Tutarsızlığa Düşen, Yalpalayan ve Savrulan Zavallı Müslümanlar

Tutarsızlığa Düşen, Yalpalayan ve Savrulan Zavallı Müslümanlar

Mart 2011 den bu yana Suriye’ de yaşanan nice olaylar ve Türkiyeli Müslümanların, yazar ve çizerlerin, hoca ya da İslami bildiğimiz Vakıf, Dernek, STK ve cemaatlerin bu olaylar karşısında sergiledikleri tavır ve tutumlar maalesef bizleri çok çok üzdü hatta üzmeye de devam ediyor.

Niçin mi çok üzdü?

Suriye İslam Ümmeti için, insanlık ve dünyadaki devletler için bir imtihan alanı, adeta bir “Turnusol Kâğıdı” oldu. Şöyle ki,

Biliyorsunuz Turnusol kâğıdı daha ziyade Kimya sektöründe kimyagerler tarafından bir maddenin “asit mi baz mı” olduğunu anlamak ve bunları birbirinden “Ayrıştırmak” için kullanılan bir malzemedir.

Evet, Suriye olayları hak olanı batıldan, doğru olan “fikir, fiiller ve siyasi eylemleri” yanlış olanlardan ayrıştıran, gerçek zalim ile mazlumların kimler olduğunu deşifre eden bir Turnusol kâğıdı işlevi gördü.

Bu ayrışma ya da deşifre olma olayının Türkiye ayağında ise vakıayı en güzel şekilde okuyabilen, en isabetli İslami fikre ve anlayışa sahip olan, İslam’a göre siyasi uyanıklık, feraset ve basiret sahibi olanlar ile olmayanlar işte bu Suriye olayları vesilesiyle belirginleşti.

Bunu nereden ve nasıl mı anladık?

A ile B noktaları arasındaki bir mesafeyi “burası kaç metre?” diye sana sorsalar iki türlü cevap verirsin değil mi?

Birincisi “tahmini” bir ölçü söylersin.. İkincisi, ölçüm yapabileceğin bir ölçek ya da ölçer diyebileceğimiz bir şerit metre alır “hakiki” ölçüyü söylersin.

Doğru olanı elbette ki hakikattir, hakiki ölçüdür.

İşte “fikirlerin, fiillerin ya da siyasi bir vakıanın” hakikatine ulaşmak için de yegâne doğru ölçü, ölçek ya da ölçer kabul ettiğimiz “Kur’an ve Sünnet” ele alınıp ölçüm yapılmalıdır.

Bu ana kriterlerimizi ölçü ve ölçek edinen her kişi ya da kurumsal yapı haktan ayrılmamış ve isabetli bir amel işlemiş yapmış kabul edilir.

Bu çerçevede kaleme alınmış, Suriye olayları karşısında Türkiye’ deki birçok yazar, hoca ya da cemaatlerin İslam’a göre nasıl tutarsızlığa düştüklerini, yalpaladıklarını ve savrulduklarını açıkça gösteren bir makaleyi sizlerle de paylaşmak istedim.

Makalenin yazarı Rıdvan Kaya kardeşimizden Rabbim razı olsun. Tüm Müslümanlara feraset ve basiret nasip etsin.

Ey mülkün sahibi alemlerin Rabbi şanı yüce Allah’ım, Ümmeti Muhammed’ i en kısa zamanda bu acıklı ve zilletli bu durumdan kurtaracak ve eski azametli günlerine geri kavuşturacak İslam Devleti’ ne, Raşidi Hilafet’e bizlere bir an önce kavuştur ya Rab.. Amin

Kardeşiniz Bekir Yetginbal

Halkın Kendini Savunma Hakkı !

Yazan Rıdvan Kaya

“Suriye sorunu” boyutlanıp, büyürken kafa karışıklığı da tam gaz devam ediyor. Kürt milliyetçileri ve sol camianın, sürecin başından itibaren sergiledikleri adaletsiz ve tutarsız tutumlar Kobani hadisesiyle birlikte tavan yapmış durumda.

Her vesileyle Müslümanları anti-emperyalizm testine tabi tutma işgüzarlığını elden bırakmayan bu çevreler iktidar kavgasında kaybetme riskiyle karşılaşınca bir anda her şeyi unutup emperyalizmin yedek askeri rolüne soyunma ilkesizliğine savrulabildiler.

Şaşırtıcı olmadı bizim için elbette! Gayet iyi bildiğimiz ama muhataplarınca mahir bir tarzda saklanan, örtülen bir gerçeği dışa vurmuş oldular böyle yapmakla.

Asıl şaşırtıcı olan, üzücü olan İslami camiada yaşanan kafa karışıklıkları, tutarsızlıklar!

Düne kadar ABD öncülüğünde oluşturulacak bir koalisyona doğal olarak mesafeli olunması gerektiğini yazan çizen, vurgulayanların bir kısmının Türkiye’nin önceki pozisyonundan çark etme sinyalleri vermesiyle birlikte süratle pozisyon değiştirmeye başladıkları görülüyor.

Hükümetle “bitişik nizam” faaliyet sürdürme uğraşısı içindeki basın yayın organlarının bu hali içler acısı.

Esed vahşetine ilişkin olarak dahi bugüne kadar sergilenmemiş bir duyarlılığın şimdi IŞİD üzerinden köpürtülmeye çalışıldığını ibretle izliyoruz.

Manşetler, köşe yazıları, haberler IŞİD heyulasına karşı acilen tedbir almanın farziyetini içeren mesajlarla, imalarla dolu.

Yazık, hem de çok yazık!

Adalet duygusu, bağımsızlık erdemi bu kadar örselenmemeli, iktidar sahipleriyle ilişkileri muhafaza kaygısı Allah korkusunun önüne geçmemeli!

Şüphesiz egemenler nezdinde akreditasyon endişesi merkeze alındığında bu tür yalpalamalar kaçınılmazdır. Kürdistan coğrafyasında faaliyet yürüten “İslami olma” iddiasındaki bazı kuruluşların yaptıkları da bundan farklı değil.

ABD’nin vahşice İslami direniş mevzilerini vurduğu bir ortamda camiden çıkıp IŞİD’in Kobani’ye saldırısını lanetlemek ve üstelik de bunu yaparken de ABD zulmüne dair tek kelime etmemek neyin göstergesi olabilir?

Acaba bu eylem Âlemlerin Rabbinin rızası için midir yoksa bölgede hâkim güç PKK’ye ve belirleyici atmosfer olan Kürt milliyetçiliğine selam çakmak mıdır?

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!”

Müslümanlar tutarlı olmak zorundadırlar; haktan, adaletten yana tavır almak, kardeşlik hukukunu gözetmek zorundadırlar; birbirlerine karşı merhametli, kâfirler güruhuna karşı ise izzetli durmak zorundadırlar.

Tutarsızlığa düşmek, yalpalamak, zor karşısında “haktan taviz vermek” asla Müslümanlara yakışmaz.

Suriye hadisesi başladığından beri maalesef İslami camia içinde çokça çelişkiye şahit olduk, yaralayıcı tutum alışlarla ya da tavırsızlıklarla karşılaştık.

Bu olumsuzluklara susmadık, susamazdık. Bu yüzden pek çok dostumuzla münasebetlerimiz zayıfladı, hatta kesildi.

Şüphesiz dostlarımızla yaşadığımız bu can sıkıcı durumlar bizim için üzücü oldu, yaralayıcı oldu. Mamafih gördüğümüz halde görmezden gelemezdik; “bize ne” deyip geçemezdik.

Yanı başımızda “Biz sadece Allah’a boyun eğeriz” dedikleri için kardeşlerimizin bunca bedel ödediğine inanıyorsak, bedel ödemekten kaçınamazdık!

Şüphesiz dostlarımızla, kardeşlerimizle münasebetlerimizde ortaya çıkan bu olumsuzluk çok çok yaralayıcıydı ama “dilsiz şeytanlardan olmaktansa varsın yakınlarımızı kaybedelim” demekten başka çaremiz yoktu.

Şimdi bir kere daha “İslami camia” imtihanda.. “IŞİD bahane” sözü sloganik bir ifade değil sadece!

Gerçekten IŞİD üzerinden taşlar bir kere daha yerine oturtulmaya çalışılıyor. Yerimizin neresi olacağı hususunda çetin bir imtihan bekliyor hepimizi.

Maalesef çok şaşırtıcı tavır alışlara, tepkilere şahit oluyoruz.

Hilal Kaplan’ın Yeni Şafak’taki köşesinde yayınlanan “Öcalan, PYD ve çözüm süreci” başlıklı (29 Eylül) yazısındaki bir cümle dikkatimizi çekiyor mesela.

Hilal Kaplan’ ın; PYD/PKK’nın Suriye devrimine karşı başından itibaren takındığı ikircikli tutumu ve bilhassa da Türkiye’ye karşı sergilediği tutarsız yaklaşımı net bir şekilde tahlil ettiği yazısında yer alan şu cümle sizce bir Müslümanın rahatlıkla sarf edebileceği bir cümleye benziyor mu?  

“..PYD'nin IŞİD'e karşı desteklenmesini arzu eden birisi olarak soruyorum…”

IŞİD’e ilişkin söylenebilecek şeyler fazlasıyla söylendi, tekrar etmeye de artık gerek yok. Kendimi, “Bismillah” ile başlar gibi her söze IŞİD’den Teberri (beri, uzak olduğum) faslıyla başlamak mecburiyeti hissetmiyorum.

IŞİD’i temize çıkartmak, savunmak, ilerleyen safhalarda onlara tabi olmak gibi bir niyetimizin olmadığını bir nakarat gibi tekrarlamaya lüzum da duymuyorum.

Mamafih IŞİD’e karşı duyulan öfke ve karşıtlığın, IŞİD üzerinden yansıyan birçok çelişkilerle yüzleşme zorunluluğunu artık örtemeyeceğinin de altını çiziyorum.

Nereden nereye?

MAZLUMDER Genel Başkanı Ahmet Faruk Ünsal kardeşimin “IŞİD'i durdurma bahanesiyle kurulan koalisyon ve bu koalisyona Türkiye'nin katılımına dair” yaptığı basın açıklaması var önümde.

IŞİD’i Önlemenin Yolu, ABD Öncülüğündeki Şiddet Koalisyonuna Katılmak Değildir! başlıklı bu açıklamada Türkiye’nin ABD öncülüğündeki bu oluşuma katılmaması gerektiği çok net biçimde vurgulanmış. Kendisinden Allah razı olsun!

Coğrafyamızdan verilen örneklerle bu emperyalist zalimlerin Müslüman halklar için asla olumlu bir adım atmayacaklarını ve Türkiye’nin böylesi bir oluşuma dâhil olmasının zulüm olacağını hatırlatmış.

Ama ne var ki, basın açıklaması sadece emperyalist ikiyüzlülüğe dikkat çekmekle ve buna alet olunmaması gerektiğiyle bitmemiş. Keşke bu kadarıyla yetinseydi!

Basın açıklamasında şöyle bir kısa paragraf da yer alıyor:

“…Türkiye, kendi kadim ülkelerinde istedikleri gibi yaşamak isteyen Rojava halkına, “ya tabi olmaya ya da ülkelerini terke” mecbur bırakan işgalci IŞİD unsurlarına karşı korunmaları için her türlü yardımı yapmalıdır.  Daha önce Suriye Türkmen’lerine kendilerini korumaları için gerek duydukları yardımı gönderen Türkiye’nin aynısını Rojava için de yapması hem tutarlılığın hem de Çözüm Süreci’nin bir gereğidir.”

Yani özetle PKK sözcü ve uzantılarının günledir hiç yüzleri kızarmadan dillendirdikleri “silah yardımı talebi” dolaylı bir ifadeyle tekrar edilmiş oluyor.

IŞİD ile PKK savaşında PKK’dan yana taraf olma ve bu tercihi de “Kürt halkının kadim ülkesinde istediği gibi yaşama iradesi” gerekçesiyle savunma yanlışını artık geçiyorum.

Aynı şekilde PKK’nın silahlandırılması çağrısının Rojava halkının savunulması adı altında biraz mahcup, biraz örtük bir tarzda dillendirilmesinin içerdiği garabeti de!

Ama şunu geçmiyor, geçemiyorum ve soruyorum: Ahmet Faruk kardeşim, bugüne kadar zalim Esed vahşetine karşı Suriye halkının kendini savunabilmesi için bir şey talep etmiş miydiniz?

Suriye Kürdistanı’nda biri kanton, diğeri devlet olma iddiasındaki iki örgüt savaşıyor. Öyle iddia edildiği gibi sivillere yönelik bir katliam falan da yok.

Hâlbuki Suriye’nin muhtelif şehirlerinde Esed rejimin on binlerce insanı katlettiği ve katletmeye de devam ettiği biliniyor.

Bugün “IŞİD canavarına karşı kendisini savunabilmesi için Rojava halkına yardım edilmesi” gerektiğini söyleyen siz, Esed rejimine karşı direnen güçlerin silahlandırılmasını hep büyük bir tehlike ve hatta suç olarak nitelememiş miydiniz?

İslami direniş örgütlerinin sürdürdüğü var oluş mücadelesini Körfez monarşileri tarafından silahlandırılarak yoldan çıkmakla ve vekâlet savaşı ile itham etmemiş miydiniz?

Geçtiğimiz yıl zalim Esed rejiminin Doğu Guta’da gerçekleştirdiği kimyasal katliam sonrası yükselen sahte müdahale gündeminde bile duruşunuzu değiştirmemiş ve 29 Ağustos 2013 tarihinde yayınladığınız basın açıklamasında Suriye’de derhal barış görüşmelerine geçilmesi gerektiğini belirterek “savaşın sürmesini istemek bir insanlık suçudur” ifadesine yer vermiştiniz.

Yine siz dâhil pek çok “İslamcı” aydının da imzasıyla yayınlanan “Bir Üçüncü Yol Mümkün” başlıklı bir bildiriyle savaşan taraflara müzakere, diyalog çağrıları yapmıştınız.

Henüz kim tarafından gerçekleştirildiği bile kesin olarak ortaya çıkarılamamış olan kimyasal silah kullanılması gerekçe gösterilerek…” diye başlayan cümleler ihtiva eden o meşhur bildiride

Suriye’deki ateşi daha büyük ateşler söndüremez; Esad rejiminin belini bükecek sınırlı bir müdahale de, Esad’ı devirecek bir işgal de çözüm değildir. İhtiyaç duyulan derhal ateşkes ve barış görüşmeleridir” gibi cümlelerin altına imza atmıştınız.

Nereden nereye geldiniz!

Dün Esed zalimi karşısında direnen İslami güçleri mezhepçilikle, vekâlet savaşı vermekle, şiddet sarmalına düşmekle mahkûm ediyordunuz. Bugünse mazlum Kürt halkına destek olma adı altında PKK/PYD’nin egemenlik alanı oluşturma stratejisinin silahlı savunuculuğuna çağrı yapıyorsunuz.

O İslami direniş ki, inanılmaz zulümlere, vahşete rağmen yeryüzünde Allah’tan başka yardımcı bulamamıştı kendine.  Ama sizler nezdinde “mezhepçilik” suçundan bir türlü beraat edemedi!

Ne hikmetse, tipik bir cahiliye tutumu olan etnik milliyetçilik ise size o kadar da yabancı, pek de sevimsiz görünmüyor!

Bu çelişkili görüntü karşısında üzülmemek mümkün değil!

Unutmayın ki, kimin yanında durduğumuz; sadece kimin yanında durduğumuzu değil, kim olmaya karar verdiğimizi de belirler.

Kürt halkını nesiller boyu sürecek bir esarete, cahili bir şekillendirmeye tabi tutmaya çalışan bir gücü, şirki temel ideoloji olarak benimsemiş bir yapılanmayı şu veya bu yolla meşrulaştırmaya yönelik sözlerin, tutumların vebal olacağını hatırlatıyor, Rabbimizin kitabında Lokman’ın ağzından hatırlattığı şu hakikate dikkatinizi çekiyoruz:

“Hani Lokman, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: Yavrum! Allah’a şirk koşma! Çünkü şirk elbette büyük bir zulümdür.” [31/13]        29.09.2014

Kaynak: http://www.haksozhaber.net/halkin-kendini-savunma-hakki-28492yy.htm

 

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın