Kur’an da Geçen 4 Kadının Hikâyesi ve Hikmetleri
Kur’an da Geçen 4 Kadının Hikâyesi ve Hikmetleri
Sabah namazından sonra “Tahrim” suresi’ni okurken en son üç ayet dikkatimi çekti.
Son derece önemli mesajlar içeren bu ayetler üzerine daha önce de bir şeyler yazmak istiyordum ama bugün bir daha görünce artık yazmamazlık edeme(z)dim.
Rabbimiz şöyle buyuruyor:
“Allah, inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lut’un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara, Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin denildi.
Allah, inananlara da Firavun’un karısını (Asiye’yi) misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar demişti.
İffetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” (Tahrim, 10-12)
Şimdi bu ayetlerden çıkardığım mesajlara geleyim:
1. Hani zaman zaman kendi kendimize şöyle akıl yürütürüz:
“Eğer ben peygamber zamanında yaşasaydım çok iyi bir mümin olurdum. Biz şimdi Müslüman ülkede yaşadığımız için Müslümanız.
Başkaları başka ülkelerde yaşadığı için gayrimüslim oluyor. Bu durumda herkes yanındaki, yöresindeki insanlara bakarak, onları taklit ederek Müslüman ve kâfir oluyor.
Hal böyle olunca da Müslüman ülkede doğanlar şanslı, başka yerlerde doğanlar şanssız oluyor.”
İşte yukarıdaki ayetler bu bakış açısının “sakat” ve “çarpık” olduğunu son derece açık bir biçimde ortaya koyuyor. Ayetler adeta şöyle diyor:
Bir kimse peygamber eşi olduğu halde kâfir olabilir.
Buna karşılık bir kimse Firavun gibi tanrılık iddiasında bulunan, bebekleri katleden bir zalimin eşi olduğu halde cennetlik ve örnek bir mümin olabilir.
Sizi mümin ya da kâfir kılacak olan şey yanınızda, yörenizde kimin bulunduğu değil, sizin iç dünyanızda neler olup bittiğidir.
Bir kimse mümin ise bu durum onun yanında Müslümanların olmasından kaynaklanmaz, inancından kaynaklanır.
Bir kimse kâfir ise bu da onun yanında kâfirlerin olmasından kaynaklanmaz, inkârından kaynaklanır.
Hz. Nuh’un oğlu kâfir, Ebu Cehil’in oğlu İkrime mümin idi…
Hz. İbrahim’in babası Âzer kâfir, Velid bin Muğire’nin oğlu Halid mümin idi…
Allah bir kimseye hakiki anlamda imanı nasip ediyorsa bu durum onun yaşadığı şehirden, çevresindeki insanlardan kaynaklanmıyor.
Allah onda imana elverişli bir hal görüyor ki bunu nasip ediyor
2. İman olmadıkça akrabalık, yakınlık bağı Allah’ın imtihanında hiçbir değer ifade etmez.
Ayet Hz. Nuh ve Hz. Lut’un, eşlerinin azabından herhangi bir şeyi gideremediğini açıkça belirtiyor.
Şu halde bir kimsenin akrabası, dostu, arkadaşı, tanıdığı kimse Allah katında ne kadar büyük, üstün, yüce olursa olsun –isterse ulu’l-azim peygamberlerden birisi olsun- eğer o kişide iman, güzel ahlak vb. yoksa soy bağı bir işe yaramaz.
Nitekim Hz. Peygamber bu konuda şöyle buyurmuştur:
“Kimi ameli yavaşlatırsa (geride bırakırsa) nesebi onu hızlandırmaz (ileri götürmez.” (Müslim, ez-Zikr ve’d-dua, 38)
Yani insanı ileri götürecek, Allah katında yüceltecek olan şey o kişinin akrabalık ve soy bağları değil yapıp ettiği işlerdir.
Bir kimse iyi işler yaparak yücelememişse, sırf birinin yakını, akrabası, eşi-dostu diye Allah onu yükseltmez.
Günümüzde dinî yaşam tarzına sahip çıkmayan niceleri “benim babam hacı”, “annemin başı örtülü”, “dedem namazını hiç aksatmaz” gibi ifadelerle sırf soy bağına dayalı olarak bir yakınının dindarlığı üzerinden dünyada prestij, ahirette de kurtuluş elde edilebileceğini düşünmektedir.
İşte bu ayetler, söz konusu inancın yanlışlığını açık bir biçimde ortaya koyuyor.
3. Firavun’un karısı Âsiye, kocası bir despot, zalim olduğu halde kocasının yaptığı kötü işleri kabul etmiyor,
Allah’a yaptığı duasında bunları tasvip etmediğini açıkça ifade ediyor ve Allah’tan kurtuluş istiyordu.
Bu da gösteriyor ki eğer bir kimse kötülüklerin işlendiği bir yerde bulunmak durumunda kalıyorsa hiçbir şey yapamıyorsa Rabbine yalvarıp münacatta bulunarak o kötülükleri tasvip etmediğini, o kötülüklerden uzak kalmak istediğini Rabbine belirtmek durumundadır.
Kötülüğe kalbinden de olsa baraj uygulamayanlar artık iman sınırlarını zorlamış olurlar. Nitekim peygamberimiz bir hadisinde şöyle buyuruyor:
“Sizden kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmiyorsa diliyle düzeltsin. Buna da gücü yetmiyorsa kalbiyle buğz etsin. Bu, imanın en zayıf noktasıdır.” ‘(Müslim, İman, 78)
İnkâr ve ahlaksızlığın olduğu bir yerde mümine düşen bunlardan uzak durmak, bunlara karşı elle, dille, kalple tepkisini belli etmektir.
4. Allah, samimi olarak yapılan duaları mutlaka kabul eder.
Firavun’un karısı, en zor anında Rabbine bu şekilde dua etti. Rabbi onun duasını kabul etmiş ki bu durumu asırlar sonra Kur’an aracılığıyla bizlere onu överek aktardı.
Demek ki samimi bir kulun kendi başına yaptığı dua Rabbi katında mutlaka karşılık görür, asla unutulmaz, görmezden gelinmez.
5. Allah Hz. Meryem’i bizlere örnek gösterirken “iffetini korumuş olan” diye üzerine basa basa vurgu yapmaktadır.
Bu, bir yandan Yahudilerin Hz. Meryem’in namusuna yönelik iddialarını reddetmekte bir yandan da İslam ümmetinin kadınlarına ırz ve iffetin ne kadar önemli olduğunu vurgulamaktadır.
Haya perdesinin yırtıldığı, namus kavramının dejenere olduğu günümüz dünyasında Kur’an’ın Hz. Meryem’i örnek gösterdiği yön bir kat daha anlam kazanmaktadır.
6. Ve son mesaj… Kur’an hainlik eden iki kadın ve üstün amelleriyle örnek olan iki kadın üzerinden tüm çağların kadınlarına mesajlar veriyor.
Allah nazarında kadın ve erkeğin üstünlük ya da düşüklük bakımından birbirinden farkı olmadığını haber veriyor.
Nasıl ki erkekler bir takım amelleri sebebiyle Allah katında üstün olabiliyorsa kadınlar da olur.
Nasıl ki erkekler bir takım amelleri sebebiyle Allah katında “hâin”, “kâfir” diye damgalanıyorsa kadınlar da böyledir.
O halde üstünlük cinsiyette değil takvadadır.
Rabbimiz kendisinin mesajlarını hakkıyla anlayıp hayatımıza aktarmayı cümlemize nasip eylesin.
Yazan: Cevdet Ispir
Tags: