BATIL’ın Yok Olması İçin HAK’kın Gelmesi ve Hâkim Olması Gerek

BATIL’ın Yok Olması İçin HAK’kın Gelmesi ve Hâkim Olması Gerek

Sanırım Hak ve Batıl kavramlarını duymayanınız ya da sık sık kullanmayanınız hemen hemen yok gibidir.

Bu kavramlar yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de de defalarca kullanılmış. Peki, bu kavramlar hakkında bizlerdeki bilgilerin doğruluk derecesi nedir?

Sözlük anlamı itibariyle ya da istilahi anlamı itibariyle bu kavramlarla bizim günlük davranışlarımız arasında ne kadar ilgi alaka ya da uyum var.

Tadımlık da olsa Hak ve Batıl kavramlarının önce bir tariflerini ele alalım.

Hak nedir? Bu kavrama sözlükte Doğru, mutlak gerçek, tartışmasız hakikat” manalarında kullanılmıştır. Hakkın yaşaması ve süreklilik arz etmesi onun yapısının bir gereğidir. Hakkın sağlamlığı ve güvenilirliği onu daima zafere götürür.

Bâtıl nedir? Yine sözlük anlamı itibariyle “Boş, beyhude, yalan, temelsiz, çürük, doğru ve haklı olmayan, gerçeğe uymayan ve hükümsüz olan” denilir. Batıl asılsızdır, hiçbir zaman gerçeğe dayanmaz.

Gece, nasıl ki gündüzün zıddıdır, Adalet zulmün zıddıdır, Batıl da Hakkın zıddıdır.

Bu kısa tanımlama ve izahlardan sonra Kur’an da geçen ayetler ekseninde Hak ve Batıl kavramlarını güzel bir şekilde ele alıp açıklayan İbrahim Gadban hocanın bir makalesini aşağıda sizlerin istifadesine arz ediyoruz.

Umulur ki bu makale ve ortaya koyduğu isabetli fikirler, düşünce dünyamızda yeni bir çığır açar.

Bu vesileyle İbrahim Gadban hocamızdan Allah razı olsun diyorum. Ey Rabbim bunu okuyan kardeşlerim için de bu güzel makale nice hayırların kapısını açsın. Amin

Bekir Yetginbal

Batılın Yok Olması İçin Hakkın Gelmesi Gerek

Yazan İbrahim Gadban

بسم الله الرحمن الرحيم

Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla…

Bir yere hak geldiği zaman bâtıl yok olur, varlığını kaybeder, siner, söner ve gider… Hakkın var olduğu yerde bâtıl barınamaz. Bu, Allah’ın, Kitab-ı Keriminde ferman buyurduğu değişmez bir kanunudur:

وَقُلْ جَاء الْحَقُّ وَزَهَقَ الْبَاطِلُ إِنَّ الْبَاطِلَ كَانَ زَهُوقًا

“De ki: Hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz bâtıl, yok olmaya mahkûmdur.” (17/İsrâ, 81)

İyi ama acaba hak; senin şehrine, semtine, mahallene, apartmanına, evine, iş yerine, ortamlarına, hanımına, çocuğuna geldi mi?

Hak geldiğinde bâtılın yok olup gideceği kesindir. Bunda en ufak bir şek ve şüphe yoktur. Çünkü bunu bizzat âlemlerin Rabbi olan Allah subhânehu ve teâlâ ifade buyurmuştur.

Ama buna rağmen, bu gün bâtıl hâlâ aramızda kol geziyor, evimize, iş yerimize ve ortamlarımıza hâkim oluyor, en hayırlı bildiğimiz insanları bile tahakkümü altına alıyor, aydınlarımızı, yazarlarımızı, hocalarımızı etkisine sokuyor ve hayatın birçok alanında bir ahtapot gibi hepimizi kuşatıyorsa, bu durumda problemi Allah’ın vaadinde değil, kendi kâsir (sınırlı, aciz) nefislerimizde ve hakkın bizlerin yanında olmayışında aramamız gerekir.

Gerçekten de problem; bâtılın güçlü ve her ortamı kuşatacak kadar kesîf (yoğun) oluşunda değil, hakkın bizim yanımızda olmayışındadır.

Evet, tekrar söylüyorum: Bâtıl şayet bizleri kuşatıyorsa, sıkıntı kesinlikle “hakkın bizim yanımızda” olmayışındadır.

Hak yanımızda olursa, bâtılın orada barınabilmesi asla söz konusu olamaz. Buz gibi erir, sabahın ışıkları doğmaya başladığında gecenin karanlığının an be an kayboluşu gibi yok olur gider…

Eğer hak bizim yanımızda değil ise, bilelim ki bâtıl muhakkak bizi işgal edip hegemonyası altına alacaktır. Bundan kurtulmamız da katiyen mümkün olmayacaktır.

Bu nedenle, bâtılın sürekli ortamlarımıza galebe çalmasından ve bir türlü yakamızı bırakmayışımızdan şikâyet ediyorsak, hak ile meşguliyetimizdeki azlığa ve onunla teşrik-i mesaimizin yetersizliğine yanmalıyız.

Biz, hakla olan teşrik-i mesaimizi artırıp, her zaman onun beraberliğini yanımıza çektiğimizde, bâtılın etkisinin azalıp yok olduğunu bizzat kendi gözlerimizle göreceğiz.

Çünkü Allah’ın vaadi haktır ve O, hakkın geldiği yerde bâtılın barınamayacağını ferman buyurmuştur. Şu halde, hakla olan ilişkimizi nitelikli bir şekilde çoğaltarak bâtılın hegemonyasından kurtulmalıyız.

Cennet için bundan başka çaremiz yok; bunu bilmeliyiz.

Hak geldiğinde bâtılın yok olacağı Kur'ân’ın birçok ayetinde ifade edilmiş bir husustur. Bu hususu ifade eden birçok ayet vardır. Bunlardan bir tanesi de Enbiya Sûresi’nin 18. ayetidir. Rabbimiz o ayetinde şöyle buyurur:

بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ

“Hayır, Biz, hakkı bâtılın üzerine atarız da böylece o onu mahvediverir. Bir de bakarsın ki o, yok olup gitmiştir…”

Ayetin manasına ve ne anlatmak istediğine değinmeden önce Arapça metniyle alakalı güzel bir nükteye dikkat çekmek istiyoruz:

Erbabının malumu olduğu üzere ayette geçen “el-hak” (الْحَقّ) ve “el-bâtıl” (الْبَاطِلِ) kelimeleri, lam-ı tarif ile gelmiştir. [1]

Bu ise; hakkın ve bâtılın Allah katında tek bir mana ifade ettiğini, her birinin aslında bilinen ve malum olan bir şey olduğunu, kendi içinde başka bir anlam taşımadığını ifade eder.

Yani hak da bâtıl da Allah katında mahiyeti tanımlanmış, bilinen ve malum olan şeylerdir. Hak, haktır; bâtıl da bâtıldır. Velev ki şekli, suretleri ve çeşitleri farklı gibi gözükse de…

Peki, bu güzel nükte bize neyi ifade ediyor? Bu bize şunu ifade ediyor:

  1. Adı, sanı, şekli, sureti, zamanı, mekânı ne kadar farklı olursa olsun bütün bâtıllar Allah katında birdir ve aynıdır.

Tüm çeşit ve nevileri, tür ve modelleriyle Allah katında tek bir şeydir. İsimlerinin, zamanlarının veya zuhur ettikleri mekânlarının farklı oluşu, Allah indinde onların mahiyetinin farklı olmasını gerektirmez; hakikatini ve hükmünü değiştirmez.

Kim ne derse desin, birileri nasıl iddia ederse etsin bâtıl, Allah indinde bâtıl olmaktan çıkmaz.

Buradan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Siz ister “Ateizm” deyin, ister “Komünizm” deyin, ister “Demokrasi deyin, ister “Laisizm” deyin, ister “Milli İrade” deyin fark etmez; bunların her biri bâtıldır ve Allah’ın emrine muhalif olduğu için hakkın karşısında durma noktasında eşittir.

Çekici isimlerle süslenmesi, insanların çoğu tarafından kabul görmesi, herkesçe alkış tutulması onların Allah katındaki mahiyetini değiştirmez.

Tüm insanlık ona “Hak” dese bile tüm bunlar bâtıl olmaktan çıkmaz. Çünkü Allah indindeki bâtıl, “el-bâtıl”dır ve bu nedenle onun mahiyeti asla değişmez. Velev ki isimleri değişse bile…

  1. Ve yine bu güzel nükte bize şunu ifade eder: Bâtıl, Allah katında nasıl ki tek ve malum olan bir şeyse, hak da Allah katında aynı şekilde bilinen ve malum olan bir şeydir.

 

Tektir, birdir ve asla iki değildir. Hiçbir zaman da değişmez.

Her ne kadar farklı kişiler ve coğrafyalarda dillendirilse de, her ne kadar söyleyenleri farklı olsa da mahiyeti itibariyle Allah indinde aynı şeydir.

بَلْ نَقْذِفُ بِالْحَقِّ عَلَى الْبَاطِلِ فَيَدْمَغُهُ فَإِذَا هُوَ زَاهِقٌ

“Biz, hakkı bâtılın üzerine atarız da böylece o onu mahvediverir”

Ayetinde hak ve bâtıl kelimelerinin Arapça dilbilgisi açısından “el takısı” alarak kullanıldığını, bunun her iki kelimeyi de marifeleştirdiğini anladığımızda hakkın ve bâtılın insanlara izahı için çok ter dökmeye, tüketircesine enerji harcamaya, biteviye gayret göstermeye gerek olmadığını da beraberinde anlarız.

Zira hak ve bâtıl Allah katında malumdur ve Allah subhânehu ve teâlâ, bunları Kitabı’nda net bir biçimde ifade etmiştir.

Unutmayalım ki Hak Allah’tan gelen, Bâtıl ise Allah’tan gelmeyendir.

وَقُلِ الْحَقُّ مِن رَّبِّكُمْ فَمَن شَاء فَلْيُؤْمِن وَمَن شَاء فَلْيَكْفُرْ

“De ki: Hak Rabbinizdendir. Bundan sonra artık dileyen iman etsin, dileyen kâfir olsun.” (18/Kehf, 29)

İşte mesele bu kadar nettir. Anlaşılması bu kadar kolay ve basittir! Yeter ki biz anlamak isteyelim.

Peki, mademki hak Allah’tan gelendir, o halde bize Allah’tan ne gelmiştir?

Bize Allah’tan gelen iki şeydir:

1-İçerisinde en ufak bir şüphe bulunmayan Rabbimizin kitabı “Kur’ân”,

2- Rabbimizin kitabını en ince ayrıntılarıyla beyan eden “Sünnet”.

Bunun haricinde kalan, bunlara muhalefet eden, bunlarla çelişen her şey; adı, sanı, şekli ve sureti ne olursa olsun O mutlaka bâtıldır ve iman edenler tarafından anında reddedilmelidir.

Bundan başka bir yerde hak arayanlar kesinlikle dalalettedir ve doğru yoldan sapmışlardır.

فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ فَأَنَّى تُصْرَفُونَ

“Haktan sonra dalâletten başka ne vardır? Nasıl da (birileri tarafından haktan dalâlete doğru) çevriliyorsunuz?” (10/Yûnus, 32)

Hak bir yere geldiğinde, bâtılın artık orada işi yoktur. Allah hakkı bâtılın üzerine atarak onu hemencecik yok eder.

Yok eder etmesine ama önemli olan bâtılın karşısına hakkı getirebilmektir.

Bu gün bâtıl sistemleri, düşünceleri, yol ve görüşleri savunan insanları gördüğümüzde, acaba onların karşısına ne ile çıkıyoruz?

Her bâtılın belini kıran hak ile mi, yoksa genelde bâtıla mihmandarlık yapan akıl ve mantıkla mı?

Ya da felsefik bir takım düşüncelerle ve kimseyi bağlayıcı olmayan indî görüşlerimizle mi?

Eğer bu tarz bâtıl şeylerin karşısına hak olan Kitap ve Sünnet ile çıksak, sizi temin ederim ki, asla karşımızda duramaz, delillerimizin gücüne bir an olsun dayanamazlar.

Lakin bâtıllarına karşı akıl, mantık, felsefik görüşler, şahsi tercihler gibi göreceli doğrularla çıkarsak –ki maalesef birçoğumuzun içerisine düştüğü hata bu– o zaman bizden daha mantıklı olan, daha güçlü şahsi görüş ve tercihleri bulunanlar bizi yener, mağlup eder ve bize galebe çalarlar.

O yüzden, karşımızda hangi bâtıl olursa olsun, onunla asla Kur’ân ve Sünnet dışında bir şeyle konuşmamalı, hiçbir zaman bu iki kaynağın belirlediği ölçülerin dışına çıkmamalıyız.

Böyle yaptığımızda, her ne kadar içlerinden laf ebesi olanları o an için susturamasak ve zâhiren mağlup olmuş gibi görünsek de, gönülleri etkileme noktasında kesinlikle başarılı olur ve gerek muhatabımıza gerekse o ortama şahit olanlara manevî anlamda bir tesir bırakırız.

Bazen hakkın içine bâtılın bulaştığına ve hakkı zahirî anlamda bulanık hale getirdiğine şahit oluruz.

Evet, İlahî bir hikmet gereği böylesi bir şeyin olması mümkündür.

Kimi zaman bâtıl, hakkı bulandırır, karışık hâle getirir.

Ama unutmayalım ki bu durumda hemen Allah’ın kâinata koyduğu “Ayrıştırma Yasası” devreye girer ve iyi ile kötü, doğru ile yanlış, haklı ile haksız birbirinden net bir biçimde ayırt edilene dek “İmtihan Süreci” başlar.

Zaten “İmtihan” demek, “Doğru olanla olmayanı birbirinden ayırt etmek içinAllah’ın bizlere takdir ettiği “Eleme Süreci” demek değil midir?

Bu süreçte insanlar elenir, yanlış olanlar doğrulardan ayrıştırılır, bâtıl fikir ve düşünceler bertaraf edilir.

Neticesinde hak yeniden ayan beyan açığa çıkar, tekrardan bemberrak bir hâle gelir.

أَحَسِبَ النَّاسُ أَن يُتْرَكُوا أَن يَقُولُوا آمَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ وَلَقَدْ فَتَنَّا الَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ فَلَيَعْلَمَنَّ اللَّهُ الَّذِينَ صَدَقُوا وَلَيَعْلَمَنَّ الْكَاذِبِينَ

“İnsanlar, (sadece) ‘iman ettik’ demekle can yakıcı imtihanlara tabi tutulmaksızın bırakılıvereceklerini mi sandılar? Yemin olsun ki Biz, onlardan öncekilerini de can yakıcı imtihanlara tabi tuttuk. Elbette Allah, doğru olanları da, yalancıları da bilir. (Ve bu imtihanlarla insanların da bilmesini sağlar.)(29/Ankebût, 2, 3)

Bu nedenle bazı zamanlarda hakkın net olarak bilinememesine üzülme! Bu, hakkın yandaşlarıyla, kalbinde bâtıla karşı meyil olanların ayrıştırılması için Allah’ın müsaade ettiği bir durumdur.

Sen eğer her daim hakkın yanında olma derdi taşırsan hiç korkma! Bil ki, Allah asla hakkın taraftarlarını yardımsız, desteksiz ve biçare bırakmaz.

Bazı zamanlarda da bâtıl ehlinin yükselip, sanki hak ehlinden daha üstünmüş gibi bir eda ile şu dünyada dolaştığını görürsün.

Bunu gördüğünde bil ki bu, onların güçlü oluşundan değil, hak ehlinin gevşek olmasındandır.

Eğer hakkın safında yer alanlar gereği gibi dinlerine bağlansa ve akidelerine dört elle yapışsalar, bâtılın onların önüne geçmesi hiçbir zaman mümkün olmayacaktır.

كَتَبَ اللَّهُ لَأَغْلِبَنَّ أَنَا وَرُسُلِي إِنَّ اللَّهَ قَوِيٌّ عَزِيزٌ

“Allah: ‘Şüphesiz Ben ve peygamberlerim mutlaka galip geleceğiz’ diye ferman buyurmuştur. Hiç kuşku yok ki Allah çok kuvvetli olan, mutlak güç sahibidir.” (58/Mücâdele-21)

وَإِنَّ جُندَنَا لَهُمُ الْغَالِبُونَ

“Ve şüphesiz Bizim ordumuz var ya, galip gelecek olan mutlaka onlardır.” (37/Sâffât-173)

Allah’ım! Bize hakkı hak olarak, bâtılı da bâtıl olarak göster. İçine bâtıl bulaşmış haktan bizi muhafaza buyur.

Hak görünümündeki bâtıllara kanmaktan bizi ve halkımızı koru. Gafletimizi bağışla, gevşekliğimizi affet. Hiç şüphesiz ki Sen dualara icabet edensin. (Allahumme âmîn)


[1] Bu kuralı Arapça bilmeyen kardeşlerimize şu şekilde izah edebiliriz: Arapçada “el takısı” (الْ) alarak kullanılan bir isim “ma‘rifelik” kazanır.

Yani sözü kullanan ve söze muhatap olan kişi tarafından bilinmiş ve tanınmış olur. Belirginlik kesp ettiği gibi, kendisi ile ne kast edildiği de net olarak anlaşılır.

Örneğin “el-kitâb” (اَلْكِتَابُ) dediğinizde, bununla bilinen ve malum olan bir kitabı kast etmiş olursunuz. Bunu hem siz bilirsiniz hem de karşınızdaki.

El takısı almadan kullanılan, yani “tenvin” (ً ٍ ٌ– ) ile ifade edilen bir isim ise, söze muhatap olan kişi tarafından tam olarak bilinmez ve kendisi ile ne kast edildiği net olarak anlaşılmaz.

O kişi için bu isim, tam olarak bilinmeyen ve malum olmayan bir şeyin adıdır. Mesela siz “kitâbun” (كِتَابٌ) dediğinizde, bununla bilinmeyen, tanınmayan ve malum olmayan bir kitabı kast etmiş olursunuz.

Yani o kitap, kitaplardan bir kitaptır ve hangi kitap olduğu da net olarak belli değildir. Onu belirgin yapabilmeniz için başına mutlaka “el takısı” getirmeniz gerekir. İşte üstteki âyette geçen “el-hak” ve “el-bâtıl” kelimeleri, bu takı ile gelmiştir.

Buna göre aslen hak da bâtıl da çok net bir şekilde belirgindir ve kendisi ile ne kast edildiği, hem Allah indinde hem de biz insanlar için aşikârdır. Tabiî ki görmek ve anlamak istersek…

Kaynak https://www.arzusucennetolanlar.com/tr/makaleler~244/btilin-yok-olmasi-icin-hakkin-gelmesi-gerek~672


Tags:

 
 
 

Bir cevap yazın