Mahrem, Namahrem ve Mahremiyetin Mahkum Edilmesi

Mahrem, Namahrem ve Mahremiyetin Mahkum Edilmesi

Yazan Mustafa Çelik

Mahrem, Arapça’daki HARAM kökünden gelir.

Mahrem: Saygıya ve gizlenmeye değer şey, herkesin bilmesi gerekmeyen şey.. Aralarındaki kan bağının yakınlığından dolayı birbirleri ile evlenmeleri haram, yasak olanlar anlamlarında kullanılır.

Nisa suresi 23. Ayette geçen kişilerdir. (Analarınız, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları… vs.)

Namahrem: Evlenilmesi haram olmayanlar demektir. Farsça bir terkiptir.

Mahremiyet ise; Dokunulmazlığı olan yasaklı bölge ya da kişinin kendini her türlü maddi manevi dış etkiden koruması için Allah tarafından güvenceye alınmış, dokunulmaz kılınmış kendine özel alanıdır.

Müslüman toplumda mahremiyetin içeriden tüketilmesi, dışarıdan da mahkûm edilmesi, Müslümanlar için körleşmeyi ve köleleşmeyi garantilemiştir.

Mahremiyet; “Mahrem olanın” başkalarından saklanmasıdır.

Mahremiyet; Allah’a karşı sorumluluk hissetmek ve “Allah’ı dikkate alarak yaşama” şuurunun bir yansımasıdır.

İnsanlarda “utanma duygusu” fıtrattandır. Hayâ, fıtrat ile bütünleşmektir. Hz. Adem (as) cennette “yasaklanmış ağaçtan yediğinde” vücudu açıldı ve yapraklarla örttüler.

Allah-u Teâla bizlere şunu hatırlatır:

“Ey Ademoğulları, Size avret yerlerinizi örtecek giysi ve süslenecek elbise verdik. Takva (Allah’a karşı gelmekten sakınma) elbisesi var ya, işte o daha hayırlıdır. Bu (giysiler), Allah’ın rahmetinin alametlerindendir. Belki öğüt alırlar (diye onları insanlara verdik). 

Ey Ademoğulları, Avret yerlerini kendilerine açmak için, elbiselerini soyarak ana babanızı cennetten çıkardığı gibi, şeytan sizi de saptırmasın. Çünkü o ve kabilesi, onları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler. Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.” (A’raf suresi 26-27) 

“Mahremiyetin mahkûmiyeti” hususunda ısrar etmek, insana cenneti değil, cehennemi kazandırır.

Mahremiyet, perdeleri kapatırken, Modernizm; perdeleri yırtıp açar. Modernizmin nezdinde insan kamunun malıdır.

Modernizmde, İnsanın herhangi bir “mahrem yanı ve yönü” yoktur.

Modernizm, “gizlenmiş, gizlenmesi gereken her ne varsa” hepsini ifşa etmek üzere hayatiyet bulan bir yaşama tarzıdır. Modernizm; aynı zamanda şeytanın en etkili silahlarındandır. 

Hayâ, Müslüman’ın kırmızı çizgisidir. Hayâ’yı ihlal ettiği zaman Müslüman için hayat biter.

Müslümanlar “tam başörtüsü hürriyetinin kavgasını kazandık” derken “başörtüsünün altındaki başları kaybetme” tehlikesiyle irkildiler.

“Hayatını hayâya teslim etmeyenin başörtüsü”, başını kaybetmesine engel olamaz. 

Bu gün, “Modern hicaplılar” dan hicap eder duruma gelmişsek, bu hayatı hayâda aramadığımızdandır.

Hayâyı hevâya galip kılmayanların hayatları olmaz.

Mahremiyetin mahkûmiyeti, maalesef çeyrek tesettürü beraberinde getirdi. Çeyrek tesettür, asla “Tesettürü Şer’iyye” sayılmaz.

Genelde İslâm coğrafyasında, özelde ise Türkiye’de ortaya çıkan “Tesettür Defileleri”, mahremiyeti tüketen ve mahkûm edenlerin zafer şölenleridir.

Gözlerine “haram nazar değer” korkusuyla hayat süren, kılı kırk yararcasına hassas yaşayan müminler, yerini gözlerinin güzelliğini çeşit çeşit boyalarla ziyadeleştirip “haram nazarla” sunanlara terk etti..

Hayâsından yüzünü göstermeye utanan ninelerin torunları, plajlarda anadan üryan çırılçıplak boy gösterir oldu.

“Nefsin putlaştığı” noktada “dünyevi arzular” bir çığ gibi büyüyüp, önüne ne çıktıysa onu da kattı günah yumağına.

“Nur yüzlü anaların” Modern, tesettürlü kızları (!) yüzünü pahalı makyaj malzemeleriyle, başörtüsüne uygun renklerle süsleyerek çıktı şehvet kokan sokaklara.

Makyaj katalogları, saatlerce incelenip uzman edasıyla yorumlara tabi tutuldu.

Babalar, abiler, eşler, yanında taşıdığı eş, kız, bacı ne kadar güzel olursa başkaları ne kadar beğenirse o kadar mutlu hissetti kendini.

Daha güzel olursa ve başkaları ne kadar beğenirse o kadar mutlu hissetti kendini. Daha bir kasılarak yürüdü nefsin esir aldığı sokaklarda.

Tesettürlü kızlardan oluşan “pop müzik grupları” sahnelerdeki yerlerini aldılar. Oysaki İslâm’da esas olan şer’i tesettürdür.

Şer’i Şerifin ölçülerine uymayan tesettür şeytanîdir.

Kendilerini, “çeyrek tesettürleriyle” erkeklerin “şehevî bakışlarına” açık hale getirmiş Müslüman kadınlar, Mahremiyeti mahkûm edenlerden sayılırlar.

Tesettürü “farz olmaktan” çıkarıp “tarz haline” dönüştürenler, “mahremiyetin mahkûmiyeti için” gayret sarf edenlerdir.

Tesettür, Müslüman bir kadının mahremiyetinin güvence altına alınmasıdır. Müslüman kadınları tesettürsüz kılmaya çalışanlar, Aslında onların mahremiyetlerini ihlal etmek için gayret edenlerdir.

“Mahremiyeti tüketme” çabalarına “sessiz ve tepkisiz kalınması” neticesinde Türkiye’de Müslümanlar tarafından 28 Şubat Firavunlar darbesine çiğnetilmeyen tesettür, Defileci tesettür tacirlerine, moda dergilerine çiğnetildi!

Mahrem olanın unutulması, mahremiyetlerin kapısının açılmasıdır. Kendilerini Allah ve Rasûlü’nün hükümlerinden mahrum bırakanların asla mahremleri olmaz.

“Erkeklerin kadınlaştığı, Kadınların da erkekleştiği” bir yerde mahremiyet mahkûm edilmiş demektir.

Mahremiyetin mahkûmiyeti; fıtratın, iffetin, hayânın, marifet ve iz’anın da mahkûmiyetidir.

Batı kültürünün bir eseri olan “Kadını teşhir etmek, kamu malı haline getirmek özgürlüktür” düşüncesi, “Mahremiyeti mahkûm etme” çalışmalarına kaynaklık etmiştir.

Mahremiyetin mahkûmiyeti, hayvanlar gibi kimliksiz yaşamayı beraberinde getirir.

Bundan ötürüdür ki; Asr-ı Saadet’te mahremiyet tavizsiz olarak korunmuştur.

Kur’an-ı Kerim, “Tesettür ilahi buyruktur” deyince, Medine’deki kadınlar evlerine kadar açık yürümeyi ilahi emre isyan olarak gördü ve oldukları yerde kapandı.

Mahremiyeti tüketenler, bu gün için “ertelenen İslami hayata” inanmış olanlardır.

Müslümanlar tarafından “İlahi emirlerin ötelenmesi ve ertelenmesi”, mahremiyetin tüketilmesine ve mahkûm edilmesine sebep olmuştur. 

************

ÖNEMLİ NOT: Bekir Yetginbal kardeşiniz olarak bu isabetli yazısından dolayı Mustafa kardeşimize teşekkürü bir borç bilirim. Rabbim kendisinden razı olsun.

Burada bir hususun altını çizmek isterim.

Eşyanın tabiatı gereği, karanlığın bitmesi, pırıl pırıl bir aydınlığa yeryüzünün tekrar kavuşabilmesi, Güneşin doğmasına bağlı DEĞİL Mİ?

“Demokrasi Kolik” hale getirilmiş Türkiye’li Müslümanlara diyorum ki; Allah’ın razı olacağı mükemmel bir mahremiyetin tekrar vücut bulabilmesi, hatta OLMAZSA OLMAZ şartı, İslam Nizamının, İSLAMİ BİR DEVLET eliyle tatbik edilmesine bağlıdır.

Güneşe hasret kaldık, bitsin artık şu karanlık geceler… Diyorsanız ve bunda samimi iseniz ey Müslümanlar,

ARTIK; şu adına DEMOKRASİ ve LAİKLİK denilen Pisliklerden ve Demokrasi ile Sizi yönetenlerden,

“hem Fikren, hem Fiilen” hemen vaz geçip, Allah’tan Rasulünden ve İslam’dan RAZI OLDUĞUNUZU, yine “Fikren ve Fiilen” ortaya koyacaksınız.

Ey LAİKLİK DE OLMALI diyen, bunun anlamını bile bilmeyen gafiller.

Bakın; “Allah’a Peygambere ve Kur’an’a inanıyorum AMA sosyal hayatımıza karışmasını istemiyorum..” demeniz hakkında yani LAİKLİK HAKKINDA Rabbimiz size nasıl bir uyarı yapıyor:

“Yoksa siz, kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden böyle yapanın cezası; dünya hayatında rezil olmaktan başka bir şey değildir. Kıyamet gününde ise onlar, azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan asla gafil değildir.” (Bakara suresi 85. Ayet meali)

İşin aslı astarı budur ey gaflet ve dalalet ehli..

Aksi takdirde şu ayetteki zavallılar güruhuna sen de dâhil olursun. Bak ne diyor Cennet ve Cehennemin Rabbi:

“Allah onlara ‘Sizden önce gelip göçen cin ve insan toplulukları yanında siz de cehenneme giriniz’ der. Her cehenneme giren topluluk yoldaşına lânet okur. Sonunda hepsi bir araya gelince Sonrakiler, kendilerinden öncekiler için ‘Ey Rabbimiz, bizi bunlar (yönetenler) yoldan çıkardı, onun için bunlara bir kat daha fazla cehennem azabı çektir’ derler. Allah da onlara; Her birinizin azabı ikiye katlanmıştır, ama siz bilmiyorsunuz.” (Araf suresi 38)

BEKİR YETGİNBAL


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın