Mısır Halkına Kanlı Demokrasi Eğitimi

Mısır Halkına Kanlı Demokrasi Eğitimi

Ey Mısır’ lı Müslüman kardeşlerim, biraz olsun akleden ihsas sahipleri.

Sizlerin bugün binlerce can vererek yaşamakta olduklarınızı, daha yakın tarihte, Türkiye’ li Müslümanlar olarak bizlerde çok yaşamıştık. O yıllarda, hapishanelerde yer kalmamış, infaz edildikten sonra yargılananlar ve yargısız infaz edilen insanlar olmuştu.

Bizden de, başta alimlerimiz olmak üzere, onbinlerce, belki de yüzbinlerce can gitti.

Bu gün bir İslam coğrafyası olan Mısır’da, şu içinde bulunduğumuz 2013 Temmuz ayında başlayan ve Eylül ayında da devam etmekte olan kitlesel eylemleri değerlendirirken, Mısır’ın mazi’si ile ati’si arasında bir alaka kurmadan değerlendirme yapmak yanlış olur.

Ulu çınar Osmanlı İslam Devleti’nin güçlü, Hakim ve hükümran olduğu tarih diliminde Mısır, adeta bir huzur ve istikrar adası idi.

Sağlıklı bir insanın bünyesinde var olan, ama sağlığı yerinde olduğu için ortaya çıkma imkanı bulamayan mikroplar, malumunuz bünye zayıflamaya ve bir takım zafiyetler göstermeye başladığında hemen ortaya çıkmakta ve insanı perişan etmekte, yatağa düşürmekte, hatta bu mikroplara karşı bir çözüm bulunmaz ise, iş ölüme kadar gitmekte değil mi?

İşte Osmanlı İslam Devleti de, sağlıklı ve çok güçlü olduğu dönemlerde en doğusundan en batısına, en kuzeyinden en güneyine kadar, tebaası olan, Acem, Arap, Türk, Kürt, Arnavut, Çerkez, Azeri ya da Berberi vs. ne kadar halk varsa, hepside güven ve istikrar içinde idiler.

Osmanlı tebaası Arap halklardan birisi olan Mısır halkı da İslam’a ve Osmanlı’ya sadık ve samimi bir halk idi. Özellikle ana lisanları olan Arapça, onlara İslam’ı anlamada ve gereklerini yerine getirmede çok şeyler kazandırdı.

Coğrafi konumu, stratejik mevkii, genç ve dinamik nüfusu itibariyle Mısır, tarih boyunca hep emperyalist kafirlerin iştahını kabartmıştır.

Bu nedenle de Mısır halkının yakasından, emperyalizmin eli hiç düşmemiştir.

Osmanlı’nın son dönemlerinde özellikle Avrupa devletleri, başta İngiltere, Fransa ve Almanya olmak üzere, çeşitli imtiyazlar elde etmek için çok çalışmışlar ve başarmışlardır da.

Sadece imtiyazlar elde etmemişler, Kavalalı Mehmet Ali Paşa gibi nice paşa ve Valilerle iş birliği yapmışlar, kendilerine sadık birçok “Uşak Paşalar” bulabilmişlerdir.

Osmanlı’nın son dönemlerinden, 23.Haziran.1956 da Cemal Abdul Nasır’ın iktidara gelmesi ve Mısır Cumhurbaşkanı olması dönemine kadar Mısır, adeta Avrupa Devletleri’nin bir “Siyasi rekabet ve Tepişme alanı” oldu.

Kimi zaman Fransız ajanları devleti yönetti, kimi zaman İngiliz ajanları. Zaman zaman da Almanlar la işbirliği yapan hainler görüldü Mısır siyasi tarihinde.

Cemal Abdul Nasır dönemiyle başlayan Amerika Birleşik Devletleri siyasi nüfuzu ise, şu içinde bulunduğumuz Eylül 2013 de de hali hazırda devam ediyor.

Ben bu makalemde, işin siyasi nüfuz ya da iktisadi nüfuz çatışmaları ve detaylar üzerinde durmayacağım. Daha can alıcı, hayati bir hususa dikkatinizi çekmeye çalışacağım inşallah.

İslam Ümmeti’nin “Devlet Babamız” diye bağrına bastığı Osmanlı İslam Devleti halkı ve onları yöneten Devlet adamları olarak, “İslami anlayış, benimseme ve tatbikatı” konularında, önce durakladılar, sonrasında ise gerilediler.

Daha sonra da, Osmanlı Coğrafyası emperyalist Batılıların yani İngiltere, Fransa, İtalya, Almanya ve Rusya’nın fiili işgali ile “Devlet babamız katledildi”, ceset aralarında taksim edildi ve “Ulu çınar Osmanlı” tarih sahnesinden silindi.

İslam Ümmeti’nin, Osmanlı İslam Devleti sonrası döneminde, Batılılar, masa başında paylaştıkları her bir İslam Coğrafyasında yaşayan halklar için, o Coğrafya insanının sosyal yapısına göre, dayatmacı, baskı, işkence ve katliamlara dayalı çeşitli planlar uygulayarak, “kendi hedefleri olan nizamlara” onları boyun eğdirmeye çalıştılar.

Akademik çalışma yapmak isteyenler, araştırırlarsa bu konuda onlarca örnek bulabilirler.

Ben burada sadece, üzerinde yaşamakta olduğumuz Türkiye ile ilgili birkaç örnek verip, Mısır Müslümanları ile alakalı Batılı devletlerin, bu saf ve temiz halkı da ifsat etmek için, ne gibi bir yol haritası çizdiklerini dile getireceğim inşallah.

Madem ki üzerinde yaşamakta olduğumuz bu toprakları söz konusu edeceğiz, “Peki, bu toprağın insanı için inşa etmek istedikleri ve uygulayıp kendilerince zafer elde ettiği yeni nizam, düzen, sosyal ve siyasal sistem ne idi?”

Türkiye üzerinde uygulanan şeyin ve elde edilen zaferin ne olduğunun doğru bir şekilde anlaşılması, “Mısır’lı Müslümanlar için yazılan ve bu gün uygulamaya konulan senaryo”nun da anlaşılmasını sağlayacaktır inşaAllah.

Osmanlı sonrası Türkiye masasındaki siyasi çiftçiler, “kendi hedefleri olan nizamlara” buradaki halkı boyun eğdirmek için “Kronolojik sıralama” daki şu uygulamaları yaptılar:

01.Kasım.1922 Osmanlı Saltanatının tamamen kaldırılması.

29.Ekim.1923 Cumhuriyetin ilanı, Avrupa devletlerinin arka arkaya “Hilafet yerine Cumhuriyet” olan bu yeni devlet şeklini resmen tanıdıklarını açıklamaları.

08.Aralık.1923 İstanbul basınında Cumhuriyet karşıtı, Hilafet yanlısı yayınlar başlaması üzerine, ilk İstiklal Mahkemesi olan İstanbul İstiklal Mahkemelerinin kurulması, onbinlerce kişiyi  idama götüren yargılamaların başlaması.

03.Mart.1924 Hilafetin kaldırılması, Osmanlı Hanedanının sınır dışı edilmesi.

13.Mart.1924 İslami eğitim veren Medreselerin kapatılması.

08.Nisan.1924 İslam’a göre yargılama yapan Şer’iyye Mahkemeleri’nin kapatılması.

20.Nisan.1924 İlk Anayasanın kabulü ve Hakimiyyet Milletindir ilkesinin benimsenmesi.

17.Kasım.1924 Liberalizmi ve Demokrasiyi benimsediğini ilan eden ilk muhalefet partisi olarak, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulması, çok partili hayata ilk geçiş.

25.Kasım.1925 Şapka ve Kıyafet kanunun çıkarılıp Batılı standartlara uygun yeni kılık kıyafetleri giymeye halkın zorlanıp, uymayanlara ceza verileceğinin ilan edilmesi.

26.Aralık.1925 Resulullah(sas)’in Mekke’den Medine’ye hicreti ile başlayan “Hicri Takvim” in kaldırılması ve Resmi takvim olarak, “Miladi Takvim” in kabul edilmesi.

29.Haziran.1925 Diyarbakır Şark İstiklal Mahkemesi kararıyla “Mustakil bir İslam hükümeti kurmak maksat ve gayesiyle isyan etmek..” gerekçesiyle Şeyh Said’in idam edilmesi.

04.Şubat.1926 Şapka ve Kıyafet kanununa muhalefeti “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli risalesi nedeniyle İskilipli Atıf Hocanın asılması.

17.Şubat.1926 İslam hukukuna göre hüküm verdiği iddiasıyla “Mecelle kaldırıldı”. İsviçre Medeni kanunundan iktibas edilen, ”Türk Medeni Kanunu” benimsendi.

10.Nisan.1928 Anayasadan “Devletin Dini İslam’dır” hükmünün kaldırılması. “Vallahi” diye başlayan yemin metninin, “Namusum üzerine söz veririm” haline dönüştürülmesi

01.Kasım.1928 En önemli devrimlerden biri olarak, ”Harf Devrimi” gereği, Kur’an ın harfleri olan “Arapça harflerin kaldırılması”, Latin harflerinin, Resmi devlet harfleri olması.

05.Şubat.1937 İslam dini kurallarının kesinlikle devlet işlerine karıştırılmaması için “Laiklik ilkesi" ve “Türk Milliyetçiliği” ilkesinin benimsenmesi.

10.Kasım.1938 Bu devrimleri gerçekleştiren malum şahsın vefat etmesi.

Ana başlıklar halinde ortaya koyduğumuz bu devrimlere karşı gelenlerin başına neler geldiği “Yakın Tarih” yazarlarının eserlerinden detaylıca okunabilir.

Bu birinci dönem sonrası gelen ve 11.Kasım.1938 de Cumhurbaşkanı olan “Milli Şef” İsmet İnönü dönemi de, yani 2. dönem yine “Tek Parti dönemi” denilen dönemdir.

Bu 2. dönemde de “yaşanan ve kasten yaşatılan” tüm zulümleri ve vahşetleri de dedelerimizden, babalarımızdan yani ilk ağızdan çok duyduk ve dinledik.

Tüm bu dahili siyasetlerin özünde, şu saf ve temiz insanları, Allah’a, Resulüne, kitabımız Kur’an a sadık Müslümanları kendi iradelerine “Dipçik zoruyla” boyun eğdirme vardı.

Rafa kaldırdıkları İslam yerine, hayranı oldukları “Avrupa’dan aldıkları sistem ve kanunları dikte etme gayretleri” bu mustazaf halka çok gözyaşları döktürdü.

3. dönem ise, Adnan Menderes’le başlayıp, Turgut Özal’ lı yılları da içine alan “Çok partili Demokrasi” dönemidir.

Bu saf ve temiz Müslüman halka, zorla İslam’ı unutturan zorbalar, rejimlerinin yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceğini gördüklerinde, “Ölümü gösterip, Sıtmaya razı etmek” deyiminde olduğu gibi, kendisinde biraz da olsa “İslam boyası” görülen yeni bir parti ve onun lideri Adnan Menderes’i siyaset sahnesine sürdüler.

Demokrat Parti’ li bu yıllarda halk, Menderes ve partisine dört elle sarıldılar.

Meclis kürsüsünden, “Efendiler, siz isterseniz bu memlekete Hilafeti geri getirirsiniz” diyen Menderes, 1960 Darbesi sonrasında idam severler tarafından hemen idam edildi.

Adına “Derin Devlet” denilen irade, “Demokrasiye biraz ara verelim” dedi. Bu ara verme, demokrasiden vaz geçme demek değildi.

Bilakis, yeni Anayasa hazırlandı, hemen yeni partiler kuruldu, seçimler sonrası “Halka Demokrasiyi hazmettirme” operasyonu, kesintiye uğradığı yerden aynen devam etti.

Bu tezgahın benzeri bir senaryo, 12.Eylül.1980 Darbesiyle kurgulandı. Menderes gibi halkın İslami duygularına biraz hitap eden Özal dönemi başladı.

Turgut Özal ve sonrası dönemle ilgili ortaya çıkan, sosyolojik yönden önemsediğim bir hususun altını özellikle çizmek ve sizinle paylaşmak istiyorum.

Bunu ifade ederken de affınıza sığınarak bir örnekleme yapmak istiyorum.

TV. ekranların da gençlere ibret olsun diye anlatılan “uyuşturucu bağımlılarının” dramatik hikayelerinde şunu görüyoruz.

Uyuşturucu satıcıları, Allah(cc) korusun gençlerimizi, bedava verdikleri ufak dozajlarla bu zehire alıştırıyorlar. Ve zamanla onları, bu maddeye bağımlı hale getiriyorlar.

Gün geliyor bu bedava dönemi bitiyor, sağmal inek gördükleri ve “İsterik hale getirdikleri” gençlere, ikinci aşamada bunu para vs. karşılığı vermekle kalmayıp, satıcı olarak da onları kullanıyorlar uyuşturucu satıcıları.

Kendi amaçları ve para kazanımları için, “Bu saf ve temiz insanlardan binlercesi bundan dolayı ölmüş, hayatları kararmış, anne babaları perişan olmuş” onların hiç umurlarında bile değildir.

İşte benim yukarıda sosyolojik yönden önemsiyorum dediğim husus, bu topraklarda yaşayan kahır ekseriyetiyle insanımızın, kendileri için yegane ilaç olan İslam sisteminden artık vazgeçip, “Demokraside çare tükenmez” diyen Süleyman Demirel’ lere ve onun hararetle davet ettiği ve kasten kendilerini “isterik hale getirdiği” Avrupa’lının “Olmazsa Olmaz” dediği şu “Demokrasi bağımlılığı”dır.

Son olarak ifade edeceğim husus ise, artık halkımızın “Demokrasi kolik” edildiği şu 4. Dönem yani son 10 yıllık Recep Tayyip Erdoğan dönemidir.

Bu dönemde görüyorsunuz ki artık “Demokrasi iyice içselleştirilmiş”, neye evet dediğini bilemez hale gelen Müslümanlar “Demokrasi Şarkıları” söyler olmuş, Yerel ve Genel seçimlerde “Seçime katılım oranı % 85’e çıkarak” tarihi rekorlar kırılmıştır.

Şayet bu halkın % 85’i Demokrasiyi değil, İslam’ı bir hayat nizamı olarak içselleştirselerdi, her halde bizi yöneten, Allah’ın sevgili kulu Fatih Sultan Mehmet han olurdu.

Artık “Alan razıdır, Satan razıdır”. Darbelere de gerek yoktur. Kapitalist ideolojinin ve sermayenin arayıp da bulamadığı “İstikrar Adası” oluşturulmuştur.

Her ne kadar Orijinal bir Ada olmasa da, onlar buna artık razıdırlar.

“Dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu” hep söyleye gelen insanımız, özellikle de “Dünün mücahitleri, Bu günün müteahhitleri olmuş” bol para, güzel ve yeni evler, lüks arabalar, Müslümanlara Allah’ı, Rasulullah’ı ve Ahireti adeta unutturmuştur.

Ekonomik alanda hayat standardı bayağı yükselen, Demokrasiyi bağırlarına basan Gafil Müslümanlar, “Yeter ki zenginleşelim, Nasıl zenginleştiğimiz ve Değirmenin suyu nereden geliyor bizim için önemli değil” diyorlar artık.

Evler ve arabalar, Faizli kredilerle hem de hiç gocunmadan alınmakta, artık helal lokma hiç umurlarında bile olmamaktadır. Yazıklar olsun bu kendini hala Mümin sananlara..

İşte bu sonuç, Kapitalizmin ve Demokrasinin mevzi bir zaferidir.

Ey Mısır’ lı Müslüman kardeşlerim, biraz olsun akleden ihsas sahipleri.

Bugün sizlerin binlerce can vererek yaşamakta olduklarınızı, daha yakın tarihte, Türkiye’ li Müslümanlar olarak bizlerde çok yaşamıştık.

O yıllarda, hapishanelerde yer kalmamış, infaz edildikten sonra yargılananlar ve yargısız infaz edilen insanlar olmuştu.

Bizden de, başta alimlerimiz olmak üzere, Onbinlerce, belki de Yüzbinlerce can gitti.

Hatta, Kasım 2011 de yaptığı konuşmasında, bir Başbakan olarak Recep Tayyip Erdoğan, Cumhuriyet tarihinde ilk defa, “Devletin yaptığı bu katliamlardan dolayı Dersim halkından” özür bile dilemişti.

Ey Müslümanlar, İslam Ümmeti’nin hayırlı evladı Mısır’lı kardeşlerimiz

Kapitalist emperyalizm, “Fiilen sömürgeleştirmek” istediği bir ülkeyi önce, ”Fikren sömürge haline getirmekte”, sonra ise Fiili, Siyasi, İktisadi yada Askeri olarak işgal etmektedir.

Osmanlı sonrası sizin topraklarınızı da işgal eden emperyalist Batılılar, Fiili işgali tamamen kalıcı bir işgal haline getirebilmek için, Türkiye toprakları üzerinde elde ettikleri “Fikri işgal zaferini” sizde de yerleşik hale getirmek için, bu katliamlarla sizleri de Demokrasiye alıştırmak, “Sizi de bizim gibi Demokrasi isteriği haline getirmek için” çalışıyorlar.

Aynen aslan terbiyecisinin, kafesteki Pençe tırnakları sökülmüş aslana yaptığı gibi.

Yarın bir gün belki Muhammed Mursi serbest bırakılacak, “Demokrasi havariliği yaptığı sürece” her bir seçime sokulacak, bazen muhalefet bazen de iktidarda olacak. Çoban Sülü / Süleyman Demirel gibi belki 4 kere gidecek 5. defa geri gelecek. 28.Şubat’lara belki sizlerde şahit olacaksınız.

Belki de sizde de yakın gelecekte nice gençler, alimler ve bazı siyasiler idam edilecek korkmanız için.. Cezaevleri yüzbinlerce gencin belki de yeni ikametgahı olacak..

Her defasında size de Demokrasinin nimetlerini anlatılacak. Hatta İslam ile Demokrasinin “Ayrılmaz İkili” olduğu Ezher şeyhlerince dillendirilecek.

Ta ki, Allah (cc) korusun, Türkiye’nin geldiği noktaya sizlerde gelinceye yani “Demokrasi bizim canımız ciğerimiz” deyinceye kadar bu durumlar devam edecek.

Emperyalizmin zaferi, İslam’ı değil, Demokrasiyi benimsediğiniz gün gerçekleşmiş olacak.

İşte O gün oturun da içler acısı bu halinize hüngür hüngür ağlayın.

Çünkü Allah’ın(cc) dininden, hayat nizamından razı olmayanlardan, Allah’ta razı olmaz. Her gün okuduğunuz yüce kitabımız Kur’an daki şu iki hitabı sizlere tekrar hatırlatıyorum:

“Ben dinimi (Sosyal yaşantı sisteminizi) tamamladım ve Din olarak sadece İslam’dan razıyım..”(Maide suresi 3. ayet).

 “Siz benim kitabım (sosyal hayatınızı buna göre düzenlemenizi emrettiğim) Kur’an a sırt çevirirseniz, Bende size sırtımı çeviririm ve her birinizin arkasına bir şeytan musallat ederim.” (Zuhruf suresi 36 ayet)

Ey Mısır'lı kardeşlerimiz, Unutmayın ki bir Devlet İslamsız olmaz, İslam ise Medine'deki gibi bir Devlet olmadan olmadan hiç bir yaptırım gücüne sahip olmaz

Allah’ın(cc) selamı, kitabı Kur’an a ve Resulü’nün sünnetine tabi olanların üzerine olsun. Şanı yüce Allah (cc) İslam'ın hakim, hakem ve hükümran olduğu İslami bir Devlet nizamını en kısa zamanda Ümmeti Muhammed'e nasip etsin. Amin

Kardeşiniz Bekir Yetginbal       14.Eylül.2013

Not: Mısır konusunda aşağıdaki Link’te bulunan makaleyi de mutlaka okuyunuz.

Link:  https://bekiryetginbal.com/misir-katil-sisi-hani-demokrasi/

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın