HAYÂ Nedir? Maalesef Yitirilmiş Mükemmel Bir Duygudur

HAYÂ Nedir? Maalesef Yitirilmiş Mükemmel Bir Duygudur

Yazan Sümeyye AVCI

Hayâ sözlükte; “utanma duyusu, utanç, utanma, sıkılma” şeklinde geçer.

Fıtratı bozulmamış herkeste hayâ duygusu vardır. Âdem ve Havva’nın (as) yasak meyveden yediğinde avret yerlerinin açılmasına verdikleri tepki insan fıtratındaki hayânın bir göstergesidir.

Hani şeytan onlara ölümsüzlük vaat etmiş, Âdem ve Havva’nın gözleri (as) Allah-u Teâlâ’nın bahşettiği onca nimeti görmemiş ve şeytanın bu ölümsüzlük vaadine kanarak o tek bir ağacın meyvesinden yemişlerdi.

Ardından avret yerleri açılmış ve yapraklarla onları örtmeye çalışmışlardı. Üstelik etraflarında kimse yok iken…

Aynı durumu bebeklerde dahi görebiliriz. Bazı şeyleri yeni yeni anlamaya başlayan bebekler, daha bezli olmalarına rağmen tuvalet ihtiyaçlarını kimsenin görmeyeceği bir köşeye çekilerek giderirler.

Dini veya hayata bakışı ne olursa olsun herkes aynı fıtrat üzerine yaratılmıştır.

Bu yüzdendir ki, insanoğlu ulu orta mahrem yerlerini açmaya, karşı cins ile münasebette bulunmaya utanır.

Toplum içinde burnunu karıştırma, geğirme, tuvalet ihtiyacını giderme ve benzeri hallerden çekinir ve yapmaz.

Fıtratları bozulmuş olanlar ise hayvanların seviyelerinde oldukları için dilediklerini yaparlar. Onların hayatları hayvanların yaşantılarından farksızdır.

Kendilerine verilmiş olan hayâ duygusunu yitirmiş kimselerdir. İstedikleri yerde istedikleri zaman, ulu orta tüm çirkinlikleri yapmaya hazır durumdadırlar.

Müslüman için hayâ, Allah-u Teâlâ’nın men ettiği işleri yapmanın sonucunda ortaya çıkan bir duygudur aslında.

O, Allah’tan korktuğu için Şer’i hükümler doğrultusunda yaşar ve bu hükümlerin dışına çıkmaya hayâ eder.

İbni Ömer (ra)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (sas), utangaç kardeşine bu huyunu terk etmesini söyleyen Medineli bir Müslümanın yanından geçerken ona:

‘‘Onu kendi haline bırak; zira hayâ imandandır.” (Buhari) buyurmuştur.

Müslim’in bir rivayetinde ise Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Hayânın hepsi hayırdır.” (Muslim, İman 61)

İman, nasıl ki insanı kötülüklerden koruyup Allah-u Teâlâ’nın düzenine bağlanmaya yönlendiriyorsa, hayâ da aynı şekilde insanı kötü ve çirkin işleri yapmaktan alıkoyar.

İnsana insan olduğunu hatırlatır ve hayvanlar gibi yaşamaması gerektiğini öğretir. Hayâ insanoğlunu şerden uzaklaştırır, sadece ama sadece hayır kazandırır.

İslam’ın gelmesi ile insanlık hayır kazandı ve şerden uzaklaştı.

Zira İslam’dan önce cahiliye döneminde yaşayan insanların yaşantılarına baktığımız zaman her türlü fuhşiyatın yaygın olduğu zelil bir hayat yaşadıklarını görürüz.

O dönemlerde hayâ, utanma adına bir şeyler bulmak imkânsızdı. Her türlü rezaleti çekinmeden, utanmadan, sıkılmadan yapıyorlardı.

Tuvalet ihtiyaçlarını gidermek için kapalı, kimsenin görmediği bir alan bulmaya gerek görmezlerdi.

İhtiyaçlarını hiç çekinmeden ortalık yerlerde yaparlardı. Özellikle kadınlar hiçbir sınır tanımadan adeta hayâ perdeleri yırtılmışçasına sokaklarda çırılçıplak gezerlerdi.

Yine Kâbe’yi çıplak bir şekilde tavaf ederlerdi.

Hayâsızlıkları sadece bunlarla sınırlı değildi, babası ölen birisi üvey annesini annesi olarak değil eşi olarak görürdü.

Bu dönemde olduğu gibi o dönemde de zina serbestti.

Erkekler diledikleri kadınlarla birlikte olurlar, birlikte oldukları kadınlar hamile kalınca çocuklarına sahip çıkmazlardı.

Onlar için sınırlı bir ölçü yoktu, hatta bırakalım sınırlı ölçüyü hayatlarında bir ölçü yoktu.

Esfele safilîn üzere hayâsız bir yaşantıları vardı. Heva ve arzuları neyi emrediyorsa, o doğrultuda yaşıyorlardı.

İslam’ın gelmesi ile insanoğlu özüne, fıtratına döndü.

Çünkü İslam onların hayatlarının her alanına bir düzen getirdi. Nasıl taharet alacaklarından, yöneticilerin halkına nasıl davranması gerektiğine kadar bir düzene kavuştular.

İslam hiçbir şeyi insanın menfaatine, hevasına bırakmadı. İnsanın kendisiyle, diğer insanlarla ve devletle olan ilişkilerini düzenledi.

Bu düzen sayesinde insanoğlu hayvanların seviyesinden kurtulup insan olmanın erdemine kavuştu.

Hilafetin ilgasından sonra insanlar birçok şeylerini yitirdikleri gibi hayâ duygularını da yavaş yavaş yitirdiler.

Gelin, o şanlı dönemden nasıl bir duruma düştüğümüzü kısaca örneklendirelim:

Bugün, bir mağazada kendisine ayakkabı almadığı için annesini merdivenlerden düşüren, babası istediği parayı vermediği ya da sevgilisi ile görüşmesine izin vermediği için babasının kendisine cinsel istismarda bulunduğunu söyleyerek polise şikâyet eden, insan demeye dilimizin varmadığı bir tür var.

Temiz ve asil tabiatları sebebiyle utanma duygusu en çok kadına yakışmasına rağmen bugünün kadınlarında hayâ namına ufak bir kırıntı bulmak iyice zorlaştı.

Daha çok beğeni alıp fenomen olabilmek için hayasızlıkta sınır tanımayanlar, 50 yaş üzeri teyzelerin hatta nenelerin ve dedelerin bakmaya utanacağımız tuhaf hareketleri, otobüste bir adam kendisine sırf “çantanızı çeker misiniz?” dediği için ağza alınmayacak küfürler sıralayan küfürbaz kadınlar…

Evladına tecavüz veya taciz eden babalar, kızlarını pazarlayan anneler, kocalarına sesini yükseltmekten çekinmeyen kadınlar, birbirlerini aldatan eşler, zina eden gençler, saygısız ruhsuz ve hayâsız bir nesil…

Bugün cahiliye döneminde dahi bulamayacağımız, eşcinsel, cinsiyetinin ne olduğu belli olmayan, sakallı ama göğüsleri olan ve mini etek giyen iğrenç, insan dışı bir cins var.

Özünde erkek olup kadın gibi giyinen, konuşan veya kadın olmasına rağmen erkekleşen bir cins.

“İstanbul Sözleşmesi” ile ortaya çıkan bu cinse ne erkek diyebiliyoruz ne de kadın.

Geçmiş tarihleri incelediğimizde eşcinsel veya pedofili gibi sapık kişilikleri görmek mümkün fakat bu cinslere sadece 21. Yüzyılda rastlayabiliyoruz.

Ve onları gördükçe, duydukça onlar yerine bizler hayâ ediyoruz. Rasulullah (sav) ne güzel buyurmuş;

“Hayâ etmiyorsan, dilediğini yap.”

Bugün dilediğini yapan, heva ve hevesi doğrultusunda yaşayan insanlar hayâ yoksunu kimselerdir. İşte bu kimseler, mevcut sistemin desteği ile toplumun ahlakını bozanların ta kendileridir.

Hayâ duygusu kaybolunca her şey kaybolur gider.

Zira âlimler hayânın ne olduğunu şöyle anlatırlar; “Hayâ insanı her türlü kötülükten alıkoyan bir huydur. İnsanın kimlere karşı ne gibi görevleri varsa, bu görevleri aksatmamasını sağlar.”

Özetle fıtratlar bozuldu, zira o fıtratı koruyacak bir İslami Devlet kalmadı. İnsanlık bozuldu, zira hayâ yok oldu gitti.

Müslümanlar ifsat oldu, zira İslami fikirler onlara nüfuz etmedi. Allah var deyip yok gibi yaşamaya başladılar.

Zincirler tek tek kırıldı. Başında devletin olduğu bir domino taşı gibi… O yıkılınca diğer taşların ayakta kalması imkânsızdı.

Öyle de oldu! Hilafetin ilgasıyla birlikte dengeler alt üst oldu ve kapitalizm dünyaya egemenliğini kurdu.

Ancak hayâ en başta belirttiğimiz üzere fıtrattan gelir. Fıtrata uygun fikirler ile buluşunca hayâ da varlığını ortaya koyacaktır.

İnsanlığın utanç duvarlarını yıkıp attığı şu günler kalıcı günler değildir. Bilakis kalıcı günler insanlığın karanlıklardan aydınlığa koşarak akın ettiği günlerdir.

O güzel günler, İslami bir Devletin yeniden ikamesiyle gerçekleşecektir ve inşaAllah çok yakındır.


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın