Ümmette Kişilik ve Şahsiyet Sorunu

Ümmette Kişilik ve Şahsiyet Sorunu

Yazan Abdullatif Mermer

Allaha hamd, Peygambere salat ve iman edenlere selam olsun.

Gelen talep üzerine kaleme aldığım bu makalemde, asrımızın en önemli sorunu diyebileceğimiz, ümmette kişilik ve şahsiyet sorunu ile ilgili bazı konulara temas etmek istedim. 

Değerli Kardeşler!

Bil ki günümüzün en büyük sorunlarından birisi hiç şüphesiz namaz kılanların ya da İslami bilinci olan kimselerin sayısının az olması değildir.

Aksine bunlar çok olmasına rağmen asıl sorun İslami kişilik ve şahsiyet sahibi Müslümanların parmakla gösterilecek kadar az olmasındadır…

Kişilik ve şahsiyet anlamında değerlendirmeler; amellerle tespit edilmeye ya da dışa yansıtılan görüntüye göre olduğundan ne yazık ki Müslümanlar hep aynı delikten ısırılmakta ve güvendiği dağlara sürekli karlar yağabilmektedir.

Kişilerin medrese okuması, ilim için ömür çürütmesi, çokça namaz kılması, gece namazına kalkması veya ibadetlerin zirvesi cihad ibadetini yerine getirmesinin bir referans kabul edilmesi, müslümanları her zaman yanıltmş ve ne yazık ki bu sebeple müslümanlar aynı delikten defalarca ısırılmış, kandırılmış ve güven duyduğu kimselere karşı tekrar tekrar hayal kırılklığına uğramıştır.

Örneğin; biri yalan söylemişse sonra bu yalana kendisi inanmakla beraber birçok kimseyi de bu yalanında şahit olarak bulabilmektedir.

Daha kötüsü ise koca koca sakallı Müslümanlar utanmadan bir muvahhid hakkında söylenen o yalanı araştırmadan sorgulamadan aktarabilmekte ve yayabilmektedir.

Zihinlerde ezber olan “Kişiye her duyduğunu aktarması yalan olarak yeter” [1] hadisi kalpleri ürpertmiyor ve ne yazık ki dinleyenlere işitirken bir rahatsızlık vermesine sebep olmuyor ve hatta bir kişide yalana rastlamak çok ciddi bir rahatsızlık bile uyandırmıyor.

Özellikle günümüzde Müslümanlar arasında bir kişide yalan bir söz ya da amele tanık olmak olağan bir vakıa ve çok normal bir hareket gibi görünmeye başladı. 

İnsanda kişilik ve şahsiyetin kendisi ile ortaya çıktığı dürüstlük ve vefa gibi kavramlar artık unutulmuşken, yalan üzere kurulmuş hayatlar ufak tefek ameller ile örtülebilmekte ve ne yazık ki bir değerde bulabilmektedir.

Abdullah bin Amr İbni’l-Âs (r.a) gelen bir hadiste Hz. Rasulullah (a.s) şöyle buyurmuştur;

“Dört huy vardır ki bunlar kimde bulunursa o kişi halis münâfıktır. Kimde de bu huylardan biri bulunursa, onu terk edinceye kadar o kişide nifaktan bir parça bulunmuş olur:

Kendisine bir şey emânet edildiği zaman ona ihanet eder.

Konuştuğunda yalan söyler.

Söz verince sözünden döner.

Düşmanlıkta haddi aşar, haksızlık yapar.” [2]

Dikkat edin, bu hadis bize 4 madde sayıyor ki o da şunlardır; Dürüstlük, Emanete sadakat, Sözüne sadık kalmak ve Bir kişi ile hasım olunduğunda adaleti koruyup haddi aşmamaktır.

İman edenler bu vasıflarla nifak ehli de bunların zıttı ile vasfedilmektedir.

Ne yazık ki bu hadis; Ne kişileri yalandan alıkoyuyor  ve nede kişileri emanet edilen söz ya da her hangi bir emanete sahip çıkmak konusunda ihanetten alıkoyuyor.

Ve ne yazık ki Müslüman cemaat ferdi dediğimiz kimseler verdiği sözü unutabilmekte, kendilerine güvenen insanlara ihanet edebilmekte, haksızlığını bastırmak için yalan söyleyebilmekte, yeri geldiğinde âlim, davetçi ve İslam nazarında kıymet sahibi şahsiyetler hakkında kin ve nefret ile iftira atabilmektedir.

Onlar ile ilgili konuşurken adaletten sapıp haddi aşabilmektedir.

Bunun temel sebebi ise; ümmetin değer yargısının değişmiş olmasıdır. Bu sebeple yukarda zikredilen hadisteki vasıflar cemaat fertlerinde artık olağan haller halini almış bir vaziyettedir. 

Günümüz İslami yapılar tarafından önemsenmeyen en önemli mesele “KİŞİLİK VE ŞAHSİYET” sorunudur.

Sokakta; namaz kılan, oruç tutan, cihad eden ve bununla beraber oturmamış bir şahsiyetle temsil edemediği dini yüklenen yığınla insan bulunmaktadır.

Müslüman bir cemaat ferdiyle tanıştıktan sonra onun muamelesinden etkilenip İslami davaya sempati duyan bir kişiyi ne yazık ki bilemiyoruz.

Müslüman bir tüccar ile karşılaşıp sonra ondan memnun kalan bir kimse ne yazık ki bulmakta zorlanıyoruz.

Değerli arkadaşlar!

Hadisleri incelediğinizde zaafiyetler ile kişilik ve şahsiyetin birbirinden tamamen ayrı tutulduğunu göreceksinizdir.

Şu hadiste olduğu gibi; Safvan bin Süleym (r.a) anlatıyor:

Biz: “Ey Allah’ın Rasulü! Mü’min korkak olur mu?” dedik,

“Evet!” buyurdular.

“Peki, Cimri olur mu?” dedik, yine: “Evet!” buyurdular.

Biz yine: “Peki Yalancı olur mu?” diye sorduk. Bu sefer:

“Hayır! buyurdular.” [3]

Dikkat edin cimrilik, korkaklık bunlar zaafiyettir. Bir müslümanda olması hoş olmamakla beraber, olması imanında ciddi bir tahribat yapmaz.

Ama yalan, vefasızlık ve ihanet, işte onlar öyle değildir… O meziyetler kişiliktir, şahsiyettir.. İslam dini ve davası ise kendi bünyesinde bir şahsiyetsizlik asla kabul etmez…

Nitekim Hz. Peygamber (a.s)’ın gönderiliş amacını açıklarken “Ben, ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” [4] demesi sizce de manidar değil midir?

Çünkü kişilik ve şahsiyet ancak ahlaklı bir yürekte kendini bulur.

Ve İslam, kendilerinde onur, şeref, haysiyet ve kıskançlığın bulunduğu bir topluma gelmiştir. Hatta kız çocuklarını diri diri gömme suçunun gerekçelerinden birisi, o kızın ileride bir fuhşa düşmesine karşı olan kıskançlıktır.

Onlardan birisinin namusuna sövülecek olsa, kılıçlar çekilir ve başlar havalarda uçardı![5]

İslam böyle onurları için ölecek bir topluluğa geldi. Onların elleri ile de yüceldi ve çağları önünde sürükledi.

Yukarıda da değindiğimiz gibi nakledilen hadisler bize iki şeyi birbirinden ayırmayı zorunlu kılıyordu.

İmani zaafiyetler, Kişilik ve şahsiyet sorunu…

Zina, hırsızlık, cimrilik ve korkaklık gibi şeyler şahsın zafiyetleridir ve zamanla düzeltilmesi ve iman arttıkça tedavi edilmesi gereken bir takım hastalıklardır.

Yalan, iftira, sevmediği kişi ve topluma karşı adil olmama, sevmediği kişi hakkında atılan iftira ve söylenen yalanlara peşinen inanma tam anlamıyla bir kişilik ve şahsiyet sorunudur.

Sevmediği ve saygı duymadığı bir kimseye karşı menfaat sebebi ile tebessüm etmek ve dostluk kurmak İslam toplumunda yeri olmayan ve hatta Mekke cahiliyesinde bile kerih görülecek kadar sufli bir hareket ve karaktersizliktir.

Maddi menfaat ve dünya sevgisi ağır basması sebebiyle kendisinden fayda sağlanacak bir kimsenin zulmüne, iftira ve yalanlarına sessiz kalmak, göz yummak şuan ümmetin âliminde de cihad edeninde de zuhur etmiş [6] bir kişiliksizlik ve şahsiyetsizliktir.

Âlim (!) bunu davetinin maslahatını gerekçe göstererek meşrulaştırmaya çalışırken, cihad eden de kendi cihadının maslahatını gerekçe göstererek yapabilmektedir.

Bu hastalık menfaatin olduğu yerde farklı şekilde tezahür ederken özellikle bürokratik kimliği olan kimselere, siyasi lider, devlet reisi, bakan, başbakan, vali, zengin ve iş adamı gibi nüfuzu olan kimselere karşı daha da net ortaya çıkmaktadır.

Maslahat ictihadı ile bu karaktersizlik çok rahat bir şekilde meşrulaştırılmaktadır.

Bu sebeple olacak ki Ömer (r.a) diyordu ki; ‘Kişilerin namazları oruçları sizi aldatmasın, siz onların dinarlarına ve dirhemlerine bakın.’ [7]

Yani siz onların kelli felli sarıklarına, cübbelerine ya da ellerindeki silahlarına ve cihadlarına bakmayın.

Ya neye bakalım?

Siz onların maddi menfaat durumunda ortaya koydukları kişilik ve şahsiyetlerine bakın.

Olaya bu pencereden baktığımızda birçok soru cevabını bulabilmektedir.

Örneğin; akide bağlamında ortaya çıkan bunca nifakın yayılmasında birilerince çok rahat fetva verilmesi, âlim ve bilgin kılıklı kimselerce akidede nifakın cehennem olduğu bilinmesine rağmen bu kadar rahat olunabilmesi, yine ganimet söz konusu olduğunda silahların nasıl mücahidler arasında iman edenlere doğrultulabildiği açık ve bariz bir şekilde cevap bulabilmektedir.

Bu vakıayı özetlemek manasında Peygamber –aleyhisselam- şöyle buyurmuştu; “Her ümmetin bir fitnesi vardır. Benim ümmetimin fitnesi de maldır.” [8]

Yani bu ümmet; namaz kılmakta, oruç tutmakta, ilim tahsil edip âlim olmakta ve cihada gidip mücahid olmakta değil, aksine mal, makam ve maddi menfaat söz konusu olduğunda çark edecek, kendi madenini ortaya çıkaracaktır. Ya da dik durup imanını ispat edecektir. 

Ey ümmetin geleceğinin kendileri üzerine bina edileceği gençler! Biliniz ki bu ümmetin asli imtihanı ne ise en büyük cihadı da odur.

Bu gün salih amel olarak insanların imrenerek baktığı amelleri işleyen insanlarda sadır olan birçok hastalığın neş’et etmesinin sebebi biliniz ki kendisini hazırlamadığı asıl imtihan noktasını kaçırmaktan kaynaklanmaktadır.

Yani; sınava hazırlanırken yanlış yere çalışmaktan ve soruların ise çalışmadığı yerden gelmesinden kaynaklanmaktadır.

Cihad etmek ve mücahid olmak; kitap yazmak, bir yerde güzel konuşmak, âlim olmak, ilim talebesi olmak, mücahid olup dört bir yandan ümmetin namusuna saldırılan yerlerde elinde demir bulundurmak İslamı temsil etmek değildir.

Asıl cihad; yukarıda zikredilen yerlerin tamamında ümmetin onuruna helal getirecek amellerden uzak durmak, hele mal ve makam söz konusu olduğunda elini ona atmadan ona karşı oruçlu olabilmek ve tamah etmemek, izzetli duruşunu maddi menfaat karşısında koruyabilmektir.

Bu bağlamda diyebiliriz ki; İslami kimliğin kendisinde oluşmadığı beden, davette de cihadda da imtihan karşısında nifak yüklü kütükten öteye gidemez. 

Yukarıda anlatılanların tamamının özetini şu hadisteki bir cümlede bulmamız mümkündür.

“Müslüman, insanların elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” [9]

Yani olaylar karşısında değişen kişi değildir.

Menfaatinin olduğu yerdeki tutumu ile menfaatinin olmadığı yerde ki tutumu arasında fark olmayan ve olaylar karşısında onun elinden ve dilinden selamette olduğumuz kimsedir.

Bu sebeple Peygamber –aleyhisselam-; “Allah (c.c.) sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. O sadece sizin kalblerinize ve işlerinize bakar.” [10] diye buyurmaktadır.

Yani; sizin kalbiniz ve işlerinizde istikamet yoksa kalbiniz ve işinizde Müslümanlar emniyet içinde değillerse ve en kritik anlarda size olan güvenlerinde ihanetiniz sebebiyle, maslahat vb yorumlarla yaptığınız ictihadlar sonucu hayal kırıklığı yaşıyorsa, sizin dış görünüşünüzle ne olduğunuz değil o yaptığınız iş ve ihanet sonucunda neye döndüğünüz önemli olacaktır.

Sonuç olarak kritik noktada yaptığınız iş ve ortaya koyduğunuz kişilikle anılacak ve tanımlanacaksınızdır.

Bu durumda Allah katında güzel bir Müslüman olmadığınız gibi insanlar nazarında da kişiliksiz ve şahsiyetsiz bir kimse durumuna düşersiniz…

Yaptığınız sizce doğru olabilir ve belki vicdanı rahatlatacak bir yalanda bulmuşsunuzdur, ama sizin bu düşünceniz şu ayetle cevabını bulur;

“De ki: Size (yaptıkları) işler bakımından en çok ziyana uğrayanları bildireyim mi? (Bunlar), iyi işler yaptıklarını sandıkları halde, dünya hayatında çabaları boşa giden kimselerdir.” [11]

Ve yine başka bir ayette;

“İyi bir işi kötü bir işle karıştırdılar.” [12]

Bu her iki ayet şahsiyetsiz ve kişiliksiz kimseleri en güzel şekilde resmetmektedir.

Biliniz ki din sizin muamelenizle kendini belli eder.

Sizin başkası ile olan hukukunuzda eğer siz zarar etmeniz bile söz konusu olduğunda İslam’ın emrettiklerini yerine getirebiliyorsanız o vakit siz Allah -Sübhanehu ve Teala- katında dindar, Müslümanlar nazarında olgun bir şahsiyet ve kişilik sahibi bir mü’min olursunuz… 

Konuyu şu veciz hadisle toparlayıp bitirelim.

Ebu Hüreyre (r.a)’dan rivayet edildiğine göre, Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem-:

“Müflis kimdir, biliyor musunuz?” diye sordu. Ashab: -Bizim aramızda müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.

Rasülullah -sallallahu aleyhi ve sellem- dedi ki:

“Şüphesiz ki ümmetimin müflisi, kıyamet günü namaz, oruç ve zekat sevabıyla gelip, fakat şuna sövüp, buna zina isnad ve iftirası yapıp, şunun malını yiyip, bunun kanını döküp, şunu dövüp, bu sebeple iyiliklerinin sevabı şuna buna verilen ve üzerindeki kul hakları bitmeden sevapları biterse, hak sahiplerinin günahları kendisine yükletilip sonra da cehenneme atılan kimsedir.” [13]

Müflis sorusunun bu güzel cevabı şahsiyetli Müslümanın neye bağlı olduğunu ifade eden önemli hadislerden biridir.

Bu hadis bize çok şey anlatan ve koca hayatı özetleyen bir vecizedir. Bu hadise göre siz Allah’ın huzuruna namaz, oruç, zekât, hac ve cihad ile gitmiş olabilirsiniz.

Eğer ki siz muamelelerinizde bozuk bir yol takip etmişseniz o vakit “Altı Delik” bir heybeye doldurduğunuz namaz, oruç vs. ameller o gün sizi terk edecek ve müflis olarak Allah muhafaza cehennemin dibini boylayacaksınız…

Bu sebeple bu günden anlamak ve “İflas eden değil” kârlı bir ticaretle Rabbine kavuşan kullardan olmanız duası ve temennisiyle…

Velhamdulillehi rabbil alemin…

[1] Müslim

[2] Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî

[3] Muvatta

[4] Muvatta, Husnü’l Halk, 8; Müsned, 2/381

[5] İyad el kuneybi, İslam Dünyası ve Ahlaki Bunalım makalesinden

[6] Kastımız bu sözler ile alimlere ve  allah yolunda cihad eden kimselere sataşmak değildir. Bu ciddi hastalığın nerelere kadar sirayet ettiğini dile getirme öz eleştirisidir.

[7] Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, VI, 288; Şuab, IV, 230, 326

[8] Tirmizî, Zühd, 26/2336

[9] Tirmizî, Îmân, 12; Nesâî, Îmân, 8.

[10] Müslim, İbni Mace, Ahmed bin Hanbel

[11] Kehf Süresi: 103,104

[12] Tevbe Süresi: 102

[13] Müslim, Birr 59, Tirmizî, Kıyamet, 2

Kaynak: http://abdullatifmermer.com/ummette-kisilik-ve-sahsiyet-sorunu/


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın