İslam Kelimesinin Anlamı, Mahiyeti ve Beş Temeli

İslam Kelimesinin Anlamı, Mahiyeti ve Beş Temeli

İSLAM KELİMESİNİN ANLAM VE MAHİYETİ
Sözlükte İslam kelimesi; teslim olmak, boyun eğmek, itaat etmek anlamlarına gelir. Allah Teala’nın emirlerine teslim olup itaat etmeğe dayanan bir din olması sebebiyle bu dine İslam denilmiştir.
İslam’ın terim anlamı: Allah tarafından peygamberler aracılığıyla insanlara bildirilen dünyada ve ahirette insanları mutluluğa ulaştıracak hayat şekli, itikadi ve ameli bir nizamdır.

İslam, akıl sahibi insanları kendi tercihleriyle bizzat hayırlı olan şeylere götüren İlahi bir sistemdir, kanundur.
İslam’ın manası, teslim olmaktır; Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslam olmaz. (En’am, 162 ve Nisâ, 65 )

İnsan, Allah’ın yarattığı kuldur. Allah, ilmiyle her şeyi kuşattığından ve hikmet sahibi olduğundan kulluğun gereği, O’na teslim olmaktır.Hayatın kanunları” insanın Allah’a teslim olmasını gerektirir.

Çünkü bu kanunları da, insanı da en iyi bilen, Allah’tır. Bütün kâinat ve içindeki her şey o yaratıcının “kanunlarına” itaat etmektedir. O yüzden bütün kâinatın dini İslam’dır.

Güneş, ay, yıldızlar hep Müslümandır. Dünya, hava, su, ışık, ağaçlar, taşlar ve hayvanlar da Müslümandır.

İslam, Allah’a itaat edip teslim olmak demek olduğu için, bütün bu varlıkların isyan etmeden Allah’a itaat ettiklerini görmekteyiz. Yani teslim oluşlarına, Müslüman oluşlarına şahidiz.

“Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (Âl-i İmran, 83)

Bu ayette gökte ve yerde olanların teslimiyeti insana örnek olarak gösteriliyor ve deniliyor ki “Ey insan, İşte sen de böyle teslim olmalısın!”

Hz. Ali’nin de dediği gibi “İslam teslimdir, teslimiyettir.”

Allah’a teslim olmayan kimse, Müslüman sayılmaz. İnsan neye teslim olmuşsa ona kul olmuş demektir. İslam, imanın bir tezahürü, dışa yansımasıdır.

İman etmeden teslimiyet, yani imansız İslam olur mu? Olsa bile makbul değildir. Münafıklar, inanmadan teslimiyet gösteren insanlardır.

Günümüzde de gerektiği şekilde iman etmediği, Allah’ın hükümlerini içine sindiremediği, başka ideolojileri (dinleri) benimsediği halde kendilerini “Müslüman” olarak tanıtan insanlar bu sınıfa girerler.

İslamiyet’in (teslimiyetin) geçerli olabilmesi için, gönül rızasıyla, kayıtsız ve şartsız tam bir teslimiyetle Allah’ın şeriatına teslim olmak gerekir.
İnsan da kendi hür iradesi ve tercihiyle Allah’a teslim olursa, İslam’ı seçip Müslümanca yaşarsa, kâinatın boyun eğdiğine teslim olduğundan artık o, kâinatla barışıp uyum sağlar.

Böylece bu insan, dünyada Halife olur.
İslam dinini, kapsamlı olarak kısaca tanımlamak asla mümkün değildir. Onun kapsamlı tarifi ancak Kur’an ve Sünnetin tamamıyla yapılabilir.

Çünkü İslam’ın muhtevası ve sınırları Kur’an ve Sünnetle çizilmiştir. İslam, Kur’an’dan ve Sünnetten öğrenilebilir. Yüce Allah bu dini her yönden mükemmel ve kapsamlı kılmıştır.

Öyle ki, İslam’da hükmü açıklanmamış hiçbir mesele yoktur.

Bir mesele mubah mıdır, haram mıdır, mekruh veya sünnet midir, vacip veya farz mıdır; yapılan herhangi bir eylem veya inancın hükmü mutlaka belirtilmiştir.

İnanç, ibadet, siyaset, ekonomi, savaş, barış, hukuk veya insanı ilgilendiren başka herhangi bir mesele olsun; onunla ilgili dinde mutlaka bir hüküm vardır veya müçtehitler, onun hükmünü Kur’an ve Sünnetten yola çıkarak tespit ederler.

Allah, Kur’an-ı Kerim’in özelliğini şöyle açıklar:

“Sana bu kitabı (Kur’an’ı) her şeyi beyan etmek, açıklamak için gönderdik.” (Nahl, 89 ve yine Bk. Yusuf, 111)

Kur’an ve Sünnette hükmü açıkça belirtilmeyen meseleler hakkındaki hükmü, İslam ümmetinin müçtehit âlimleri, Kitap ve Sünnete dayanarak çıkarırlar.
Peygamberimiz İslam’ı değişik şekillerde tanımlamışlardır.

Bu tanımlardan biri de şu şekildedir:

“İslam, beş esas üzerine bina edilmiştir (kurulmuştur). Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (sas) O’nun kulu ve Resulü olduğuna Şehadet etmek, Namaz kılmak, Zekât vermek, Beyt’i (Kabe’yi) haccetmek ve Ramazan orucunu tutmaktır.” (Buhari, İman 1; Müslim, İman 22; Nesai, İman 13; Tirmizi, İman 3)
Yukarıdaki hadis, İslam binasının bu beş temel üzerinde kurulu olduğunu açıklamaktadır. Dikkat edilmesi gereken husus, bu beş esas, İslam’ın temelleridir, ama İslam’ın tamamı değildir.

Bir evin ‘sadece temellerden ibaret olduğu’ nasıl söylenemezse, İslam’ın sadece bu beş temelden ibaret olduğunu iddia etmek de aynı şekilde yanlıştır.

Kur’an-ı Kerim’i açıp okuyan görecektir ki, bu beş hususun dışında ahlaktan, iktisattan, sosyal meselelerden, siyasetten, barıştan, savaştan, hayırdan, şerden vs. söz edilmiştir.

İslam, temel ve binadan meydana gelmiştir.

Temel, bu beş rükündür.

Bina ise, insan hayatıyla ilgili İslam’ın diğer hükümleridir.

Müslümanın görevi, İslam’ı tümüyle tanımak ve tüm olarak ikame etmek, ayakta tutmaktır.
Bu meşhur Hadis-i Şerifin ışığı altında İslam’ın temellerini ikiye ayırabiliriz:

Şehadet kelimeleriyle özetlenen iman ve önemine binaen dört amelin zikredilmesinden anlaşılan Amel-i Salih.

İslam, şehadet kelimesi ve imanın rükunlarıyla ortaya çıkan inançtır.

İslam; namaz, zekat, oruç ve hac ile ortaya çıkan ibadetlerdir.

Bunlara İslam’ın rükunları, temelleri denilir. İslam’ın geri kalanı ise, bu temeller üzerine kurulan binadır.

Bu binayı meydana getiren unsurlar İslam’ın hayat sistemleri, nizamlarıdır: Siyasî nizam, ekonomik nizam, ahlaki nizam, askeri nizam, sosyal nizam, öğretim nizamı vs.

İslam’ın hâkimiyetini sağlaması için ayrıca müeyyideleri vardır (Müeyyide: Kanun ve ahlaki emirlerin yerine getirilmesini temin eden kuvvet, yaptırımla ilgili kural demektir.)

Bu müeyyideler; cihad, marufu emredip münkerden sakındırmak; fıtri cezalar, Allah’ın dünya ve ahirette verdiği Rabbani cezalardır.

O halde İslam; inanç, ibadet, hayat sistemleri ve müeyyidelerdir.
İslam, insanın
içi ve dışı, kalbi ve kalıbı, aklı ve vicdanı, arzusu ve nefreti, duygusu ve hassasiyetiyle Allah’a teslim olup boyun eğmesidir.

Kalbini ve aklını, elini ve eteğini, içini ve dışını Allah’ın hükmü dışındaki her türlü etkiden kurtarmaktır.

İslam, genel nizam, hayatın her cephesiyle ilgili kanun ve vahiyle emredilip, peygamberle tebliğ edilen, insan davranışlarının programıdır.

Bu programa uyana sevap, uymayana ise ceza vardır.

İslam, Allah Teala’nın indirdiği Ahkamı (hükümler), Akidesi, İbadetleri, Ahlakı, Muamelatıyla, Kur’an ve Sünnetteki haberlerin bütünüdür. (Muamelat: Birbiri ile iş görme, Alaka, Alış-veriş, Hattı hareket demektir)

CAHİLİYE NEDİR:
İslam’ın zıddı, cahiliyedir.

Cahiliye, “küfür” demektir. Bir inanç ve yaşama biçimi olarak İslam’ın dışındaki her türlü küfrün ortak adıdır.

İslam’ın her parçası karşısında mutlaka cahiliye vardır.

Hz. Ömer’in dediği gibi, “İslam ile cahiliyeyi bilmeyenler türeyince, İslam’ın düğümleri teker teker çözülür.”

İslam tüm ayrıntılarıyla cahiliyenin karşıtıdır.

Çünkü İslam’dan her bir cüz, Allah’ın her şeyi içine alan ilminin eseridir. Ona karşı olan her düşünce ve hareket de, mutlaka cahiliyedir.

Çünkü o, yani Cahiliye, sınırlı insan ilminin eseridir. Üstelik insanın heva ve arzuları kendisine galip gelebilir, güzeli çirkin, çirkini de güzel görebilir.

“Yoksa onlar Cahiliye idaresini mi istiyorlar? İyi anlayışlı bir toplum için, hüküm koyma yönünden Allah’tan daha güzel kim vardır?” (Maide, 50)
Bazı insanlar, cahiliye yolunda gidenlerin bir kısmının hareket, yaşayış veya bazı sistemlerinde ortaya çıkan güzellik ve olgunluğu görünce, şüpheye düşerler.

Bunun sebebi, İslamiyet’ten olan bir şey, bazen cahiliye ile karışır. İslam’dan olan o şey, orada da adeta güzel görünür. Cahil kişi, İslam’ın hakikatini bilmediği için bu düzene hemen bağlanır.

Şayet bu insan hakkı bilseydi, o ‘cahiliye düzeninde gördüğü bazı iyiliklerin’ aslında İslam’a ait olduğunu anlayacak, kaynağa ve asla, asıl olana yönelecekti.
İnançlarda da İslam ve cahiliye vardır. İbadetlerde de İslam ve cahiliye vardır. Ahlakta, siyasette, öğretimde, savaş, barış ve sosyal meselelerde de İslam ve cahiliye vardır.

İnsanla ilgili bütün meselelerde, bütün kanun ve kurallarda İslam ve cahiliye vardır. Unutmayalım ki; İnanç ve ibadetlerdeki cahiliye, cahiliyelerin en tehlikelisidir.

Onun için Allah Teala, “sağlam itikatla beraber” bazı cahiliye hareketlerinde bulunanları affeder, ama inanç ve ibadetleri cahiliye inanç ve ibadetleri olan kimseyi, İslam’ın tüm ahlakıyla ahlaklansa dahi kesinlikle affetmez.

“Allah kendisine şirk koşulmasını asla affetmez. Ama bunun dışında dilediğini affeder.” (Nisâ, 48)
Allah Teala İslam’ı bir bütün olarak göndermiştir.

Kim tümünü alırsa, İşte o Müslümandır. Kim onun bir kısmını alır ve bir kısmını almazsa, İslam’la cahiliyeyi birbirine karıştırmış olur.

“Yoksa siz Kitab’ın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Sizden bunu yapanların cezası, dünyada rezil ve rüsva olmaktan başka bir şey değildir.

Kıyamet gününde ise azabın en şiddetlisine atılacaklardır. Allah sizin yaptıklarınızdan gafil değildir.” (Bakara, 85)

Her Müslümanın, cahiliyenin bütün adet ve kurallarından arınmış olması ve İslam’ın bütününü ele alması gerekir.

İslam ümmeti de, İslam Devleti için mükemmel bir örnek olmalı ve yeryüzünden cahiliye düzenini silmeye çalışmalıdır.
İslam Devlet düzeninden sapma ve giderek İslam’ın hukuka, muamelata dair ahkamının kaldırılması, Müslümanlar arasında cahiliye düzeninin yayılmasına vesile oldu. Resulullah (sas) dedi ki:

“İslam’ın halkaları teker teker çözülecek. İlk olarak yönetim halkası çözülecek ve en sonunda da namaz halkası sökülecektir.” (Ahmed bin Hanbel 5/251)

Cahiliye düzenini tüm yeryüzünden söküp atmak, fitneyi kaldırmak için hücum edenin İslam olması gerekirken, hücuma uğrayan kendisi oldu. Bilakis görüyoruz ki, cahiliye düzeni İslam’ı tamamen söküp atma çabasındadır.

Bu gün İslam topraklarında ne kadar çok Cahiliye idareleri var ve bu cahiliyelere uyan bir o kadar da çok Müslüman var. Cahiliye düzenlerinin (batıl dinlerin) ortak özellikleri, İslam’a, Tevhide düşman olmalarıdır. (Bk. Din ünitesi bölümü)
İSLAM DİNİ’NİN GAYESİ:
İslam’ın getirdiği hükümler, insanların mutluluğunu amaçlamaktadır. Bu hükümlere uygun hareket edenler, hem dünya hem de ahiret saadetini kazanacaktır.

İslam, kişinin kalbini, akli düşüncelerini ve amellerini ıslah ederek, onları yükselterek bu saadetlere ulaştırır.

Toplumun saadeti de ferdin saadetine bağlı olduğundan, kişinin mutluluğu aynı zamanda cemiyetin de mutluluğudur.

İslam, bu hedefi gerçekleştirmek için bir takım hükümler ortaya koymuştur. Bunlara Şer’î Hükümler denir.

İSLAM DİNİNİN HÜKÜMLERİ:
İslam Dininin hükümleri dört kısımdır:
a-) İman (İtikadi hükümler): İnsanın dinde kabul etmesi ve reddetmesi gereken hususlarla ilgili hükümlerdir. İnsana neleri kabul etmesi, neleri reddetmesi gerektiğini bu hükümler öğretir. İnsan, bu iman esaslarına inanmakla manevi gıdasını almış, kalbini yanlış inançlardan temizleyerek gerçek değerini kazanmış olur.
b-) Amel: Amel, insanların yaptığı işlerdir. Yapılması veya yapılmaması gereken fiillerdir. Hangi amellerin, hangi şartlarla nasıl yapılacağını ve nasıl sahih olacağını açıklayan hükümlere ameli hükümler denir. Dua etmek, zekat vermek, cihad etmek, ilim tahsil etmek gibi.
c-) Ahlak: Hal ve hareketleri, davranışları, İslami ve insani ilişkileri açıklayan hükümlere denir. Ahlakın güzelleşmesine ve vicdanın terbiyesine ait bulunan hükümlerdir. Kötü söz ve yalan söylememe, kendisi için istediğini başkası için de isteme vs. gibi.
d-) Hukuk (Muamelat ve Ukubat/cezalar): İman, ahlak ve şahsi amel gibi konuların dışında kalan, özellikle devlet yönetimini, toplum idaresini ve ekonomik durumları içeren konuları, evlenme, boşanma, miras dağıtımı, ticari ve siyasi işleri, kısaca İslam Devleti’nin kanun ve kurallarını belirleyen bütün hükümlerdir.

Bu dört hüküm (iman, amel, ahlak, hukuk) İslam dininin bir bütün ve homojen bir yapıya sahip olduğunu göstermektedir.

Böyle olmasına rağmen, özellikle yirminci yüzyıl Müslümanları hukukla (muamelatla) ilgili hükümleri terk ettikleri veya terk ettirildikleri için İslam’ın bütünlüğü hayata yansıyamamıştır. İslam bütün olarak yaşanamamaktadır.

Bunun sonucu olarak, imani konular saptırılmış, ameller (ibadetler) yozlaştırılarak, ruhsuz ve anlamsız bir şekilde ifa edilen bir gelenek halini almıştır.

Yine aynı şekilde Müslüman topluluklar İslam ahlak ve edebini yitirmişlerdir.
Bu dört hüküm parçalanmaz bir bütündür. Yani birisi olmadığı zaman İslâm’ın bütünlüğü bozulduğu gibi; başka herhangi bir şeyle (düşünceyle, hukukla, dinle) sentezi (karışımı) halinde de bütünlüğü ve safiyeti bozulur; Ortaya apayrı başka bir din çıkar.

İslam sosyalizmi, Türk-İslam Sentezi gibi.. Zaten Sentez; ayrı iki şeyin bir araya getirilmesiyle yepyeni bambaşka bir şeyin oluşması demektir.
İslam, insan hayatının vazgeçilmez de olsa bir parçası değil; her yönüyle insan hayatının bütünüdür.

İslam, insanın günlük yirmi dört saatini ve doğumdan ölümüne her alandaki her yönünü kapsar ve belirler. Tuvalet adabından devlet yönetimine varıncaya kadar insanın tüm hayatını kuşatır.

Evet İslam, insan hayatının bütünüdür. İnancı, ibadeti, ahlakı ve hukukuyla bir bütündür.

Parçalanmaz veya herhangi bir şeyle sentez yapılamaz. Atma ve katmaları, hurafe ve bidatleri kabul etmez. Allah tarafından tamamlanmış eksiksiz bir nizamdır o.
KUR’AN-I KERİM’DE İSLAM KAVRAMI:
“el-İslam” kelimesi, Kur’an-ı Kerim’de 6 ayette geçer. (Al-i İmran, 19, 85; /Maide, 3; /En’am, 125; /Zümer, 22; 6/Saff, 7)
“İslam” ve “Müslim” kelimeleri, çekimleriyle birlikte Kur’an’da toplam 50 yerde kullanılır. İslam ve Müslim kavramlarının kökü olan “silm” kelimesi ve türevleri ise, toplam 157 yerde kullanılır.
“Ey Rabbimiz! Bizi Sana teslim olanlardan/Müslümanlardan kıl, neslimizden de Sana teslim olan Müslüman bir ümmet çıkar, bize ibadet yerlerimizi göster, tevbemizi kabul et; zira tevbeleri kabul eden, çok merhametli olan ancak Sensin.” (Bakara, 128)
“Bunu İbrahim de kendi oğullarına vasiyet etti, Yakup da: ‘Oğullarım, Allah sizin için bu dini (İslam’ı) seçti. O halde sadece Müslüman olarak ölün’ dedi.” (Bakara, 132)
“Biz, Allah’a ve O’nun yanından bize indirilene, İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbat’a (torunlarına) indirilene, Musa ile İsa’ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere gelenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin iman ettik ve biz sadece Allah’a teslim olduk, O’nun için Müslümanız’ deyin.” (Bakara, 136)
“Allah katında gerçek din İslam’dır. (Al-i İmran, 19)
“İbrahim, ne Yahudi, ne de Hıristiyan idi, fakat o, Allah’ı bir tanıyan (hanif) dosdoğru bir Müslüman idi, müşriklerden de değildi.” (Âl-i İmrân, 67)
“Kim İslamdan başka bir din ararsa, ondan (bu din) asla kabul olunmaz ve o, ahirette de en büyük zarara uğrayanlardandır.” (Âl-i İmran, 85)
“Bugün sizin dininizi kemale erdirdim. Üzerinizdeki nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam’ı verip ondan razı oldum…” (Mâide, 3)
“Allah kimi doğru yola hidayet etmek/iletmek isterse, onun göğsünü (kalbini) İslam’a açar, gönlüne genişlik verir. Kimi de dalalete bırakmak/saptırmak isterse, onun göğsünü/kalbini daraltır ve göğe çıkıyormuş gibi meşakkatlendirir.

Allah iman etmeyenlerin üstüne işte böyle murdarlık verir. Bu (İslam), Rabbinin dosdoğru yoludur. Biz öğüt alacak bir kavim için ayetleri ayrıntılı bir şekilde açıkladık.” (En’âm, 125-126)
(Yusuf şöyle dua etti:) ‘…Beni Müslüman olarak öldür ve beni Salihler arasına kat.” (Yûsuf, 101)
“Kim nefsini (tümüyle) Allah’a, O’nu görür gibi teslim ederse (gerçek Müslüman olursa) muhakkak ki o, en sağlam bir kulpa yapışmıştır. Bütün işlerin sonu ancak Allah’a dayanır.” (Lokman, 22)
“Allah kimin gönlünü İslâm’a açmışsa o, Rabbinden bir nur üzerinde olmaz mı? Kalpleri Allah’ı zikretmek hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun. İşte bunlar apaçık bir dalalet/sapıklık içindedirler.” (Zümer, 22)
“İslam’a çağrılırken, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimdir? Allah, zalimler topluluğunu hidayete/doğru yola erdirmez.” (Saff, 7)
HADİS-İ ŞERİFLERDE İSLAM KAVRAMI:
İslam, beş esas üzerine bina edilmiştir (kurulmuştur). Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in (sas) O’nun kulu ve Resulü olduğuna Şehadet etmek, Namaz kılmak, Zekat vermek, Beyt’i (Kâbe’yi) Haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buharî, İman 1; Müslim, İman 22; Nesâî, İman 13; Tirmizî, İman 3)
Cibril hadisi: Abdullah bin Ömer (ra) babasından rivayet ederek şöyle demiştir:

“Bana babam Ömer ibnü’l-Hattab rivayet ederek şöyle dedi:

“Bir gün Resulullah’ın (sas) yanında bulunduğumuz bir sırada aniden yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah bir zat çıka geldi.

Üzerinde yolculuk eseri görülmüyor; bizden de kendisini hiç kimse tanımıyordu. Doğruca Peygamber’in (sas) yanına oturdu ve dizlerini onun dizlerine dayadı. Ellerini de uylukları üzerine koydu. Ve:
-Ya Muhammed, Bana İslam’ın ne olduğunu haber ver! dedi. Resulullah (sas):
İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in de Allah’ın Resulü olduğuna Şehadet etmen, Namazı dosdoğru kılman, Zekatı vermen, Ramazan orucunu tutman ve yol (külfetleri) cihetine gücün yeterse Beyt’i Haccetmendir.” buyurdu.
(yani beş şey) O zât:
-Doğru söyledin dedi. Babam dedi ki: Biz buna hayret ettik. (Zira) hem soruyor, hem de tasdik ediyordu.
-Bana imandan haber ver dedi. Resulullah (sas):
İman, Allah’a ve Allah’ın Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine ve Ahiret gününe iman etmen, bir de ‘Kadere; hayrına şerrine
(yani bu altı şeye) inanmandır’..” buyurdu. O zat (yine):
-Doğru söyledin dedi. (Bu sefer:)
-Bana ihsandan haber ver dedi. Resulullah (sas):
-Allah’a O’nu görüyormuşsun gibi ibadet etmendir. Çünkü her ne kadar sen O’nu görmüyorsan da O seni muhakkak görür.”

Sonunda Resulullah (sas) şöyle buyurdu: “O Cibril’di; size dininizi öğretmeye gelmişti.” (Buhari, İman 37; Müslim, İman 1, Hadis no: 8; Tirmizi, İman 14, h. no: 2738; Ebu Davud, Sünnet 16, h. no: 4695; İbn Mace, Mukaddime 9, h. no: 63, 64; Nesai, İman 6)
“Her çocuk, İslamfıtratı (Allah’ı tanıma ve O’na teslim olma) yaratılışı üzere doğar.” (Müslim, Kader 25; Ahmed bin Hanbel, 4/24)

“Bir kul İslam’a girer ve bunda samimi olursa, daha önce yaptığı bütün hayırları Allah, onun lehine yazar, işlemiş olduğu bütün şerleri de affeder. Müslüman olduktan sonra yaptıkları da şu şekilde muamele görür:

Yaptığı her hayır için en az on misli olmak üzere yedi yüz misline kadar sevap yazılır. İşlediği her bir şer için de, -Allah affetmediği takdirde- bir günah yazılır.” (Buhari, İman 31; Nesai, İman 10 -8, 105)
“İmanın tadını; Rab olarak Allah’ı, din olarak İslâm’ı, peygamber olarak Muhammed’i seçip razı olanlar duyar.” (Müslim, İman 56, hadis no: 34; Tirmizi, İman 10, hadis no: 2625)

İslam garip olarak başladı, tekrar başladığı gibi garip hale dönecektir. Gariplere ne mutlu.. O garipler ki, benden sonra insanların sünnetimden bozdukları şeyi ıslah edecekler.” (Müslim, İman 232, hadis no: 145; Tirmizi, İman 13, hadis no: 2631, 2632)
İSLAM’IN RÜKUNLARI:
İslam’ın rükunları (temelleri) beştir:

Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna Şehadet etmek’ (Kelime-i Şahadet getirmek), Namazı ikame etmek, Zekat vermek, Beyti Haccetmek, Ramazan orucu tutmak.
Peygamberimiz’in İslam’ı tarif ettiği Cibril hadisi diye bilinen Hadis-i Şerifte ve konunun başında zikrettiğimiz İslam’ın beş temel üzere bina edildiğini bildiren hadiste (cahil halkın yanlış olarak ‘İslam’ın beş şartı’ dediği) bu beş temelin sayıldığını biliyoruz.

Şehadet veya Tevhid kelimeleri dediğimiz imanın rükunlarını (temel ilkelerini) daha önce “Tevhid” ünitesinde işledik.

Burada, bu ibadetlerin önemine binaen prototip örnekler olarak belirtilen ve diğerleriyle birlikte Amel-i Salih olarak etrafını cami surette tanımlayabileceğimiz rükunlardan kısaca ve akaidi ilgilendirdiği yönleriyle bahsedeceğiz.

Bu amellerin nasıl yapılması gerektiği Fıkıh, İlmihal kitaplarında ve Fıkıh derslerinde konu edinilmektedir.
Peki, Amel-i Salih nedir?

Salih amel, Allah katında razı olunan amellerdir.

Bu amel (davranış) iki özellik taşır: Birincisi, İslam şeriatına uygun olması, ikincisi; niyetin Allah rızası için ve O’na ibadet kastıyla, bu bilinçle olmasıdır.

Bir amel, bu iki özelliği veya bunlardan birini taşımazsa Allah katında razı olunan amellerden, yani Amel-i Salihten olmaz. Böyle bir amelin ecri ve sevabı da yoktur.

Yüce Rabbimiz buyuruyor ki:

“Kim Rabbine kavuşmayı ümit ederse, Salih amel işlesin, Rabbine ibadette hiçbir kimseyi şirk/ortak koşmasın”. (Kehf, 110)
Amel-i Salihin İslam’daki yeri cidden pek büyüktür. Çünkü bu ameller Allah’a, ahiret gününe iman etmenin meyvesidir.

Kelime-i Şehadetin (tevhidin) manası, Amel-i Salih işlemek ve bu yola girmekle meydana çıkar.

İslam kelimesinin “Teslimiyet” anlamına geldiğini ve bu teslimiyetin de Allah’ın emirlerine itaat edip teslim olma demek olduğunu hatırladığımızda amelsiz, itaatsiz, ibadetsiz İslam’ın olamayacağı ortaya çıkar.

Amel-i Salihini İslam’daki öneminden dolayı birçok ayet onu övmektedir. Bu ayetlerin bazısı onu imana yaklaştırır, bazısı güzel mükâfatını açıklar, bazısı da özellikle ahiret hayatında vereceği faydalardan bahseder.

“And olsun Asra ki, Muhakkak insan ziyandadır (zarar görecektir). Ancak iman edip Amel-i Salih işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler hariç.” (Asr, 1-3; /Maide, 9; /Ra’d, 29; /Nahl, 97; /Kehf, 30; /Meryem, 76; /Ankebut, 7, 9)
Amelin kabulü için İslam’ı benimsemek şarttır.

Bundan dolayı Allah, iman ile Amel-i Salihi beraber zikretmiştir.

Bir kimse, Allah rızası niyetiyle ve İslam şeriatına uygun bir amel de işlese, eğer o kişi Kur’an’da belirtilen gerçek İslam’ı tümüyle kabullenip benimsemedikçe o ameli Allah onun yüzüne çarpacaktır. Böyle bir amel için ne bir sevap, ne de bir mükâfat vardır. (Al-i İmran, 85)
Amel-i Salih çok çeşitlidir. İbadet olsun, muamelat olsun, Cenab-ı Hakk’ın emrettiği şeylerin hepsidir.

Müslüman, Rabbine itaati, Şeriata boyun eğmeyi ve Allah’ın rızasını talep etmeyi düşünerek hayırlı bir amel işlediği zaman, Amel-i Salih ehlinden olur.
Bu Amel-i Salihin başında (dar anlamıyla) ibadetler gelir. İbadetlerin de başında namaz, oruç, hac ve zekât gelir. Bunlar İslam’ın temelleridir.

Bu ibadetlerde ihmal veya önemini küçümseme kesinlikle caiz değildir. Bunun için İslam’ı tanımlayan yukarıdaki meşhur hadiste bu ibadetler açıkça bildirilmiştir.
İslam’da ibadetlerin önemi büyüktür. İbadetler, kişinin Rabbiyle olan ilişkisini düzenler ve belli bir şekilde Allah’a karşı kulluğunu ortaya koyar.

İbadetler, Allah’ın kulları üzerindeki özel hakkıdır.

Bu ibadetlere özen göstermek ve başka insanları önce imani esaslara, sonra ibadetlere davet etmek gerekir.

İbadetler eksik olduğu halde, insanın imanının kuvvetlenmesi ve kalbinde kök salması mümkün değildir.

Hatta küfrün egemenliğinin çevre şartlarının tümüne uzandığı günümüzde namaz başta olmak üzere ibadetlere gevşeklik gösteren insanların imanları çok büyük tehlikelere girer.

Yani kişinin namaz ve diğer ibadetleri hakkıyla yerine getirmeden mümin kalması çok zordur. Bunlar, balık için su, insan için hava mesabesindedir.
Bu ibadetler içinde özellikle namazın, akaid açısından daha büyük önemi vardır. İslam; namazı, Müslüman ve kâfir arasını ayırt edici bir alamet olarak açıklamıştır.

Ne yolculuk, ne savaş, ne hastalık halinde namazda ihmal câizdir. Namazı terk etmek ve bu konuda tembellik göstermek münafıkların adetidir.

Kul, Rabbine döndüğü zaman kendisine ilk sorulacak şey namazdır. Namaz, Allah’a olan kulluğunu ve kelime-i tevhidin manasını kişiye devamlı hatırlatan bir ibadettir. Namaz, sahibini her türlü çirkinliklerden, fuhşiyattan ve kötülüklerden meneder.

Namazın önemi konusunda Kur’an’da birçok ayet vardır. (Rum, 31; /Bakara, 1-3, 153, 238; /Nisâ, 103, 142; /Ankebut, 45)
Müslüman, namaza “Allahu Ekber” ile çağrılır; onunla namaza başlar, namaz süresince sık sık onu tekrarlar.

Çünkü Allah, her büyükten daha büyük, her kuvvet ve kudret sahibinden daha yücedir. Kul, her şeyden daha büyük ve aziz olan Allah’a bağlandıkça, O’ndan başka hiçbir kimseden korkmaz. Başkasına kulluk etmekten de sakınır.
Oruç, Hac, Zekât ve diğer bütün ibadetler, imanı takviye eder, nefsi kötülüklerden arındırır, kulu Rabbine bağlar.

Oruçta, Allah sevgisini bedenin isteklerine tercih etme hali vardır. Müslümanı, ihlas, irade ve sabır hallerine alıştırma özelliklerini taşır.

Zekat, Müslüman için cimrilik ve hasislik hastalığından temizlenmeyi sağlayan mali bir ibadettir. Malın esas sahibinin Allah olduğu, kendisinin ise bir emanetçiden başka biri olmadığını insan zekatla daha iyi kavrar.

Zekat, mal sevgisine, Allah rızasını ve sevgisini tercih etmektir. Toplumun muhtaç kesimine hisse ayırmak, böylece sosyal adaletin sağlanmasına hizmet etmektir.

Hac ise, Müslümanın amelî eğitimidir. Hac ibadetiyle Müslümanın fiilen açık ve muayyen bir şekilde kulluğunu ortaya koyduğunu görüyoruz. İlim, cihad, iyiliği emir, kötülükleri yasaklamak, sabır, tevekkül, takva, Allah sevgisi ve O’nun azabından korkmak… gibi emirler, Kur’an’ın üzerinde ısrarla durduğu Salih amellerin başında gelir.
DİN OLARAK İSLAM:
‘İslam’, bütün peygamberlere gönderilen semavi (İlahi) dinin adıdır. Çünkü İlahi vahyin kaynağı birdir ve O da Allah’tır.

Allah’ın ‘İslam’ adını verdiği bu İlahi din, Hz. Muhammed (sas) ile olgunluğa ulaşmış, bütün hükümler açısından tamamlanmış, bütün ilkeleri Peygamber tarafından açıklanmış bir hidayet yoludur.

“Allah katında geçerli Din, yalnızca İslam’dır.” (Âl-i İmrân, 19)

Bu dine inananlara ‘Müslüman’ adını Allah vermiştir. (Hacc, 78)

Geçmiş peygamberler de Müslümandı, onlara inanan insanlar da. O peygamberler de insanları yalnızca İslam’a davet ettiler. (Bakara, 128, 131-133, 135-136 ve Âl-i İmrân, 20, 67)
Mümin kelimesinin türediği ‘emn’ kelimesi, her tür korkudan ve şüpheden emin olmak manasına gelmektedir.

İslam kelimesi ise, barışı, güvenliği ve bir anlamda emin olmayı ifade etmektedir. Mümin, kendisine ‘emanet’ edilen “inanma işini” yerine getirir, emanetin sahibine teslim olur (Müslüman olur) ve böylece gerçek emniyete ve kurtuluşa erer.

Bütün organlarıyla Allah’a teslim olmuş birisi; hem imanın emniyetine, hem de İslam’ın getirdiği ‘silm’e (barışa) girmiş demektir.

Müslüman olan kimse, bir taraftan Allah’a teslim olmakta, bu teslimiyetiyle yalnızca O’na boyun eğmekte, bir taraftan da gerçek ‘selam’ a (barışa) ve güvenliğe kavuşmaktadır.

Demek ki İslam, yalnızca inanç ilkeleri değil, aynı zamanda dünya hayatının barışı ve güvenliği için bir yoldur.
İslam, evrendeki bütün varlıkların uyduğu, teslim olduğu ve insanın da isteyerek uyması istenen hayattır, yaşama biçimidir.

Evrendeki bütün varlıkların hayatı ‘İslam’dır.

Yani bütün varlıklar, evrenin Sahibine teslim olmuşlardır, barış ve güvenlik içerisinde hayatlarını devam ettirmektedirler.

İnsanlar da İslam’ı kendilerine hayat tarzı, yaşama biçimi yaparlarsa, aynı sonucu elde ederler. Böylesine Allah’a teslim olmuş insanlardan kurulu toplum da ‘Selam’ toplumudur, barış ve güvenliğe kavuşmuş toplumdur.

Onların yaşadıkları yerler o zaman “Darü’s-Selam” ve “Daru’l-İslam” olur.
Bu açıklamalar ışığında diyebiliriz ki, İslam kavramı, iç içe bir kaç anlamı içeriyor:
İslam’a teslim olan,
inanan kimseye ‘Müslim’ veya ‘Müslüman’ denilir. Müslim kavramı, Mümin kavramından daha dar kapsamlıdır, ama bu iki önemli kavram arasında sıkı bir bağlantı vardır.

Müslim, aynı zamanda, iman eden Mümin’dir; Mümin de İslam’a teslim olmuş Müslim’dir. Mümin, İslam’a şüphesiz bir şekilde inanan kimsedir.

O imanın içerisinde emniyet de vardır, teslim olma da.

Bazı insanlar İslam’ın büyüklüğü ve gücü karşısında (kelimenin sözlük anlamıyla) teslim (Müslim) olmuş, Müslümanların otoritesine itaat etmiş olabilirler.

Ancak kalbe inmeyen bir imanın, iman ilkeleri karşısında gönülden teslim olmayan bir itaat anlayışının fazla bir değeri yoktur. (Hucurat, 14)
Bir kimse diliyle Şehadet kelimesini söylese veya ben ‘Müslümanım’ dese, o kimse hükmen Müslümandır. Ancak iman kalbinde kökleşmemişse onun Müslümanlığı ancak dilinde kalır.

İslam, hem inanmayı hem de inanılan ilkeleri yaşamayı kapsar.

İman kalpte kökleşirse, kişi; imanının gereğini yapmaya gayret eder. Müslümanlar arasında yaşayarak ‘Elhamdulillah ben de Müslümanım’ deyip, sonra da her türlü aşırılığı yapan kimseler zayıf imanlı veya imansız kimselerdir.

Kuvvetli bir iman, insanı kötülüklerden korur ve sahibini Salih amellere götürür.
İslam, tarih boyunca Allah’ın insanlara gönderdiği dinin genel adıdır. Bu ilahi din, Hz. Muhammed (sas) ve Kur’an’la tamamlanmıştır. (Mâide, 3)

İslam, Allah’ın insana teklifidir (önerisidir).

Bu teklifi canı gönülden kabul eden, Müslüman olur ve İslam’ın getirdiği barış ve güvenliğe, huzur ve mutluluğa kavuşur.

Hz. Muhammed (sas) ve Kur’an’la tamamlanan ve olgunluğa ulaşan bu din, asli kaynakları yönüyle kıyamete kadar bozulmadan devam edecektir.

Bu dinin Kitabı olan Kur’an-ı Kerim, Allah’ın koruması altındadır ve asla değişmeyecek, tahrif olmayacaktır. İnsanların din hakkındaki görüşleri ve değerlendirmeleri değişse bile, İslam, Allah’ın dini olarak devam edecektir.

İSLAM’I HAYATA HÂKİM KILMAK:
İnsanlık tarihi boyunca, İslam’ın esas dayanağı olan Temel ilkenin birincisi, “La ilahe illallah” kuralıdır.

Yani Uluhiyeti, Rububiyeti, Saltanat ve Hakimiyeti sadece Allah’a tahsis etmek kuralı. Bu kaide, gönülde ve kalpte inanç, duygu ve hareketlerde ibadet, hayat sahasında da kanun ve nizam olarak tezahür etmelidir.

Allah’tan başka ilâh olmadığına şehadet etmek, böyle kâmil bir şekilde olmadıkça Allah’a ve İslam’a saygısızlık yapılmış olur.
Bu kaidenin tatbiki insan hayatının bütünüyle Allah’a yönelmesidir.

Böylece insanoğlu bütün işlerinde ve hayatın her safhasında Allah’ın hükmüne müracaat ederek buna tabi olur ve Allah’ın hükmünü kendi düşünce ve görüşüne tercih eder.
Allah’ın hükümlerini insanlara ulaştırıp tebliğ eden Resulullah’dır (sas). Bu kaide ise İslam’ın ilk temeli olan şehadet kelimesinin ikinci rüknünü temsil eder.

“Muhammedun Resulullah ‘Şüphesiz Muhammed (sas) Allah’ın Resulüdür’.” (Fetih, 29)

İşte İslam’ın dayandığı ve temsil ettiği Temel ilkenin ikincisi budur. Bu kaide bütün yönleriyle hayata tatbik edildiği zaman, en mütekamil bir nizam ortaya çıkar. İşte Allah’ın razı olduğu nizam da budur.
İslam, hiçbir zaman sadece nazari inanç ve birtakım ibadetlerden ibaret değildir. Bir yandan birtakım ibadetler yapmak, diğer taraftan da, fiilen mevcut olan cahiliye toplumunun faal bir üyesi şeklinde çalışmak bir arada bağdaşamaz.
İslam’ın hedefi, cahiliyeyi ortadan kaldırmaktır.

Bunun için de yeni ve faal bir kadronun oluşturulması lazımdır. Bu kadro, yaşama tarzıyla, düşünce yapısıyla, sosyal düzeniyle, değer yargısı ve kaynağıyla, kısaca her şeyiyle İslam metoduna uygun hareket eden bir cemaattir.

İşte, böyle bir kadro ancak yeniden İslam ümmetini oluşturur ve Allah’ın şu beyanatına mazhar olur:

“Siz, insanlar içinden seçilip çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. Çünkü iyiliği emreder, kötülüğe karşı çıkar ve Allah’a inanırsınız.” (Âl-i İmran, 110)

“İşte böylece sizleri orta (mutedil, dengeli) bir ümmet kıldık. İnsanlara şahit (örnek) olasınız ve Peygamber de size örnek olsun diye..” (Bakara, 143)

Yazan Ahmed Kalkan

Kaynak http://www.ahmedkalkan.com.tr/

 


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın