İslam’da Düşünce Yöntemi’nin Önemi ve İslami Zihniyetin Temel Öğeleri

İslam’da Düşünce Yöntemi’nin Önemi ve İslami Zihniyetin Temel Öğeleri

Yazan Ahmed Kılıçkaya

وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ

“Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalplerinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyanı da size kerih / çirkin göstermiştir. Raşid   olanlar (Rüşte ermiş olanlar) işte bunlardır. “(Hucurat 7)

Allah-u Teâlâ böyle buyurduğu halde günümüzde çoğu Müslüman ne kadar küfür, isyan ve fısk varsa “modernlik”, “çağdaşlık” adlandırmaları ile onlara hayran kalıyor, onlardan kaçınmıyor ve hatta onlara koşuyor.

 – Domuz haramdır diyorlar ve ondan tiksiniyorlar. Faiz de haramdır ama ona koşuyorlar. Halbuki faizin en hafifi kişinin annesi ile Kâbe’de zina etmesi olarak vasıflandırıldı. Onunla amil olanlar Allah ve Resulü ile savaşan olarak nitelendirildi.

– Demokrasi küfürdür, şirktir diyorlar. Fakat “söz artık halkındır” ve “bir gün değil her gün demokrasi olsun” diye övgüler düzen, demokratlık yarışına giren Müslümanlar var.

– Cumhuriyeti küfür saydıkları halde, ona “fazilettir” diye övgü yağdırabiliyorlar.

– Laiklik küfürdür, Allah’a kafa tutmaktır dedikleri halde “bu işe dini karıştırma” da diyebiliyorlar.

– Münker görüldüğünde değiştirilmelidir inancına sahip olanlar; çağdaş münkerler karşısında “zaman sana uymazsa sen zamana uy” diye çağrıda bulunabiliyorlar.

– Haramla Allah asla razı edilmediği halde, “gaye vasıtayı meşru kılar” diyen makyavelist düşünceli Müslüman tipler türemiştir.

– Amellerin ölçüsü helal-haram, olması gerekirken, “fayda ve zararı” ölçü alan Pragmatik zihniyete sahip kişiler mevcut.

 – Kadının korunması gereken bir namus olduğu bilindiği halde karısının, kızının, bacısının açık saçık dolaşmasını, nafaka temini peşinde koşuşturmasını, siyasal ve sosyal faaliyetlerde bulunmasını savunan, bundan sıkıntı duymayan ve hatta zevk alanlar var.

– Allah’ın rızası için malından infakla mutlu olunması gerekirken bundan kaçınan ve hoşlanmayanlar var.

– Allah küfrü ve kâfiri, müşrikleri pislik ve murdar olarak vasıflandırırken; “küfre ve kâfire hoşgörülü ve sevgi ile yaklaşmalı” “yaratılanı yaratandan ötürü sevmeli” söylemi ile katılımcılığı savunarak onlarla diyalog peşinde koşanlar var.

Böylesi örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Bir Müslüman böyle durumlara nasıl düşer? Elbette ki, “İslâmî zihniyetten uzaklaşmak” bütün problemlerin ana kaynağıdır.

Düşüncenin insan yaşamındaki yeri malumdur. Kişi ancak sağlıklı düşündüğü sürece insandır. Zira insanın hayvanlardan en bariz farkı düşünebilmesidir.

Düşünmek yani akletmek ise, eşya ve olaylar hakkında zihinsel hüküm vermektir. İşte, kişi bu hükümlere göre hareket ettiği sürece hayvanlardan farklı olmaktadır.

Aksi halde o, hayvanlar gibi sadece duygularının, arzularının peşinde koşar. İnsanların ekserisi de bu duruma düşmektedir.

Yani genelde aklederek değil de arzu ve duygularının tatmini peşinde koşarak yaşamaktadır. Nitekim Allahu Teala bunu şu şekilde bildirmektedir:

أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا  أَمْ تَحْسَبُ أَنَّ أَكْثَرَهُمْ يَسْمَعُونَ أَوْ يَعْقِلُونَ إِنْ هُمْ إِلَّا كَالْأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ سَبِيلًا

“Hevasını (arzu ve duygularını) kendisine ilah edineni gördün mü? Şimdi ona sen mi vekil olacaksın? Yoksa sen onların çoğunun gerçekten söz dinleyeceğini yahut akledeceğini mi sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar daha şaşkın haldedirler.” (Furkan 43-44)

Bu, genel olarak insan için düşüncenin önemini göstermektedir.

Özel olarak Müslüman için önemine gelince; Müslüman herhangi bir insan değildir. O düşüncesinde, davranışlarında, arzu ve duygularında Rabb’isinin terbiye ve disiplinine teslim olan kişidir.

İşte onun bu kişiliğine İslâmî şahsiyet denir. Müslüman bu şahsiyette sebat etmelidir.

Herhangi bir kişide şahsiyet; zihniyetin ve nefsiyetin belirli bir düşünce sistemi ile şekillenmesi ile oluşur.

Zihniyet, düşünce yapısıdır.

Nefsiyet ise, insanın yaratılırken kendisine verilen yapısal özelliklerin dışa yansıması olan “duygu ve arzularına bağlı olan eylemleri”dir.

Şahsiyet ise; İnsanın düşünce yapısının belirli bir düşünce sistemine göre şekillenerek iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin değerlendirmelerini yapabilmesi, bu değerlendirmelerde kendisinde bir tutarlılığın olması ile zihniyetin teşekkülü,

Bunun neticesinde ve buna ilaveten de duygu ve arzularının yani sevgi ve buğzunun, hoşnutluk ve hoşnutsuzluğunun “zihniyeti doğrultusunda şekillenerek” belirli davranış biçimlerine dönüşmesi ile oluşur.

Buna göre, bir Müslüman’da İslâmî şahsiyetin oluşması; onun zihniyetinin İslâm akidesi ile şekillenmesi, yani İslâm akidesinin gereği olan Şer’î Hükümlere bağlanması ile oluşur.

Buna göre bir Müslüman için geçerli olan hayır-şer, güzel-çirkin, doğru-yanlış ölçüsü Şer’î Hükümlerle belirlenir.

Şeriatın hayır dediği hayırdır, şer dediği şerdir, güzel dediği güzeldir, çirkin dediği çirkindir, doğru dediği doğrudur, yanlış dediği yanlıştır.

Müslümanın İslâm şahsiyetine sahip olmasının bir başka gereği de meyillerini / “eğilimlerini oluşturan duygularının ve arzularının” da Şer’î Hükümlerle şekillenerek Allah’ın kerih gördüğünü kerih / çirkin görmesi, hoş gördüğünü hoş görmesi, Allah’ın sevdiğini sevmesi, buğz ettiğine buğz etmesi ile olur.

Bu şekle girmiş duygularla ve arzularla, zihniyeti doğrultusunda belirli davranış biçimlerine yani Salih amellere sahip olarak İslâmî şahsiyete haiz olur.

Nitekim Resulullah Sallallahu Aleyhi Vesellem, İslâm şahsiyetinin bu zihniyet ve şahsiyet yönünün nasıl olması gerektiğini şöyle izah etmiştir:

لا يؤمن أحدكم حتى يكون هواه تبعاً لما جئت به

 “Sizden biriniz iman etmiş olmaz. Ta ki, onun hevası benim getirdiğime tabi olasıya kadar.” (Ebu Naim ve Nasr b. İbrahim El-Muktesi rivayet edip sahih olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Nevevi de sahih olduğunu söylemiştir.)

لا يؤمن أحدكم حتى أكون أحب إليه من والده ولده والناس أجمعين

“Ben kendisine babasından, çocuğundan ve tüm insanlardan daha çok sevdiği olmadıkça sizden hiç biriniz iman etmiş sayılmaz.”  (Buhari, Müslim)  

Allahu Teala şöyle buyurdu:

كُتِبَ عَلَيْكُمُ الْقِتَالُ وَهُوَ كُرْهٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تَكْرَهُواْ شَيْئًا وَهُوَ خَيْرٌ لَّكُمْ وَعَسَى أَن تُحِبُّواْ شَيْئًا وَهُوَ شَرٌّ لَّكُمْ وَاللّهُ يَعْلَمُ وَأَنتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ    

“Hoşunuza gitmediği halde savaş size yazıldı (farz kılındı). Siz bir şeyden hoşlanmayabilirsiniz, hâlbuki o hakkınızda hayırlı olabilir. Bir şeyden de hoşlanabilirsiniz, hâlbuki o hakkınızda şer olabilir. Siz bilmezsiniz Allah bilir.” (Bakara 216)

وَلَكِنَّ اللَّهَ حَبَّبَ إِلَيْكُمُ الْإِيمَانَ وَزَيَّنَهُ فِي قُلُوبِكُمْ وَكَرَّهَ إِلَيْكُمُ الْكُفْرَ وَالْفُسُوقَ وَالْعِصْيَانَ أُوْلَئِكَ هُمُ الرَّاشِدُونَ

“Fakat Allah size imanı sevdirmiş ve onu kalbinize ziynet yapmıştır. Küfrü, fıskı ve isyanı da size kerih / çirkin göstermiştir. İşte raşid olanlar (doğru yolda olanlar bunlardır).”(Hucurat 7)

Görüldüğü gibi Allah ve Resulü, müminin düşüncesini ve duygularını terbiye edip “imana” / İslâm akidesine bağlıyor.

Böylelikle mümin de belirli bir şahsiyetin yerleşmesi talep ediliyor. Müminlerin bu şahsiyetlerini söz ve fiillerinde tutarlı bir şekilde temsil etmeleri talep ediliyor. Mesela şöyle ikaz ediliyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا لِمَ تَقُولُونَ مَا لَا تَفْعَلُونَ كَبُرَ مَقْتًا عِندَ اللَّهِ أَن تَقُولُوا مَا لَا تَفْعَلُونَ

“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyi söylemeniz Allah katında şiddetli bir buğza sebep olur.” (Saff: 2-3)

أَتَأْمُرُونَ النَّاسَ بِالْبِرِّ وَتَنسَوْنَ أَنفُسَكُمْ وَأَنتُمْ تَتْلُونَ الْكِتَابَ أَفَلاَ تَعْقِلُونَ

“Sizler kitabı okuyup gerçekleri bildiğiniz halde, insanlara iyiliği emrediyor kendinizi unutuyor musunuz? Akletmiyor musunuz?..” (Bakara: 44)

Görüldüğü gibi mümin kimsede zihniyet ve nefsiyetin birbirleri ile çelişkili olmamasına yönelik bir ikaz var.

Şu ayeti kerimelerde de Allah-u Teâla müminlerin diğer insanlar gibi olmamaları, belirli bir şahsiyete yani İslâmî şahsiyete sahip olmaları gerektiğini bildiriyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ كَفَرُواْ

“Ey iman edenler küfredenler gibi olmayın…” (Ali İmran 156)

وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ تَفَرَّقُواْ وَاخْتَلَفُواْ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْبَيِّنَاتُ وَأُوْلَئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

“Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılığa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için çok büyük bir azap vardır.” (Ali İmran: 105)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَوَلَّوْا عَنْهُ وَأَنتُمْ تَسْمَعُونَ وَلاَ تَكُونُواْ كَالَّذِينَ قَالُوا سَمِعْنَا وَهُمْ  لاَ  يَسْمَعُونَ

“Ey iman edenler! Allah’a ve Rasulüne itaat edin, işittiğiniz halde ondan yüz çevirmeyin. İşitmediğiniz halde işittik diyenler gibi olmayın.” (Enfal: 20-21)

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ  وَلَا تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللَّهَ فَأَنسَاهُمْ أَنفُسَهُمْ أُوْلَئِكَ هُمُ الْفَاسِقُونَ

   “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve herkes yarına ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah yaptıklarınızdan haberi olandır. Allah’ı unutup da Allah’ın da kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar fasıklardır.” (Haşr :18-19)

Evet, Allah-u Teâla Müslümanlarda İslâmî şahsiyetin sabit olmasını böylesi ikaz ve tembihlerle bildiriyor. O halde Müslümanlarda bu şahsiyet nasıl sabit olur ya da sabit hale gelir?

Yukarıda genelde insan için, özelde Müslüman için “düşüncenin önemine” değindik.

“Düşünce sistemi” nin yani zihniyetin de İslami olmasının, İslami şahsiyetin oluşumundaki o büyük önemine de değinmiştik.

O halde İslam’da ki düşünce yöntemini / metodunu ve İslâmî zihniyetin temel öğelerini iyi bilirsek yukarıdaki sorunun cevabına ulaşabiliriz.

Öncelikle belirtelim ki, İslam farazi bir din değildir. Her hususta olduğu gibi ”düşünceye” de bir yöntem getirmiştir.

Zira yöntem / metot, hedefe götüren değişmeyen sabit yola denir.

Düşüncede de bir yöntem olmamış olsaydı ya da o yöntemi belirlemek insanlara terk edilmiş olsaydı zihniyette asla istikrar oluşmaz, Müslümanlar İslam adına yola çıkıp çok farklı ve çelişkili düşüncelere, değerlendirmelere ulaşırdı.

Ölçü ve tartılarda yani değerlendirmelerde istikrarsızlık, karışıklık yaygınlaşır, Müslümanlar arasında İslami şahsiyet zail /yok olurdu. Ne yazık ki, şu an günümüzde görüldüğü gibi..

Müslümanlar bu gün İslâm adına konuşurken hala sabit bir Şer’î ölçüleri yoktur. Keza İslam adına konuşanların bile gayri İslâmî normlarla, ölçülerle ve zihniyetle” ortaya çıkıp konuştukları müşahede edilmektedir.

Bu nedenledir ki her yeni olay ya da fikri akımının tesirinde kalınmakta, hak ile batıl bazen farkında olunmadan sürekli karıştırılmaktadır. Berrak İslâmî düşünce ve zihniyetten uzaklaşılmakta, beraberinde de temiz İslami şahsiyetten yoksun kalınmaktadır.

İşte, bu vahim duruma, İslâm’daki “düşünce yönteminden” sapılması sonucu gelinmiştir. Bu sapma maalesef İslam akidesini “fikri kaide” yani “düşüncenin esası” olmaktan çıkartıp onu Müslümanda herhangi bir fikir konumuna getirmiştir.

Peki, “İslam akidesini Müslüman’ın İslami şahsiyetinin esası ve bu şahsiyetin temel öğelerinin yani zihniyet ve nefsiyetinin esası kılan o ‘düşünce yöntemi’ nedir?” kardeşim diye bir soru sorulabilir.

İslâm’ın düşünce için getirdiği o mükemmel yöntem Kur’an ve Sünnetten çıkartılır. Dikkatlice baktığımız zaman görürüz ki o yöntem şudur:

Karşılaşılan bir olay ve husus hakkındaki hükmü vermeden ve ona karşı tavrı belirlemeden önce;

1- O olay ve hususun hakikatini iyice anlamalı, ne olduğunu bilmeli,

2- Akidesinin gereği olarak o olay ve hüküm ile ilgili Şer’î Nasları bulmalı,

3- O Şer’î Nasları Kur’an ve Sünnet bütünlüğü içinde anlamalı,

4- Bu naslardan çıkan, Şer’î Hükmü tam bir teslimiyetle benimseyip gerektirdiği tavrı ortaya koymalı.

İslâm’da ki “düşünce yöntemi” nin böyle olduğu, yukarıda da belirttiğimiz gibi Kur’an ve Sünnet ile ortaya konulmuştur.

Kaynaklarımıza bakıldığında görüleceği gibi, özellikle ahkâm ayetleri, olaylar vuku bulup, Müslümanlar için birer sorun haline geldiğinde, müminlere bir şifa, rahmet, hidayet ve nur olarak iniyorlardı.

Yine biliyoruz ki; sahabeler karşılaştıkları tüm olaylar hakkında eğer Şer’î Hükmü bilmiyorlar ise hemen Rasulullah Sallallahu Aleyhi Veselleme koşup Allah ve Resulünün o olayla ilgili hükmünün ne olduğunu soruyorlardı.

Resulullah (sas)’ in vefatından sonra da o konuda Kur’an’a ve Resulullah’ ın Sünnetine başvuruyorlardı. İşte, buradan çıkartılan “İslam’daki düşünce yöntemi” ile İslami bir zihniyet oluşur.

İslami bir zihniyetin temel öğeleri ve hususiyetleri ise şunlardır:

1- Ubudiyet; Allah’a kulluk bilincinin yerleşmiş olması yani Allah’ın bir kulu olduğu hiç akıldan çıkartılmamalıdır. Bu ise, şu şekilde davranışa dönüşür: Sevgi ve itaat. Bu herhangi bir itaat değil, içinde en ufak bir sıkıntı duymadan hoşnutlukla itaattir. Zira Allah bunu şöyle bildirmektedir:

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُواْ تَسْلِيمًا

 “Rabbine yemin olsun ki, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni (Şer’î Hükmü) hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden (Şer’î Hükümden) dolayı içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın ona tam teslimiyetle teslim olmazlarsa iman etmiş olmazlar.” (Nisa 65)

Teslimiyet; asla bir serbestiyetin olmaması demektir. Şu ayet de bunu açıkça ortaya koyuyor:

وَمَا كَانَ لِمُؤْمِنٍ وَلَا مُؤْمِنَةٍ إِذَا قَضَى اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَمْرًا أَن يَكُونَ لَهُمُ الْخِيَرَةُ مِنْ أَمْرِهِمْ وَمَن يَعْصِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ ضَلَّ ضَلَالًا مُّبِينًا

“Allah ve Resulü bir hususta hüküm verdiği zaman mümin bir erkek ve kadına o işte serbestiyet (o işi kendi isteklerine göre yapma) hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resulüne isyan ederse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” (Ahzab 36)

2- Bir hususta karar vermeden ve iş yapmadan önce onun Şer’î Hükmünü araştırmak. Bunu da şu ayeti kerimede açıkça görüyoruz:

وَلاَ تَقْفُ مَا لَيْسَ لَكَ بِهِ عِلْمٌ إِنَّ السَّمْعَ وَالْبَصَرَ وَالْفُؤَادَ كُلُّ أُولئِكَ كَانَ عَنْهُ مَسْؤُولاً

“Hakkında ilim sahibi olmadığın şeyin ardına düşme. Çünkü göz ve gönül, bunların hepsi yaptığından sorumludur.” (İsra 36)

Onun için fakihler, yapacağı iş hakkındaki Şer’î Hükmü bilmesi Müslümana farz-ı ayındır demişlerdir.

Şu halde, bir Müslüman duygularından hareketle ya da kendisindeki beşeri bilgilerden yani aklından hareketle bir iş yapamaz. Önce Şer’î Hükmü öğrenir sonra o hükmün gereğince amel eder.

Tam tersi değil. Yani, önce amel edip sonra da hüküm araştırmaya kalkmaz.

 3- İşin neticesine daima ahiret boyutundan bakmalı. Yani o işin sonunda sevap mı, günah mı; cennet mi, cehennem mi kazanacak.? İşte bunu gözeterek amel etmelidir. Nitekim Allah-u Teâla şöyle diyor:

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (hükümlerine bağlanın)herkes yarın için ne hazırladığına baksın. Allah’tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan haberi olandır.” (Haşr 18)

Bu zihniyete sahip olan bir kimse artık “Allah’ın hükmü” karşısında; “öyle ama zor, zararlı olur, insanların hoşuna gitmez, nefsime ağır geliyor vs..” gibi sıkıntılara düşerek o hükmün gerektirdiği İslami tavrı ortaya koymaktan asla kaçınmaz.

Allah’ın hükümlerini yerine getirmekle, Allah’ı razı etmiş olmanın bilinciyle huzur içinde yaşar. İşte böylelikle o kimse artık olgun bir “İslami Şahsiyete” sahip olur.

Bu şahsiyet içerisindeki o mükemmel takvası ile de Rabbi katında da kerim olur. Dünya ve ahirette kurtuluşa ve selamete erişir. Ne mutlu o insana..

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا      يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَن يُطِعْ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun (hükümlerine bağlanın) ve doğru söz söyleyin. Böyle davranırsanız Allah işlerinizi düzeltir ve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab 70-71)

Kaynak http://www.islamiyontem.net


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın