Tarihselcilik; Kur’an ve Sünneti Tarihe Hapsetme Yaklaşımıdır

Tarihselcilik; Kur’an ve Sünneti Tarihe Hapsetme Yaklaşımıdır

Yazan Aydın Usalp

Allah Subhanehû ve Teâlâ insanoğlunu, başka bir şey için değil, ancak kendisine kulluk etmek üzere yarattığını1 bildirmiştir.

Aynı şekilde bu kulluğun ne şekilde gerçekleşeceğini insanlara öğretmek/göstermek için Rasuller2 aracılığı ile vahiy indirdi.

Âlemlerin Rabbi3 yaratıcımız, Rasulleri aracılığı ile biz insanlara gönderdiği mesajda, hem kendisini hem de bizi bize tanıttı.

Kendisine nasıl ibadet edeceğimizi, nasıl duada bulunacağımızı,4 nasıl bir ahlaka sahip olmamız gerektiğini5 bildirdiği gibi diğer insanlar ile ilişkilerimizde uymamız gereken kuralları da bildirdi.6

Allah Subhanehû ve Teâlâ, son olarak Rasulullah Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem aracılığı ile insanlığa Kur’an’ı indirdi.

Rasulünü de Kur’an’ı beyan etmekle7 görevlendirip, inananları kendisine uymakla mükellef kıldı.8

Bu bağlamda Allah Subhanehû ve Teâlâ’nın tamamladığı dini olan İslâm,9 iki kaynaktan ibaret olur ki biri Kur’an, diğeri Kur’an’ı açıklayan ve pratik eden Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in fiilî ve kavlî Sünneti’dir.

Bununla birlikte İslâm, insanların inanıp tasdik etmeleri gereken bir takım esaslara sahiptir ki bunlar dinin aslını oluşturur.

Diğer taraftan bu asıl/akide/temel fikir üzerine bina edilen, insanların gerek birey, gerek toplum ve gerekse devlet olarak hayatlarında uymaları gereken şer’î hükümlere sahiptir.

Bu hükümler, bireysel ve sosyal hayatın tamamını kuşatan, devlet yönetimi ile sağlıktan eğitime, iktisattan yargıya kadar hayatın her alana dair hükümler olup, yaratıcımız tarafından inananların uymasının kulluğun gereği olarak ifade ettiği hususlardır.10 

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in mükemmel pratiğinden sonra Müslümanlar, vahyi kavrayışları oranında İslâm’a göre hayatlarını düzenlediler.

İslâm’ın evrenselliğini ve dinamikliğini sürdüren içtihat ile Müslümanlar, karşılaştıkları her problemi çözebildiler. Sadece sorunları çözmekle kalmayıp, insanlık için fikrî bir servet ürettiler.

Ancak İslâm ümmeti, zaman içinde vahyi anlamada ve ona icabet etmede zafiyet gösterdi. Hicri 13, Miladi 19. asra geldiğinde, kendisini var eden kaynaklardan gereğince istifade edemez duruma geldi.

Sorunlarına içtihat ile çözüm bulmaktan uzaklaştı ve hayat sahnesinde, maddi olarak yükselişe geçen Batı dünyasının gerisinde kaldı.

Bu asırda, İslâm dünyasında kalkınma adına bir takım hareketler meydana geldiği gibi alışılagelinen akımlardan farklı akımlar da türedi.

Bu akımlardan biri de İslâm’ın kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’e tarihsel olarak yaklaşım düşüncesi idi.

İslâm’ın kaynaklarına tarihsel yaklaşım içinde bulunan kişi ve ortaya koydukları iddialar çoktur. Bu yazıda mümkün olduğunca, bu akımın bir özeti ve yanılgıları üzerinde durmaya çalışacağım.

Tarihsellik Kavramı ve Ortaya Çıkışı

Tarihsellik veya tarihselcilik kavramı, Batı dünyasında önceleri tarih alanındaki araştırmalarda, daha sonra da felsefe ve din bilimleri alanında kullanılmaya başlanan kavramlardan biridir.

Buna göre tarihsellik; olay ve hükümlerin her zaman tarihsel seyri içerisinde görülüp, evrensel bir seviyede değerlendirilmemesidir.

Hukuki bir hükmün belirli bir tarihi, coğrafi ve sosyal ortamda var olması, onun varlık ve devamının bu şartların varlık ve devamına bağlı olmasıdır.

Yani, tarihin bir diliminde meydana gelen bir olay o zaman dilimindeki sosyal, siyasal, ekonomik, coğrafi vb. şartlar tarafından oluşturulduğundan, söz konusu olayı anlayabilmek için adı geçen şartları özümsemek şarttır.

O dönemi, kendi yaşadığımız ortamda hâkim ve geçerli olan kıstaslarla kıyaslayamayız, her dönem kendi içerisinde doğrudur.11

Bu kavram ilk defa 1649 yılında Henry More tarafından; daha sonra da E. Bayer ve Hegel tarafından kullanılmıştır.

Tarihselcilere göre, tarihte ortaya konulan şeyler ve fenomenler tarihsel-toplumsal şartlar tarafından belirlendiğinden göreceli olup evrensellik atfedilemezler. Dolayısıyla onların anlaşılmaları ancak o tarihsel-sosyal bağlam içerisinde tahakkuk edebilir12.

Tarihsellik kavramının, Batı dünyasında yaşanan ve adına aydınlanma dönemi denilen süreçte, düşünür ve filozofların öncülüğünde kilise ve kralların ortak yönetimine karşı yürüttükleri mücadele sonucunda ortaya çıktığı görülür.

Yani her şeyi bilim-yorum çerçevesinde değerlendiren bu düşünürler, tarihsellik kavramını ilk olarak Hıristiyanlığa uyguladılar.

Zira Hıristiyanlık, bu tenkitçi yaklaşımı hak eden bir duruma gelmişti.

Çünkü İncil tahrif edilmiş, onlarca İncil ortaya çıkmış ve İsa Aleyhi’s Selam ilah konumuna oturtulmuş böylece O, insanüstü ve tarih üstü bir kimliğe büründürülmüştür.

Bununla birlikte, Hıristiyanlığı tekeline almış olan kilise zorba yöneticilerin zorbalıklarını meşrulaştırma kurumu konumuna gelmişti.

Özellikle bu durum, düşünürleri bütün dinlere karşı ön yargılı ve hatta inkârcı bir pozisyona sürüklemişti.

Batı, kilisenin dogmalarını hayatından uzaklaştırıp, bilimi ve akılcılığı din yerine kutsallaştırdı.

Böylece Batı dünyası, 17 ve 18. yüzyıllarda akılcı ve tarihselci-tenkitçi metotların geliştirilmesi sürecine şahit olmuştur.

Salome Semler tarafından geliştirilen tarihselci-tenkitçi hermenötik (yorum-bilim) programı kutsal metinlere ve dogmaya karşı yeni bir bakışı ortaya koyuyordu. 

Semler, bunun için iki hermenötik kural geliştirmiştir:

Bunlardan birincisi, tefsircinin kendisi ile Kitab-ı Mukaddes arasındaki tarihsel mesafenin farkında olması gereğidir.

İkincisi ise Kitab-ı Mukaddes tefsirinin, metin tefsirinin evrensel ilkelerine uyularak yapılmasıdır. Semler’e göre kutsal metinler Allah kelâmı değildir.

Sonuç olarak Semler’in çabası, akılcı ve tenkitçi bir tefsir metodu ve bilimsel bir teoloji ortaya koymak olmuştur.13

Kur’an ve Tarihsellik

Seküler / Laik dünya görüşü ile kiliseyi hayatlarından ayıran Batı, tarihten gelen mücadele sonucu İslâm’a karşı daha fazla düşmanlık içindeydi.

Dolayısı ile Batı, ilk önce müsteşrikler aracılığı ile seküler-tarihselci yaklaşımı Kur’an’a uyguladı.

Aslında müsteşrikler, modernist-hümanist tarihsel bakış açısıyla ilk İslâm çalışmalarına başladıklarında, gerek Kur’an hakkında gerekse Muhammed SallAllahu Aleyhi ve Sellem hakkındaki tarihsel malzemeyi hazır bulmuşlardı.14

Dolayısıyla müsteşrikler bu metodu önce hadislere ve ardından da Kur’an-ı Kerim’e uygulama gayretleri içerisine girmişlerdir.

Bu çabaların tipik örneklerini, dilimize de çevrilen Montgomery Watt’ın “Muhammed’in Mekkesi” ve Rudi Paret’in “Kur’an Üzerine Makaleler” isimli eserlerinde görmekteyiz.

Batı dünyasının kültürel olarak Müslümanlar üzerinde etkisinin yükselişe geçtiği 19. yüzyılda, İslâm dünyasında da İslâm’a tarihsel yaklaşan kişiler ortaya çıktı.

Bu konuda ilk akla gelen isim, Hint alt kıtasındaki Kur’an ve tefsir çalışmaları ile Seyyid Ahmed Han’dır (öl. 1898). Yaşadığı çevredeki Müslümanların beka ve salahını İngilizlere sadakatte görmüş ve bu siyasi tercihine karşın çabalarından ötürü İngiliz hükümetince “Sir” unvanıyla taltif edilmiştir.

Kur’an’a tarihselci yaklaşım içinde bulunanların birbirinden farklı fikir ve metotları olsa da hepsinin ilk ilham kaynağı Seyyid Ahmed Han’dır.

Ahmet Han’ın ortaya koyduğu fikirlere bakıldığında, Batı’da meydana gelen akılcı-pozitivist düşüncenin etkisi ile hareket ettiği görülmektedir.

Aslında bütün tarihselcilerin ortak özelliği, Batı hayranlığı içinde olmalarıdır.

Batı’nın hayata dair ortaya koyduğu değer yargıları karşısında eziklik psikolojisi ile hareket edip, İslâm’ı Batı değerleri çerçevesinde eğip bükme yolunu tercih etmişlerdir.

Bu bağlamda Ahmed Han; İbni Sina ve İbni Rüşd gibi ortaçağ İslâm felsefecilerinin mucize hakkındaki aykırı fikirlerini de canlandırarak, ilk iş olarak Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in Sünnet’ini inkâr edip müsteşriklerin metodu ile onu Kur’an’dan ayırmıştır.

Ardından Kur’an’ın tabiat kanunlarına aykırı, dolayısı ile bilime ters düşen hiçbir şey içermediğini iddia ederek Kur’an’da bahsedilen bütün mucizeleri reddetmiştir.

Aynı şekilde bilim ile ispatı mümkün olmayan cin, melek, şeytan vb. bütün kavramları sembolleştirme yoluna gitmiştir.

Bu çerçevede Kur’an’da geçen ve kendisine göre bilim ile açıklanamayan bütün kavramları kimi zaman Arap dilinin imkân ve sınırlarını zorlama pahasına rasyonelleştirmeyi denmiştir.

 Örneğin Yunus Aleyhi’s Selam’ın büyük bir balık tarafından yutulmasından söz eden ayetle15 ilgili olarak, Kur’an’da bu manayı doğrulayacak sarih bir ifadenin mevcut olmadığını, ayrıca ilgili ayette “yutma” anlamına gelen ibtele’a fiilinin değil, “ağzıyla yakalamak” manasındaki iltekame fiilinin kullanıldığını söyler.

Böylece ayette anlatılan hadiseyi makul bir çerçeveye oturttuğunu düşünür.

Keza Musa Aleyhi’s Selam’ın asa darbesiyle denizin ikiye yarılmasından söz eden ayeti16 met-cezir olayıyla açıklar.

Burada şunu hatırlatmak gerekir ki bütün modernist-tarihselciler Kur’an’a istedikleri anlamı vermek için Arap lügatinin zenginliğinden faydalanarak kelimeye en olmadık anlamı bulmaya çalışmışlardır.

Seyyid Ahmed Han’ın başlattığı bu modernist ve aynı zamanda tarihselci düşünce, zaman içinde başkalaşım geçirerek İslâm dünyasında ortaya çıkan birçok “çağdaş” düşünür tarafından ekol hâline getirilmiştir.

Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Abdullah Çekralevi, Çırak Ali, Seyyid Emir Ali, Ali Abdurrazık, Taha Hüseyin, Emin el-Hilti, Muhammed Ahmed Halefullah ve Nasr Hamid Ebu Zeyd gibi şahsiyetler bunlardan sadece bir kaçıdır.

Bu ekol, klasik usullerin Kur’an’ın doğru anlaşılmasına engel teşkil ettiği düşüncesinden yola çıkarak bütünüyle yok sayma yoluna gitmiştir.

Çağdaş Kur’an İslâmcılığı söyleminin en güçlü teorisyenlerinden oluşan bu ekolün hareket noktası, isminden de anlaşılacağı gibi, Kur’an’ın her bakımdan yeterli bir kitap olduğu iddiasıdır.

 Ancak bu yeterlilik iddiası, Kur’an’ın hayatın bütün alanına bir hüküm getirdiği noktasında değil, tam aksine barındırdığı bir takım ilke ve ahlaka dair prensipleridir.

Onlara göre insanlık için de bunlar yeterlidir.

Yukarıdaki şahsiyetlerin kayda değer çalışmalarına binaen, Müslümanlar arasında tarihselci bakış açısının en belirgin örneğini Fazlu’r Rahman oluşturmaktadır.

Fazlu’r Rahman, “İslâm ve Çağdaşlık” adlı eserinde önerdiği Kur’anî Hermenötik projesinde bu tarihselci yaklaşımı sergilemekte, Kur’an’ı anlayabilmenin ilk şartının onun indiği dönemi incelemek olduğunu söylemektedir.17

Tarihsellik fikrini sistematize etmeye çalışan Fazlu’r Rahman’a18 göre, değişme ilkesine gelişigüzel bir sınır çizilmeyeceğine göre, bu ilke Kur’an’ın özel hükümlerine göre genişletilebilir.

Maksat, manevi ve ahlaki hayatımızın temelini, Kur’an ilkelerine göre oluşturmak ise özel bir sosyal hadise ile özel bir çözümün şekli ezelî ve ebedî olamaz.19

Ona göre, Kur’an-ı Kerim, yeryüzünde adil ve ahlaki temellere dayalı yaşanabilir bir toplumsal düzen kurmayı hedefler.

Hükümlerin tarihselliğini vurgulamanın en açık yolu, Kur’an-ı Kerim’in hukuk kuralları ile ahlak kuralları arasında fark olduğunu belirtmekten geçmektedir.

Nitekim Fazlu’r Rahman da Müslüman hukuk geleneğinin en büyük hatasının, Kur’an’ın temelde bir hukuk kitabı olarak görülmesinde yattığını düşünmektedir.

Ona göre Kur’an’ın hukuka kaynaklık etmesindeki asıl, adaletin teminidir.20

Bu ayırım esas alınınca, modern dünyanın bilimsel ve teknolojik meydan okumalarına karşı geri kalmamızın nedeni olarak faizin haramlığı, kadının şahitliği, mirasın paylaşımı gibi hukuki normlarda, hâkim durumda olan Batı hukuk ilkelerine göre düzenlemeler yapılabilir, sonucuna ulaşılır.

Hükümler tarihsel olarak görüldüğü için, Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem Dönemi’nde, toplumun selameti için faizin yasaklanması gerekmektedir; zira faizli alışverişler toplumsal yatırımların maliyetini kat kat artırmaktadır.

Bu ise toplumsal dengeyi bozar, dolayısıyla faiz haramdır.21

Fazlu’r Rahman’a göre Ortaçağ fakihleri bu ilkeden “faizin her türlüsü haramdır” diye bir sonuç çıkarmışlardır.

Bugün modern banka sisteminin görev yaptığı ekonomik dünyada bu görüşün hâlâ geçerli olmasını çok garip karşılayan Fazlu’r Rahman’ın, çok evlilik ve şahitlik hususlarında da benzer yöntemle çıkarılmış hükümleri vardır.22

Fazlu’r Rahman‘a göre Kur’an, Allah’ın tarih içerisinde cereyan eden durumlara Rasul’ün zihni vasıtasıyla verdiği cevaplardır.23

Kur’an, Peygamberin zamanındaki ahlaki ve toplumsal durumlara ve özellikle O’nun zamanında ticaretle uğraşan Mekke toplumunun sorunlarına gönderilen ilahi bir cevaptır.

Genel olarak Kur’an’ı tarihsel kabul eden Fazlu’r Rahman‘a göre, ahlaki denilebilecek bütün değerler, tarih-üstü, yani aşkın bir varlığa sahiptirler.

Bunların tarih içinde belli bir zamanda yer almaları onların uygulanma alanlarını ve hatta anlamlarını ortadan kaldırmaz.

Fakat saf iktisadi değerler gibi değerler, uygulama alanlarını ve anlamlarını tüketen değerlerdir.

Belli bir toplumda ve belli bir geçmiş zaman içerisinde uygulanan herhangi bir iktisadi değerin tüm ömrü, o sosyo-ekonomik ortama hastır ve kendi ortamını pek fazla aşamaz ama ahlaki değerler için durum böyle değildir.24

Rasulullah SallAllahu Aleyhi ve Sellem’in öncelikle insanlık için gönderilmiş ahlaki bir ıslahatçı olduğunu söyleyen Fazlu’r Rahman, O’nun genel bir yasamaya nadiren başvurduğunu belirtmekte, Kur’an’da ise genel yasamanın İslâm öğretisinin son derece küçük bir bölümünü oluşturduğunu kaydetmekledir.

Ona göre Kur’an’ın doğrudan ya da dolaylı olarak hukukla ilgili kısmı bile indiği çevrenin özelliklerini yansıtır.

Mesela, Kur’an’ın savaş ve barışla ilgili hükümleri tamamen yöreseldir.

Bu tür hükümler nazil olduğu çevrenin şartları ile o denli ilgilidir ki, onları gerçek anlamda doğrudan hukuki metni kabul etmekten çok, dolaylı hukuk malzemesi olarak görmek daha uygun olur.25 

Kur’an’ın tarihselliğini savunanların ne demek istediklerini ve bununla ne kastettiklerini kısaca şöyle özetleyebiliriz:

Kur’an’da gerek birey gerek sosyal hayata dair var olan siyasi, hukuki ve iktisadi hükümlerin tamamı o günkü insanlar içindi ve sadece onları bağlar.

Başka zaman ve coğrafyalarda yaşayanları kapsamaz.

Ancak ahlaka dair hükümler öyle değildir. Ahlaka dair hükümler ise tarih üstüdür.

Dolayısıyla bununla İslâm’ın bir yaşam tarzı değil sadece bazı ahlaki ilkeleri olan bir din olduğunu kastederler.

Böylece İslâm’ın yönetim, iktisat, ukubat ve içtimai hükümlerinin tamamı sadece indiği asırda geçerli olup, bizim Kur’an’daki bu hükümlere uymak zorunda olmadığımız gibi uymamızın da doğru olmayacağını söylerler.

Örneğin cihat etmeyeceğimiz gibi hırsızlık eden birinin de elini kesemeyiz. Böyle bir tarihsel hükmü içeren ayetin lafzının bize kadar korunmuş olarak geldiğine iman esastır.

Ancak onun manasının yalnızca ilgili olduğu dönemin sorularına uygun çözüm içerdiği ve bu anlamın uygulanmasının gerekli olmadığı, böyle bir uygulamanın diğer şartlar içerisinde yaşayan insanların içtihatlarına bağlı olduğu kabul edilir.26

Ey Müslümanlar

Şu bir gerçektir ki Kur’an-ı Kerim, sadece belirli bir zaman dilimi ve coğrafi düzlem içinde ve birtakım sosyal ve kültürel şartlar altında yaşayan bir topluma nazil olmuştur.

Ancak bir hakikat daha vardır ki Kur’an eşyaya, dağa taşa veya herhangi bir coğrafyaya değil, insana inmiştir.

Sahip olduğu içgüdü ve fiziksel ihtiyaçları açısından ve bunları doyuma ulaştırma isteği açısından insanoğlu, Âdem Aleyhi’s Selam’dan günümüze kadar hiç değişmemiştir.

Dolayısı ile Kur’an ve Sünnet insani ihtiyaçları olması hasebi ile değişim geçiren eşyaya değil insana inmiştir.

Dolayısı ile Kur’an’ın içinde bütün insanlığa hitap eden ve bütün zamanları kapsayan ebedi ve evrensel hükümler bulunmaktadır.

Ancak, nazil olduğu dönemin coğrafyası, örf ve âdetleri anlayış ve uygulamalarıyla ilgili sorunlar ve bu sorunların mümkün ve muhtemel çözümlerine dair hükümlerde bulunurken o dönemin araç ve gereçleri ile örneklemesi de söz konusudur. Örneğin:

وَأَعِدُّواْ لَهُم مَّا اسْتَطَعْتُم مِّن قُوَّةٍ وَمِن رِّبَاطِ الْخَيْلِ

“Onlara karşı kuvvetiniz ne kadar yeterse, bağlanan (savaş için beslenen) atlardan (hazırlayın)!..”27 ayetinde geçtiği gibi o dönem savaş için önemli bir yer tutan atlardan bahsetmiştir. Ancak bunun illetini ayetin devamında:

تُرْهِبُونَ بِهِ عَدْوَّ اللّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآخَرِينَ مِن دُونِهِمْ

“… Allah’ın düşmanlarını ve sizin düşmanlarınızı ve onlardan başka diğerlerini korkutmak için…” diyerek belirtmiştir.

Dolayısı ile savaş için mutlak manada “At” beslenmez. Burada mantuk değil mefhum devreye girmektedir.

Bu ekolü tanıyan ve bilenler, mesele üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir kavli gereğince, asıl derdin Kur’an’ın anlaşılması değil, bizzat Kur’an’ı tahrif etmek olduğunun farkındadırlar.

Çünkü bu ekolün özellikle karşı çıktığı hususlar İslâm’ın hayata dair ahkâm boyutudur.

Yani, Batı’nın bütün dünya için dizayn ettiği dünya görüşü ile ters düşen İslâm’ın bütün hükümlerini iptal etmek isterler.

Ancak ibadet ve ahlak boyutuna karışmazlar. Çünkü bunlar seküler /Laik dünya görüşü ile çelişmezler.

Tarihselciler açısından asıl problem, Kur’an’ın Batı’nın ürettiği bilimsel verilerle çatışır görülmesinden daha çok onun sosyal, siyasi, hukuki ve ekonomik değerleriyle çatışır olmasında yatmaktadır. 

Bu yaklaşıma göre, Allah adeta zamanın zorlayıcı ve sınırlayıcı şartları içinde sıkışmış, ötesini göremeyen bir beşer durumundadır.

Hâlbuki zaman, Allah’ın hâkimi değil, O’nun mahlûku ve mahkûmudur. Yüce Allah, olmuş, olmakta olan ve olacak her şeyi bilen28 olarak ezeli kelâmını indirmiştir.

Kur’an’a tarihsel yaklaşıldığında İslâm’da hiçbir sabitenin kalmayacağı muhakkaktır.

Kaldı ki belli sınır ve sabit bir metodu olmayan bu yaklaşım tarzı, kişinin heva ve hevesine göre Kur’an üzerinde operasyon yapma hakkını vermektedir.

Örneğin, siz namazı tarihselliğin kapsamı içine sokmayabilirsiniz, ancak birisi kalkıp namazın esasta insanı kötülükten uzak tutmak amacına matuf olduğunu, günümüz yoğun çalışma ortamında bu amaca başka formlarla da ulaşılabileceğini pekâlâ söyleyebilir.

Keza birileri aynı metodu işleterek zina, miras, hırsızlık, kadının şahitliği, iddet vb. konularda da farklı şeyler söyleyebilir ki, bugün bu hususlarda da bazı şeyler söylenmeye başlanmıştır.

Batı yaşam tarzı ve kültürünün temelinde, dini hayattan ayırma ilkesi olan laiklik bulunmaktadır.

Kendi fikir ve değer yargılarını esasi ve doğru kabul etmekte ve dünyadaki diğer fikir ve yaşam tarzlarını kendini baz alarak değerlendirmektedir.

Bilim ile alakası olmadığı hâlde hadaratını ve kültürünü bilim olarak dayatmakta, nizamını pozitivizm, rasyonalizm ve evrimcilik ile açıklamaktadır.

Dolayısı ile Müslümanlar, tarihselcilerin yaptığı gibi “İslâm’a, onların penceresinden değil”, akideleri çerçevesinde yaklaşmaları gerekir.

Tarihsellik, zanna dayanarak kesin olan şeyleri ortadan kaldırır. Kur’an ise zannı kaldırarak hakikati ortaya koyar.29

Kesin olan ise Kur’an’daki somut çözümlerdir. Bunların sübutu ve delâletleri Sünnet’in de beyanı ile birlikte katidir.

Tarihselcilerin anlayışına göre Allah, tarihi dilimlere ayırmış, bunların bazısına ve en son olarak on dört asır (1400 yıl) öncesine bazı somut örneklerle müdahalede bulunmuştur.

Sonradan gelenlere ise “başlarının çaresine baksınlar” demiş oluyor ki bu da Rabbimizin:

قُلْ يَا أَيُّهَا النَّاسُ إِنِّي رَسُولُ اللّهِ إِلَيْكُمْ جَمِيعًا الَّذِي لَهُ مُلْكُ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ

“De ki: Ey insanlar, ben sizin hepinize, göklerin ve yerin sahibi Allah’ın elçisiyim.” 30 ile

وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ بَشِيرًا وَنَذِيرًا وَلَكِنَّ أَكْثَرَ النَّاسِ لَا يَعْلَمُونَ

“Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.”31 ayetlerini inkâr etmek anlamına gelir.

Müslüman olduğunu söyleyen insanların, Batı değerlerini taban almaları ve düşüncelerini onun üzerine temellendirmeleri oldukça tutarsızdır.

Çünkü Kur’an modern paradigmaya karşın kendisi tamamen farklı bir tasavvur ve dünya görüşü önermektedir.

Bu nedenle iki ayrı dünyayı aynı merkezde toplayan sentezleme yaklaşımı İslami olmaktan çok uzaktır.

Aslında bu eklektik tutumun nedeni ifade edildiği gibi, Batı değerlerini yüceltmekten kaynaklanmaktadır.

Batıyı, demokrasisi ile öven, medeni veya iktisadi nizamını göklere çıkartan bu ezik ya da hain kalemler, ne hikmetse Batı’nın emperyalizmine, vahşi zulümlerine, İslâm beldelerindeki sömürüsüne ses çıkartmazlar. 

Allah’ın haram kıldığı muameleyi helal kıldığı bir muameleye benzeterek, haramı helal sayanların maruz kaldıkları azap dehşet verici bir şekilde açıklanmaktadır.

Söz konusu ayet,32 bize şunu göstermektedir: İnsan, asla Allah’ın hükümlerine alternatif hükümler koyamaz.

Allah Subhanehû ve Teâlâ, hükmün sadece kendisine ait olduğunu,33 kendi hükmünün en güzel hüküm olduğunu,34 bu hükümler ile hayatımızı düzenlememiz gerektiğini,35 bu hükümlerin bize tavsiye niteliğinde değil, bilakis uymamızın imanımızın gereği olduğunu,36 Allah’ın hükümleri ile hükmetmeyenlerin kâfir, zalim ve fasıklar37 olduğunu açık bir şekilde ifade etmiştir.

Bu açık ayetlere rağmen tarihsellik düşüncesine sahip olanlar, ya cahildir -ki öncüleri hiç cahil gözükmüyor- ya Batı hayranı ve dolayısı ile İslâm hukukundan utanan eziklik duygusuna kapılmışlardır ya da bizzat Batı tarafından İslâm ile mücadelede satın alınan belamlardır.

Kur’an, kendisini hakla batılı ayırt eden (furkan)38, insanlar arasında hüküm konusunda ölçü olan ve yol gösterici bir kitap olarak nitelendirmektedir.

Kur’an’ı anlamanın izafi olduğunu savunmak, daha baştan yukarıdaki vasıflarla çeliştiği gibi, onun apaçık (mübin)39 ve mufassal olma vasfıyla da bir zıtlık oluşturmaktadır.

Sonuç olarak, tamamlanmış40 ve Allah katında tek geçerli din olan İslâm,41 son dindir.42 Rabbimiz, kıyamete kadar bütün insanları bu son dininin muhatabı kılmış ve yeniden dirilişten sonra hesaba çekecektir.43  

1-      Zariyat Suresi 56

2-      Nahl Suresi 36

3-      Fatiha Suresi 1

4-      Bkz. Nahl Suresi 110

5-      Bkz. Kalem Suresi 4

6-      Evlilik, boşanma, ceza hukuku, borçlanma, ticaret, savaş ve barış ile ilgili onlarca ayet

7-      Bkz. Nahl Suresi 36

8-      Bkz. Ali İmran Suresi 31

9-      Maide Suresi 3

10-  Maide Suresi 49, Nisa Suresi 65

11-   Koca, Ferhat, “Kur’an’ı Kerim’deki Fıkhi Hükümlerin Evrensellik ve Tarihselliğini Tespit Konusunda Bir Deneme”, İslâm Düşüncesinde Yeni Arayışlar I, Rağbet Yay., İst., 1998, s. 82.

12-  (1-R. G. Collingwood, Tarih Tasarımı (İstanbul 1990), çev. Kurtuluş Dinçer, s. 72)

13-   Jeonrad, Werner G, TheologicalHermeneuitcs, London, MacMillan, 1991, s. 35-42; Paçacı, Mehmet, “Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, Cilt: 9, S. 2, Ank., 1996, s. 120.

14-  Paret, Rudi, Kur’an Üzerine Makaleler, (Çev: Ömer Özsoy), Ank., 1995, s. 16; Watt, W. Montgomery, Bell’sIntroductiontotheQur’an, Edinburgh, UniversityPress, 1970, s. 173 vd; Paçacı, a.g.m., s. 121.

15-  Saffat Suresi 142

16-  Şuara Suresi 163

17-  Fazlu’r Rahman, İslâm ve Çağdaşlık, Fecr Yay., Ank. 1996, s. 73, 74.

18-  Uyanık, Mevlüt, s. 135.

19-  Fazlur Rahman, Ana Konularıyla Kur’an, (Çev: Alpaslan Açıkgenç), Ankara Okulu Yay., Ank., 1996, s. 24, 104, 126.

20-  Fazlu’r Rahman, a.g.e, s. 121.

21-  Uyanık, Mevlüt, a.g.e., s. 136.

22-  Fazlu’r Rahman, a.g.e., s. 110, çok evlilik için bkz, s. 123, şâhitlik için bkz, s. 126.

23-  Fazlu’r Rahman, İslâm ve Çağdaşlık, s. 78

24-  Fazlu’r Rahman, İslâm ve Çağdaşlık, s. 72-74

25-  Fazlu’r Rahman, Tarih Boyunca İslâmi Metodoloji Sorunu (Ankara 1995), çev. Salih Akdemir, s. 22-23

26-  Koca, Ferhat, a.g.m., s. 82.

27-  Enfal Suresi 60

28-  Hucurat Suresi 16

29-  Enam Suresi 116

30-  Araf Suresi 158

31-  Sebe Suresi 28

32-  Bakara Suresi 275

33-  Yusuf Suresi 40

34-  Maide Suresi 50

35-  Maide Suresi 49

36-  Ahzap Suresi 36

37-  Maide Suresi 44,45,47

38-  Furkan Suresi 1

39-  Hicr Suresi 1

40-  Maide Suresi 3

41-  Ali İmran Suresi 19

42-  Ahzap Suresi 40

43-  Zuhruf Suresi 44

Kaynak http://kokludegisimdergisi.com/index.php?p=makaleDetay&makale=592

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın