Başı Örtülü Bayan Vekiller

Başı Örtülü Bayan Vekiller

Başörtüsü ile alakalı olarak, onlarca yıldır Türkiye’de birçok şeyler olup bitmektedir. Bu konuda da, yapılan “zulüm ve işkencelerin” haddi hesabı yoktur.

Bunun acısını bil fiil yaşayan bacılarımızın yanında, “kalbinin derinliklerinde bu acıyı hisseden, dile getiren, çare arayan” onbinlerce insanımız da vardır.

Kimi vaazlarıyla, kimisi kitaplar neşrederek, ilim ehli ve yazar Ahmed Kalkan hocamız da, tesettürle ilgili birçok makalesinde olduğu gibi, yine alıntısını yaptığımız aşağıdaki makalesinde de “Hacı vekillerin başörtüsü” ile ilgili duygu ve düşüncelerini dile getirdi.

Değerli Ahmed Kalkan hocamızın, diğer yazarlardan temel farkı, her ne kadar yazdığı tüm makaleleri, ilmi bir vasıf taşısa da, gösterdiği gayret, “bir akademik çalışma” gayreti değil, hastasına ameliyat masasında müdahale eden bir doktor cehdi içerisinde yaptığı, “bir siyasi gayret” tir. Yani fikirlerini, “İlmi ve Siyasi” olarak ortaya koymaktadır.

Ufak bir örnek vermek gerekirse, herkes Kur’an-ı Kerim’de geçen,

“Onların arasında Allah’ı indirdikleri ile hükmet” (Maide suresi 49)

ayetini nice hoca efendiler hutbede bile okurken, Ahmed Kalkan hocamız, “şu an bizi yönetmekte olanlar, bu ayetin gereğini yapmamaktadırlar..” demekte, bu cümlelere “Siyasi bir boyut” katmaktadır.

İşte, hacca gidip gelen ve başörtüsü takmaya karar veren bayan Milletvekilleri ile alakalı kaleme aldığı makalesi de bunlardan birisidir.

İlgi ile okuyup yararlanacağınıza inandığım bu güzel makalesi için, sayın Ahmed Kalkan hocamdan Allah (cc) razı olsun ve bu çalışmayı, başta bayan vekiller olmak üzere, tüm Müslümanların uyanmasına vesile kılsın inşallah. Amin.

Kardeşiniz Bekir Yetginbal

…..

Hacı vekillerin başörtüleri acı düzeni mi güçlendiriyor?

Yazan Ahmet Kalkan  09 Kasım 2013

Bilindiği gibi, 31 Ekim 2013 günü, hacca gidip gelmiş dört hanım milletvekili, Meclis oturumuna “hadleri bildirilmeden” başörtülü olarak katıldılar.

Sadece insan elbise giymez, giysi de insanı giyer, yönetir, yönlendirir.

Dış, için aynasıdır. Dışı İslam’ın anladığı anlamda temiz olmayanın içinin de çok temiz olmasına imkan yoktur. Kıyafetin insan ruhuna etki ettiği de bir vakıadır.

O yüzden kadın giysisi giyen erkek, artık kadın gibi tavırlar takınır. Bu, karşı cins için de geçerlidir.

O yüzden Peygamberimiz, çok küçük yaştaki çocukların bile karşı cinsin elbiselerini giyinmelerini yasaklar, hatta karşı cinsi çağrıştıracak renklerdeki giysileri de.

İşte giysinin insan ruhuna bu etkisi, İslam’ın uygun görmediği tarzdaki kıyafetin imana da zarar vermesine sebep olabilecektir.

Aynen gerçek imanın tam tesettürü, takva giysisini zorunlu kıldığı gibi.

Onun için, bir bayanın örtünmesi, normal olarak sevinilmesi gereken bir durumdur.

Hatta bir hanım, tesettüre tam anlamıyla riayet etmese, dış elbisesi olmaksızın yabancı erkekler içinde bulunsa ve sadece başörtüsü taksa dahi, olumlu bir adım olarak kabul edilmesi beklenir.

Bu, meselenin bir yönü. Madalyonun diğer tarafına da bakmamız gerekiyor:

Başörtüsü İslâm’ın simgelerinden ve Allah’ın emirlerinden biri ise, onsuz olmayacak bir alt yapısının mevcudiyeti şarttır; o da imandır.

Yani Tevhid, yani tevhidin siyasi ifadesi olarak Allah’ın hakimiyetini kabul ve O’na hükümde hiç bir şeyi şirk koşmamak,

O’nun dışında hiç bir ilâhı/tanrıyı kabul etmemek ve tabii kendisi de Allah’ın indirdiklerine ters kanunlar yaparak sahte tanrılığa ve sahte Rabliğe soyunmamak.

Bir hırsızın, Allah’ı razı edebilmesi için, önce hırsızlığı terk etmesi gerekir; hırsızlığı terk etmeden sadaka vermesi kendisini kurtarmaz.

Sadaka veriyor diye, hırsızı iyi insan olarak kabullenemeyiz.

Müşrik bir kimsenin oruç tutması takdir edilecek bir özelliği değildir; bu kimseden, öncelikle, iman etmesi beklenir.

Müşrik bir kimse, namaz kılmaya başlasa, “namaz kılmayan müşrik” olmaktan çıkarak “namaz kılan müşrik” olmuş olur.

Bir müşrik için, namaz değildir farz olan; Allah’ın ondan beklediği şey, tevhidi imandır.

Mecliste, dört hanım milletvekilinin, öncelikle yapmaları gereken, kendi hevalarının istikametinde veya başka bir beşerin isteği doğrultusunda kanun yapmayı terk etmeleri, Allah’ın indirdiklerine teslim olmalarıdır.

Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen Alman başbakanı başörtüsü taksa, Allah ve tevhid eri Müminler ondan razı mı olacak, o da görevini yapmış mı sayılacak?

Düzen öyle acayip bir Müslüman(!) tip oluşturdu ki, bir itfaiye erinin, yangını söndürmek yerine, söndürmesi gereken yangın mahallinde, başına sarık sarıp yarım yamalak Kur’an okumasını hayranlıkla takdir ediyor (!)şimdi Müslümanlar..

Ameliyat yapması ve insanları ölümcül hastalıklardan korumaya çalışması gereken doktorun, hastalarını ölüme terk edip ameliyathanede bol bol namaz kılmasını, hayati görevini ihmal edip çalıştığı yerde oruçlu olarak sadece oturmasını alkışlıyor.

Halkın küfründen, isyanından, içkisinden, kumarından, namazsız ve ahlaksız yaşayışından birinci derecede sorumlu olan,

Onların bu isyanlarını çıkardıkları yasalarla güvenceye alan kişiler, başlarını örtmeleriyle halk ve Hak nazarında takdir edilmeyi bekliyorlar.

Bir devlet adamından (veya devlet kadınından) Allah’ın ilk ve esas beklediği şey, onun ülkeyi Allah’ın kanunlarıyla yönetmesidir.

Bunu yapmadıkları durumda ne yaparlarsa yapsınlar tağutluktan kurtulamayacakları için Allah’ın rızasını ve Mü’minlerin sevgisini asla hak edemezler.

Tağut, başını örtünce tağutluktan çıkmaz. Başı açık tağut olmak yerine başı örtülü tağut olur.

Mü’minler sadece başı açık tağutları reddetmekle imani görevlerini yapmış olamazlar.

Başörtüsünün tek başına ele alınıp, öyle anlaşılması ve anlatılması, onun yozlaştırılmasına sebep oldu.

Başörtüsü dinin emirlerinden bir emirdir.

İman esaslarına tümüyle inanılıp, reddedilmesi gereken küfür, tağutî düzen kabullenilmeyerek birçok dinî görevin yerine getirilmesiyle başörtüsü İslami bir anlam kazanır.

Dinin emirlerini yerine getirmeyen ya da diğer giysi ve davranışları başörtüsünün ruhuyla bağdaşmayan insanının başında ise o sadece bir bez parçasıdır.

Sağlam bir ev, ancak sağlam bir zemin ve güçlü temel üzerine inşa edilebilir.

Aynen bunun gibi, iman da sağlam bir zemindir. Ameller ise bu zemin üzerinde yükselen binadır; tesettür/örtü bu binanın dış cephesi, başörtüsü ise çatısıdır.

Temeldeki çürüklük binanın her yerine yansıyacaktır.

Sağlam bir iman olmadan, başta duran başörtüsü ne kadar sıkı bağlanırsa bağlansın, temsil ettiği değerler; tağuti düzene hizmetle beraber düşünüldüğünde, onun fazileti, ipi kopmuş bir uçurtma gibi uçup gidecektir.

İçinde, olması gerektiği şekilde iman esaslarını taşıyanlar için başörtüsü, “başı gitmeden başından gitmeyecek” kadar değer ifade ederken,

 içinde olması gereken imani değerleri olmayan veya çok zayıf olanlar için ise o, İslam dışı düzenleri, tağuti yapıları sevdirmek için bir istismar vesilesi olabilir.

“Başörtüsü takan kimse, bu tavrıyla suç mu işlemiş, niye karşı çıkıyorsunuz?” diyenler, bu satırları okuyanlar arasında var mıdır, bilmem; mümkün ki vardır.

Bizim karşı çıkmamız tabii ki başörtüsüne değil, onu takan zihniyete.

Başörtüyü Allah’ın emri diye takan bir kimsenin; Allah’ın kanunlarını hiçe sayan, O’nun hükmüne alternatif kanunlar çıkaran bir meclisin üyesi olmasınadır bizim eleştirimiz.

Teşri gibi doğurgan bir fesadı, tuğyan ve küfrü, “başı açıklıktan daha hafif bir suç” olarak görmeyi veya büyük ihtimalle “suç bile görmeyip bir fazilet olarak kabul etmeyi” kınıyoruz.

Allah sadece başörtüsünü emretmiyor, cilbabı/dış giysiyi de, tesettür denilen beden örtüsünü de emrediyor.

Bunu da yeterli görmüyor, bir de takva elbisesi istiyor. Bunlardan da öncelikli olarak kendi indirdikleriyle hükmetmesini istiyor meclistekilerden.

Başını örtmeyenin adını koymuyor, ama Kur’an’ın hükümleriyle hükmetmeyenlere “kafir, zalim ve fasık” diyor Rabbimiz.

Hacca gidip başını örten bir bayan, eğer gerçekten Allah korkusuna sahipse ve bu yaptıklarını Allah için yapıyorsa, öncelikle dini sadece Allah’a has kılması, meclisi ve hiç bir şeyi, O’na şerik/ortak görmemesi gerekiyor, onu söylüyoruz.

Egemenliğin kayıtsız şartsız milletin değil, Allah’ın olduğunu ilan etmesi icap ediyor, “lâ” bilincine sahip olup tüm ilah taslaklarına “hayır” demesi öncelikle kendisinden isteniyor, bunu hatırlatıyoruz.

Heykellerin karşısında ve Anıtkabirde saygı duruşunda bulunmanın ve on milyonu aşkın ilköğretim çağındaki çocukları heykele taptırma vebalinin, başını açmaktan çok daha büyük olduğunu tebliğ ediyoruz.

İçinde bulunulan mekanın inanca ve yaşayışa büyük tesiri vardır. Bugünkü yapısıyla Mecliste, Allah’ın rızası aranmaz; aransa da bulunamaz:

“O, Kitap’da size indirmiştir ki: Allah’ın ayetlerinin inkâr edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, onlar bundan başka bir söze dalıncaya kadar kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de onlar gibi olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir.”(Nisâ suresi, 140)

Tevhidi bağlamından koparılmış dinî özelliklerin, insanı ve toplumu kurtarması beklenemez.

İbadetlerin adetleşmesi, ya da modern seküler hayatın bir parçası, kapitalizmin işleyen bir çarkı konumuna girmesi, giderek de tağuti düzeni aklamak için kullanılması, insanı da yozlaştıracak ve yobazlaştıracaktır.

Olan da budur. Sanıldığının aksine; yozluk, yobazlık da modern insana, tağuti zihniyete geleneksel kişilerden çok daha yakındır.

İfrat ve tefrit hemen hemen bütün insanımızı kuşattığından, herkes başörtüsünün bir tarafını çekiştirdi.

Al renkli türban görmüş boğa misali, başörtüsünün düşmanlarına karşı, bizim mahallede bazıları, onu “teferruat” sayarken, bazıları da onu “fazla abarttı ve sloganlarının başına koydu.”

Giderek, başörtüsü putlaştırılmaktan da kendisini kurtaramadı.

Sanki başka zulüm yokmuş gibi, daha önemli başka farzlara, hatta tevhidi inanca ve Salih amellere yönelik baskı yokmuş gibi bir tavırlarla, başörtüsüne gereğinden fazla vurgu yapıldı.

Üniversitelerden istenilen tek istek o idi.

Alt yapıya önem vermeden, iman ve tevhid vurgusu yapılmadan, takvanın gereği olarak haya ve edebe atıfta bulunulmadan;

tam tersine, “demokratik bir hak”“insan hak ve özgürlüğü”,“anayasanın verdiği onay”“Zübeyde Hanım’ında yaptığı/taktığı gibi” referanslarla,

ve onu doğuran temel değerden yalıtılmış bir şekilde ve sloganlaştırılarak yalnızlaştırılan “başörtüsü” evet, itiraf edilip dillendirilmesi zor olsa da putlaştırmış oldu.

Allah’tan bağımsız şekilde Peygamberi aşırı sevmek dahil, her çeşit aşırılık putlaştırma olur da başörtüsü gibi bir baş tacı da putlaştırılamaz mı?

“Varsa yoksa başörtüsü” diyen ve başka hiç bir talebi olmayanlara cevap da hak ettikleri cinsten oldu: Öyleyse alın size başörtüsü; sosyal alanlardaki sulandırılmış şekliyle alın başınıza çalın!” 

Ve baş üstündeki başörtüsü ayağa düştü, meclise düştü.

Çöplükte gül bitebilir, ama gübrelikte gül bitmez; bitse bile kokusu da aldığı gıda cinsinden olur; başörtüsü gibi açan goncası/çiçeği asla huzur vermez, üstelik çirkin görüntüsü ve kocaman dikenleri de göze batar.

Parçacı yaklaşım, uzlaşmacı bir yaklaşımdır. Parçayı bütün sanan, bütünü asla aramayacak, bütünü hepten yitirecek, bütünle bağlarını koparacaktır.

Bu, “hikmetin yitirilmesi” değildir sadece; “dinin de yitirilmesine giden yoldur” da aynı zamanda.

Parça, bütünden koparılınca bütünün değerlerini kaybeder.

Ağaçtan koparılan bir dal, bitkiden koparılan bir çiçek, insandan koparılan bir el, göz, kulak veya baş, kısa zamanda ne duruma düşerse,

Tesettür ve takva örtüsünden, ona alt yapı olan iman ve Allah korkusundan koparılan başörtüsü de o duruma düştü.

Başörtüsü, diğer İslami kıyafetle birlikte ve imana dayanan bir davranış/yaşayış biçimiyle değerini alır; bunlardan bağımsız başörtüsünün Hindistan’ın millî kıyafetinden farkı olmaz.

Şuurlu ümmete, “bu şekliyle başörtüsü, uğrunda can verilecek bir değer değildir” dedirtir, sahibine Allah indinde “rıza ödülü” kazandırmaz.

Demokratlaşıp muhafazakarlaşan halk, fazla bir şey değil, sadece başörtüsü istiyor artık.

Kitabın tümüne inanması, İlahi hükümlerin hepsine teslim olması gereken Müslümanlar, tağutun kurum ve kurallarını, cahiliyye anlayış ve uygulamalarını tümüyle reddetmiyor, tam tersine nicelerini içselleştiriyor.

Hele bir de “Devletlü haşmetmeap” ların eşleri veya hanım vekillerin bir kısmı başörtülü olursa; daha başka ne istenebilir ki…

Cennetin bedelini unuttu insanımız, ellerindeki Paris biletiyle, Mekke’ye gideceklerini umuyor.

Düşünebiliyor musunuz, İslam’ın Cihad bayrağını dalgalandırma şerefi gibi hanımlara üstünlük verdiren o başların tacı, muhafazakâr demokrat hacı hanımlar sayesinde TBMM’yi meşrulaştırmanın, kara düzeni aklamanın hizmetinde.

Süslü kubbesi olan bir caminin alt katının, tapınak olarak kullanıma açılması gibi bir şey. Başında sarık, bacağında mayo olan imam kıyafeti ne ise onun gibi tuhaf şey.

Hatırlarsınız; 4-5 sene önce idi, başörtülü bir bayan 10 Kasım günü Anıtkabir’deki törenlere başındaki örtüden dolayı alınmadığı için serzenişlerde bulunuyordu.

Müslümanların okuduğu bir gazete de bunu manşete taşımış, olayı başörtüsü düşmanlığı olarak ele almıştı.

Güler misin, ağlar mısın?

Hani meşhurdur, kilisedeki kuş örneği, aynen ona benziyor. Kiliseye giren bir kuş, İsa heykelinin üzerine pislemiş. Bunu gören papaz:

“Ey kuş, sana ‘müslüman’ desem, kilisede işin ne? ‘Hıristiyan’ desem İsa heykelinin üzerine niye pisledin? Söyle, senin dinin ne?”

Kıbleye yönelir gibi yöneldikleri büyük salondaki kürsünün üzerinde kapı gibi kocaman harflerle “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” yazan bu “demokrasinin mabedi”ne artık başörtülü kadınlar da “haddi bildirilmeden” rahat girebilecekler.

Ak Bank kadar, Ak Parti’nin vekili TBMM Başkanı Cemil Çiçek de basın toplantısında aynen öyle diyordu: "Meclis demokrasinin mabedidir, Ben dünyanın hiç bir mabedinde küfür görmedim.” 

Ve bu mabede dört kadın vekil başörtüsüyle girdi, demokratik ayinlere türbanlarıyla katıldılar. Ne diyelim, Atatürk ibadetlerini kabul etsin.

Ama sormazlar mı bunlara, papazın kuşa sorduğunu.. Sormazlar.. Burası Türkiye. Burası, “hakla bâtılın karmakarışık yapıldığı” bir ülke…

Yaklaşık 25 sene önce idi. Arapçası iyi olan bir Türk arkadaş Mısır’a gitmişti. Kurban Bayramını orada geçirmişti. O anlatıyor:

“Bayram namazı için Kahire’nin merkez camiine gittim. Bir bayram vaazı vardı ki, sokaklardan caddelerden duyuluyordu.

Muhteşem bir hitabet, güzel bir Arapça, dünya siyasetine vakıf, kültürlü bir vaiz, ateşli ve heyecanlı bir konuşma, ayetler, hadisler ve tevhid, evet tevhid; her şey dört dörtlük…

Merak ettim, ‘kim bu korkusuzca tevhidden bahseden vaiz?’ diye sordum. Ne cevap aldım tahmin edebilir misiniz? ‘Hüsnü Mübarek”.

Mısır’ın çağdaş Firavunu, sarık sarıp cüppe giyerek, yani “Müslüman maskesi” takarak, vaaz kürsüsünden oy topluyordu. Onun da ibadetlerini atası Firavun kabul etsin. 

Başörtüsü Müslümanların simgesidir, eyvallah; ama ya o başörtüsü, put resimleriyle dolu ise veya tümüyle tuvalet necasetiyle pislenmişse…

Bir manken de meslek icabı başörtüsü takabiliyor.

Başı örtülü, ama şirk ve küfür inancına sahip milyonlarca bayan yok mu?

Başını örten bir bayan, aynı zamanda “hakkın üzerini de örtüyorsa”, buna ne demeli? (Ne demeli, kim demeli, nasıl demeli?)

Olaya Kur’an’ın bakmamızı istediği yerden bakmalı, Kur’an’ın “gör” dediğini görmeli, “kör” dediğinden olmamalıyız.

Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyen, o hükümlere ters kanunlar çıkaran kimselere karşı, nasıl tavır takınmamız gerektiği hususunda Kur’an şu hükmü veriyor:

“Kim tağutu inkar edip Allah’a iman ederse, hiç bir zaman kopmayan sağlam bir kulpa yapışmış olur. Allah her şeyi işitendir ve her şeyi bilendir.”(Bakara, 256)

Devamındaki ayette de;

“kafirlerin dostlarının tağut olduğu, tağutların da dostlarını nurdan/aydınlıktan karanlığa götürdükleri, onların ateş ehli olup orada devamlı kalacakları” ifade edilir.

Unutmayalım; karanlığın/batılın rengi olan siyahın gri tonları da siyahtır, karadır.

Bir devrim lideri, İran’da yıkılmaya yüz tutmuş düzeni ayakta tutmak için, çarşaf giyen Şah’ın karısı için şöyle haykırıyordu: 

“Tâğut tâğuttur, karısına çarşaf giydirse de!”

Allah’ın hükmüyle yöneten bir Ulu’l-emr tarafından değil de; inkar ve reddedilmesi gereken tağutî rejimler tarafından yönetilen,

halkı da Müslüman olan ülkelerde, İslâm dışı otoritelerin başörtüsünü serbest bırakmaları ve bunun da ötesinde,

bu yönetimlerdeki teşri yapma cür’etinde bulunan bazı vekillerin, halkın karşısına başörtülü görüntüleriyle çıkmaları,

aldatılan halkın ülkeyi İslâm, yöneticileri de Müslüman kabul etmelerine neden olmaktadır.

İşte normal şartlarda Müslümanları fesattan uzaklaştırıcı,

Müslüman bir hanımın dişiliğiyle değil, kişiliğiyle toplum içinde yer almasını sağlayan tesettür gibi güzellikler,

böylesi yönetimlerde kendi özünden ve anlamından uzaklaşarak, İslâm dışı düzenleri sevdirme aracı olarak kullanılabilmektedir.

“Yavaş yavaş İslâm’ı getirecekler” diye safça hüsn-i zan yapmaya çalışanlar, unutuyorlar ki, bunlar “yavaş yavaş her şeyiyle Avrupa yaşayışını getiriyor.”

“Gayri’l-mağdubi aleyhim ve la’ddallin”e rağmen bu ülkenin, Avrupa standartlarına uyduğunu kanıtlayıp, Avrupa Birliğine girmek içindir bütün bu olup bitenler..

Askerin zırt pırt ihtilal/darbe yaparak ülkeyi sıkı fıkı yönetimlerle yönetmeye kalkması, ülkenin Milli Güvenlik Kurulu’ndan idare edilmesi gibi,

Avrupa’nın, asla anlama ve kabulünün mümkün olmadığı şeylere “dur” denilmesi, arkasında Amerika istihbaratının ve yardımı olduğunda şüphe olmayan telefonların dinlenilip,

hesaba çekilerek, Ergenekon tipi yapılanmalardan hesap sorulması, hep Avrupalılaşma ve Amerikanlaşma olarak ve oradan esen rüzgârla izah edilebilir.

Yine, askerin siyasetten uzaklaştırılıp, kendi alanına çektirilmesi, başörtüsü yasağı gibi insan haklarıyla çelişen uygulamalara son verilmesi, Allah’ın hükmü gereği yapılan uygulamalar değil; girmek için her emrine âmâde olunan Avrupa Birliği kuralları gereğidir.

Yani, rejimin ve hükümetin referansı Asr-ı Saâdet’teki Medine ölçüleri değil; Kopenhag kriterleridir; bu böyle biline..

Hollanda, bir Avrupa ülkesi.

Türkiye’nin bir vilayeti kadar büyüklükteki bu Batı ülkesinde 300’ün üzerinde cami var; devlet ne hutbesine karışır, ne kimin imam olarak görev yaptığına.

Hiç bir hatip, vaiz veya alimin fikirlerinden, sözlerinden dolayı hapse atıldığını bilen yok. Hollanda’da ilki 1988 yılında faaliyete geçen bugün sayıları 40’ı geçen “İslamitsche School (İslâm Okulu) bulunmaktadır.

Türk çocuklarının çoğunlukta bulunduğu bu okullarda, sadece Müslüman çocuklar eğitim görüyor.

Aynı sistem üzere eğitim veren bu okulların devamı şeklinde Ortokullar, Liseler ve iki tane de İslam Üniversitesi var.

4-12 yaş arası çocukların devam edebildiği, Anaokulu ve İlkokul eğitimi veren, benzetme yerindeyse,

Türkiye’deki İmam-Hatip’lerin İlkokul bölümü durumundaki bu okullarda, hiç bir heykelin önünde saygı duruşu gibi putperestlik yaptırılmıyor,

onun yerine her sabah törende Fatiha suresi okunarak derslere başlanıyor.

Müslüman velilerden oluşan okul yönetimi istediği Müslüman öğretmeni okulda resmi öğretmen olarak görevlendirebiliyor.

Yeterli Müslüman öğretmen bulamadıklarında, Hollanda’lı gayr-i müslim öğretmene “burası İslam Okulu, başını örtmek ve İslam’a ters düşen söz ve davranışları terk etmek zorundasın. Bu şartlarla seni öğretmen olarak kabul edebiliriz” diyebiliyor.

Bunlara bakılarak “Hollanda adlı bu ülkenin yöneticileri, yavaş yavaş İslâm’ı getirecek” filan da denilmiyor.

Bunun gayet doğal bir insan hakkı, Müslümanlar için bir hak olduğu kabul ediliyor.

Bu günkü hükümetin, bırakın İslam ülkesi olmayı, bir Batı ülkesi olan Hollanda gibi olması için bile daha çok yol kat etmesi gerekiyor.

Türkiye Cumhuriyeti de bunun farkında ve Avrupa Birliği hedefiyle yavaş yavaş yola koyulduğu görülüyor.

Haa, Hollanda’lı yöneticiler, başörtüsünü hiç problem etmediler ki çözüm yoluna gitmeleri beklensin. Hollanda’da başörtülü avukatlar, başörtülü bayan polisler var, kimse yadırgamıyor bile.

Batılı savunan çıkar gruplarının esas amaçları, İslami hareketi saptırmak veya satın almak ya da boğmaya çalışmaktır.

Kur'an'da Allah, Mekke’deki müşriklerin Müminlerle uzlaşma taleplerinden bahsetmektedir.

Onların teklif ve tehditlerine uyup İslam'ın temel ilkelerinden, tevhidi anlayıştan taviz vererek uzlaşmaması için Kur'an, Resulullah'ın (sas) şahsında, bütün Müminleri uyarmaktadır.

"(Sana şu talimatı verdik) Aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah'ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et.

Eğer (hükümden) yüz çevirirlerse bil ki (bununla) Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır."(Mâide suresi, 49)

“Onlar isterler ki, sen onlara yumuşak davranasın da onlar da sana yumuşak davransınlar.” (Kalem suresi, 7-9)

"Hakka bâtılı karıştırmayın, bildiğiniz halde hakkı gizlemeyin."(Bakara, 42)

İnsana zehiri, hep billur bir kasede veya altın bir kadehte, çoğunlukla da bal şerbeti içinde sunarlar.

Müslümanı saptırmak için gelenler, kâfir kıyafetinde gelmez; Müslüman görünümünde gelir. Allah'ın ayetlerinden hareket ederek, kafirlerin sistemleri ile Kur'an'ın uyuştuğunu açıklamaya çalışır.

Batıl, kendine özgü bir varlığı olmadığından ve her zaman, “bir asalak olarak” hakkın varlığından yararlanıp kendini ortaya koyduğundan dolayı, ya hak maskesi takarak veya hakla karışarak ayakta durabilecektir.

Batılın, hayatını sürdürebilmesi için, sürekli olarak hak'tan yararlanması ve kendini hak olarak göstermesi gerekir.

Bunu gerçekleştirmek için batılın, sürekli hak unsurları da içerisinde bulundurmaya ve karma bir şekilde ortaya çıkmaya çalıştığı görülür.

Müslümanlar olarak bu oyunların ne zaman farkına varacağız?

Dişimizi kıran taşın, “rengi pirince en çok benzeyen” taş olduğunu, basit kazanımlar peşinde, batıl düzenlerin kurtarıcılarını desteklerken, aslında şer bataklığının içine çekildiğimizi ne zaman kavrayacağız?

Ne zaman at gözlüklerimizi çıkartıp hayrı göreceğiz, duygularımızın esiri olmayı bırakacağız?

Benimsenmesi ve giderek “hayır zannedilip” savunulması yönüyle en zararlı şerrin, “ehven-i şer” olduğunu ne zaman anlayacağız?

Siyahın beyazı, uzağın yakını, haksızın haklısı, çirkinin güzeli…

Bu tamlamalar ne kadar anlamsız ve saçma geliyor kulağımıza değil mi?

Hiç siyahın beyazı olur mu? İçerisinde siyah bulunan renk, artık beyazlıktan çıkmamış mıdır? Ya haksızın haklısı..

Ama bunlara çok benzeyen ve de çok sık kullandığımız bir deyim var dilimizde. “kötünün iyisi” diye. Alıştık, alıştırıldık bu tamlamaya.

Hiç düşünmedik bir şey “hem kötü, hem de iyi” nasıl olur diye.

Bakışlarımızı, sadece “şer” tarafına çevirmemiz istendi; taktığımız at gözlükleri başka şeyleri, örneğin hayrı görmemizi engelledi.

Bu “şer çöplüğünde” sıtma da vardı, ölüm de. Ölümü gösterdiklerinde bize, sıtmaya razı olduk; sağlıklı bir ömrü aklımızın ucundan bile geçirmeden.

Popülist cahiliye kültürünün, hayatımızın her alanında, “şer’de hayır aramamızı empoze ettiğine” şahit oluyoruz.

Cehenneme giden yolların üzerindeki iyi niyet taşlarıdır “ehven-i şer” anlayışı.

İman ve küfür arasındaki çizgiyi, hakla batıl, “hayırla şer arasındaki sınırı” silip atan bir anlayıştır bu.

Hayır ve şerrin ölçüsü bellidir: Allah’ın razı olacağı şeyler “hayır”; razı olmadıkları da “şer” dir.

Hayrın tümü elinde olan Allah (cc),  sadece “hayırlı şeyleri” emreder ve “şer’leri” yasaklar; O’nun her emrettiği “hayır”dır; yasakladığı her şey de “şer”dir.

AK Parti’li dört kadın milletvekilinin türbanla meclis genel kuruluna girmesi üzerine yapılan konuşmalarda, CHP Grup Başkanvekili Muharrem İnce’nin şu sözleri üzerinde durulmalı:

''Kuran'ı Tevrat'ı İncil'i esas alarak düzenleme yapamaz Meclis..” Bu sözler, sizin sözünüz sayın Arınç. Dinin emrinden bahsediyorsunuz.

İddaa’yı kim buldu, şans topunu kim buldu, kim bu mucitler? Beygirleri 7 gün koşturuyorsunuz, bunun mucitleri hangisisiniz?

Mücahitlik taslayıp, aslında Müteahhit olanlar siz değil misiniz?”

Eğer CHP zinaya karşı olsa idi, şunu da eklerdi Muharrem İnce:

“Zina sizin iktidarınızda suç olmaktan çıkmadı mı?”

Muharrem İnce'nin kendisi hakkında suçlamalarla ilgili konuşan Bülent Arınç, tutanaklara geçen bütün konuşmalarının arkasında olduğunu belirtti ve,

“Kadınları kılık kıyafetleri üzerinden sorgulamayacağız. Kadınlarımızı, başı açık ya da başı kapalı olarak kategorize etmek Ahlaksızlığın daniskasıdır.” dedi.

Yani Meclis adlı mabedin eski yöneticisi, Kur’an’dan yola çıkarak bu ayrımı yapanlara, yani hepimize “Ahlaksız” dedi.

“Allah buyurdu ki: İki ilah/tanrı  edinmeyin, O, ancak bir ilahtır. O halde yalnız Benden korkun. Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur, din de yalnız O’nundur. O halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” (Nahl suresi, 51-52)

Resululullah (sas) dedi ki;

“Cahiliye davalarına (inanç ve düşüncelerine) çağıran bizden değildir.” Buharî, Kitabu’l-Cenaiz; Müslim, Kitabu’l-İman)

“Kişinin namazı ve orucu sakın sizi aldatmasın. Dileyen oruç tutar, dileyen namaz kılar. Lâkin emânet(e riâyet)i olmayanın dini de olmaz.” (Musannef-i Abdurrezzak; Kenzul-Ummal, h. No: 8436)

Ve son sözü yine, sözlerin en güzeline, Ayet-i kerimeye bırakalım:

“Tağuta kulluk etmekten kaçınıp Allah’a yönelenlere müjde vardır. Dinleyip de sözün en güzeline uyan kullarımı müjdele. İşte Allah’ın hidayet edip doğru yola ilettiği kimseler onlardır. İşte onlar akıl sahipleridir.” (Zümer suresi, 17)

Kaynak: http://islamvehayat.com/yazar_1326_76_haci-vekillerin-basortuleri-aci-duzeni-mi-guclendiriyor-.html


Tags:

 
 
 

One Response to “Başı Örtülü Bayan Vekiller”

  1. Gravatar of Seda Seda
    29. Kasım 2013 at 21:24

    Hayırlı aksamlar enişte

    İnsanın ufkunu açan ve Türk insanı olarak ne kadarda
    görmezden geldiğimiz yada göremediğimiz gerçeklerden
    bahsetmişsin, Allah razı olsun senden…

Bir cevap yazın