Başımıza Bela Edilen Spor, Futbol

Başımıza Bela Edilen Spor, Futbol

Evet spor yapmak, sağlıklı vücut sahibi olmak için çok faydalı bir şey.

Spor yapan bir insanla, spor yapmayanı karşılaştırmak bu fayda farkını bariz bir şekilde gözler önüne sermekte.

Ama günümüzde spor ve bunun çeşitleri, mücerret spor olmaktan çıkarıldı, kapitalist sömürgeci zihniyete sahip kişi, kurum, kuruluşların, devlet adamlarının, hatta devletlerin, “siyasi amaç”larının birer “siyasi araçları” haline getirildi.

Dünyadaki diğer halkları şimdilik bir kenara bırakalım, özellikle İslam Ümmeti’nin tüm halklarına, spor aracıyla, özellikle de futbol aracıyla, İslam’a zıt  fikirler, ameller, idealler adeta benimsettirildi.

Hz.Muhammed(sas) in tertemiz Ümmeti, spor yoluyla ifsad edildi.

Nasıl mı?

Hz.Muhammed(sas) efendimizin, “insana, hayata ve kainata bakış açısıyla”, bu asır Müslümanlarının, “insana, hayata ve kainata bakış açısını”, birbirine tamamen zıt bir hale getirmekle, Ümmeti Muhammed’i (sas) ifsad ettiler.

Hz.Muhammed(sas), Allah için, İslam için, Ümmeti için canını ortaya koyarken, onun Ümmeti bu gün maalesef spor için birbirlerinin canını alır oldu.

Hz.Muhammed(sas) in, salih, sadık ve kendisine aşık evladı Fatih Sultan Mehmet han, küfrün kalelerini yıkan süper toplar döktürüp İstanbul’u feth ederken, onun torunları, küfrün kalesine nasıl gol atarım diye aval aval top peşinde koşturdular.

Huneyn savaşı’nın en kızgın olduğu bir anda, bazı Müslümanlar, bozguna uğradıklarını zannetmiş ve savaş meydanında Resulullah(sas) efendimizi yalnız başına bırakıp kaçışmaya başlamışlardı.

Ümmetinden bazılarının böyle bir gaflete düşüp, şeytana uyup kaçışlarını gören ve çok çok mahzun olan adı güzel, kendi güzel Hz.Muhammed(sas) efendimiz onlara haykırdı;

“Ey müslümanlar nereye? Ey insanlar nereye?”

Ey futbol kolikler, ey İslam’a ve şanlı Resulün ideallerine sırt çevirenler,

Vallahi, Hz.Muhammed(sas) kabrinden başını kaldırıp sizin şu zavallı halinizi görse, oturur hüngür hüngür ağlar ve “Ey Ümmetim nereye?, nereye ey Müslümanlar nereye?” der.

İşte aşağıda alıntısını yaptığım Mustafa Bahadır kardeşimin güzel makalesi, bu vahşi sömürü aracı olan futbolun, bir spor olmaktan çıkarılıp, futbol yoluyla, İslam Ümmeti ve tüm insanlığın zihinlerinin nasıl ifsad edildiğini, cisimlerinin ve keselerinin nasıl soyulduğunu, bu araçla nasıl kendilerine boyun eğdirildiğini bize detaylıca anlatmakta.

Ayrıca, bu kangren haline gelmiş futbol hastalığına sebep ve vesile olanların kimler olduğunu ayan beyan bize göstermekte. Rabbim Mustafa Bahadır kardeşimizden razı olsun.

Son olarak ibret olsun diye bir tarihi olayın haberini size nakletmek istiyorum:

17.Eylül.1967 tarihinde, Kayserispor ile Sivasspor takımları arasında, Kayseri’de oynanan futbol maçında, Kayserispor’un maçın 20.dakikasında 1-0 öne geçmesi üzerine, iki takım taraftarları arasında gerginlikler yaşanmış, Kayserispor taraftarlarının, Sivasspor taraftarları üzerine saldırmasıyla çıkan olaylarda, 43 kişi hayatını kaybetmiş, 600 kişi de yaralanmıştır.

43 kişinin öldüğü haberinin Sivas’a yayılması sonucu, Sivas’ta yaşayan pek çok Kayseri’linin işyeri saldırıya uğramıştır. Çıkan olaylar nedeniyle, iki takıma da 17 maç “saha kapama” cezası verilirken, takımların 5 yıl boyunca aynı gruplarda futbol oynamaması kararı alınmıştır. (Kaynak: 18.Eylül.1967 – Hürriyet Gazetesi)

Kardeşiniz: Bekir Yetginbal

……

Kitlelerin Afyonu: Futbol

Yazan: Mustafa Bahadır

Bir zamanlar, üniversite kampüsünün duvarında şu nükteli yazıya rastlamıştık: "Dinden özür diliyorum, kitlelerin afyonu futbolmuş!", imza: Marks.

Karl Marks, Fransız sosyalizmi, Alman idealizmi ve İngiliz iktisadı üçgenindeki teorilerini İngiltere'de yıllar süren araştırmaları sonrasında geliştirmişti.

O dönemin en ileri kapitalist ülkesi İngiltere'nin tarihini de ciddi bir biçimde incelemiş ve İngiltere'yi 'tarihin balyozu' (diyalektiğini doğrulayacak biricik ülke) olarak nitelemişti.

Marks, bu devrimi ne Almanya, ne Rusya ne de başka bir ülkede bekliyordu, ilginçtir ki, aynı İngiltere bu gün kitlelerin afyonu haline gelmiş olan futbolun da beşiği idi.

Futbol, İngiltere'nin emperyal gücü nispetinde evrenselleşti.

Dolayısıyla bu duvar yazısında Marks'a yapılan atıf, bize futbolun, siyasetle olan iç içeliğini, hatta daha da ileri giderek belli bir "evrensel kültür tanımı" çerçevesi içerisine oturtulabilecek dini telakkilerin yerini çoktan aldığını hatırlattı.

Gerçekten de tüm dünyadaki “devlet-ulus'laşma süreci”, liberalizasyon politikaları, “modern kültür çerçevesinin yaygınlaştırılması sonucu ortaya çıkan çözülme ve kirlenmelerle”, sporun evrensel gelişimi, paralel bir seyir izlemiştir.”

Çağımızda bırakın sporun diğer dallarını, sadece futbol endüstrisi bile silah ve uyuşturucu piyasalarıyla karşılaştırılabilecek bir düzeye erişmiştir.

Bu devasa zincirin sosyo-ekonomik halkaları birbirine eklendiğinde uluslararası siyasete kadar büyük bir ağın toplumları çepeçevre kuşattığı görülür.

Örneğin Dünya Kupası'nın 1994'de ABD'de yapılması bir tesadüf değildir.

Evrenselleşme seyri izleyen futbolun, futbola ilgisi olmayan ABD halkına sunulup yeni bir pazar ve tüketim ortamının körüklenmesi amaçlanmıştır.

(Portekiz Cumhuriyeti'nin diktatörü) Salazar'ın 3-F formülü,

(Futbol, Fada/arabesk müzik, Fiesta/eğlence, festival) futbolun, dinin ve şenliklerin, devletlerin halkları yönetme ve yönlendirme hususundaki üç sacayağını yansıtmaktadır.

Bu formülün gerçekliğini, yaşadığımız coğrafyada da iliklerimize kadar hissetmekteyiz.

"Dini siyasete alet etmeyin" diyen aynı politikacıların "futbolu siyasete alet etmeyin" sözü de aslında benzer bir noktanın altını çizmektedir.

Futbol, 'din' gibi, popüler kültürü tanımlayan ve kuşatan en önemli unsur haline gelmiştir.

Hatta belki de futbol, bizzat 'din' tanımına girebilecek kadar kitlelerin hayatını kuşatmıştır.

Futbol Dindarları

Yaşadığımız dünyayı,

ister ezen ve ezilen ülkeler sınıflamasına koyun,

ister medeniyetler çatışmasından bahsedin,

ister burjuvazi-işçi çatışmasını temel belirleyici olarak göstermeye çalışın,

enflasyon, işsizlik, yoksullaştırma ya da endüstrileşme, bilgi çağı ve sömürüden bahsedin,

bu yerleşik tanımların hepsini, futbol fetişizmi ve kültürü baskın çıkmaya çalışarak yanlış layacak, kitleler hep birden "hayır biz futbol dinine mensubuz" diye haykıracaklardır.

Siz mustazaf, müstekbir, sabr, infak, sömürü vb.'nden bahsettikçe, futbol fetişistleri, size kendi ortak kavramlarını sunacaklar "renk aşkından”, "başarılı transferden”, "toto ve lotonun verdiği ibadi zevkten”, “düşman seyircilerden" bahsedeceklerdir.

Fetişist, bu dinin önderleri konumundaki kulüp yöneticisi / siyasetçilerin yaşam biçimleri, parayı hangi yoldan kazandıkları, devlet ihalelerini kapmada kaçıncı sırada oldukları vb. ile uğraşmaz.

Takımı şampiyon yaparsa "en büyük (ekber) o'dur".

Dürüst ve başarılı yönetici iyi transfer yapan, transferde kendi komisyonunu değil, takımın başarısını düşünendir. Ondaki dürüstlüğün ölçüsü budur.

Futbolcu delikanlıdır, her ne yapsa yeridir.

Yalnız, sahaya çıktığında topunu iyi oynamak şartıyla.

Formanın hakkını vermek, o formayı terletmekle olur.

Burada emek, sahada koşmaktır.

Fetişist, emeği ve emekçiyi böyle değerlendirir.

Kendi emeğinin nasıl sömürüldüğüyle ise ilgilenmez.

Toplumsal ve ekonomik sorunlarını dile getirmek için meydanlara çıkan “memur, işçi, öğrenci kesimleri, kanunsuz gösteri yapmak, çevreye rahatsızlık vermek vb. bahaneler” ve hatta tedhiş yöntemleriyle engellenmeye çalışılırken,

Futbolseverlerin,“sokağa dökülmesi, trafiği aksatmaları vb. sorunların” kanuna muhalifliğini bir yana bırakın, kolluk güçlerinin de katılımıyla sergilenen bir “faşing eylemi”ne dönüşmesi her hangi bir sakınca oluşturmaz.

Aksine, bu faşing eyleme muhalefet edenler, sövülme, dövülme, recm edilme gibi durumlara maruz kalabilirler.

Nitekim fetişist sevinir, silahını "havaya" çeker ve öldürür.

Sinirlenir, camı çerçeveyi indirir, arabaları taşlar ama futbol ve stadlar baki kalır.

Düzenin muhalifi durumundaki kitleler 1 Mayıs'ta alanlara çıkar ve öldürülürler. Ve o alanlar onlara haram edilir.

Allah'ın boyasıyla boyanmakla emr olunan insanoğlu, tabiri caizse Allah'ın boyasından başka her renge tutulur.

Renkler farklıdır, ilahlar farklıdır, bu yolda ölünür ve amaçlar aynıdır.

Kitlelerin nefsi, bu konularla yoğrulduğundan “spor yorumcuları, çağdaş müfessirler konumuna gelmişlerdir”.

İspanya’lı lider boşuna "futbol, fiesta, fado" dememiştir,

Ülkenin her yanında kirli savaş, sömürü ve adaletsizliğin getirdiği olumsuzluklar hakim iken, bir bakarsınız tüm gazeteler birinci sayfadan itibaren kırmızı-beyaza bürünür.

Bu gönüllü sömürüde, nefislerine zulmedenlerin sosyal statüleri, sınıfsal ya da ekonomik durumları asla tartışma konusu olmaz.

Bu farklılıkların hepsi birden, nefsine zulmetme ölçüsünün içinde erir.

İnsan nefsinin ifsada yolculuğunu sürekli kıldığı bu noktada her türlü sosyal bilimsel seküler / Laik açıklamalar havada kalır.

Futbol bir varoluş biçimi, hayat amacı, din halini alır.

Afyon bir din. Irkçılığı bağrına basan, ama Fenerbahçeliliği ırkçılığın da üzerinde tutan bir tutkudur bu.

Fetişist eğer "milyarlık eşekler" top oynamazsa aşağılandığını ye sömürüldüğünü düşünür.

Eğer hakemler kendi takımları aleyhinde karar verirlerse adaletsizlikten ve haksızlığa uğramaktan söz eder.

Bu ifsad süreci özellikle 12 Eylül sonrası uygulanan bilinçli devlet politikalarıyla daha da bir ivme kazanmıştır.

Bir zamanlar nükte kabilinde söylenen "ne sağcıyız, ne solcu, futbolcuyuz futbolcu" sözü, artık bir devlet politikası halini almıştır.

Türkiye'nin dört bir yanında açılan spor kompleksleri, halı sahalar vb. “sağlık, eğitim gibi konularda sınıfta kalan sistemin”, halkı sadece uyutma değil, “ulusçu kimliğe paralel apolitik kimlikler üretme” politikalarıyla yakından alakalıdır.

Özalizmin "nimetleri" spora ve sporculara da yansımıştır.

T. Özal'ın TC'nin dış dünyada reklamını yaptırmak amacıyla Naim Süleymanoğlu'na verdiği “bir milyon dolar”, yoksullaştırma, sağlık, eğitim vb. politikalarla karşılaştırıldığında, sürecin kimlerin lehine ve hangi kesimlerin aleyhine işletildiğini 'açık seçik' ortaya koymaktadır.

Futbol dininin önderleri

Bu dinin önderi konumundaki kulüp yöneticileri ise, konu futbolsa laik değildirler.

Futbol dini ile siyaseti birbirinden ayırmazlar.

Yönetici, futbol için milyarları döker ve hükümetteki partiyi destekler, böylelikle verdiğini fazlasıyla geri alır.

Hele bir kösteklenmeye çalışılsın, milyonlarca oy (taraftar) bir şantaj unsuru halini alır.

Yönetici adilliği, eminliği, dürüstlüğü sayesinde değil, takım sayesinde belediye başkanı, il başkanı, milletvekili, hatta bakan olur.

Yaşadığımız ülkede bunun pek çok örneğine rastlamak mümkün olmakla birlikte,

bu duruma en kapsamlı misal İtalya'da Milan kulübü başkanı olan Berlusconi'nin kulübe verilen sosyal desteğe dayanarak başbakanlığı kazanmasıdır.

Türkiye'de Demokrat Parti'yle başlayan bu süreç, Özalizm'in ivme kazanmasıyla gelişmiş ve sadece büyük kulüplerin değil, Anadolu kulüplerinin de işleyişi bu çerçeveye oturtulmuştur.

Son yıllarda iyice vitrine çıkartılan mukaddesatçı "hoşgörü üstadları"nın "barış, kardeşlik ve sevgi oyunu" olarak tanımladıkları futbola olan teveccühleri,

(Maradona ile fotoğraflar çektirtip, Galatasaraylı olduklarını ilan etmeleri ya da bazı futbolcuların özel hayatlarıyla ilgili yorumlar yapmaları gibi.)

şüphesiz sadece kendi tercihleriyle alakalı bir durum değildi,

Vakıa bugün artık “Milli Marş” sadece milli maçlarda değil, lig maçlarında da söylenmektedir.

Galatasaray-Neuchatel maçında PKK'lıların sahaya atlayıp pankartlar açarak daha da hızlandırdıkları bu şoven süreç, bazı yöneticilerin maçlara bedava soktukları ülkücüler sayesinde, milliyetçilerin kullanabilecekleri bir zemin yaratmış ve devlet politikalarının meşruiyetinin sağlanması ve onaylanması yönünde (basının da önemli katkılarıyla) egemenlere bir fırsat ortamı sağlamıştır.

Bugün futbol yorumculuğu, her türlü uzmanlaşmanın üzerinde bir sosyo-iktisadi öncülüğe sahiptir.

ABD'de öğretim üyeliği yaparken, Boğaziçi Üniversitesi'ne transfer olan ekonomi doçenti Deniz Gökçe'nin "palavra atarak para kazanma zemini" olarak değerlendirdiği futbol yorumculuğunu tercih etmesi, futbol pazarının sağladığı imkanları ve kitleler üzerindeki etkisini göstermesi açısından anlamlıdır.

Sonuç

Devletçilik, milliyetçilik ve sistemin bekasından çıkar sağlayan kesimler, futbol dininin kitleler üzerindeki etkisinden faydalanarak ve onu müreffeh milletler karşısındaki eziklik psikolojisini ortadan kaldırmanın bir aracı olarak gösterip, kendi sömürü ve hırsızlıklarının üstünü örtmede kullanmaktadırlar.

Bu konuyu İslami ıslahat ve mücadele hattı açısından ve son aylarda sıkça gündeme gelen "topluma inme", "toplumsallaşma" vb. tartışmalar düzleminde değerlendirdiğimizde, egemenler ve geleneksel/muharref din anlayışıyla içice geçmiş olan modern ifsad mekanizmalarıyla mücadelede, “kitlelerin nefislerinde olana asla taviz vermeyen  bir anlayışı” sürekli kılmanın elzemiyeti ortaya çıkmaktadır.

Bu kokuşmuşluk ve çürümüşlüğün geleneksel ya da modern unsurlarına dayanarak verilecek böylesi bir "mücadele", ancak ve ancak bu "mücadele"yi verenlerin bu mekanizma içerisinde yok olmalarına ya da çürümüşlük ve kokuşmuşluğa taviz veren, hatta onu içselleştiren bir duruma ortak olmalarına sebebiyet verecektir.

Günümüzde bir takım siyasi oluşumların, kitlelerin bu yönlerini görmezden gelerek geliştirdikleri “kitleselleşme politikaları”nın yol açtığı çözülme ve ilkesizlik ortamı her safhada ister istemez “kimin kimi kendisine doğru çektiği” sorusunu gündeme getirmeye devam edecektir.

Kaynak: Haksöz Dergisi

http://www.islahhaber.com/futbol-sadece-futbol-mudur-28870h.htm


Tags:

 
 
 

3 Responses to “Başımıza Bela Edilen Spor, Futbol”

  1. Gravatar of Hasan Hasan
    13. Aralık 2012 at 22:13

    Selamun Aleyküm Bekir Ağabey

    Senin bu makalede yazdıklarını arkadaşlarla beraber okuduktan sonra, çok müteessir olduk. Bu sebeple her hafta mübarek Cuma günleri yaptığımız Halı saha maçlarını iptal etme kararı aldık. Çoğu kez aramızda çıkan tartışma ve kavgalar dolayısıyla küslük ve dargınlıklara da sebep olan bu illetten de bu makalenle kurtulmuş olacağız inşallah. Allah hepimize hayırlı etsin. Selam ve dualarımızla

  2. Gravatar of Fatih Sünnetci Fatih Sünnetci
    14. Aralık 2012 at 10:02

    Bekir bey bu yazdıklarınızı geniş kitlelere duyurup okutmak lazım. Ancak bazı şeyler o zaman yeşerir. Çünkü toplum büyük bir gaflet ve büyü halinde bu futbol denen illetin peşinden sürükleniyor, basın ve medya da maalesef bunun maşalığını üstleniyor. Allah affetsin diyorum.

  3. Gravatar of Engin Engin
    18. Aralık 2012 at 00:40

    Bekir hocam,
    Futbolun en iyi afyon olduğu gayet açık maalesef. Zaten şuurlu bir Müslümanın bu tuzaklara düşmemesi lazım. Zannederim ki Enam süresindeki ayetin “oyun ve eğlence” kısmını en çok dolduran da bu futbol olsa gerek.

    Yazıyı bizlerle paylaştığınız ve futbol gerçeğini bize tekrar hatırlattığınız için size teşekkür ediyorum. Allah’a emanet olun.

    “Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir.”(Enam, 6/32)
    “Biz göğü, yeri ve aralarında olan varlıkları oyuncak olsun diye yaratmadık.”(Enbiya, 21/16)

Bir cevap yazın