ÜMMET Olma Şuuru ve Günümüzdeki Karşılığı

Ümmet Olma Şuuru ve Günümüzdeki Karşılığı

Derleyen: Hakan ŞİMŞEK

LÜGAT AÇISINDAN ÜMMET KAVRAMI:

Ümmet kelimesi Arapça bir kelime olup, "emme" fiilinden isimdir. Çoğulu "umem" dir   *(el-İsfahânî, el-Müfredat, İstanbul 1986, 27, "emme" mad.).

“Ümmet” kelimesi lügatlarda;

Nesil, Her canlı cins, Din, Belirli bir zaman dilimi, Nebilere tabi olma,  Cemaat, Tek bir sınıf, Belli bir zaman ve mekânda tek bir din (gaye, yol) üzerinde birleşmiş topluluk” gibi anlamlara gelmektedir.

Kavram olarak “ümmet” kelimesi, insanların gerek kendi tercihleri, gerekse bir zorunluluk sonucu, “belirli bir zaman diliminde yaşayan kimseler” anlamına geldiği gibi, “belirli bir tarih diliminde yaşayan ya da belirli bir dine inanan topluluklar” anlamına da gelmektedir.

Görüldüğü üzere, ister insanlar hakkında, ister diğer canlı topluluklar hakkında kullanılmış olsun, "ümmet" kelimesinin bütün manalarında “beraberliğe” vurgu vardır.

O kadar ki; yaşantı bakımından, hiç değilse zaman ve mekân bakımından, başkalarıyla müşterekleri olmayan bir topluluk, ümmet sayılmamaktadır.

Hz. Adem (as)’den Resulullah’a (sas) kadar, İslam akidesine inanan kimselerin hepsi tek bir ümmettir.

Bu tanım, akide açısında “ümmet” kavramını ifade etmektedir.

Zira ümmeti ümmet yapan asıl nokta, ırk, renk, dil ve cins birlikteliği değil, akide birlikteliğidir.

Diğer taraftan, Allah (cc) Nahl suresi 120. ayette Hz. İbrahim'i (as) tavsif ederken

"Hiç kuşkusuz İbrahim Allah'ın buyruğuna titizlikle uyan, tek Allah'a inanmış bir ümmetti, O Allah'a ortak koşanlardan değildir. buyurmakta.

Burada ümmet kelimesi  "Allah'a kullukta bir topluluk gibi değerlendirilecek örnek ve rehber kişi" anlamında kullanılmak suretiyle çok önemli bir vurguya temas ediyor.

Kur'an'da 60 küsur yerde geçen ümmet kavramının genelde üç ayrı manada zikredildiğini görüyoruz.

1) “Canlı topluluklar” manasında (En'am, 38. ayette) şöyle zikrediliyor:

Yeryüzünde yürüyen hiç bir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiç bir kuş yoktur ki, sizin gibi birer ümmet olmasınlar. Biz kitapta hiçbir şeyi eksik bırakmamışızdır, sonra hepsi Rablerinin huzurunda toplanırlar.”

2) “İnsan toplulukları” manasında zikredilen ayetlere örnek olarak (Kasas, 23) ve (Araf, 38) nci ayetleri verebiliriz. (Kasas 23 ) de Rabbimiz:

“Musa Medyen suyuna varınca orada hayvanlarını sulayan bir insan topluluğu (ümmeten minen nas) buldu.” ; ve (Araf, 38)’ de ise;

“Allah onlara: "Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklarıyla beraber cehennem ateşine girin!" der. Cehenneme giren her ümmet kendi din kardeşine lanet eder.

Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında derler ki: "Rabbimiz ! İşte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı.

Onlara cehennem ateşinden kat kat azap ver". Allah der ki: "Herkesin azabı kat kattır, fakat siz bilemezsiniz".

3) “Nebilerin mesajını benimseyen topluluk” manasında zikredilen ayetlerden bazılarını şöyle sıralayabiliriz;

“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir ümmet (topluluk) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.” (Ali İmran, 104),

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız.

Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler de var, ama pek çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Ali İmran,110),

” Hepsi bir değildir; Ehl-i kitap içinde istikamet sahibi bir ümmet vardır ki, gece saatlerinde secde ederek Allah’ın ayetlerini okurlar” (Ali İmran,113),

” Ve işte böyle, sizi ortada yürüyen bir ümmet kıldık ki, siz bütün insanlar üzerine adalet örneği ve hakkın şahitleri olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şahit olsun.

Daha önce içinde durduğun Kâbe' yi kıble yapmamız da şunun içindir: Peygamber'in izince gidecekleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım.

Bu iş elbette Allah'ın hidayet ettiği kimselerin dışındakilere çok ağır gelecekti. Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir.” (Bakara, 143),  

”Musa’nın kavminden hak ile doğru yolu bulan ve onunla adil davranan bir topluluk vardır “(Araf, 159)

SOSYAL BİR KAVRAM OLARAK ÜMMET:

İslâm’da ümmet kavramı ilk defa Hz. Peygamber (sas) tarafından Medine’de oluşturulan ilk sosyal/ siyasi birliktelik için kullanılmıştı.

Burada ümmet, o gün Medine’de yaşayan, bir ana çerçevede yer alan ve Medine’nin ortak savunmasına katılacak olan (Yahudi, Hıristiyan gibi) farklı beşeri unsurları da içine alan bir anlama sahipti.

Daha açık bir nitelemede bulunmak gerekirse bu, Hz. Peygamber’in (sas) insiyatifinde kurulmuş bir “Medine Ümmeti” idi.

Daha sonraki şartlar, bu sosyal/ siyasi birlikteliği ayrıştırdı; Müslümanlar ayrı bir ümmet haline geldi.

Zamanla ümmet kavramı Müslüman kitleyi anlatmada o kadar özdeşleştirilerek kullanıldı ki ümmet kelimesi tek başına da, “bir aidiyet duygusuyla birbirine bağlı Müslümanlar birliği” anlamına geldi.

Bizde ümmet en azından kategorik olarak, “Müslümanlar birliği” demektir.

Etnik, bölgesel, dilsel birlikteliklere karşılık, İslâm eksenli, iman temelinde aidiyet duygusuna dayalı bir birlikteliktir.

Yani ümmet fiziki- sosyal faaliyetlerin üzerinde bir hedefe sahiptir.

Bu bağlamda Magripli ile Uzak Doğuda Endonezya ’lı bir Müslüman, Afrikalı bir Zenci ile Anadolu’da bir Müslüman, kendini aynı camianın üyesi kabul ederler.

Bu haliyle “ümmet”, klasik sosyolojinin tanımladığı en kapsamlı sosyal birlik olan “ulus” kavramından daha kuşatıcı bir sosyal kavramdır.

Aslında İslam’da ümmet şuurunu oluşturan ve pekiştiren pek çok şey vardır.

Mesela bütün ibadetlerin, “manevi” yönlerinin yanında, bir de dünyevi “sosyal” tarafları da vardır.

Bu dünyevi yönün en önemlisi de, bir toplum şuuru oluşturmasıdır.

İbadetler kişisel olarak yapıldığında bile, toplumsal bir çerçeve ortaya çıkmaktadır.

Maruf’un yaygınlaştırılıp pekiştirilmesi, Münkere karşı tavır alınması, ilk dikkat çeken şeylerden birisidir.

Mesela, “namazın insanı kötülüklerden alıkoyması”, doğrudan namaz kılanla ilgili değil, çevresindeki sosyal dünya ile ilgili bir sonuçtur.

Tek tek fertleri muhatap alan namaz, oruç ve zekât emirleri, sonunda toplumsal bir tablo ortaya çıkarmaktadır.

Belki de bunun hedeflenmesi nedeniyledir ki, emir ve yasak ayetlerinde çoğu kere ifade, “çoğul” olarak kullanılmıştır:

“Namazı dosdoğru kılınız, zekâtı veriniz.”, “yiyiniz, içiniz ama israf etmeyiniz.” örneklerinde olduğu gibi.

Bundan dolayı Müslümanlar, birlik ve beraberlikleri için, ibadetler konusunda da çok duyarlı olmalı, onları ruhuna uygun olarak yapmalı ve yaşamalıdır.

Bu konuda mesela Hac ibadeti çok güzel bir örnektir.

Ümmet şuurunun geliştirilmesinde fevkalade önemli yeri olan ibadetlerden birisi de şüphesiz ki, Hac ibadetidir.

Genel olarak baktığımızda, ümmet şuurunun, tüm ibadetlerimize ruh kazandıran bir sosyal yönü de vardır.

Namazın cemaatle kılınması (hassaten Cuma namazı), sosyal bir sorumluluk olarak zekât ve ümmetin her ırkını ve her rengini bir araya getiren hac farizaları ümmet şuurunun oluşmasında çok önemli bir yere sahiptir.

Bu ibadetleri ümmet şuurundan soyutladığımız ve “sosyal yönünü göz ardı ettiğimiz takdirde”, kuru bir Ritüel şekline dönüşmesi de kaçınılmaz hale gelir.

SİYASİ BİR KAVRAM OLARAK ÜMMET:

Ümmet kavramı denilince, havsalamızda ilk olarak beliren anlam genelde, “Nebilerin hitap ettiği ve onlara iman eden topluluktur.”

Bu kısmen doğrudur. Ancak Kur'an, bir peygambere inanmış ümmetten bahsederken, daha çok ona inanmış topluluğun vasıflarını belirtir.

Yukarıdaki ayetlerde de geçtiği gibi, gerçek anlamda bir ümmet olmanın belirleyici vasfı, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, hak ile adaleti gerçekleştirmek, insanlığa şahit olmak, önder olmak” tır.

Elmalılı Hamdi Yazır, ümmet kavramını bu bağlamda ele almış ve şöyle yorumlamıştır:

"Ümmet, ümem kökünden alınmış bir çoğul isimdir ki çeşitli insan gruplarına önder olan ve kendisine uyulan bir cemaat demektir.

Yani, bir imamın çevresinde, sağlam bir birlik oluşturup, düzenli bir şekilde faaliyet gösteren ve bu şekilde, çeşitli insan grupları üzerine hakim olan bir topluluktur ümmet.

Diğer bir tabirle ümmet, “İmameti Kübra” sahibi cemaattir.

Çeşitli cemaatlere göre ümmet, hâkim bir milletin fertlerinden meydana gelmiş olan bir sosyal/ siyasi gruptur.

Bu şekilde, hayra davet ve iyiliği emir, kötülüğü de men edecek bir topluluk ve imamet (önderlik) teşkili, Müslümanların imandan sonra ilk dini farizalarındandır.

İşte bu farizayı yerine getirebilenler, (ulaike humu'l muflihun) ayeti gereğince, kurtuluşa eren Müslümanlardır.

Yoksa "ancak Müslümanlar olarak ölün" ayetinin manası müşkül ve imkânsız olur.

Yine yukarıdaki ayetlerden anlaşılacağı gibi, ümmet denince aklımıza gelen mana, çoğu zaman gerçek ümmeti belirleyen vasıflardan maalesef uzaktır.

Siyasi açıdan baktığımızda Ümmet, grup dinamiğine sahip, belli inançları, gayesi ve önderi (imam) olan inanmış insanlardan oluşan bir topluluktur.

Hiç bir din ve hiç bir peygamber kendisine, “sadece inanılmasını” istememiştir.

Kaldı ki insanlığın son çaresi ve en mütekâmil din olan İslam, ümmet kavramını, “sadece Peygambere ve bu dine inanan insanlar topluluğu” olarak tanımlamamıştır.

Ümmet şuuru, “yalnızca elçiye ve kitaba inanmakla” tamamlanmaz, asıl o noktadan sonra, bu şuurun ve ümmetin gerçekleşme imkânı doğar.

Ümmet; inandığı şeyin şuuruyla hareket eden ve yeryüzünde sahip olduğu konum ve sorumluluğun idrakiyle gerektiğinde tek başına da kalsa bu şuuru kaybetmeden yoluna devam edebilen inanmışlar ordusudur.

Ümmet olma şuurunun ilk ve en önemli adımı, "kimin ümmeti" olduğunun şuurunda olmaktır.

Bundan sonrası O'nun (sas) metoduyla yürümektir. Ümmet olmanın ne olduğunu ve nasıl olduğunu bize en iyi, O'nun rehberliği göstermektedir.

İslam ümmeti’nin ortaya çıkışı, tarihte bir benzeri daha olmayan, fevkalade bir beraberlik destanıdır.

Bu ümmetin ilk nesli, üç milyon küsur kilometrekarelik geniş bir coğrafyada   -neredeyse- her biri farklı bir lehçeyle konuşan göçebe Arap kabilelerinden oluşmuştur.

Namus ve haysiyetlerine aşırı düşündükleri sebebiyle, kız çocuklarının diri diri gömen, kabilecilik taassubuna kapılarak incir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerle savaş çıkarıp yıllarca kan davası güden bu insanların, ilk bakışta bir araya gelebilecekleri hayal bile edilemezdi.

Ancak, Allah'ın Efendimiz (sas)'e lütfettiği -üzerinde pek de durulmayan- bir mucizenin eseri olarak, bu insanlar, kabile merkezli sosyal hayatı terk ederek; ideal birliğine dayalı, akide birliğine dayalı bir dünya görüşüne geçtiler ve; ” La ilahe illallah/Tapılmaya layık olan varlık, yalnızca Allah'tır" kelime-i tevhidi etrafında birleştiler.

Bu sayede, daha Hz. Peygamber (sas)'in vefatından on sene geçmeden bütün Orta Doğu'yu fethedip, Hindistan ve Çin'e dayandılar.

SONUÇ :

Yukarıda zikredilen ayetler ve Allah Resulü Hz. Muhammed (sas) ‘in vaz ettiği metot çerçevesinde ümmet kavramına baktığımızda,

Sosyal açıdan aidiyet ve toplumsal birlik beraberlik şuuru,

Siyasi açıdan da, topluma liderlik edecek bir cemaat şuuru göze çarpmaktadır.

Bizler, vahyin bütününe muhatap olmamız ve Resul’ün (sas) ortaya koyduğu fiillerin tamamından sorumlu olmamız hasebiyle, ümmet kavramını bütün cihetleri ile mefhumlaştırmalı ve hayatımıza hâkim kılmalıyız.

Hz. İbrahim (as)’ ın Kabe’nin inşasının hemen ardından ettiği dua, Kur’an’ da vahy edildiği şekliyle

“Ey bizim Rabbimiz, hem bizim ikimizi yalnız senin için boyun eğen Müslümanlar kıl, hem de soyumuzdan yalnız senin için boyun eğen Müslüman bir ümmet meydana getir

Ve bize ibadetimizin yollarını göster, tövbemize rahmetle bakıver. Hiç şüphesiz Tevvâb sensin, Rahîm sensin.” (Bakara,128) buyurulmaktadır.

İnsanlığın ilk kıblesinin inşası ardından edilen bu duada, iman edenler için kuşatıcı bir hedef vardır.

İbrahim (as) insanlığın ilk kıblesini oğlu İsmail ile inşa etmiş ve Rabbine sığınarak bunun kabulünü diledikten sonra, soyundan Müslüman bir ümmet meydana getirmesini talep etmiş ve kendisine kulluğun yollarını göstermesini Rabbinden dilemiştir.

Bu dua ayetinde Kıble (Beyt), Ümmet ve Kulluk mefhumları bir arada göze çarpmaktadır.

Dolayısıyla ümmet kavramını, sadece “etimolojik” açıdan, sadece “sosyal” açıdan ya da sadece “siyasi” açıdan ele alamayız.

Ümmet kavramı,her üç açıdan da” ele alınmalı ve mefhumlaştırılmalıdır. Ümmet bilincinin, fert ve toplum bazında hayata geçmesi, ancak bu şekilde mümkün olabilir.

Ettiğimiz duadan, kıldığımız namaza, verdiğimiz sadaka ve zekâttan, tuttuğumuz oruca, hacdan cihad’a kadar, yaptığımız tüm ferdi veya cemai ibadetlerimizi, ümmet şuuruyla ifa etmenin yollarını aramalı ve bu gün inananların arasına sonradan çizilmiş tüm “sun’i, fikri ve coğrafi sınırları” ortadan kaldırmak için gayret göstermeliyiz.

Aksi takdirde yapa geldiğimiz ibadetlerimizin bir yönü hep eksik kalacaktır.

Unutulmamalıdır ki, sosyal ve siyasi açıdan yeryüzünde, “İslam ümmetinin tecessüm ettirilememiş” olmasının bedelini, bu gün sadece Müslümanlar değil, tüm insanlık ve hatta yeryüzünde yaşayan tüm canlılar ödemektedir.

Fırat’ın kenarında, ayağı burkulan koyundan kendini sorumlu tutma şuuru, bir ümmet olma şuuru”dur.

Komşusu açken, tok uyuyamama şuuru da bir “ümmet olma şuuru”dur.

Bosna’da, Şam’ da, Kahire’ de ya da, yeryüzünün her hangi bir yerinde akan mazlum kan ve gözyaşlarından sorumlu olma şuuru da, bir ”ümmet olma şuuru”dur. Hayat kitabımız Kur’anda

“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vaz geçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız.” (Ali İmran 110)

"İşte böylece, insanlar üzerine şahitler olasınız ve Resulün de sizin üzerinize şahit olması için, sizi en seçkin ümmet kıldık ." (Bakara 143 ) buyurulmaktadır.

Böylesi seçkin, hayırlı bir toplum ve ümmet olmanın temel dayanağı, İslam ailesinin yani inancının gerekli kıldığı, İslam kardeşliğidir.

Ancak bu “kardeşlik dokusu ile dokunmuş”, perçinlenmiş bir toplum iflah olur.

Düşmanlıktan, tefrikadan, adaletsizlikten, fakrı zaruret ve zilletten ancak, Allah'ın ipine yani İslâm'a sımsıkı ve toptan sarılmakla kurtulmak mümkün olur.

Başka bir yol da yoktur. Bunu, Allah-u Teâlâ şöyle bildirmektedir:

"Ey iman edenler, Allah' tan, O'na yakışır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin. Hep birlikte Allah'ın ipine sımsıkı tutunun.

Ondan ayrılmayın, parçalanmayın. Allah'ın size olan niyetini hatırlayın.

Hani siz birbirimize düşman kişiler idiniz de o gönüllerinizi birleştirmiş ve O'nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz.

Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken, oradan da sizi yine o kurtarmıştı. İşte Allah size ayetlerini böyle açıklar ki doğru yolu bulasınız." (Ali İmran 102- 103)

Bu gün, yeryüzünde yaşanan tüm zulüm ve sömürüler, iyiliği emredecek ve kötülüğü ortadan kaldıracak sahih bir “siyasi iradenin ortada olmaması”nın bir sonucudur.

Aidiyet olarak bu gün ümmettin varlığından söz edebiliriz.

Sosyal açıdan da ümmetin varlığından söz etmek mümkündür.

Fakat maalesef, bu gün için, siyasi bir irade olarak ümmetin varlığından söz ede bilmemiz asla mümkün değildir.

Bireysel ya da cemai olarak ortaya koyduğumuz tüm fikir ve mefhumlar, bizi ümmet olma, insanlar içerisinden çıkarılmış en hayırlı ümmet olma hedefine kilitlemeli, her türlü sun’i ayrılığı bir kenara iterek ümmet olabilme hedefine koşmalıyız.

Kur’an ın ifadesiyle, tüm insanlık ümmeti ve hatta tüm hayvanat ümmeti ve cemadat (yaratılmış diğer varlıklar) siyasi bir irade olarak, İslam Ümmeti’nin varlığına çok muhtaçtırlar.

Çünkü başka hiç bir topluluk, İslam ümmeti gibi, hayra davet etme, adaleti ve iyiliği emretme, inanç ve sorumluluğuna sahip değildir.

Bizler, bu sorumluluğumuzu kuşanmadığımız takdirde, yeryüzünde fitne fesat aynen yine devam edecektir. Şayet, mevcut İslam dışı hallerimizin devam etmesini istemiyorsak, kaybedilen bu nimetin yeniden idrakine varmalı, (Casiye 28) de ifade edilen;

"Her ümmetin toplandığı gün ve her ümmetin kitabına çağrıldığı gün"

Şuuru ile, gerçek bir “Muhammedi Ümmet” olmayı başarmalıyız. En azından bunun ciddi bir gayreti içinde olmalıyız. Çünkü yüce kitabımızın şu buyruğu kesindir:

"Ve işte sizin bu ümmetiniz bir tek ümmettir. Ben de sizin Rabbiniz’im, sadece benden korkun." (Mü’minun 52)

“Asra yemin olsun ki, iman edenler, Salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı birbirlerine tavsiye edenler müstesna, muhakkak ki, bütün insanlık hüsrandadır.” (Asr Suresi )

Ümmet şuurunu kuşanmadan geçirdiğimiz her bir Asr (zaman), Müslümanlar hüsrana doğru doludizgin koşmakta yani zaman, aleyhimize işlemektedir.

Geçen her saniye ise, bir daha geri dönmemek üzere ömrümüzden kopup gitmektedir.

Şanı yüce Allah(cc), “Hz. Muhammed (sa)'e ümmet olma şuuruyla” kalplerimizi birleştirsin ve izzet dolu o güzel günlerimize bizi tekrar kavuştursun. Amin

06.Kasım.2013 / Özgür Der Antalya

Derleyerek Sunan: Hakan ŞİMŞEK

Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi (ASSAM) &

Adaleti Savunanlar Derneği (ASDER) / Antalya İl Temsilci Yrd.

Konu ile alakalı haber Linki:http://www.haksozhaber.net/ummet-bilinci-ve-gunumuzdeki-karsiligi-42021h.htm

NOT: Bu habere konu olan sunumun tam metnini bizimle paylaşan, Hakan Şimşek kardeşimize çok teşekkür ediyoruz. Rabbim kendisine,“İslam üzere bir hayat ve İslam üzere bir memat” nasip etsin.

 

 

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın