Alaturka Saat: Mesut Zamanların Yadigârı

Alaturka Saat: Mesut Zamanların Yadigârı

NOT: Bu yazı; sizi alıp ‘bir yerlere götüren’ hoş bir yazı.. Rabbim yazan kardeşimizden razı olsun diyor, ‘sabırla sonuna kadar’ okumanızı tavsiye ediyorum. (BY)

Yazan Neslihan Kara

Bugün burada, medeniyetimizin nadide bir parçası olan, 1910 yılına kadar kullana geldiğimiz ve 1925 yılında yerini (diğer her alanda olduğu gibi) “yabancı sistemlere” bırakan “Alaturka saat sistemi” ni konuşmak ve hatta konu hakkında “ufak bir sürprizi” de sizinle birlikte karşılamak için toplandık.

(ALATURKA: Eski yaşam biçimi ve alışkanlıklara uygun olan, ALAFRANGA: Batı veya Avrupa’nın moderniz yaşam biçimi ve alışkanlıklarına uygun olan demektir. Her ikisi de İtalyanca kökenlidir. BY)

Fakat gelin öncesinde şu soruyu cevaplayalım: Alaturka Saat Neden Önemli?

Alaturka saati önemli yapan birçok unsur var. Hemen birkaç tanesinden bahsedelim:

İslami hassasiyetleri baz alması,

Ecdat yadigârı olması,

İnsan fıtratını en iyi bilen Allah’ın dini olan “İslamiyet’i baz alması” sebebiyle imkan verdiği hayat akışının, insanların “üretim ve yaşamı için” en uygun seçenekleri sağlaması,

Bize ait olması..

Bu “son madde” belki size ilginç gelebilir; fakat benim için çok önemli.

Yıllardır çeşitli kültürlere özenerek yaşayan mutantların (mutasyon / değişim geçirenlerin ) arasında “bize ait” olan bir değere “sahip çıkmak” benim için hayati değer taşıyan bir konu. (Buradaki “biz” kelimesi ile kastettiğim çokluğun ırkı ile ilgili olmadığını da ilk üç maddeden anladığınızı varsayıyorum.)

Bu “hayati değerden” hareketle benim için çok önemli olan “bu saatin, gözle görülür bir halde” bu bloğumun başucunda bulunmasını istediğim için “bir yazılımcı ile” temasa geçtim.

Ve evet, sürpriiiiz:

Farkındayım yıl olmuş bilmem kaç… Ama “Ezani Saatimiz” yıllara inat, bir garibanın bloğunda somut olarak yer alıyor.

(EZANİ SAAT: Mevsimlere göre, Güneş’in batışında saatin 12’yi gösterecek biçimde ayarlanması temeline dayanan bir zaman ölçüsüdür. BY)

Önemini bilenler için bunun “bir sürpriz” olacağından eminim.

Kendi adıma ise, “İlkeli bir Müslüman ve şanlı bir ecdadın torunu olarak” elimden geleni yapmak suretiyle borcumu yerine getirme sorumluluğunu, gücüm nispetinde gerçekleştirmiş oldum.

Tüm bunlara ek olarak sizlerle paylaşmak istediğim bir şey daha var:

Şimdi… Bilenler bilir, yazılarımı kaleme alırken “farklı kaynaklardan” da yararlandığım ve bir şeyler araştırdığım zamanlar olur. 

Bu yazıyı yazmaya başladığım 26 Aralık gününde de, konuyu araştırma gereği duyduğum bir sırada, “çok şaşırdığım” bir ayrıntıya rastladım:

Türkiye’ de “Günün Yirmi Dört Saate Taksimi” yani Yeni Saat”, 26 Aralık 1925 tarihinde kabul edilmiş. (1)

Düşünün lütfen, özellikle uğraşmışım gibi onca günün arasından 26 Aralık gününe denk gelmesi…

Üstelik bırakın günün denk gelmesini, hangi ay kabul edildiğini bile bilmiyordum bu “yeni saatin…”

Bu rastlantı beni öyle “büyük bir hayrete düşürdü” ki, yazının bitişini ve yayınlamayı hızlandırmak için arkamdan atlı kovalıyormuşçasına dehşet içinde yazıyorum şu an:

Alaturka (Ezani) Saat Nedir ve Nasıl Kullanılır?

Alaturka saat, eski kitaplarımızdan birini okurken rastlayıp araştırdığım, medeniyetimize ait çok estetik bir detay…

Ezan vaktini baz aldığı için “Ezani Saat” olarak da anılan bu sistemi, benim gibi “eski günlere meraklı” olanlar muhakkak duymuşlardır.

Fakat duymayanların çoğunlukta olduğunu düşünerek kısaca bahsetmem daha doğru olacak:

“Alaturka saat” güneşin batışını, yani “akşam ezanını” esas alan bir sistemdir ve bizim bugün kullandığımız 24 saatten oluşan “Alafranga” ya da “Vasati” saatten farklı olarak bir günü 12 saat” olarak kabul edebileceğimiz bir yapıdır.

Akşam ezanı vaktinde saati “12:00 olarak” ayarlamak suretiyle kullanılır; yani Güneşin hareketlerini” baz alır.

Alafranga (Vasati) Saatten Ezani Saati Bulmak

Geçmişte, dedem matbaada çalışırken eline geçen ve MUVAKKİT Yusuf Ziya Tokcan tarafından tertip edilen eski bir “Zaman Takvimi” varmış.

(MUVAKKİT, zaman ayarı yapan ya da vakti tayin eden kişi anlamına gelen bir kelimedir. Bu işin muvakkitler tarafından yapıldığı yerlere ise muvakkithane denirdi. Buralarda takvimler ayarlanır, ramazan imsakiyeleri hazırlanır ve namaz vakitleri ayarlanırdı. BY)

Konya iline ait olan bu takvimi dedem, geçmiş yıllarda, “Ezan vakitlerinden bahsederken” bana hediye etmişti.

Düşünüyorum da, kullanmak bugüne kısmetmiş. Takvimdeki “Hesap Yöntemini” sizlerle de paylaşıyorum: (İmla kurallarına takılmayın lütfen, çünkü kitap oldukça eski)

 Vasati saatle olan “Evkati Şer’iye” den, Ezani vakitleri bulmak için aşağıdaki tarif edilen “Usul” tatbik olunur.

Herhangi bir memleketin Hakîki mevki coğrafyasına göre vasati saatle hesap edilmiş Evkatı Şer’iye takviminden o memlekete ait herhangi bir gün için Ezani saatleyatsı vaktini” bulmak matlup olsa (istense):

İstenen o güne ait “vasati saatle” yatsı vaktinden o günün “vasati akşam saati” çıkartılır. Baki kalan Ezani saatle “yatsı vakti” olur.

Vasati saatten diğer İmsak, Güneşin Doğuşu, Öğle ve İkindi vakitlerinin Ezani saatlerini bulmak matlup olsa (istense):

İstenen tarihten bir gün evvelki vasati saatle Akşam saati, 24 saatten çıkarılarak (Güneş battıktan sonra 24 saatin ikmaline kadar olan zaman bulunur.) Kalan rakam istenen “Vasati vakte” toplanır. Çıkan toplam “Ezani vakit” olur. Toplam on iki saatten fazla ise 12 saat çıkarılır, kalan Ezani saat olur.

Misal: 5 Ocakta Konya‘da Ezani saatle “İkindi vaktini” bulmak için:

Bu takvimde 5 Ocaktan bir gün evveline ait yani 4 Ocaktaki “Vasati Akşam saati” 16:48 dir. 24 saatten çıkardığımızda 24:00 -16:48 = 7:12 kalır.

Bu 7:12 yi 5 Ocaktaki, “Vasati saatle” ikindi vakti olan 14:36 ile topladığımızda 14:36 + 7:12 = 21:48 olur.

21:48 den 12 saati çıkardığımızda 21:48 -12 = 9:48 olur ki Konya’da Ezani saatle ikindi vakti, 9 saat 48 dakika olmuş olur. Diğerleri buna kıyasla bulunur. (2)

Türk Edebiyatında Alaturka Saat

Yazımın bu noktasında “Edebiyattan faydalanarak” çeşitli örnek “alıntılar” paylaşacağım sizlerle.

Çünkü günümüz saatini kullanırken “Ezani saati “ gözümüzde canlandırmanın zor olduğunu biliyorum. Bu “alıntıların, bu zorluğu bir parça da olsa azaltmasını” umut ediyorum.

İşte birinci alıntım:

Abdülhak Şinasi Hisar, “Fahim Bey ve Biz” kitabında alaturka saate ve eski günlere ilişkin bakın neler yazmış:

“Bu, daima güneşe teveccüh eden bir saatin kullanıldığı, onun battığı anın tam “On iki” sayıldığı ve akşam ezanı başladı mı saatlerin “On ikiye ayar edildiği” zamanlardı.

O zamanlarda evlerimizde “Namaz vakitlerini” bildiren saatlerin mevkii pek büyüktü.

Ekser evlerin sofasında “İçi beyaz alaturka kadranlı, siyah yelkovanlı, cevizden dolabını yer yer kurtlar yemiş ihtiyar bir kuyruklu saat” sallanarak, tıpkı bir gönlün yorgunluklarından gelen hırıltılı seslerle işlerdi.

Ve güya doğrudan doğruya zamanın geçmesinden çıkan ‘bu hüzünlü ses’ eski neşelerin terk etmiş bulunduğu ıssız sofaları ‘bir muvakkıthane, bir cami’ uğultusuyla doldururdu.” (3)

İkinci alıntım:

“O zamanlarda sokağa çıkmış olan hanımlar ‘Ezani Saat on bire doğru’ ve beyler de ‘on iki sularında’ evlerine dönerlerdi. Bir’e doğru da akşam yemeğine oturulurdu.

Ertesi sabah ‘On iki raddelerinde’ kalkılır ve beyler ‘iki buçuğa, üçe doğru’ işlerine giderlerdi. Hanımlar, ekseriyetle, sokağa ancak öğleden sonra çıkarlardı.” (4)

Alaturka saatten bahsedip de ”Muvakkithaneleri” unutmak olmaz elbette…

Eski zamanlarda camilerin yanındaki muvakkithanelerde vakitleri hesaplayan “Muvakkitle” mevcuttu.

“Akşam ezanı vaktini” hesaplayan muvakkitlerin sayesinde ise “Akşam ezanı” okunduğunda “halk saati 12:00 olarak” ayarlıyordu.

Bir başka deyişle “Saatin 12 olduğu, akşam ezanı okunduğunda” teyit edilebiliyordu.

Muvakkithaneler hakkında gelin bir de Ahmet Hamdi Tanpınar‘ın, “Saatleri Ayarlama Enstitüsü” kitabında yazdıklarına bakalım:

Üçüncü alıntım:

“Adım başında muvakkithaneler vardı. En acele işi olanlar bile onların penceresi önünde durarak cebinden, servetlerine, yaşlarına, cüsselerine göre altın, gümüş, sadece savatlı, kordonlu, kordonsuz, kimi bir iğne yastığı, yahut kaplumbağa yavrusu kadar şişkin, kimi yassı ve küçük, saatlerini besmeleyle çıkarırlar, sayacağı zamanın kendileri ve çoluk çocukları için hayırlı olmasını dua ederek ayarlarlar, kurarlar, sonra kulaklarına götürerek sanki yakın ve uzak zaman için kendilerine verdikleri müjdeleri dinlerlerdi.

Saat sesi, bu yüzden onlar için şadırvanlardaki su sesleri gibi hemen hemen iç âleme, büyük ve ebedi inançların sesiydi.

Onun, kendisine mahsus, hayatın her iki buudunda (boyutunda) genişleyen hassaları vardı. Bir taraftan, bugününüzü ve vazifelerinizi tayin eder, öbür taraftan da peşinde koştuğunuz ebedi saadeti, onun lekesiz ve arızasız yollarını size açardı.” (5)

Fakat bu konuda Ahmed Haşim, “Gurebahane-i Laklakan” kitabının “Müslüman Saati” isimli yazısında “harika şeyler” paylaşmış bizimle.

Alıntıların aralarında, Server Dayıoğlu’nun “İstanbul Muvakkithaneleri” kitabından çektiğim ve birleştirdiğim çeşitli fotoğraflar da mevcut.

Dördüncü alıntım:

“Eskiden kendimize göre yaşayışımız, düşünüşümüz, giyinişimiz ve kendimize göre, dinden, ırktan ve ananeden hayat alan bir zevkimiz olduğu gibi, bu ‘Üslub-ı hayata’ göre de ‘Saat’ lerimiz ve ‘Gün’ lerimiz vardı.

‘Müslüman gününün başlangıcını’ şafağın parıltıları ve ‘Nihayetini ise’ akşamın ziyaları tayin ederdi.” (6)

Beşinci alıntım:

“Ecnebi saati ibtilâsından evvel bu iklimde, iki ucu gecelerin karanlığıyla simsiyah olan ve sırtı, muhtelif evkatın kırmızı, sarı ve lâcivert ateşleriyle yol yol boyalı, azim bir canavar halinde, bir gece yarısından diğer bir gece / yarısına kadar uzanan yirmi dört saatlik bir ‘gün’ tanınmazdı.

Ziya’ da (gün aydınlandığında, ışıdığında) başlayıp ziya’da biten, On iki saatlik, ‘kısa, hafif, yaşanması çok kolay’ bir günümüz vardı. Müslümanın mesut olduğu günler, işte bu günlerdi; şerefli günlerin vakayi’ini bu saatlerle ölçtüler.” (7)

Altıncı alıntım:

“Giden saatler; babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi.

Bunlar; ‘hayatı etrafımızda serbest bırakan’ geniş lakayt dostlardı. Gelen yabancılar ise ‘hayatımızı bozup onu meçhul bir düstura göre yeniden tanzim ettiler’ ve ruhlarımız için onu tanınmaz bir hale getirdiler.

Yeni ‘ölçü’ bir zelzele gibi, zaman manzaralarını etrafımızda zir ü zeber (alt üst) ederek, ‘eski günün bütün sedlerini’ harap etti ve ‘geceyi gündüze katarak saadeti az, meşakkati çok, uzun, bulanık renkte’ bir yeni ‘gün’ vücuda getirdi.

Bu Müslümanların ‘eski mesut günü’ değil, bilakis ‘bedmestleri, evsizleri, hırsızları ve katilleri çok ve yeraltında mümkün olduğu kadar fazla / çalıştırılacak köleleri sayısız olan’ büyük medeniyetlerin acı ve nihayetsiz günü.” (8)

Yedinci alıntım:

“Unutulan eski saatler içinde eksikliği en ziyade hasretle tahattur edilen (hatırlanan) saat, akşamın on ikisidir.

Artık ‘on iki’ solgun yeşil sema altında, ilk yıldıza karşı müezzinin Müslümanlara hitap ettiği, sokakların lâcivert bir sisle kapandığı, ışıkların yandığı, sinilerin kurulduğu ve yarasaların mahzenlerden çıkıp uçuştuğu o müessir ve titrek saat değildir.

Akşam telâkkisinden (kabullenişinden) koparak gâh öğlenin hararetinde ve gâh gece yarılarının karanlığında mevhum (var olduğu sanılan) bir zamanı bildiren bu saat, şimdi hayatımızda renksiz ve şaşkın bir noktadır.” (9)

Sekizinci alıntım:

“Yeni saat, Müslüman akşamının mahzun ve müşa’şa’ (gösterişli) dakikasını dağıttığı gibi, yirmi dört saatlik yabancı ‘gün’ün getirdiği maişet şekli de bizi fecr âleminden mehcur (ayrı) bıraktı.

Başka memleketlerde fecri yalnız ‘Kır dan şehre sebze ve meyve getirenlerin’ ahmak gözleriyle, muztariblerin şişkin kapaklar içinden bakan kırmızı ve perişan gözleri tanır.

Bu zavallılar için fecrin parıltıları, yeniden boyuna geçirilecek olan ‘hayat ipinin kanlı ilmeğini’ aydınlatan bir ziya (ışık) dır.

Hâlbuki fecir saati; bir Müslüman için, ‘rüyasız bir uykunun nihayeti ve yıkanma, ibadet, neşe ve ümidin’ başlangıcıdır.

Bir müslüman yüzü; ‘kuş sesleri ve çiçek kokuları gibi fecrin en güzel tecellilerindendir’. Kubbe ve minareleri, o güzelim alaca saatte görmemiş olan gözler, taşa en ilâhî manayı veren o muhayyirü’l-ukul (akılları durduran) mimariyi anlamış değillerdir.

Esmer camiler, fecrden itibaren semavi / bir altın ve semavi bir çini ile kaplanır ve İslam ustalarının nâtamam (henüz tamamlanmamış) eserleri o saatte tamamlanır.

Bütün mabetler içinde, güneşten ilk ziya alan camidir. Bakır oklu minareler, güneşi en evvel görmek için havalarda yükselir.” (10)

Dokuzuncu alıntım:

“Şimdi heyhat, ‘eski saat’ le beraber akşam da, fecir de bitti. Bir çoklarımız için fecir, artık gecedir ve bir çoklarımızı güneş; yeni ve acayip bir uykunun ateşlerinden, eller kilitli, ağız çarpılmış, bacaklar bozuk çarşaflara dolaşmış, kıvranırken buluyor.

Artık geç uyanıyoruz. Çünkü hayatımıza sokulan ‘yeni ve fena günün eşiğinde’ yere çömelmiş, kin, arzu, hırs ve haset sürülerinin bizi, o ‘ateş saçan gözlerle’ beklediğini biliyoruz.

Artık fecri, yalnız ‘kümeslerimizdeki dargın ve mağrur horozlara’ bıraktık.

Şimdi Müslüman evindeki saat, başka bir âlemin vakitlerini gösterir gibi, ‘bizim için gece olan saatleri gündüz, gündüz olan saatleri ise gece’ renginde gösteriyor.

Çölde yolunu şaşıranlar gibi; biz şimdi ‘zaman içinde kaybolmuş’ kimseleriz.” (11)

Bu alıntıları okumak size ne hissettiriyor bilmiyorum; ama benim içimde adeta çiçekler açıyor. İnsan ‘hiç yaşamadığı dönemleri, hiç bilmediği devirleri’ özler mi, onu da bilmiyorum.

Özlemek için ‘onu yaşamanın gerekli olup olmadığından’ da emin değilim aslında. Kendim yaşamasam, belki de inanmazdım özlenebileceğine…

Belki de size bir delilik gibi gelecek bu; fakat ben “çok özlüyorum o günleri..” İmkânsız da sayılmaz fikrimce, ne de olsa hayatımızda kitaplar var.

Dipnotlar ve Alıntılar – Kaynakça – Açıklamalar

1- Takvim, saat ve ölçülerde değişiklik

https://tr.wikipedia.org/wiki/Takvim,_saat_ve_ölçülerde_değişiklik

2- Muvakkit Yusuf Ziya Tokcan – Konya Arzına Mahsus Devri Daim Tokcan Takvimi s50, s51, s52 (Denizkuşları Matbaası)

3- Abdülhak Şinasi HİSAR – Fahim Bey ve Biz s25 (Yapı Kredi Yayınları)

4- Abdülhak Şinasi HİSAR – Fahim Bey ve Biz s26 (Yapı Kredi Yayınları)

5- Ahmet Hamdi Tanpınar – Saatleri Ayarlama Enstitüsü s24, s25 (Dergâh Yayınları)

6- Ahmed Haşim – Gurebahane-i Laklakan s10 (Çağrı Yayınları)

7- Ahmed Haşim – Gurebahane-i Laklakan s10 (Çağrı Yayınları)

8- Ahmed Haşim – Gurebahane-i Laklakan s11 (Çağrı Yayınları)

(Atik Ali Paşa Camii Muvakkithanesi, Atik Valide Camii Muvakkithanesi, Ayasofya Cami Muvakkithanesi Ön Cephesi, Beykoz Camii Muvakkithanesi, Beylerbeyi Camii Muvakkithanesi’nin kitabesi, Dolmabahçe Camii Muvakkithanesi)

9- Ahmed Haşim – Gurebahane-i Laklakan s11 (Çağrı Yayınları)

10- Ahmed Haşim – Gurebahane-i Laklakan s11, s12 (Çağrı Yayınları)

(Eyüp Sultan Camii Muvakkithanesi, Kanlıca İskender Paşa Camii Muvakkithanesi, Kasımpaşa Camii Muvakkithanesi, Kocamustafapaşa Camii Muvakkithanesi, Yeni Camii Muvakkithanesi, Nusretiye Camii Muvakkithanesi)

11- Ahmed Haşim – Gurebahane-i Laklakan s12 (Çağrı Yayınları)

Bu yazının kaynağı: www kafabenim com


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın