
“Allah kulunu unutmaz, kul Allah’ı unutmadıkça.”
Haşa.. Allah kusurdan münezzehtir. Sanki burada unutma fiili de var ama unutmuyor gibi bir mana çıkıyor.
Allah kullarını hiç unutur mu?
Allah’ın hiç unutmadığını ve uyumadığını insanlığa hatırlattığı için Bakara suresinin/255’deki Ayete’l Kürsi, Kur’an tahtının sultanı kabul edilmiştir.
Allah’ın haşa kulu unutması, “onu azaba terk etmesi, rahmetini tecelli ettirerek azaptan kurtarmaması..” demektir.
Netice olarak insanın Allah’ı unutması, bütün kötülükleri bünyesinde toplayan şemsiye bir ifadedir.
Allah’ı unutandan her türlü kötülük beklenir. Dünya ve içindekilere gereğinden fazla değer vermek ve bağlanmak Allah’ı unutmanın temel sebepleri arasında yer almaktadır.
Zira mal ve evlat başlı başına birer imtihan vesilesi olduğu gibi, helal-haram demeden malı çoğaltma yarışı ve bu iş için girişilen ticaret ve alım satım,
dünyadan hiç ayrılmayacakmış gibi ona bağlılık ve tûl-i emel, karşı cinse, makama ve çeşitli lezzetlere düşkünlük, ‘gününü gün etme’ mantığı, Allah’ı unutmuş olmanın sonuçlarıdır.
Anlaşılan şu ki; Allah’ı unutmak, insanoğlunun dünya ve ahret saadetini bitiren, hüsrana uğratan bir zehirdir.
Peki bu zehrin bir panzehiri bulunmaz mı?
Elbette ki bulunur. İhsan ufkundaki zikrullah nakışlı bir hayat tarzı Allah’ı unutmanın panzehiridir.
Bir Müslüman’ın en büyük hedefi Allah’ı hatırlamak ve hatırlatmak değilse, Allah’ı unutması da kaçınılmazdır.
Yazan Mustafa ÇELİK Kaynak: Misak Dergisi,298.Sayı
____________________
(1) A’râf Sûresi/205
(2) Sünen-i İbn Mâce, Talâk, 16; Mevsûa etrafi’l-Hadis, V, 146
(3) Haşr Suresi/ 19
(4) Tevbe Sûresi/ 67
(5) Hak Dini Kur’ân Dili (M. Hamdi Yazır) C:7, Sh:4866, İst/ 1971
(6) A’raf Sûresi/179
(7) Kasas Sûresi/ 38
(8) El-Muhasibî, Er-Ri’aye li Hukukillah, (Kalb Hayatı), Sh: 35
Tags: Yayınlandı
7. Ocak 2016 at 22:56
Çok kıymetli büyüğüm Bekir ağbey
Böyle bir yazıyı kaleme alan değerli yazara ve ondan nakledip sitende bizlere ulaştıran sizlere cok teşekkür eder Allah c.c. sizden razı olsun ve daha nice böyle faydalı yazılar yayımlamayı nasip etsin gayretlerinizi artırsın inşaallah.
Bu gün beşeriyetin ve hasseten İslam ümmetinin içinde bulunduğu en büyük maraz,hastalık ''Allah c.c.yi unutma'' hastalığıdır.Bugün ümmet olarak içinde bulunduğumuz bu perişanlık bu hastalığın sonucudur.
Her cümlesi can alıcı tespitler içeren bu yazıyı bir reçete telakki ederek çerçeveletip evlerimizin bir köşesine asmak lazım diye düşünüyorum.Göz önünde olsunki bazen göz atıp hatırlamamıza ve zihnimizde canlı kalmaya vesile olsun.Selam ve dua ile…