Ölmeden Önce, Öldükten Sonra

Ölmeden Önce, Öldükten Sonra

Ey Müslüman, ölümle kapanan amel defterini, daha dünyada iken senden güzel hiç kimse dolduramaz unutma.

O halde nefsimize de gelmesi çok çok yakın, kim bilir belki de yarından da yakın olan ölüm ve onun meleği Azrail(as) “Haydi sıradaki..” demeden önce, Allah(cc)’ın razı olacağı bir kul olarak yaşamanın yollarına düşelim inşaAllah.

Yoksa vay halimize vay.

Sizlerden bu makalemi, giriş-gelişme-sonuç ekseninde ele alıp değerlendirmenizi istirham edeceğim.

Sılayı rahim yapmak, çocukluk yıllarımın geçtiği yerleri tekrar görmek, arkadaş ve dostlarımla yine bir araya gelmek maksadıyla, bu Ramazan bayramı sonrasında, memleketim Tokat’ın Zile ilçesine gittim.

Çocukluk yıllarımda rahmetli annem ve babamla, hemen her sene okulların kapanmasıyla birlikte Zile’ye gider, 6 bacı ve 1 erkek kardeşten oluşan anne tarafı akrabaları, 3 bacı ve 2 erkek kardeşten oluşan babam tarafı akrabaları ve her iki taraftan yaşlıları ziyaret ederdik.

Bu ziyaretlerden ziyade, teyze, hala ve dayı çocuklarıyla oyunlar oynamak, her çocuk gibi benimde en büyük özlemimdi.

Zile’de bulunan akrabalarımdan dayım ve teyzelerimden bazıları, benim çocukluk yıllarımdaki ziyaretlerimde bekar idiler.

Zaman içinde hepsi de evlendi, ailece düğünlerine gittik, mutlu günlerinde onlarla birlikte olduk.

Yukarıda saydığım akrabalarımın, hemen hepsi çoluk çocuğa karıştı. Halalarımın çocukları, 6 bacıdan oluşan teyze çocukları, dayımın çocukları derken, aile ağacımızın dalları, büyüdü de büyüdü hamd olsun.

Çocuklar büyüdü, okullar okutuldu, askerliği gelenler askere gitti, iş hayatına atılıp askerliği tecil ettirenler de oldu. Kız çocukları ise, erkeklerden önce evlendirildi.

Bilahare, askerlik dönüşü “evlilik kervanı”na katılan hala, teyze ve dayıoğullarının ve bunlardan önce evlenen genç kızlarımızın da birçok çocukları dünyaya geldi, yani aile ağacı dallarına yeni yeni kollar eklendi.

Kafanızı şöyle geriye doğru çevirip, ailenize, sülalenize şöyle bir baktığınızda eminim ki sizler de aynı şeyleri görmüş ve de yaşamışınızdır.

Bu durum insan için, sosyal hayatın ayrılmaz bir parçasıdır. Ta Hz.Adem (as) den bu güne gelen bir süreçtir.

Buraya kadar yazdıklarım, “Ölmeden Önce” her birimizin sosyal hayatından kesitlerdi.

Her memleket ziyaretimde “Kabir ziyareti” benim için kaçınılmaz bir vazifedir.

Bu seferki ziyaretim beni özellikle çok çok duygulandırdı ve bu duyguları “belli bir fikir zaviyesinden” sizinle paylaşmak geldi içimden. Şöyle ki;

Bizi ellerinde “el bebek gül bebek” büyüten, çocukluk yıllarımda evlenen ve torun tosun sahibi olan, güzel evlerin, bağların bahçelerin, verimli tarlaların sahibi amcam, halalarım, dayım, biri hariç tüm teyzelerim artık aramızda yoklardı.

Alemlerin Rabbi olan şanı yüce Allah (cc), bazılarının vefatı arasında bir kaç ay olacak şekilde, onlara ölümü takdir etmiş ve arka arkaya aramızdan ayrılmışlardı.

Kabirlerini yine ziyarete gittiğimde, mezarları başında, “bir varmış bir yokmuş” diye başlayan masallar misali, her biriyle yaşadığımız onlarca yılın acı tatlı hatıraları, bir film şeridi gibi gözümün önünden geldi geçti.

Hayatının geride kalan yıllarına insanoğlu niçin “Ne çabukta geçti” demekte acaba?

Halbuki, her biriyle yaşadığımız onca anıları, acı tatlı hatıraları kaleme kağıda döksek, her halde onlarca cilt dolduracak konular ve hikayeler buluruz.

Çok önemsediğim bir ziyaretim de, yine yakın zamanda ani bir beyin kanaması ile 30 yaşlarında vefat eden bir akrabamın hanımı ve 3 yetimine yaptığım ziyarettir.

Zile dönüşü uğradığım Ankara’da, daha geçen sene ziyaretine gittiğim ve kendisini çok çok sevdiğim “Allah (cc) dostu” bir arkadaşımın da vefat ettiğini öğrendim.

Eşimle birlikte hemen, ailece tanışıp görüştüğümüz bu kardeşimin evine, hanımına taziye ziyaretinde bulunduk. Kapıda, bizi karşısında gören Ayşe ablamız hıçkırıklara boğuldu, adeta yarasını depreştirmiş olduk.

Yine Ankara’da ikamet eden, ameliyat olduğu hastanede geçen sene ruhunu Rabbine teslim eden, kendisinden çok şey öğrendiğim değerli hocam, alim zat Ekrem hocamın da, Ayşe ablanın eşi ile aynı kabristanda yattığını duydum ve ailece, onun eşini de arabamıza alarak, Ankara Yahyalar da bulunan “Karşıyaka Mezarlığı”nı ziyaret edip dualar okuduk.

Ankara dönüşü son ziyaretim ise, “Etimesgut Mezarlığı”nda yatmakta olan ve 1972 yılında vefat eden canım annem ve canım babamın kabirlerini ziyarettir.

Rabbime hamd olsun ki, aradan geçen 40 yılı aşkın süre, onlara olan muhabbetimden, hasret, saygı ve sevgimden zerre kadar bir şey eksiltmedi.

Ne zaman Ankara’ya ayak bassam, onların kabrini görmeden, ziyaret etmeden asla dönmem.

Hep aklıma ölçümüz ve örneğimiz sevgili Peygamberimiz(sas) in şu sözü aklıma gelir:

“Kim beni öldükten sonra ziyaret ederse, sanki hayatımda beni ziyaret etmiş gibi olur” (Mansur Ali Nasif, et Tac, el Camiul Usul, II, 190)

Bu güzel teşvike istinaden, sağlıklarında çok sevdiğim ve sık sık ziyaret ettiğim akraba, dost ve arkadaşlarımı, vefatlarından sonra da mümkün mertebe kabirlerini ziyaret etmeyi bir vefa borcu sayarım. Zaten dualarımda hep vardırlar.

Şimdi gelelim “Öldükten sonra” geride kalan toplumumuzun yapa geldiklerine..

Şu içinde yaşadığımız toplumda, insanların “değer yargıları”na bir bakalım, görüyoruz ki, insanlar ne kadarda insanlıktan, merhametten ve insaftan uzak değil mi?

Hele vefa adeta unutuldu.. Vefa, İstanbul’da sadece bir semt adı olarak kaldı.

Evet şu içinde yaşamakta olduğumuz toplumdaki insanların kahır ekseriyetine baktığımızda, fikirler ve duygular tamamen kapitalist fikirler ve duygular olmuş, kapitalist ideolojinin yegane ölçüsü olan “Menfaatcilik” ana ölçü olarak ilişkileri belirler hale gelmiştir.

Şu gafil toplumda, “şayet bir menfaat varsa, eş dost, arkadaş, akraba, hatta anne ve baba aranır, hatırı sorulur ya da ziyaretine gidilir” kanaati yaygınlaşmış.

İkramda bulunma, cömertlik, nefsinden fedakarlık gösterme adeta tarih olmuş. İnsanoğlu kendi menfaatlerini artık her türlü insani değerin üstünde görmeye başlamış.

“Nokta kadar menfaat için, virgül gibi eğilme” yi nice insanlar adeta kendine şiar edinmiş. İnsana, hayata ve tüm sosyal ilişkilere “Menfaatcilik” hakim ve hükümran olmuş.

Her türlü dünyevi menfaat için nefsini, yavrusunu, ailesini bile satar hale gelmiş insanlar. Hak hukuk, adalet, merhamet umurunda bile değildir kapitalist şahsiyet sahiplerinin.

Hızlıca akıp giden hayat ve oluşturduğu Anafor, acımadan insanları bir bir yutmakta..

Peki insanlıktan bu kadar uzak olan bu gayrı insanilik ve vahşiliğin temelinde ne var?

Bu soru, aslında cevabı çok çok zor bir soru değildir.

Etrafındaki olup bitenleri okumasını bilen herkes, çözümü aramada samimiyet ve ciddiyet gösteren her kişi, hastalığın ilacına ve hastanın asıl doktoruna rahatlıkla ulaşabilir.

Bir toplumu oluşturan 4 ana unsur vardır. Bunlar sırasıyla;

1-    İnsanlar

2-    Bunların fikirleri

3-    Bunların duyguları

4-    Aralarındaki alakayı düzenleyen kanunlar, nizamlar

Ama gel gör ki, son 95 yıl içinde yani Osmanlı İslam Devleti tarih sahnesinden silindikten sonra insanların fikir, duygu ve şahsiyetlerinde oluşan dejenerasyonlar, kendiliğinden ortaya çıkmadı. İşin içinde önemli bir Temel Saik vardı.

Evet, işin içindeki en önemli Saik olan ve yukarıda 4.madde de ifade ettiğimiz, “Aralarındaki alakayı düzenleyen kanunlar ve nizamlar” ın değişmesi Saiki bizi bu hale düşürdü.

Evet, İslam inkar edilmedi ama “İndirilmemek üzere rafa kaldırıldı”.

Allah’ın (cc) Kitabına ve Resulünün (sas) Sünneti’ne sırt dönüldü.

Sosyal ilişkilerimizi ve tüm alakalarımızı İslam’a göre düzenleme bize Rabbimiz tarafından farz kılınmışken, Malumunuz olan birilerince yani müesses nizamın sahiplerince buna asla izin verilmedi.

İşte tüm bundan dolayıdır ki, nefislerimizde var olan tüm "İnsani ve İslami sıfatlarımızı" kaybettik.

95 yıllık dönemde önce dedelerimiz biraz kaybetti, sonra babalarımız % 50 sini kaybetti, bizler de % 95 ini kaybettik. Allah (cc) korusun belki de çocuklarımız İslam’ı, biz de çocuklarımızı kaybetmiş olacağız.

Bu ne acı akıbettir ya Rab..

Toplumumuz durduk yere, yukarıda saydığımız birçok gayri insani bu kapitalist rezilliklere düşmedi. Birileri özellikle düşmesi için tüm alt yapıyı hazırladı.

İşte bu vahşet ortamında, kesinlikle unutmamalıyız ki “Öldükten sonra” artık bize hiç kimseden bir fayda yoktur.

“Ne verirsen elinle, o gider seninle” misali, sen yaşamakta olduğun zaman diliminde, hakkıyla Allah’a (cc) kul, şanlı Resulüne (sas) Ümmet olabildin ise ne ala..

Ölümle kapanan amel defterini, senden güzel hiç kimse dolduramaz unutma.

O halde gelmesi çok çok yakın, kim bilir belki de yarından da yakın olan ölüm ve onun meleği Azrail(as) “Haydi sıradaki..” demeden önce, Allah'ın (cc) razı olacağı bir kul olarak, İslam’a göre bir hayat yaşamanın yollarına düşelim inşaAllah.

Bir oyun ve bir eğlenceden ibaret olan şu fani dünya hayatı, bir ağaç gölgesinde misafir olarak konakladığımız "Geçici Mekan" dan başka bir şey değildir.

Gelin karamsarlıktan sıyrılıp, olayı bir de tersine şöyle düşünün:

Diyelim ki tüm TV. kanallarında artık İslam’a muhalif zerre kadar bir şey gösterilmiyor ve sürekli İslam anlatılıyor. Minik yavrularımıza ta ilk okuldan itibaren İslam’i bir eğitim veriliyor.

Tüm ticari, siyasi, sosyal vs. ilişkilerimizde de İslam’ın yegane ölçüsü olan “Helal ve Haram” a göre alakalar düzenleniyor. Haram olan her bir şey yasaklanırken, Farz olanlar hakkıyla uygulanıyor

İşte Allah’ın (cc), Resulü’nün (sas) ve tüm müminlerin razı olacağı sosyal hayat budur.

Böylesi bir hayat, “Dünya ahiretin tarlasıdır” diyen şanlı Resul Muhammed Mustafa (sas) efendimizin, dünyamızı da, ahiretimizi de kazandıracağını taahhüt ettiği en güzel, en insani hayattır.

Aksi bir yaşantı şekli ise nedir biliyor musunuz? Zuhruf suresinde adeta bu günü anlatan şu ayettir:

“Siz benim kitabım (sosyal hayatınızı buna göre düzenlemenizi emrettiğim) Kur’an a sırt çevirirseniz, Bende size sırtımı çeviririm ve Her birinizin arkasına bir şeytan musallat ederim.” (Zuhruf suresi 36 ayet)

Ve yine Rad suresinin şu 11.ayet meali üzerinde de hep beraber oturup düşünelim:

”Bir kavim nefislerindekini değiştirmedikçe, Allah’ta o kavmin halini değiştirmez..” 

Ahh İslam Hakimiyeti Neredesin.. Sana öyle muhtaç ve sana öyle hasretiz ki..

Ey alemlerin Rabbi şanı yüce Allah’ım, hak olan Ölüm bize de gelmeden önce, bizlere de İslami bir toplumda, İslami bir sosyal hayat yaşamayı nasip et.. Sonsuz hamd ancak sanadır.

Allah’ın (cc) selamı, rahmeti ve bereketi sizin ve tüm müminlerin üzerine olsun.

Kardeşiniz Bekir Yetginbal        15.Eylül.2013


Tags:

 
 
 

3 Responses to “Ölmeden Önce, Öldükten Sonra”

  1. Gravatar of Şaziye Yetginbal Şaziye Yetginbal
    25. Eylül 2013 at 23:26

    Selamünaleyküm

    İslam üzerine olan endişelerimizde haklıyız. Bir atasözü vardır ve ben bunu çok severim: “Allah’ın(c.c)güller arasında dikenler yarattığına üzüleceğimize, dikenler arasında güller yarattığına şükretmeliyiz.”

    İslam tam hakkıyla yaşanamıyor ama onu yaşatmak için sizler gibi mücadele veren hamd olsun Müminler var. Yaradana sonsuz şükürler olsun. Allah hepimize arzu ettiğimiz şeyleri yaşamayı nasip etsin. Allah’a emanet olun. Saygılarımla

  2. Gravatar of Şaziye Yetginbal Şaziye Yetginbal
    25. Eylül 2013 at 23:29

    Zile ile ilgili anıların çok duygusaldı. Demek ki İslamiyet boşuna “sılayı rahim yapın” dememiş. İnsanın yüreğinin bir parçası sanki kaybettiklerinin yanında kalıyor değil mi? Saygılarımla

  3. Gravatar of Mehmet Ali Mehmet Ali
    25. Kasım 2013 at 12:30

    S.A. Bekir abi

    Ellerine sağlık çok güzel ve faydalı bir siten var..

Bir cevap yazın