Aile Hayatı, Birey Olmaktan Cemaatleşmeye Bir Geçiştir
Aile Hayatı, Birey Olmaktan Cemaatleşmeye Bir Geçiştir
Aşağıda sitemize alıntısını yaptığımız makalenin yazarı Ahmed Kalkan hocamız, birey, aile hayatı, cemaat, toplum ve bunlar arasındaki tüm sosyal ilişkileri, özellikle de “Zina” konusunu irdelerken diyor ki; “zina eden bir erkek de orospudur, fâhişe ve namussuzdur..”
Bu tespite katılmamak mümkün mü?
Zina işleyen zavallı, ahmak ve sapık bu erkeklerden ne köy olur ne de kasaba.. Yani değil aile reisi olmak, ufak bir “taka” ya bile reis olamazlar.
Demokratik Laik kapitalist ideolojinin, insanı birey olarak yaşamaya davet eden dünya görüşüne inat, Ahmed hocamız İslam’ın o “birey değil toplum” öncelikli yaklaşımında ailenin esasi konumunu bu makalesinde çok güzel ortaya koymuştur.
Allah (cc) hocamızdan razı olsun. İlgi ve sabırla bu uzun makaleyi sonuna kadar okumak inşallah sizin aile hayatınızda da birçok hayırlara vesile olacaktır.
***
Aile Hayatı: Bireyden Cemaatleşmeye Geçiş
Yazan Ahmed Kalkan
Aile, kişinin kendilerinden sorumlu olduğu eşi, varsa çocukları, ev halkı, yani yakın akrabalardan oluşan insan topluluğudur.
Müslüman için aile, bir sosyal müessese olduğu gibi, aynı zamanda İslami bir kurumdur. Nikah, iki Müslümanın İslami kurallar çerçevesinde bir araya gelmesidir.
Aile, erkeğin eksiklerinin kadınla; kadının eksiklerinin de erkekle tamamlandığı, birbirlerinin ihtiyaçlarının temin edildiği, iki cinsi kaynaştıran mükemmel bir kurumdur.
Aile, erkek ve kadını asil bir duygu ve heyecanla birleştiren, bedeni sükûna, ruhu da huzura erdiren bir müessesedir.
Aile, toplum eğitimi yaptırarak, kişiyi sosyal hayata, cemaatleşmeye hazırlayan bir sevgi, saygı, şefkat, fedakârlık ve birlik ocağıdır.
Aile yuvası bir okuldur, mescittir; huzur evi ve çocuk yuvasıdır.
Hammadde halindeki küçük yavruların her yönden büyümesini sağlayan, onların şahsiyet sahibi iyi bir insan, Allah'a kulluk bilincine ulaşan bir Müslüman ve İslam toplumunun sağlıklı bir üyesi olmaları için yetiştirip geliştiren adeta bir fabrikadır.
Evlilik, insan hayatını derinden etkileyen bir inkılâptır, bir devrimdir.
Aile, bireysel yaşayıştan toplumsallaşmaya, cemaatleşmeye ve devletleşmeye geçiştir. Düzensizlikten sistem ve nizama tırmanmadır.
Ailelerinde İslam'ı yaşantılarına hâkim kılamayanların; sokaklarına, işyerlerine, toplum ve devletlerine şeriatı hâkim kılmaları beklenemez.
Toplumu İslamlaştırmanın, İslami toplum oluşturmanın en küçük örneği ve aşaması evlilikle başlayan aile hayatıdır.
Aile, erkek için bir yöneticilik okuludur.
Erkek; liderliği, otoriteyi, disiplini, mesuliyeti, emanete riayeti, haklara saygıyı, öğretmenliği ve cemaate imamlığı en iyi şekilde uygulamalı olarak ailede öğrenir.
Kadınıyla erkeğiyle fedakârlığın, “hiçbir karşılık beklemeden” vermenin, merhametin, sabrın, ahlak güzelliğinin öğrenildiği bir okuldur aile..
Anne-baba, bir taraftan öğretmeni, diğer yönden öğrencisidir bu okulun. Çocuk, hatta bebek, sanıldığı gibi sadece öğrenci değildir; minicik yapısına bakmadan ana-babasına çok, ama çok şeyler öğretir.
İslam, akıllı ve buluğ yaşını aşmış bütün Müslümanları aile yuvası kurmaya çağırdığı gibi, evliliği ve aile hayatını da “bir ibadet olarak” değerlendirir.
Kur'an-ı Kerim, sosyal birliğin en üstün ve sağlam şekliyle sevgi, bağlılık, merhamet, iyilik, müsamaha, yardımlaşma, doğruluk, insaf ve Allah korkusunu gözeterek aile kurumuyla ayakta tutulmasını hedef alır.
Huzur, barış, sevgi ve mutluluk evde yaşanmayınca, toplumda hiç yaşanmaz.
Güçlü ve sağlam toplumlar, ancak fertleri inanç, fikir ve gaye birliği içinde kaynaşmış mutlu ailelerden oluşabilir.
Bunun içindir ki, İslam Nizamı, aile kurumunu kutsal bir kuruluş şeklinde sunarak yüceltmiş ve dokunulmazlığını hükme bağlamıştır.
"İçinizden, kendileriyle huzura kavuşacağınız eşler yaratıp, aranızda sevgi ve rahmet var etmesi, Allah'ın varlığının belgelerindendir. Bunlarda düşünen topluluk için ibretler vardır." (Rum suresi 21.ayet)
Resulullah (sas) efendimizde;
"Nikâh, benim sünnetimdir. Sünnetimi yapmayan benden değildir. Evlenin, çocuk sahibi olun; ben kıyamet gününde ümmetimin çokluğu ile iftihar edeceğim." Buyurmuştur. (İbni Mace, Nikâh 1; Ahmed bin Hanbel, II/72)
İslam dini, evliliği tavsiye ettiği gibi, evlilik çağında olanların evlenmesine yardımcı olunmasını da öğütlemiştir. Bu tür yardımı, anne ve babaların görevleri arasında saymıştır.
Dinimiz, buluğ yaşını aşmış ve yeterli olgunluğa erişmiş, evlenme konusunda dinin hükümlerini öğrenmiş olan kız ve erkeklerin genç yaşlarda evlenip yuva kurmalarını ister.
Böylece gençliğin, kontrolü çok zor istek ve arzuları, helâl yolla tatmin edilmiş olacaktır. Bugün batıda, tarihe karışmak üzere olan evlilik kurumunun, çoğunlukla “otuz yaşın üzerinde” oluştuğunu görüyoruz.
Batıyı tüm olumsuz konularda örnek almaya çalışan ülkemizde de, artık gençler 20 yaş civarını bile evlenme yaşı olarak görmüyorlar.
Genç yaşta evlenmek isteyen bazı Müslüman gençler de her türlü israf ve zorluklarla kaplı engelleri aşıp kolay yolla yuva kuramıyorlar. Böylece ahlaksızlığın önü açılmış oluyor.
Genç yaştaki bekâr insanların çokluğu, düzen ve çevrenin haramları süslemesi, kolaylaştırması ile birleşince, çeşitli ahlâksızlıkların yayılmasına, maddi ve manevi nice hastalıkların artmasına sebep teşkil ediyor.
Bu konuda dinin reddettiği başlık parası, bir ev dolusu gerekli gereksiz eşya veya çeyiz isteme, milyarlarla (yeni lira olarak binlerle) ifade edilen düğün ve eğlence masrafları gibi İslâm'ın reddettiği israf ve lüzumsuz harcamalar da evliliğe ve gençlerin yuva kurmasına engel oluyor.
Dinimiz, bu türlü davranışları büyük vebal sayarak kınamaktadır. İslâm, Şer'i bir mazeret olmaksızın evlenmekten kaçınmayı ve yuva kurma işini zorlaştırmayı bir günah saymıştır.
İslam, evliliği övmekte, “bekârlıkta ısrarı” yermektedir.
Çünkü dinimiz, kadın-erkek ilişkilerinin “meşru olmayan ortamlarda” ve ahlaki olmayan bir şekilde gerçekleştirilmesini büyük bir fitne/şer olarak görür.
Aile hayatı, korunmak isteyen müminler için kötü yollara en büyük frendir. İslam'ın bir yandan zinayı kesin tavırla yasaklarken; diğer yandan evlenmeyi teşvik etmesinin sebebi budur.
Nitekim her konuda olduğu gibi aile yönetiminde de örneğimiz olan Peygamberimiz (sas) gençlere şu tavsiyede bulunuyor:
"Evlilik külfetinin altından kalkabileceğine güvenenleriniz evlensin. Çünkü evlilik, gözü ve cinsel arzuları haramdan korur. Aksi halde haramlardan korunmak için oruç tutsun." (Buhari, Savm 10)
"Allah'ın emri, Peygamber'in kavli-sünneti" diye başlanan hayırlı bir iş, düğün töreninden başlayarak yuva ve aileyle ilgili tüm uygulamalar da şeytanın emrine göre değil; Allah'ın emrine, Peygamber'in Sünnetine uygun olmalıdır.
"Allah ve Resulü bir işe hüküm verdiği zaman, mümin erkek ve mümine hanıma o işi kendi isteklerine göre seçme (özgürce farklı eylem yapma) hakkı yoktur. Kim Allah ve Resulüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur." (Ahzab suresi 36.ayet)
Nikâh bir ibadettir. Her ibadette aranacak ilk şart da imandır. Müslümanın evliliği de, kâfirlerin yuva kurmalarından çok farklı ve Allah'ın hududu çerçevesinde olacağı için bir ibadettir.
Eş seçerken, çeyiz ve düğün masraflarında gereksiz harcamalar konusunda, akıl dışı ve din dışı örf-âdetlere uymada, ev yönetiminde, eşine davranışında, doğum kontrolü hususunda, çocuklarını yetiştirmede, haramlardan kaçınıp farzlara riayette… İmanını ispat edecektir mümin.
Nikâhın imanla kopmaz bir bağı vardır.
İman etmeyen bir kimseyle kıyılan nikâh geçersiz olduğu gibi, evlendikten sonra ağzından çıkan imana zıt bir söz, kafasında oluşan bir küfür düşüncesi sebebiyle de nikâh gidecek, eşler birbiriyle zina yapmış olacaktır.
Mümin olmak, belki o kadar zor değil; ama mümin kalmak, Müslüman olarak ölmek, bizim gibi “İslâm'ın hâkim değil; mahkûm olduğu” topraklarda yaşayanlar için, hiç de kolay değildir.
Sözü ve hükmü sadece göklerde geçen, yalnız tabiat güçlerine karışan, insanı yarattıktan sonra başıboş bırakan, sınava tâbi tutmayıp her konuda özgür bırakan bir Allah inancı, müşriklerin Allah inancıdır; müminlerin değil..
İnsanın işine, eşine, aşına, aile yuvasına, okuluna, mahkemesine, sokaklarına, medyasına, meclisine, kanunlarına, devletine hiç karışmayan bir Allah'a inanmak, kişiyi asla mümin yapmaz.
Böyle bir yaratıcıya; dünyalarına, yönetimlerine karışmayan bir Allah'a cahiliye dönemindeki müşrikler, Ebu Cehiller de inanıyordu.
Günümüzde Müslüman olduğunu iddia eden, hatta namaz kılıp oruç tutan nice kimsenin, Allah düşmanlarına/tağutlara itaat edip onların hükümlerine rıza gösterdikleri, sadece Allah'a mahsus olan sıfatları başkalarına verdikleri görülmektedir.
Yine bazı kimselerin Allah'ı bırakıp birtakım şiarları-sloganları, işaretleri, sembol ve bayrakları, gelenek ve görenekleri, artist, şarkıcı ve futbolcuları, liderleri, efendileri, parti ve grupları yücelttikleri ve bu sayılan (benzerleri de eklenebilecek) değerler uğruna büyük fedakârlıklarda bulundukları, böylece bu değerlere kulluk ettikleri açıkça ortadadır.
Bu şahısların, tağutun (azılı kâfir yöneticilerin) ortaya koyduğu nefsani, şeytani, indi değer yargılarıyla Allah'ın kanunları ve şeriatı çatışacak olsa, hep Allah'ın dinini onların istekleri doğrultusunda yontarak şekil verdikleri bir gerçektir.
Putların, putlaştırılanların ve onların arkasına sığınanların emir ve yasaklarını harfiyen yerine getirdikleri ve Allah'ın dinine tümüyle zıt olan sistemleri, ideolojileri kabul ederek onların hükümlerini tatbik ettikleri gözle görülen bir hakikattir.
Bu tür insanların müşrik değil de; mümin olduklarını nasıl kabullenebiliriz? Böyle kimselerin nikâhı ve ibadeti de geçerli olmayacaktır.
Aile yuvasının ahirette de devam edecek bir huzur ve mutluluk ortamı oluşturması, nikâhın ve karı-koca sevgisinin bir ibadet/sevap olması için Kur'an'ın istediği tevhidi iman ilk esastır.
İmamların/hocaların eskiden, 32 farzı bilmeyenlerin nikâhını kıymamaları, gerçek anlamda ve sağlam bir şekilde iman edip inancını yaşamaya çalışmayanın nikâhının geçersiz olacağı gerçeğiyle ilgilidir.
Kişinin, üzerinde bulunduğu hal ve ahvalle ilgili bilgileri öğrenmesi bizzat ona farzdır.
Evlenecek kişilerin de nikâhla, talâkla, aile ve evlilik konularıyla ilgili dinî hükümleri; karı-koca ve çocukla ilgili görevleri ve hakları bilmeleri şarttır.
Ama bütün bu bilgilerden de önce imanla, irtidatla ilgili konuları ve bu hususlardaki güncel problemleri mutlaka bilmek ve tevhide inanıp hayata geçirmeye çalışmak başta gelir.
Çünkü iman gidince nikâh da gider. Kur'an'da Rabbimiz şöyle buyurur:
"Tertemiz hanımlar, tertemiz erkeklere lâyıktır. Tertemiz erkekler, tertemiz hanımlara layıktır." (Nur suresi 26.ayet).
Yüzünde şeytani bakışların izi, lekesi olmayan kızlarla; gözünde şehevî bakışların izi ve isi olmayan erkeklerin evliliğinden lekesiz, stressiz, birbirine bağlı, huzurlu yuva oluşur ve nurlu yavrular dünyaya gelir.
"İman etmedikçe müşrik/putperest kadınlarla asla evlenmeyin. Beğenseniz bile, müşrik/ putperest bir kadından imanlı bir cariye/köle kesinlikle daha iyidir. İman etmedikçe müşrik/putperest erkekleri de (kızlarınızla) evlendirmeyin." (Bakara suresi 221.ayet).
"Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez…" (Nur suresi 3.ayet).
Sadece evlenecek kızın değil; “erkeğin de bekâretinin bozulmamış olması” gerekmektedir.
Namussuzluk, zina ve fahişelik sadece bayanlar için bir suç değil; bu ayıp ve günahlar, bu rezillikler aynen erkekler için de geçerlidir.
Yani zina eden bir erkek de orospudur, fâhişe ve namussuzdur. Kızda aranan iman ve edep/namus, mutlaka damat adayında da aranacak ilk vasıf olmalıdır.
Allah (cc), ilk insan Âdem (as)'i topraktan ve o bir nefisten de eşini yaratmıştır (Nisa suresi 1.ayet).
Havva’ sız Âdem eksiktir; Âdem' siz Havva’ nın eksik olduğu gibi.
Erkekle kadın, birbirlerinin eksiklerini tamamlayan bir elmanın iki yarısı gibidirler.
"Onlar (hanımlar) sizin için bir elbise; siz de onlar için bir elbisesiniz." (Bakara suresi 187.ayet).
Elbise, hem ayıplarımızı kapatan ve bizi zarar verecek her türlü dış etkenlerden koruyan bir sığınak, hem de hoşa giden bir süs olduğu gibi, takva ile de ilişkilidir (Bkz. Araf suresi 26.ayet).
Demek ki, kocası olmayan kadın çıplak olduğu gibi, karısı olmayan adam da çıplaktır.
Gözlerin benzerini görmediği, gönüllerin hayal bile edemediği ırmaklara, köşklere, her çeşit rızıklara sahip olan cennette bile Hz. Âdem, Havva validemizle huzur buluyor; Havva annemiz de Hz. Âdem'de mutluluğu yakalıyor. Rum suresi 21. ayeti böylece tecelli ediyor.
İkisinin huzurundan rahatsız olan şeytan, onların çıplak olması için bütün planlarını kuruyor ve cennetten çıkarılmalarına sebep oluyor.
Ama Hz. Âdem' le Havva anamız, bu dünya evinde birlikte Rablerine yönelip af talebinde bulunuyorlar, örtünüyorlar ve Allah da onları affediyor.
"Ey Adem oğulları! Şeytan, ana babanızı, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak cennetten çıkardığı gibi sizi de aldatmasın." (Araf suresi 27.ayet)
İzzetine, iffetine, şeref ve namusuna düşkün Müslüman kızlarımızın bu güzel erdemi, bazı iki ayaklı şeytanların gözüne batıyor.
Hanımların dişiliğiyle değil; kişiliğiyle toplumda yer alma isteklerine karşı kırmızı başörtüsü görmüş boğa gibi saldıracak yer arıyorlar.
Özellikle İmam-Hatip'te, Üniversitede okuyan ve okumak isteyen Müslüman kızın dünya-ahiret tercihi ve cihadı da başörtüsü bayrağında düğümleniyor.
Çocuk: Cennet Kokusu…
Aile hayatının dinimizdeki büyük önemi acaba nedendir? Sadece erkek ve kadın, birbirlerini tamamlasınlar diye mi?
Birbirlerinin maddî ve manevî ihtiyaçlarını gidersinler diye mi? Helâl yoldan dünyevî zevk ve huzura kavuşsunlar diye mi?
Evet, bütün bu saydıklarımız önemlidir. Önemlidir ama yeterli değildir. İslam'da evlenmenin, ailenin teşvik edilmesi, sadece bunlar için değildir.
Ailenin esas sebep ve hikmetlerinden belki en önemlisi nesildir, çocuk dünyaya getirmek ve yetiştirmektir.
Ümmetin sayıca ve keyfiyetçe büyüyüp güçlenmesine bir sebebiyettir çocuk.. Dünyada gereksiz ve hikmetsiz hiçbir ittifak mevcut değildir. Bu dünya hikmet dünyası ve sebepler âlemidir.
Ne gökten elma yağar, ne yerden insan biter.
Meyve için ağaca, çocuk için evlenmeye ihtiyaç vardır. İnsanlar, bu İlahi kanuna uydukları, yani evlendikleri takdirde, nasiplerinde de varsa, kendilerine çocuk ikram ediliyor.
Dünyaya imtihan için gönderilen ve hiçbir şey bilmeyen bu minnacık misafirin emrine, Allah, onun anne ve babasını veriyor.
O küçük yavruya anne ve babasını hizmetçi kılıyor. Bu hizmetçiler için bu küçük insan, bir yönüyle lütuf, bir başka yönüyle azap vesilesidir, bir fitnedir (imtihandır). Çocuk, ebeveyni için bir lütuftur.
Çünkü onlar, Allah'ın bu narin, nazlı ve cennet adayı sevimli yaratığına yaptıkları hizmet için, aynı zamanda sevap kazanıyorlar.
Küçük bir bebek, hele insanın kendi çocuğu olunca, eve ve aileye büyük bir huzur, mutluluk ve neşe katıyor, ailenin temellerini sağlamlaştırıyor.
Bununla birlikte, çocuklarına baktıkları, yedirip içirdikleri için ebeveyne bunlar sadaka oluyor, anne ve baba bu yüzden sevaba giriyor.
Hayatında bir tek ihtiyaç sahibinin dahi yüzünü güldürmemiş en cimri bir insan bile, çocuklarına yaptığı masraflar dolayısıyla sadaka sevabına nail olur.
Çocuk yine bir lütuftur; çünkü anne ve babası ona, nereden gelip nereye gittiğini, bu dünya hayatında vazifesinin ne olduğunu güzelce anlattıkları takdirde tebliğ ve irşat şerefinden hisse sahibi olur.
O çocuğun bir ömür boyu işleyeceği bütün güzel amellerinden bir pay alırlar, sevabına da ortak olur.
Hayırlı evlat yetiştiren ebeveyn bir nevi ölümsüzleşir, öldükten sonra da sevap kazanmaya anne baba devam eder; akan, sürekli bir sadakadır Müslümanca yetiştirilen çocuk.
Çocuk, diğer yönüyle de bir azap vesilesidir.
Zira ebeveyni o İlahi emanete Rabbini güzelce tanıtmadıkları, terbiyesine yeterince dikkat etmedikleri takdirde, onun işleyeceği günahlardan sorumlu tutulacaktır.
Yine, onun dünyevi mutluluğu adına, bazen kendi ahiretlerini tehlikeye atıp, meşru olmayan kazanç yollarına teşebbüs etmelerinden dolayı evlatla imtihanı kaybedebilir.
"Ey iman edenler, Kendinizi ve çoluk çocuğunuzu cehennem ateşinden koruyun. Onun yakıtı insanlar ve taşlardır." (Tahrim suresi 6.ayet).
"Doğrusu, mallarınız ve evlâtlarınız (sizin için) bir fitnedir/imtihandır." (Teğâbün suresi 15.ayet).
Her konuda olduğu gibi, aile yönetimi ve çocuk yetiştirme konusunda da örneğimiz Allah Resulü' nün bu konudaki sorumluluğumuzu hatırlatan şu Hadisi çok meşhurdur:
"Hepiniz çobansınız ve hepiniz güttüklerinizden (idare ettiğiniz kimselerden) sorumlusunuz." (Buhari, Cuma 11; Müslim, İmare 20)
İnançlar, değerler, gelenekler ve iyi alışkanlıklar, daha çok aile içinde kazanılır. Çünkü çocuğun şahsiyetini kazandığı devre, aile içinde geçer.
Onun en çok sevdiği, inandığı, güvendiği ve özendiği ideal tip, anne ve babadır. Sağlam bir iman ve ahlâk düzeninin hâkim olduğu ailenin çocuklarına verdiğini hiçbir okul ve kurum veremez.
Buna karşılık, inanç ve ahlak yönünden bozulmuş ailelerin oluşturduğu toplumlar, dünya ve ahiret azabının davetçileridir.
Çocuk dünyaya gelince çocuğa ilk bant kaydı yapılacak; kulaklarına ezan okunacak ve kamet getirilecek.
Müslümanlar, bin dört yüz senedir bu sünneti yaşarken bir kısım geri zekâlılar, "bir günlük çocuk, ezanı duyar mı? Ne anlamsız şey bu yapılan?" diyorlardı.
Ama günümüz ilmi, bir günlük çocuğun değil; ana karnındakinin bile duyduğunu söylüyor. "Duyduğu kelimeler, şuur altına yerleşir" diyor.
İşte biz bunun için, bir günlük çocuğun kulağına ezan okuyor, "Allah-u Ekber = En büyük Allah'tır diyoruz.
Bu çocuk büyüyünce yöneticilerin "en büyük benim" sözüne kanmasın, en büyük olanın ne futbol takımları, ne mal-mülk ve para, ne makam, ne şan ve şöhret olduğunu dünyaya adım attığı ilk gün idrak etsin ve fıtratı bozulmasın diye ezan okuyoruz.
Allah-u Ekber'le adım atılan bu dünyaya, cenaze namazında yine Allah-u Ekber'le veda edileceğinden; bu iki kapı arasındaki yolculukta her konuda en büyük olanın Allah olduğu bilinci yer etsin istiyoruz.
Peygamber Efendimiz (sas): "Her doğan çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar. Anne babası onu Yahudi, Hıristiyan veya Mecusi (hatta müşrik) yapar." (Buhari, Cenaiz 79, 80, 93; Müslim, Kader 22-25) buyuruyor.
"Müslüman yapar" demiyor. Çünkü çocuk zaten Müslüman.. Onun içindir ki İslâm dini, dünyadaki bütün çocukları Müslüman kabul eder.
Çocuğa sıhhat vermek için çalışmayız, o doğuştandır.
Biz, sıhhati bozacak zararlı hava, yiyecek, içecek ve giyeceklerden koruduğumuz gibi çocuğun fıtratında getirdiği İslâm'ı bozacak etkenlerden korumamız gerekir.
Çocuğun en güçlü “eğitimi”, aileden aldığı eğitimdir. Çünkü ailedeki eğitim, yirmi dört saat devam eder. Okullar, daha çok “öğretim” yeri olsa bile terbiye, ahlak, duygu eğitimi en köklü şekilde ailede kazanılabilir.
Günümüzde okullarda öğretilenlerin de, öğretilmesi gereken doğrular olup olmadığı Müslümanca değerlendirilmeli, evde varsa yanlışlar tashih edilmeli, küfür ve şirk mikropları bünyede büyüyüp yerleşmeden temizlenmelidir.
Unutmamalıyız ki, yaşlıyken öğrenilenler, su üzerine yazılan yazıya benzese de; çocukken öğrenilenler, mermer üzerine yazılan yazı gibidir.
İslam'da çocuk sahibi olmak, büyük sorumluluk gerektiren bir durum olarak değerlendirilmiştir. Çocuğun dünya ve ahiret mutluluğunu gözetmek, onu dünyaya getiren insanların önemle üzerinde durmaları gereken bir konudur.
İslamiyet, bu hususta birinci derecede babayı sorumlu tutar. Anne de bu sorumluluğa ortaktır. Ailenin iç düzeniyle birlikte çocukların bakım ve yetiştirilmesi, annenin sorumluluk alanına girmektedir (Bkz. Buhari, Rikak 17; Müslim, İmare 5).
Bu sorumluluğun çocuk açısından sonucu ise, onun ana baba üzerinde bazı haklara sahip olmasıdır.
Çocuğun ana baba üzerindeki hakları, bir başka deyişle ana ve babanın başlıca görevleri şunlardır: Güzel isim, Müslümana yakışır terbiye, kardeşleri arasında eşit muamele ve evlendirme.
Bunların yanında, unutulmamalıdır ki, çocuğa sevgi, şefkat ve anlayışla muamele etmek İslam eğitim sisteminin en belirgin özelliğidir.
İslam eğitimcileri, eğitimin doğumla birlikte, hatta daha önceden (anne veya baba adayını seçerken) başlaması gerektiği hususunda görüş birliği içindedir.
Çocuğu sağlıklı, ahlaklı ve iyi bir Müslüman olarak yetiştirmek, ancak çok erken yaşlardan başlayarak onun eğitimini ciddiye almakla mümkün olur.
Çocuğun, kendisine söylenenleri tam olarak anladığı ve kendi düşüncelerini az çok ifade edebildiği yaşlardan itibaren İslami esasların öğretimi yapılmalıdır. Bu konuda ilk öğretilecek şey, tevhid inancıdır. Nitekim Hz. Peygamberimiz' in (sas);
"Çocuklarınıza önce 'La ilâhe illallah' cümlesini (anlamıyla birlikte) öğretin." şeklinde tavsiyede bulunduğu nakledilir. (İbn Mahled, s. 142; İbn Kayyim, s. 158).
Allah inancı, küçük çocuklara onların anlayabileceği sade ve açık bir dille, ümit ve bağlanma duygularını geliştirecek şekilde anlatılmalıdır.
Ayrıca, temyiz (ayırt edebilme) yaşına doğru Allah sevgisiyle birlikte uygun bir üslûpla Allah korkusunu da aşılamak, bu suretle değer yargılarına ters düşen davranışlar karşısında iyiliklerini ödüllendirecek, kötülüklerini cezalandıracak olan “İlahi bir otoritenin varlığını” vicdanında hissetmesini sağlamak gerekir.
Çocuklarda küçük yaşlardan itibaren imanla birlikte, ibadet şuurunun da geliştirilmesi gerekir. Namazın öğretilmesi ve emredilmesi, aile reisinin de bunda devamlı olması Kur'an-ı Kerim'de özel olarak açıkça zikredilmiştir (Taha suresi 132.ayete bkz).
Peygamber Efendimiz (sas)’ in;
“Çocuklara yedi yaşında namazın öğretilip kıldırılmaya başlanmasını, on yaşına geldikleri halde kılmıyorlarsa, hafifçe cezalandırılmasını”
(Ebu Davud, Salat 25; Tirmizi, Mevakit 182) tavsiye eden hadisleri bu konuda başta anne ve babalar olmak üzere Müslüman eğitimcilere ışık tutmaktadır.
Küçük çocuklara namazın dışındaki ibadetler hakkında da bilgi kazandırılması, bunlardan uygun olanlarının zaman zaman tatbik ettirilmesi, onların gelecekteki Müslümanca hayatları için büyük önem taşır.
Bu konularda unutulmamalıdır ki, İslam eğitimi, tedricilik, sevgi ve ikna gibi pedagojik metotları esas alır. Korkutucu, ürkütücü, emredici tutumlar, çocuk için hem anlaşılmazdır, hem de yıpratıcıdır.
Çocuğun sevgiye, iyi örneklere, açıklayıcı doğru bilgilere çok ihtiyacı vardır. Bunların yerli yerinde uygulanması ölçüsünde onun Müslümanca eğitimi ve öğretimi de başarıya ulaşacaktır.
Aile hayatı, tarafları günahlardan sakındırmak için çok büyük bir vesiledir.
"Onlar (kadınlarınız) sizin için bir elbise, siz de onlar için bir elbise durumundasınız." (Bakara suresi 187.ayet).
Kadın ve erkek, müstakil olarak yarımdır, eksiktir, çıplaktır. Bu eksikliklerini birbirleriyle tamamlayacaklardır. Kadın ve erkeğin bu yardımlaşmayı şuurla ve helâl yollarla yerine getirmeleri gerekmektedir.
"İyilikte ve takvada (Allah'ın yasaklarından sakınma üzerinde) yardımlaşın. Günah işlemekte ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın. Allah'tan korkun; çünkü Allah'ın cezası çok çetindir." (Maide suresi 2.ayet)
Erkek olsun, kadın olsun her insanın dünyaya gönderiliş hikmeti, Kur'an-ı Kerim'de "ibadet" olarak açıklanıyor.
İbadet, yani kulluk yapmak, Allah'ın emirlerine uygun bir hayat geçirmek.. İşte bu gayenin gerçekleşmesinde karı-koca birbirine yardımcı olacak, sevgilerini ispatlayacaklardır. Öyle ki, beraberlikleri ve mutlulukları, ölümle bile son bulmasın; ebediyen devam etsin.
Ailenin temel görevi, neslin çoğalmasına ve onların iyi yetiştirilip İslam terbiyesiyle eğitilmesine imkân sağlaması ve eşlerin birbirlerine yardımcı olup ihtiyaç ve eksiklerini gidermeleri, birbirlerine sevgi, huzur ve sükûn sunabilmeleridir.
Yalnız, unutulmamalıdır ki, bu fani dünya, ahiretin tarlası olduğuna göre, aile hayatından bu dünyada alınan rahat ve lezzet, ancak bir çekirdek hükmündedir.
O çekirdek, gerektiği gibi beslenir, büyütülürse ahirette saadet ağacı olacak ve en mükemmel meyvelerini o âlemde verecektir.
Cennet, bu dünyadan ne kadar yüce ise, o âlemde mümin kadın ve erkeklerin bir arada ailece bulunmaktan alacakları zevk ve mutluluk da bu dünyadakinden o kadar mükemmeldir.
Ailenin bu kadar önemli olmasından dolayı, dinimiz yeni yuva kuracak gençlerin, birbirlerinin dinî ve ahlaki durumlarını mutlaka araştırmalarını emretmiştir.
Peygamberimiz, eşlerin seçiminde geçici özelliklerden, fiziki güzelliklerden çok, inanç bütünlüğünün, olgun iman zenginliğinin ve ahlaki soyluluğun tercih edilmesini ısrarla tavsiye etmiştir.
Onun için, tevhidi iman sahibi Müslümanlar, kendileriyle yuva kurmayı düşündükleri eş adaylarında “birinci özellik olarak” sağlam bir imanı şart görmelidirler.
Kadının en saygın, en mübarek konumu, Anneliktir.
Dinimiz ve fıtratımız, anneye çok büyük bir yer vermiştir. Normal olarak bir erkeğin, kadına göre bazı konularda önceliği olduğu halde, annenin babadan daha öncelikli ve daha faziletli olduğunun sırrı işte buradadır.
Kadın, erkeği faziletçe geçmek istiyorsa, anne olmalıdır.
Yalnız, unutulmamalıdır ki, anne olmak, sadece bir çocuk dünyaya getirmekle olmaz. Çocuğuna sahip çıkmakla, onu güzelce yetiştirmek ve terbiye etmekle annelik tamamlanmış olur.
Dinimizde, babanın hakkı, "bir" iken, annenin hakkı "üç" tür.
Cennet, babaların değil, annelerin ayakları altına serilmiştir. Annelikle ilgili olarak, günümüzde giderek artan “çalışan bir kadının, ne kadar annelik yapabildiği” ve yapabileceği sorusu da önemlidir.
Anne iş’ te, çocuk ise kreşte.. Hiçbir mamanın anne sütünün yerini tutamadığı gibi, hiçbir bakıcı da asla annenin yerini tutamaz.
Hiçbir “çocuk okulu”, velev ki adına “Anaokulu” da dense, ananın evdeki okulunun bir benzeri olamaz. Kendi evladını anne ve babası kadar hiç kimse sevemeyeceği, dünya ve ahiret geleceğini düşünemeyeceği için de, anne ve baba gibi bir hoca ve öğretmen de bulunamaz.
Öyleyse, haydi evlerimizi kurs, mektep, okul ve mescit yapmaya..
Kaynak http://www.vuslatdergisi.com/article.php?id=30cf1e520ee0d1a5399cbbf65057d58b&sid=0795826134
ÖNEMLİ BİR NOT: Konu ile alakalı aşağıdaki Link’te bulunan makaleyi de mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum.
https://bekiryetginbal.com/islama-gore-kadinin-sosyal-hayattaki-yeri-nedir/
Tags: Yayınlandı