TV Ahh Televizyon.. Aile ve Çocuklarımızla İletişimin Can Düşmanı

TV Ahh Televizyon.. Aile ve Çocuklarımızla İletişimin Can Düşmanı

Çocuk ve psikoloji.. Çocuk ve iletişim.. Çocuk ve anne baba.. Aslıda bu konular üzerinde günlerce duracağımız, yazıp çizeceğimiz o kadar çok şey var ki.

Çünkü bu konulardaki acılarımız çok çok büyük ve yaralarımız çok derin.. Peki, birey ya da toplumsal anlamda bir çıkış yolumuz yok mu?

Elbette ki var..

Aşağıda web sitemize alıntı yaptığımız Psikolog Kadir Özsöz beyin uzun ve güzel bir makale var. Şayet siz de çözüm arayan ciddi ve sabırlı bir kişi iseniz bunu sonuna kadar okursunuz.

Umulur ki bu makale vesilesiyle bilmeden ve bir kasıt olmadan yaptığınız bir kısım yanlış ve hatalarınıza vakıf olur, kendinizi düzeltir ve bunu paylaşan bir kardeşiniz olarak bana da bir dua edersiniz. Saygılarımla

Kardeşiniz Bekir Yetginbal

ÇOCUKLARLA SAĞLIKLI İLETİŞİM KURMAK

Yazan Psikolog Kadir Özsöz

Öğrencilik yıllarımda bir konferansa katılmıştım. Konferansa yardımcı konuşmacı olarak katılan bir uzman, kendi “Babalık” hikâyesini anlatıyor:

“Baba olacağımı öğrendiğim zaman önce heyecanlandım herkes gibi, ama hemen işe koyuldum” diyor

Ne işi bu? Okumak.

“Literatürde çocuk gelişimiyle alakalı ne kadar okunmaya değer kitap, makale, çalışma ne varsa hepsini de okudum. Freud, Jung, Adler…

Çocuk psikolojisi alanında adeta bir dahi olabilecek kadar doldum. Artık baba olmaya kendimi hazır hissediyordum.

Mahallenin en iyi babası, hatta belki de döneminin en iyi babası ben olacağım diyor ve daha bir heyecanlanıyordum.

Günler geçti ve baba olacağım gün gelip çattı. Bir telaşla hepimiz hastanedeyiz. Neyse, yavrumuz doğdu, evimize döndük.

Ama ters giden bir şeyler var belli.. Bekliyorum ama çocuk sadece annesiyle ilişki kuruyor. Gel zaman git zaman, büyüdü ve yürür hale geldi.. Ama ben hala en iyi baba olma hayalleri kuruyorum.

Aylarca bekledim ama çocuğumla bir ilişki kuramadık. Annesinden süt emiyor, onunla vakit geçiriyor, onun gözlerine bakıyor…

Ben de o sıralarda artık iş meşguliyetlerimi artırmıştım. Yoğun hem de çok çok bir çalışma programı içerisindeydim.

Bir gün eve geldim, bebeğimizin bakıcısı açtı kapıyı. Bana bir şeyler anlatıyordu. Kafam çalışmaktan patlıyor gibi hissediyordum.

Eşim geldi ve o da bir şeyler söylemeye başladı ama ben hiçbir şey anlamıyordum. Sonra oğlum ve derken bir sessizlik…

Kendime geldiğimde bakıcı ve eşimin yüzleri kıpkırmızı, oğlumsa çok şiddetle ağlıyordu…”

Anlatırken o konuşmacı uzman da hıçkırıklara boğulmuş, konuşamaz hale gelmişti. Çünkü yıllardır kurmuş olduğu bir hayali vardı ve bu hayali için “Gereken bütün okumaları” kendince layıkıyla yapmıştı.

Doğduğunda da oğluyla ilişki kurmayı başaramamıştı.

Oğlunun ilişki girişiminde ise büyük bir şok yaşamış, iş yoğunluğu nedeniyle oğluna bağırmış ve onu korkutmuştu. Yani okuduğu hiçbir kitapta geçmeyen bir şeyi yapmıştı.

Aklıma Robert Fulghum’ın bir sözü geliyor:

“Taşlar ve sopalar kemiklerimizi kırabilir, Ama sözler kalbimizi kırar”

Bir de bu sözlerin şiddetli bir ses ile çıktığını ve muhatabının çocuklarınız olduğunu düşünün. Kırılan kalpten hiçbir eser kalmayabilir belki de…

Başkalarıyla ne tür ilişkiler kuracağımızı ve yaşamda neler olacağını belirleyen tek ve en önemli etken iletişimdir.

Bedenin duruşu, kasılma oranları, nefes temposu, ses tonu, mimikler; bütün bunlar iletişimin bir parçasıdır.

Sözel iletişim gibi bedensel iletişim de vardır ve halk ağzında bu da “Lisan-ı Hal” kapsamındadır.

Okumak ufuk açıcı, öğretici ve nerde ne zaman ne söyleneceğini bildirici olan muhteşem bir eylemdir.

Asla yok sayılamaz elbette…

Fakat okumak ile yaşamak farklı şeylerdir.

Okuduklarımızın yaşamımıza yansıması için, onların doğru bir şekilde hazmedilmesi ve kana karışması gerekir. Tıpkı yediklerimiz gibi.

Çocuklarımızla kuracağımız her türlü ilişki, onların yaşamlarını ve bu yaşamda alacakları pozisyonları belirleyecek, hatıralarında derin izler bırakacak çok çok önemli bir etkendir.

Aslında bizim bakışımızdan farklı olarak çocuklarımız, bir yönüyle bize ait değillerdir. Onların da kendilerine ait bir benlikleri ve sürecekleri yaşamları vardır.

Aile eğitiminden geçen her çocuk belli bir süre sonra ailesinden ayrılmak ve realiteler dünyasına kendine has kişiliğiyle katılmak durumundadır.

Seçimimizi iyi yapmalıyız. Çocuklarınız büyüyecek ve sizler de gayet tabii ki yaşlanacaksınız.

O gün gelip çattığında ebeveynlik yaptığınız o çocuklar sizler için, Ya “çok iyi insanlardı, gidip de ziyaret edelim” diyecekler, Ya da “şeytan görsün yüzlerini, az yüklenmediler bana” diyecekler.

Bu yazıyı okuduktan sonra sizin yapmanız gereken, yarınki durumu belirleyecek olan doğru bir tercihte bulunmaktır.

Okul, başarı, yüksek bir mevki vs. gibi kurduğunuz çok büyük hayaller olabilir çocuklarınız için.

Bu pek muhtemeldir. Fakat şunu iyi bilmelisiniz:

Bütün bunları gerçekleştirmek için çocuğunuzun en çok ihtiyaç duyduğu şey sağlıklı bir ilişkidir. Onlarla kurulacak olan sağlıklı bir ilişki, Onların hayatta gerçek başarıyı yakalamaları için yeterlidir.

Çocuklarınızın iyiliği için birçok şey yapıyorsunuz değil mi?. Okumalar, danışmalar, araştırmalar vs.

Bunların hepsi de çok kıymetli şeyler. Fakat bütün bunları sindirmeniz yani yaşamla bağını da mutlaka kurmanız gerekiyor.  

Onlar için kurmuş olduğunuz hayallerin sahibi sırf siz değilsiniz bunu bilmeli ve hedefler belirlerken sadece bir yol gösterici edasıyla onlara yaklaşmalısınız.

Onlara, “onların kendilerine ait bir benliklerinin olduğunu” mutlaka ama mutlaka hissettirmelisiniz.

Sadece çevresel hedefleri gerçekleştirmek bir başarı değildir. Kendi hayallerinizi çocuklarınıza dayatamazsınız.

Aksi halde onları soktuğunuz o telaşlı maceranın içinde kendinizi de bulur ve davranışlarınızı artık kontrol edemezsiniz.

Sağlıklı bir iletişim kurmak istiyorsanız, bunlara kesinlikle ehemmiyet göstermelisiniz.

Ve ağzınızdan çıkanlara dikkat etmelisiniz. Çünkü kırılan kalpler, tamir edilemezler.

Daha önce benzeri görülmemiş tarihi bir döneme bir devre şahitlik ediyoruz. Aklımızı zorlayacak derecede çok yoğun bir yaşam sürdüğümüz bu devirde, meşguliyetler arasında bocalamaktayız.

Aslında birçok kolaylaştırıcı teknolojik vasıtaya sahibiz bu doğru. Peki, buna rağmen neden daha fazla yoğun ve çok daha fazla meşgulüz?

Bu sorunun cevabını bildiğinizden eminim. Nitekim hepimiz de bu kolaylaştırıcı araçlarla aynı orantıda hızlı bir yaşam sürdüğümüzün farkındayız değil mi?.

İnsan, belli bir takım içgüdülere ve fiziksel özelliklere sahip olan bir varlıktır.

Bunlara binaen insanda en bariz görülen özellik ise sahip olma arzusudur. Yani çok çok daha fazla şeye sahip olmak istiyoruz ve bu isteğimizi kamçılayan çok reklam yığını olan bir asırda yaşıyoruz.

Yaşadığımız bu çağda beş duyu organımızın algılama gücünü aşan reklam fenomenlerine aşırı maruz kalmaktayız.

Ben bu cümleyi özellikle ve bilinçli olarak kurdum, yani gerçekten bildiğimiz duyusal algılarımızı aşan bir oranda bu reklam furyası.

Onların hedef ise “bilincimiz” değil “Bilinçaltımız” dır.

Bütün bu sebeplerden dolayı tüm günümüzü kapsayan bu meşguliyetleri aslında biz, yani kendimiz istemekteyiz.

İş yoğunluğu, aş arzuları ve nice tutkular…

Kendimize dahi adeta vakit ayıramaz hale geldik. Gözlerimizi esir alan bu reklam fenomenleri, aslında gözlerimizi körleştirdi. Kendimize bile körleştik çoğumuz.

İçinde bulunduğunuz ailenizin mesela bir gününü şöyle bir hayal edin. Neler yapıyorsunuz her biriniz?

Ebeveynlerden en az biri günün yarısını aşkın bir zaman diliminde evin dışında vakit geçiriyor. Evde kalan ise bir o kadar iş yoğunluğuna maruz.

Bir de arkadaşlar ve misafirlerinizi hesaba katın. Ve tabii ki toplumu gerçekten kendine esir eden günlük veya haftalık diziler veya programlar…

Çocukların okulu, dersi, günlük ihtiyaçları vs. derken iş iyice içinden çıkılmaz bir hal alıyoruz.

Bu durumda size şu soruyu yöneltiyorum: Acaba bu arada gözden kaçırdığınız herhangi bir şey var mı?

Bence var: Çocuklarınız..

Bütün bu yoğunluk arasında size sürekli büyük bir özlemle görünmek isteyen en kıymetlileriniz…

Onlar gece-gündüz size yani anne-babalarına görünmek için bir şeyler yapar dururlar. Sizin kendilerini mutlaka fark etmelerinizi beklerler.

Ve bunun için de dikkatinizi çekici uğraşılar, bambaşka şeyler yaparlar. Ta ki sizin ‘Artık onları fark etmeyeceğinizi’ anlayıncaya değin.

Peki ya sonra?

Sonra ise, Onlardan KİMİSİ, sizin fark etmediğinizi başkalarının kendisini fark etmelerini ister ve ortaya sanal ortam \ medya düşkünü bir çocuk çıkar. Ya da başkalarının hayranıdır.

KİMİSİ DE artık asla fark edilmeyeceğini zanneder ve içinden hiçbir şey yapmak gelmez. Oyun dahi oynamak istemez.

Artık iş öyle bir raddeye varır ki, bunu hayal bile etmek istemezler. İşte çocuklarda depresyon, algı bozukluğu, öğrenim güçlüğü vb bozuklukların başlangıcı tam da burasıdır.

Dikkat!

İşte bu noktada artık “Ebeveyn yani anne ve baba ile çocuk arasında büyük bir iletişim bozukluğu” ortaya çıkıyor.

Birçok anne babadan çocuklarına dair şikâyetler işittim.

Derslerine sıkı çalışmamaları, kötü sınav sonuçları, sürekli TV izlemeleri veya bilgisayar/telde oyun oynamaları gibi..

Yukarıda izah ettiğim durum bize şunu gösteriyor: Çocuklarda görülen tüm sorunların temel sebebi aslında ailedir.

Elbette ailelerin önemli uğraşıları ve iş programları olabilir. Ve tabii ki çocukları için “İdeal bir gelecek endişesiyle” bunu yapmaktadırlar.

Fakat “O ideal bir gelecek” kaybından çok çok daha ağır bir kayıp vardır ki O da artık çocukların kendilerini kaybetmek.

Hayatta kendi başına hiçbir şey başaramayan, hayal edemeyen, tasarı becerisinden yoksun, öğrenim güçlüğü olan ve en önemlisi de ilişki kuramayan bir çocuğun, kendi geleceğinden ne gibi beklentileri olabilir ki?

O halde artık “Kaybın en ağırının” olmaması için, “Önemin en büyüğünün” mutlaka  ama mutlaka buraya verilmesi gerekir.

Çocuklarınız ve aileniz için, içinde bulunduğunuz tüm meşguliyetler sizleri asla onları hakkıyla görmekten alıkoymamalı.

ABD’de yapılan bir çalışmada, yaşamda çok başarılı olan çocukların bu başarılarını belirleyici en önemli etkenin işte bu olduğu kanıtlanmıştır.

Söz konusu çalışma ABD’deki bu çalışma özellikle “Öğrenim gören çocuklar üzerinde” yapılmıştır.

Bu çalışmanın sonucunda “Çin’li göçmen çocukların en başarılı öğrenciler oldukları” bulgulanmıştır. Bunun ana sebebi araştırıldığında ise çok önemli bir sonuç ortaya konulmuştur.

ABD’li çocuklar oldukları yerin yerlileri.

Çin’li çocuklar ise diğer öğrenciler arasında yabancılık çekiyor. Onların dillerini bilmiyor ve kültürlerinden de habersizdiler.

Bu Çin’li çocukların aileleri ise onların ortama ısınmaları ve alışmaları için çocuklarıyla daha çok vakit geçiriyor ve üzerlerinde duruyorlardı.

Yani onlara odaklanmış ve onları görmüşlerdi. İşte ailelerin bu görmeleri, bu odaklanma ve ilgileri sonucunda ortaya “Akranlarından çok çok daha başarılı çocuklar çıkmıştı.”

Bizim olana alışmak ve “O zaten bizde” anlayışına sahip olmak, birçok olumsuzluklara yol açmaktadır.

Onların en önemlisi de işte bu bahsettiğimiz durumdur.

Çocuklarla “Sağlıklı bir iletişim” kurmak istiyorsak, bütün meşguliyetler arasında “Onları mutlaka görebilmeli ve yaptıklarına olumlu tepkiler verebilmeliyiz.” Bunun başka yolu yoktur.

Kör olmak sadece “Renkleri görememek, duyumsamamak” demek değildir. Aslında kör olmak fark etmemek, edememektir. Fark edilmesi gereken bariz bir durumu fark etmemektir.

Ailelerin en büyük sorunu çocuklarına karşı körleşmektir. Çünkü bu durumun tahribi de çok çok büyüktür.

Çocuklarımız gelecektirler, gelecek çocuklardır. Aslında çocuklara karşı körleşmek, geleceğimize de körleşmek demektir.

Geleceğimize körleşmek ise onu yok etmek kadar büyük bir tehdittir. Çocuklarımıza karşı da bu böyledir.

Ben; – Evet, sevgili Ayşe, bana haftalık aile programınızı anlatır mısın? Neler yaparsınız hep beraber, nelerle ilgilenirsiniz?

Ayşe;Hafta içi okula gidiyorum hafta sonu ise kurslarım var, saat 14:00’e kadar sürüyor. Sonra eve gelir dinlenirim. Annem akşam yemeği için hazırlık yapar, ben de arkadaşlarımla konuşur ve ödevlerimi yaparım.

Ben; – Peki baban ne zaman gelir eve.

Ayşe;Genellikle akşam 7- 8 arasında eve gelir.

Ben; – Yani akşam yemeğinde bütün aile bir araya gelirsiniz, öyle mi?

Ayşe;Evet, sonra da Televizyon izleriz (heyecanlı bir eda ile).

Ben; – Peki, neler seyredersiniz söyler misin?

Ayşe;Günden güne değişiyor. Pazartesi günü annemle ben “Ege’nin Hamsisi”ni izleriz.  Babam ise “Söz” izler.

Ben; – Nasıl yani, ayrı ayrı diziler mi izliyorsunuz?

Ayşe;Evet, bizim evde iki Televizyon var. Babam salonda izler genelde, annemle ben oturma odasında birlikte izleriz.

Ben; – Peki diğer günlerden bahseder misin?

Ayşe;Salı günü biz “Kadın” izleriz, babam ise tabii ki “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olamaz.” Çarşamba günleri “Sen Anlat Karadeniz” var, çok çok güzel; ama babam “Diriliş Ertuğrul” izler. Perşembe günü “Bizim Hikâye”yi izleriz annemle, ama Cuma günü izlediğimiz dizi final oldu; “Aşk ve Mavi”. Şimdi ne izliyoruz unuttum. Babam Cuma günü “Abdulhamid” izler.

Ben; – Ya hafta sonları, birlikte neler yaparsınız?

Ayşe;Aslında pek bir şey yok yaptığımız. Ama kurstan sonra bazen anneannemlere, bazen de babaannemlere gideriz annemle. Akşamleyin “Kalk Gidelim” var onu izleriz.

Ben; – Peki, izlediğiniz diziler kaç saat sürüyor?

Ayşe;Sekizyüzdendokuzyüze kadar (20:00-21:00 arası demek istiyor). Sonra da Onikiye kadar devam ediyor. Genellikle ben saat On da uyuya kalırım.

Ben; – Yani Televizyon seyrederken uyuya kalırsın öyle mi?

Ayşe;Evet! 

Okuduğunuz konuşma bir öğrencimle aramda geçen diyalogtur.

Öğrencimin ismini değiştirerek aktardığım bu konuşmanın içeriği gerçekten içler acıtır cinsten.

Türkiye’de bir ailenin haftalık programları, bazen plânlanan ufak tefek etkinlikleri saymazsak genellikle işte bu şekilde.

Diğer öğrencilerim ile yaptığım konuşmalarda da ben aynı sonucu gördüm. Aslında bu sonucu daha detaylı anlatmaya pek de gerek görmüyorum.

Çünkü her şey gün gibi aleni ortada. Yani tam bir Felaket.

Gündelik yaşam, etrafımızı kuşatan bir meşguliyetler ağı. Bir dantela gibi örülüyor her yanımız sürekli.

Buna engel olacak, “Dur diyecek bir kıyamı” gerçekleştirme bilincinden de çok çok uzağız.

Sabah erkenden başlayan koca koca yığın yığın meşguliyetler, akşama kadar sürüyor. Hatta bir sonraki güne dahi bağlanabiliyor.

Akşam olunca ise, geride bıraktığımız yoğun bir günü tatlı bir sohbet ortamı ile unutmuyoruz artık.

Tatlı sohbetlerin yerini alan renkli devasa Televizyonlar var. Yani akşam olunca da aile bireylerinin bir araya gelmeleri artık asla mümkün olmuyor.

Oysa eskiden de günler ağır ve yorgun geçerdi değil mi? Hatta nice işler şimdiye oranla çok daha güçtü.

Teknolojinin gelişimiyle beraber insanlar daha bir meşgul olmaya başladılar. Bu meşguliyetler de yepyeni yorgunluklar doğurdu.

Eskiden belimiz, bileğimiz ağrırdı ama şimdilerde en çok yorulan zihnimiz oluyor. Çünkü teknolojinin hedefi direkt olarak zihnimiz.

Çok ağır geçerdi belki günler eskiden, bu doğru..

Fakat akşam olunca ev ahalisi bir araya gelir ve sohbet ederdiler. Televizyon yokken, ya da henüz bu kadar girmemişken aramıza, masallar anlatırdı büyükler.

Renksizdi belki anlatılanlar ama tadına doyum olmazdı onların.. Hem eğlenceli, hem de bazen duygusaldı. Aile bağları kuvvetli ve ehemmiyetliydi.

“Aile içi iletişim” gitgide koptu ve evlatlarımızı dahi tanımaz hale geldik. Öğretmenlerden ya da komşulardan çocuklarımız hakkında duyduklarımıza artık şaşırır olduk.

Çokça alıştık “Aaa benim oğlan mı yapmış bunu?” gibi tepkilere. Hem de utanmadan, sıkılmadan…

Çocuklarla iletişim, çocukların okul eğitiminden önce gelir.

Çünkü insan dediğimiz varlık, her şeyden önce, başkalarının varlığıyla varlığını ve benliğini koruyan sosyal bir varlıktır.

Sosyalleşme eğilimimiz, yemek içmek kadar zaruri bir ihtiyaçtır aslında. Sosyalleşmeyi sağlayan ise iletişimdir.

Dolayısıyla çocuklara kazandırılması gereken ilk özellik, “İletişim Kurma Becerisi” olmalıdır.

Her çocuk illaki belirli bir sosyal çevre içerisinde dünyaya gelir ve bu ilk sosyal çevre, arızi bir durum olmadığı sürece ailedir.

Bir insanın geleceğini bütünüyle şekillendiren ilk eğitim süreci de aile içerisindeki eğitimdir.

Aile içerisinde “Sağlıklı bir iletişim” kurulmamış her çocuk, sonraki dönemlerde de “İçine kapanık ve A sosyal bir ruh haliyle” yaşamaya devam eder.

Yukarıda diyaloğumuzu aktardığım öğrencimin ailesi, diğer aileler gibi evlatlarının eğitimine düşkün ve ilgili bir ailedir.

Fakat görüldüğü üzere “Aile içerisinde sağlıklı bir iletişim” hiç kurulmamış durumda. “Sağlıklı bir iletişim” in kurulmasına engel olan ise Televizyondur.

Yani aile içerisinde “Bir Atom Bombası kadar” büyük etkiye sahip devasa bir tehdit.

Aslında çocuklarla iletişim kurmak çok çok kolay bir şey. Çünkü bu da doğuştan gelen bir iç güdü.

Fakat iletişimimizin önünde duran nice engeller var. Özellikle bu Televizyon denen engel bütün insanlığı etkileyecek bir nitelikte olan bir engel.

Unutmayın: Evlerimizde “Bir Atom Bombası kadar” çok çok tehlikeli bir tehdit var!   (17.12.2018)

Kaynak https://www.capakcurgazetesi.com.tr/evlerimizdeki-tehdit-cocuklarla-saglikli-iletisim-3

 

 

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın