Neden Hep Farklı Günlerde Bayram Oluyor? İngiltere’nin Rolü Nedir?

Neden Hep Farklı Günlerde Ramazan ayı Başlangıcı ve Bayram Oluyor? İngiltere’nin Rolü Nedir?

Âlemlerin Rabbi olan şanı yüce Allah’a hamd, ölçü ve örnek Rasul Muhammed Mustafa’ya, Ehli Beytine, Güzide Ashabına ve tüm Müslümanlara salat ve selam olsun.

Neredeyse 50 – 60 yıldır, Ramazan ayının başlangıç günü” ya da “Ramazan ve Kurban bayramlarının ilk günü”  içinde yaşadığımız şu toplumda ve tüm dünyada, bu yılda da olduğu gibi bir problem olarak karşımıza çıkmakta.

Peki neden?

Bunun temelde iki nedeni var:

Birincisi, 1970’li yıllara kadar Türkiye’ de halk, bu konuyu hiç araştırmadan, sorgulamadan devlet ve onun resmi kurumu Diyanet İşleri Başkanlığı ne derse ona harfiyen uyardı.

İkincisi ise; artık 70’li yıllardan itibaren toplumumuzda, Rabbimize sonsuz defa hamd olsun ki bir “İslami Şuurlanma Dönemi” başladı.

Kitle iletişim araçları olan Radyo, Televizyon ve özel kanallar, Cep Telefonları, Sosyal Medyalar, ayrıca çeşitli İslami Cemaatleşmeler ve son yıllarda da İnternetin yaygınlaşması, dünya Müslümanları arasında “Bilgi alış verişini” çok hızlandırdı.

İşte buyavaşta olsa” şuurlanma, beraberinde Ramazan, Kurban ve bayramı konularının tafsilatlıca sorgulanmasını gündeme getirdi.

Şimdilerde ise İslami bir Devlet olmamasına rağmen Suudi Arabistan Krallığı’ nın Mekke’den yaptığı canlı Televizyon yayınları artık her bir şeyi ayan beyan hale getirdi. “Ümmetin kafasını karıştıran zalimlerin tüm avretleri açığa çıktı”, gizleme, saklama ya da saptırma imkânları minimum seviyeye indi.

Makalemde, bu meselenin “Nihai ve Kökten çözümü” için İslami açıdan fikrimi ortaya koymadan önce aşağıdaki başlıklar altında bir takım hususları sizlere açıklamak istiyorum.

1- Bayram günleri de esasen yine Şer’i hükme göre belirlenir

2- Dünya Müslümanları neden farklı günlerde bayram yaptı ve kurban kesti

3- Ümmeti yönetenlerin bu “farklı gün belirleme” gerekçeleri ne idi?

4- Peki, Fikri ihtilaf ve Fiili uygulama farkını kim ortadan kaldıracak?

Bu konu başlıklarını, aşağıda tek tek ele alıp incelememizdeki Asıl amacım, tüm dünya Müslümanlarının içine düştükleri bu “acı ve acıklı duruma ilaç olacak” Doğru bir fikri ve Doğru bir çözümü sırf Allah rızası için ortaya koymak ve yol göstermektir.

1- BAYRAM GÜNLERİ DE ESASEN YİNE ŞER’İ HÜKME GÖRE BELİRLENİR

Malumunuz, İslâm Ümmetinin iki bayramı vardır. Bunlardan biri Kurban Bayramı, diğeri de Ramazan Bayramı’dır.

Ramazan Bayramı, Kameri aylardan biri olan Ramazan ayının bitiminde, Şevval ayının birinci gününde; Kurban Bayramı da yine Kameri aylardan Zilhicce ayının onuncu gününde kutlanmaya başlanır.

Ramazan bayramı üç gün, Kurban Bayramı dört gündür.

Peygamberimiz (sas) Mekke’den Medine’ye hicret ettiği zaman, Medinelilerin iki bayramı olduğunu öğrendi. Bu durumu gören Rasulullah (sas) buyurdular ki:

“Allah-u Teâlâ size kutladığınız bu iki bayram yerine / bayrama bedel olarak daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban bayramını lütuf olarak vermiştir. “ (Ebu Davud, Salat 239, Nesei, I’deyn, 1; Ahmed binHanbel, Müsned, III, 103)

Ramazan ayının girişi, orucun başlangıcı ve nihayetinde de Ramazan bayramının kutlanma günü şu Hadisle belirlenmiş ve Rasulullah (sas) demiştir ki:

“Hilali (Ramazan ayı hilalini) görünce oruç tutun, tekrar (Şevval hilalini) görünce orucu bırakın, hava bulutluysa ayı (Ramazan ayını) otuza tamamlayın.” (Müslim, Sıyâm,1081(18-19)

Kurban bayramı günü hakkında ise, şu rivayet bize yol göstermektedir:

Peygamber Efendimiz hicretin ikinci senesinde Sevik Gazvesinden dönerek Medine‘ye geldiğinin ertesi günü, (yani Zilhicce ayının onuncu günü) Müslümanlarla birlikte namazgâha çıktı. Ezansız ve kametsiz iki rekât namaz kıldırdıktan sonra bir hutbe okudu. Bu hutbelerinde Müslümanlara kurban kesmelerini emretti. Kendileri de iki kurban kesti.

Cabir (ra) diyor ki: “Peygamber Efendimiz (sav) kurban kesme gününde boynuzlu, semiz ve burulmuş iki koç kesti. Onları kesmek için yöneldiği zaman “Ben yüzümü gökleri ve yeri yaratana doğru çevirdim, Ben Allah’a sirk koşanlardan değilim; “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi Alemlerin Rabbi Allah içindir.. O’nun ortağı yoktur. Ve ben Müslümanlardanım. Ya Rabbi bu kurban sendendir, senin içindir, Muhammed’in ve ümmetinin adına “Bismillahi Allahu Ekber” dedi ve kurbanı kesti.” (Ebu Davud, Tirmizi Tac III,207)

Eyyâm-ı Nahr diye ifade edileni Kurban kesme günleri ise Zilhicce ayının 10, 11 ve 12 günleri dir.

Sözün özü, Ramazan ayına başlamasında ve orucun bitip bayram edilmesinde “Hilalin Takibi” nasıl ki bizler için bir ölçü olarak ifade edildi ise, Kurban bayramı girişi ve Kurban kesiminde de “Kameri bir ay olan Zilhicce ayı hilal günlerinin takibi” sevgili Peygamberimiz (sas) tarafından bize öğretilmiştir.

Müslümanlar asla unutmamalıdır ki; “MUHAMAMMED’UN RASULULLAH” Kelime-i Tevhidin ayrılmaz bir parçasıdır.

“LA İLAHE İLLALLAH” ile birlikte bunu da benimsemeyen ve söylemeyen, iman etmiş olmaz, kâfir olarak kalır. Çünkü “MUHAMAMMED’UN RASULULLAH” imanın ayrılmaz bir parçasıdır.

Dolayısıyla bu iman ve iman edilen Rasulün (sas) getirdiği Risaletin ayrılmaz bir parçası olan ORUÇ İBADETİMİZİN, bunun “Vakti ve keyfiyetinin” de diğer konularda (Devlet, Hilafet vs.) olduğu gibi “AKİDEMİZ ile arasında ORGANİK BİR BAĞ” vardır.

Bu bağı “fikren ve fiilen kurmayan kişinin” tutacağı oruçlar ona “Dünyevi ve Uhrevi” olarak hiçbir şey kazandırmaz.

Hem oruç tutacaksın, hem de “İftardan sonra içki içeceksin”, olur mu? Hem Oruç tutacaksın, hem de ”İftar yemeğinde Domuz eti yiyeceksin” olur mu? Bunlardan “çok çok daha büyük bir günah” olarak hem oruç tutacaksın, hem de  “Koşa koşa sandık başına gidip oy vereceksin” olur mu?

Bu haramları işlemek, “Velev ki şer’i hükmünü bilmeden” de olsa, bu kişinin “İman ile ameller ya da ibadetler arasında hiç bir ORGANİK BAĞ kurmadığının” delilidir. Bu 3 amel de, bunları işleyeni “Cehennemde zebaniler ile arkadaş eyler” Allah muhafaza..

2- DÜNYA MÜSLÜMANLARI NEDEN FARKLI GÜNLERDE BAYRAM YAPTI VE KURBAN KESTİ

Maalesef ne acıdır ki, geriye yani 2012 yılına şöyle dönüp bir baktığımızda yine dünya Müslümanları, diğer bazı yıllarda olduğu gibi 2012’de de farklı günlerde bayramlar yaptılar. Şöyle ki;

Türkiye, Makedonya ve Arnavutluk, 25 Ekim 2012 Perşembe’yi Kurban bayramının ilk günü diyerek bayram yaptı ve kurban kesti.

Suudi Arabistan başta olmak üzere İslam ülkelerinin genelinde ise 26 Ekim 2012 Cuma günü bayrama başladı.

Pakistan, Hindistan, Bangladeş ise 27 Ekim 2012 Cumartesi gününü, Bayramın ilk günü olarak  ilan etti.

Peki, Ümmeti yöneten idarecilerin bu “birbirinden farklı gün” belirleme gerekçeleri ne idi bir de buna bakalım.

Türkiye Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu, “Zilhicce ayının ilk günü 16 Ekim 2012 Salı günüdür, Kurban Bayramı’nın ilk günü ise 25 Ekim 2012 Perşembe günüdür” açıklamasında bulundu. Bunu ilan ederken de;

“Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hicri ayların başlangıcını, 27-30 Kasım 1978 tarihinde İstanbul’da yapılan Rüyet-i Hilal Konferansı’nda, 21 İslam ülkesinin katılımıyla ve oy birliğiyle alınan kararlar doğrultusunda; Yeryüzünün herhangi bir yerinde hilalin görülmesine bağlı olarak, İhtilafı-ı Metalie itibar edilmeksizin, Hicri aybaşlarının tespit edileceği ilkesi benimsenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı da Hicri aybaşlarını bu ilkeler doğrultusunda belirlemektedir” denildi.

Suudi Arabistan Yüksek Mahkemesi ise başkent Riyad’ daki merkezinde düzenlediği oturumda aldığı kararla, 17 Ekim 2012 Çarşamba gününü, Kameri aylardan Zilhicce ayının 1. günü; 26 Ekim 2012 Cuma gününü ise, Zilhicce ayının 10. günü yani Kurban Bayramının ilk günü olarak ilan etmiştir.

Pakistan, Hindistan ve Bangladeş yetkililerinin, 27 Ekim 2012 Cumartesi gününü, “Kurban Bayramın ilk günü” olarak ilan etme nedenlerini ise onlardan öğrenebilmiş değiliz.

Bir de herkesin bildiği bir hakikat daha var ki O da şudur:

Türkiye de Diyanet İşleri Başkanlığı’ nın bastırıp, camilere ve halka dağıttığı, namaz vakitleri, dini gün ve geceleri gösteren “Diyanet Takvimi”, en az “bir sene önceden” hazırlanmakta ve basımını yapılmakta, Rasulullah (sas)’ in Hadiste söylediği gibi; “Gökteki hilalin bayramlar öncesi gözlenmesi” diye bir şey asla söz konusu bile edilmemektedir.

Yani bir sene öncesinden, Ramazan ayının başlangıç ve bitiş günü ve Kurban bayramının ilk günü de adeta planlanmaktadır. Yani astronomik olarak bile o an için “Günlük hilal takibi” diye bir şey kesinlikle söz konusu değildir

Bu nedenle bazı İslam ülkeleri 30 gün oruç tutarken, Türkiye’li Müslümanlar o sene 29 gün oruç tutmaktadır.

Ya da onlar yani Suud’ lular 29 gün oruç tutarken, Türkiye’li Müslümanlar 30 gün oruç tutmakta, yani onlardan bir gün sonra Ramazan bayramı kutlanmaktadır. Özellikle “Ramazan Umre” sine giden kardeşlerimiz bu hususu defalarca dile getirmişlerdir.

3- ÜMMETİ YÖNETENLERİN BU FARKLI GÜN BELİRLEME GEREKÇELERİ NE İDİ?

Yürürlükteki mevzuata göre Türkiye’de resmi kurumlar olarak, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Kandilli Rasathanesi, “Dini gün ve geceleri belirleme” konusunda “Tam yetkili” kılınmışlardır.

Gökyüzündeki hilalin, Rasulullah (sas) in Sünnetine uygun olarak, “Çıplak gözle görülmesi ve gözlenmesi” yerine sadece Astronomik yaklaşımı, bu kurumlar benimsemişlerdir.

Hatta bu kurumun en tepesindeki zat olan Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, Hac için gittiği Mekke’de iken yaptığı açıklamada;

“İnsanların dağlarda tepelerde ELLERİNİ ALINLARINA KOYARAK hilali aramalarıyla takvim birliği sağlamamız mümkün değil..” (Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı web sitesi 22.10.2012)

Demiş ve “Sünnet ehli” olduğu iddiasını boşa çıkarırcasına, Rasulullah (sas) in Sünneti olan,” “Hilali görünce oruç tutun, tekrar görünce orucu bırakın, hava bulutluysa ayı otuza tamamlayın.” Şer’i Hükmüne, kriterine adeta karşı çıkmış, kendisi de ”Türkiye’deki Müslümanlardan BİR GÜN SONRA bayram yapmış ve kurbanını kesmiştir.

Hâlbuki “değil 1gün”, Mekke ile İstanbul arasında “1saatlik” bir zaman farkı bile yoktur. Nitekim Televizyonun canlı yayınında “Mekke’de öğle ezanını dinledik, 30-40 dakika kadar sonra da İstanbul’da öğle ezanı” okundu.

Suudi Arabistan, Pakistan, İran, Bangladeş vs. ülke yetkilileri, ortaya koydukları gerekçe ve yaptıkları açıklamalarla, “Zilhicce ayının ilk günü, benim belirlediğim gündür” diyerek, birbirlerinden farklı iki ya da üç gün belirlemişlerdir.

Oysaki Dünya haritasını göz önüne getirdiğimizde “Neredeyse birbirlerine komşu bu ülkelerin”  bu ayrılığa düşmemeleri, “aynı günde Ramazan ayına başlayıp aynı günde bayram etmeleri” gerekirdi.

Peki, bu ihtilafın temel nedeni nedir?

İşin temeline indiğimizde ise, onların “Şer’i bir ihtilaftandolayı değil ”Siyasi bir ihtilaftandolayı, didiştiklerini, “Bizi idare edenlerin, bizi KASITLI OLARAK böldüklerini”, Oruca, bir gün geç başlattıklarını, daha Kurban bayramına girmeden kurbanlarımızı kestirdiklerini görüyoruz.

Ayrıca bu durum; Dünya Müslümanlarının özellikle içinde bulunduğu şu en acılı günlerde, en çok birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz saatlerde, “Kaynaşmamızın adeta tavan yaptığı şu mübarek bayramlarımızda”, İslam Ümmetinin birlik ve beraberliğine vurulan “Fiili bir Darbe” dir.

Yüzlerce yıldır devam eden “Rasul’ün Sünneti’ni hiçe saymaktır” da. Bu zulmü bu ümmete reva görenler, bunun hesabını Allah’a nasıl verecekler?

4- PEKİ, FİKRİ İHTİLAF VE FİİLİ UYGULAMA FARKINI KİM ORTADAN KALDIRACAK?

“Miladi takvim” de hemen hemen tüm dünya, günleri ve ayları bire bir aynı kullanırken, İslam Ümmetinin kullandığı “Hicri Takvim” acaba neden sürekli problem haline getiriliyor bunu iyi düşünmek lazım.

Osmanlı İslam Devleti döneminde, hatta İslam tarihinin ondan önceki nice dönemlerinde, Müslümanlar arasında böyle bir “problem ve ihtilaf” hiç mi hiç söz konusu bile olmamıştı.

Sömürgeci kâfirler, İslam Ümmetinin “Devlet Baba” diye tabi oldukları, Tebası olmakla şeref duydukları “Osmanlı İslam Devleti’nin Siyasi varlığına, fiili son verme” işlemini gerçekleştirip, yani babalarını katledip onları, “Yetim Ümmet” haline getirdikten sonra, “Parçala, Böl ve Yut” siyaseti gereği, başlangıçta 30-40 parçaya böldüler.

Hatta bu günlerde daha da bölme gayreti içindeler görüyorsunuz.

Hemen akabinde de, Ümmetin, “Emir el Müminin Halifet ul Müslümin” yani “Dünya Müslümanlarının emiri ve Halifesi dedikleri Devlet Başkanı’nı, yani “Devletin başını, vücudundan koparıp” sınır dışı ettiler, sürgüne gönderdiler.

O dönemin süper gücü, birinci devleti sayılan İNGİLTERE, bu katliamın baş aktörüdür ve hala onun ellerinden babamızın kanları damlayan cellattır.

İslam Ümmetinin Halifesi, emiri ve baş imamı, “Tespih tanelerinin İmamesi” durumunda olan Halifemiz ve İslam Devleti bu vahşi cinayete kurban gidince yani “Tespihin ipi koparılıp İmame de çöpe atılınca, Ümmetin ne Siyasi birliği ne de Fiili dirliği kalmadı.”

Görüyorsunuz değil mi KATİL İNGİLTERE, ne büyük bir cinayet işlemiş.

İşte bundan sonradır ki, Hicri takvimi kullanan, mübarek gün ve geceleri, ayları “Hilale Göre” belirleyen Osmanlı İslam Devletinin yıkılmasıyla, ümmetin bu konulardaki birlikteliği de böylelikle parçalandı.

Osmanlı’nın yıkılmasıyla birlikte, ayan beyan olarak görüldü ki, “İslam asla Devletsiz olmuyor, Devlet de asla İslamsız olmuyor..”

Yukarıda demiştik ki, ‘Ramazan ayının başlangıcı, bayram günlerinin belirlenmesi ve Ümmeti ilgilendiren tüm meselelerin “Nihai ve Kökten çözümü” için, İslami açıdan fikrimi ortaya koymak…’

İşte tüm dertlerimize ilaç olacak bu fikir şudur:

En azından Osmanlı İslam Devleti gibi, Ümmetin, fikri, fiili, iktisadi, içtimai yani tüm siyasi birliğini sağlayacak, katil İngiltere’nin parça parça ettiği birliğimizi, tekrar Osmanlı gibi tek Ümmet tek Devlet haline getirecek” siyasi bir lidere yani Halife’ye ve İslami bir Devlete olan ihtiyacımızdır.

Çünkü İslam’a göre Halife, Devlettir, Devletin başıdır, başkanıdır. Yani Halife, ruhani değil “Siyasi” bir kişidir. Papa gibi ruhani bir Halife isteyenler ise, kâfirler ve gafil Müslümanlardır.

Aynen Ashabı Kiram efendilerimizin, (Allah onlardan razı oldu) Ebu Bekir Sıddık (ra) efendimize dedikleri “Ey emir el müminin, Halifet ul Müslümin, ey Allah Rasulü’nün Halifesi” hitabı gibidir.

Kopartılan “tespih tanelerinin bir araya getirilip, İmamesinin iple tekrar sabitlenmesi” gibi İslam Ümmetinin tüm halkları aralarındaki ”Sun’i Misakı Milli sınırları” kaldırılıp, Türkü, Arabı, Acemi, Kürdü, Çerkezi, Afganisi, Endonezyalısı vs. bir araya getirilip bir “Halife” yani “İslami bir Siyasi lider” ve en azından “Osmanlı İslam Devleti” gibi yeni bir Siyasi varlık yani “Devlet” etrafında “Siyasi ve Coğrafi olarak da birleştirilir” ise;

İşte o zaman tüm dünya Müslümanları olarak, ne Ramazan ayı başlangıç ve bitiş günlerimiz ne de Bayramlarımız ihtilaflı olur.

 “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Peygambere de itaat edin ve Sizden olan emir sahibine/ emir el Müminine de itaat edin. (Nisa Suresi 59.ayet)

İslam Ümmetinin emiri seçilen, Allah’ın kitabı ve Resul’ünün sünnetini harfiyen tatbik eden bir Emir el Müminin kalkıp derse ki,

“Ey Müslümanlar, yarın Ramazan ayı başlıyor ya da yarın Kurban bayramının birinci günüdür..” işte o anda tüm Dünya Müslümanlarının, Emir el Müminin’in bu emrine “mutlak itaat etmesi” farz kere farz olur.

Çünkü bu emirin yani Halife’nin rey’i, bizi bağlayıcıdır, onun “benimsediğini benimsemek ve ona itaat etmek” Resullullah (sas)’in şu Hadisi ile farz kılındı:

“Kim bana itaat etmişse mutlaka Allah’a itaat etmiştir. Kim de bana isyan etmiş ise, mutlaka Allah’a isyan etmiştir. Kim emire itaat ederse mutlaka bana itaat etmiş olur. Kim de emire isyan ederse mutlaka bana isyan etmiş olur.” (Buhari Ahkam 1, Cihad 109; Müslim İmaret 33)

Halife, Hilale bakarak ya da bu işi erbabına baktırarak “Ramazan ve bayram günlerini” belirlemenin yanında, bilimsel teyit de aldırma anlamında Rasathaneden de görüş alabilir.

Bu tamamen kendi bileceği iştir.

Ama unutulmamalıdır ki; güneşin hareketleri bizim “Namaz vakitlerimizi belirlemede” ana kriterimiz ise, gökyüzündeki Hilalin seyri seferi de bizim için esasi bir kriterdir.

“İnsanların dağlarda tepelerde ellerini alınlarına koyarak hilali aramaları..” diyerek bu işi alaya alırcasına küçümseyenler, Allah’ı (cc) ve Rasulullah’ı (sas) ne kadar üzdüklerinin farkındalar mı?

Canı gönülden inanıyoruz ki,

İslam’a ve onu tüm nizamlarına sırtımızı değil yüzümüzü dönmekle, ona hakkıyla icabet etmekle, yani İslami bir Devleti yeniden inşa etmekle, bayramlarımız da “gerçek kimliğine” kavuşturacaktır inşaAllah.

Ramazan-ı Şerifiniz şimdiden mübarek olsun. Bu ramazan, İSLAM DEVLETSİZ son Ramazan ayımız olsun. .Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun muhterem kardeşlerim.

Bekir YETGİNBAL  


Tags:

 
 
 

3 Responses to “Neden Hep Farklı Günlerde Bayram Oluyor? İngiltere’nin Rolü Nedir?”

  1. Gravatar of Harun Açıkel Harun Açıkel
    5. Kasım 2012 at 16:49

    Allah razı olsun enişte. Yine önemli bir konuyu işlemişsiniz.

    Ben de konuyla ilgili olarak aşağıya Fazilet Takvimi’nin bir yazısını sana gönderiyorum.

    FAZİLET TAKVİMİ

    İctima nedir, Kameri ay başları nasıl tespit edilir?

    Bilindiği üzere ay, dünya etrafında muayyen bir yörünge(mahrek) üzerinde hareket eder, yani dolanır.

    Bu dolanma esnasında ay, her 29 veya 30 günde bir defa dünya ile güneş arasına girer ve üçü aynı hizaya gelirler.

    İşte bu âna, “hey’et” veya “felekiyat” denilen ilim dalında, “ictima” tâbir edilir.

    Bugünkü modern astronomide ise buna, ictima’nın Türkçe karşılığı olarak, “kavuşum” denilmektedir.

    İngilizcesi de, birleşme manasında “conjunction”dır. Bu vaziyet astronomik yani hesabi bakımdan Kameri ayın başlangıcıdır.

    “İctima” halinde ay’ın dünyaya bakan yüzü güneşten ışık alamadığı için karanlık olur. İşte bu esnada hilalin, dünyanın hiç bir yerinden görülmesi mümkün değildir.

    Ru’yetin tahakkuku, yani hilalin görülebilir şekil ve parlaklığa kavuşabilmesi için;

    a) Ay’ın ictima halinden, güneşe nazaran doğuya doğru ufkî (yatay) olarak 8° ayrılması gerekir. Bu süre ise, 12 ile 16 saat arasında değişmektedir.

    b) Güneş battıktan sonra yine ay’ın, şakulî (düşey) olarak ufuktan en az 5° yüksekte olması icap etmektedir.

    Velhasıl, ayın şakulî olarak ufuktan 5° yükselmesi ve ufkî olarak da güneşten 8° doğuya doğru açılmış olması lazımdır ki, güneşten ışığını alıp o hilal şekli tahakkuk ederek dünya üzerinden görülebilsin.

    İşte, îzahına çalıştığımız bu hâdiselerin vukûundan sonra ortaya çıkan hilâl, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, şer‘î-kamerî ayın başlangıcı yani ilk günüdür.

    O esnada güneş, dünyanın neresinde batmakta ise, hilal, ancak o tûl(enlem) derecesindeki ve bunların batısındaki ülkelerde görülebilir.

    Üzülerek ifade edelim ki; senelerdir bazı ülkelerde, Kameri ayların tespitinde hakiki ru’yet (ayın görülmesi) yerine, şer‘î ölçülere aykırı olarak, astronomik başlangıç yani ictima hali esas alınıyor ve eğer ictima gece yarısından önce ise, o gecenin gündüzü ayın birinci günü kabul ediliyor.

    Şayet ictima gece yarısından sonra meydana gelmişse o zaman, amiyane tabirle, mızrak çuvala sığmayacağı için, bu ülkeler de ay’ı ertesi gün başlatıyorlar ve ister istemez bizimle aynı gün Ramazan orucuna başlıyor, aynı gün bayram, aynı gün Arafe, aynı gün Kurban bayramı oluyor.

    Bu tatbikat üzere hareket edenler, önceleri, Amerikan almanaklarını esas alıyoruz, diyorlardı.

    Şimdilerde ise, ru’yeti baz aldıklarını söylüyorlar…

    Güya onlar ru’yeti esas alıyorlarmış, biz ise hesaba göre hareket ediyormuşuz gibi yanlış bir kanaat meydana geliyor.

    Oysa işin hakikati; Kameri ayların tespitinde biz hem hesabı, hem de ru’yeti dikkate aldığımız halde onlar, sadece hesaba göre hareket ediyorlar.

    İhtilaf ve yanlışlık da gayet tabii ki buradan kaynaklanıyor.

    Zira bu dinin vâzıı olan Hazret-i Mevla,

    “Güneşi bir zıyâ, ay’ı bir nûr yapan; senelerin sayısı ve (günlerin, ayların, vakitlerin) hesabını bilesiniz diye, ay’a menziller takdir eden odur.” (Yûnus Sûresi, âyet 5)

    İlahî beyanıyla, bu hususta bize, hesabın lüzumunu ve usulünü haber verirken, alemlere rahmet Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz de,

    “Ramazan hilalini gördüğünüzde oruca başlayınız, şevval hilalini gördüğünüzde de iftar (bayram) ediniz” (İbn-i Mâce, Sıyam, 7)

    hadîs-i şerifleriyle, ölçünün ru’yet olduğunu bildiriyor ve bu ölçüye uyulmasını emrediyor.

    Bu kriter, Ramazan ayı ve Ramazan bayramı için cari olduğu gibi, diğer aylar için de aynıdır.

    Mesela Kurban bayramının tespitinde de, Zilhicce ayının ictima ve ru’yeti esas alınır.

    Yoksa, bazılarının öteden beri yapageldikleri gibi, ru’yeti yani ayın görülmesi Emri Nebevi’sini bir kenara bırakarak, sadece ictima hadisesini esas alıp, ayın dünyanın hiç bir noktasında dahi görülmeden-görülemeden Arafe veya Bayram ilan etmekle olmaz.

    İşte bugün, gerek bazı ülkeler ve gerekse ülkemizde bir kısım insanlar tarafından bu esasa uyulmaması, Müslümanlar arasında karışıklığa sebep olmaktadır.

    Onların bu yanlış ölçülerine göre hareket eden insanlar, Ramazan-ı Şerîfin son gününde, oruçlu olmaları gerekirken bayram yapıyorlar.

    O günün bayram olduğuna inandıkları için de, tabii ki oruçlarını kaza da etmiyor, borçlu kalıyorlar.

    Keza, Kurban bayramından önceki günlerde oruç tutmanın faziletine inanan bir kısım Müslümanlar, Arefe günü de oruçlu bulundukları halde, o günün bayram olduğu söylenip oruçları bozduruluyor; dolayısıyla nâfile olan o oruç, üzerlerine borç olup kazası icap ediyor.

    İşin ehemmiyetine binaen bu hususu, okuyucularımızın bilgilerine arz ediyor; takvime göre amel etmelerinin (yani anlatılan bu hakiki ru’yet ölçüleri esas alınarak belirlenen tarihlere uymalarının) uhrevî bakımdan lehlerine olacağını hatırlatmakta fayda mülahaza ediyoruz.

    Cenâb-ı Hak bütün ibâdet ve tâatlerimizi, amel ve hizmetlerimizi rızâsına muvâfık eylesin. Âmîn…

  2. Gravatar of Engin Aydın Engin Aydın
    30. Aralık 2012 at 02:40

    Hocam,

    İlim ve basiret dolu güzel yazınızı okudum. Bana göre bu yazınızın hakkı, gazete ve dergilerde köşe yazısı olarak yayımlanmasıdır. Zaten, büyük bir gazetenin köşe yazısını okuyor hissettim kendimi.

    Bizler, bilgiye ulaşıyor ancak basiretli yorumlar olmadan doğruları pek göremiyoruz, kavrayamıyoruz. Allah(cc), ilminizi ve basiretinizi arttırsın inşallah. Saygılarımla,

  3. Gravatar of Ahmet Aydın Ahmet Aydın
    21. Mayıs 2014 at 17:48

    Sayın Bekir Yetginbal ,

    Yazınızı ilgiyle okudum. Ama üzerinde hiç durmadığınız bir mesele var.
    İslam aleminin bu bölünmüşlüğü yalnızca bayramlar konusunda olsa bin kere şükrederiz.
    Asıl mesele siyasidir. Kimin İslam aleminin lideri olacağı meselesidir.
    Gerisi laf-ı güzaf..

Bir cevap yazın